15 Ekim 2024

Yörük Çeşmesi


    "Ey suyun sesinden anlayan bağlar,"
    "Ne söyler şu dağa çoban çeşmesi?"
                                Faruk Nafiz Çamlıbel

    'Bi dölüm tarla va, senede bi kere gidip geliyon, o bile yoruyo.' dedi. Haklı olabilir, belki kırk yıl aradan sonra Çayırlar tarafına ben de ilk defa gidiyorum. Nedense köyün kuzey tarafına pek ayaklarımız gitmiyor, diğer yönlere hareketlilik daha fazla. Oysa bir zamanlar Cumalı ve Susuz'un oturduğu arazi de Eğret'in imiş. İkisinin arasındaki Çayırlar mevki çayır olarak kullanıldığı zamanlar hiç olmazsa ot orakları için bir hafta on gün sürekli gelir gidilirdi. Çayırlar bozulup tarlaya dönüşünce oraya seferler de yılda bire düştü, o bile zahmetli geliyor.

    Alagır'ın ucunda başlayan bayırın son bulduğu noktadan Çayırlar'a kadar yaklaşık bir kilometrelik bölge ve çevresine Yörükçeşmesi deniliyor. Çünkü sözünü ettiğim yokuşun bittiği, yani Yörükçeşmesi mevkiinin başladığı yerde iki çeşme var. Bölgeye adını veren bu çeşmeler hala şırıl şırıl akıyorlar. O mevkinin kıraç Eğret toprakları ortalamasına göre verimli sayılmasının yegane sebebi bu çeşmeler olsa gerek.

    Aslında Çayırlar mevkiinin sulak olmasına asıl sebep taban suyu... Bununla beraber orayı batıdan besleyen Eğret Çayı ile doğudan besleyen Susuz köy çeşmesi ve Yörük Çeşmesini de saymak gerekir. Gerçi bu kaynaklar yaz mevsiminin şiddetlendiği dönemde neredeyse kururdu, ama yine de çayırlara bir canlılık bahşettiği kesindir.

    Yörükçeşmeleri, Çatalüyük batısından ta Çayırlar'a uzanan havzanın son noktasıdır denilebilir. Gobakguyusu, Gavasguyusu, Söğütcük kuyuları, Omarcık çeşmesi ve Yörük çeşmelerinin suları birbirine bağlandığı şüphelidir. Yine de onların sağladığı nemlilik, sıralandıkları vadiyi verimli ve yeşil kılmaya yetiyordu. 

    Kuyu olsun çeşme olsun, su kaynağına yakın yerlerde sürekli kurbağa yavruları zıplar, onları ve yılanları avlayan leylekler dolaşır dururdu. Ayrıca fes ördüğümüz küçük sazlar, kuzulara yedirmek üzere yolunan samıralar, taze gevrek gerdimeler türüm türüm tüterdi. Omarcık bitiminde oluşan küçük gölette dombeyler çamur banyosu bile yapardı.

    Köyden en uzak noktadaki Yörükçeşmesi de bu canlılıktan ayrı düşünülemez. Bir defa bölgedeki tek su kaynağı olduğundan çapacılar, yolmacılar, orakcılar yahut mal güdenler oraya uğramak zorundadırlar. Ot oraklarındaki beş on günlük sürede verilmesi gereken zorunlu mal sulama molalarını saymıyorum bile...

    Bu sulak ve canlı Yörükçeşmesi hareketliliğine bir örnek olması açısından bundan otuz yıl kadar önce yaşanan üzücü hadiseyi zikretmek isterim. Sonbaharda Afrika'ya dönen göçmen kuşlar, mola yeri olarak uygun sulak yerler arıyorlar. Yörükçeşmesi meydanına uygun bulup inmişler. İki çeşme aharları ve onlardan akan zayıf dereye aldanmış, yahut mecbur kalmış olmalılar... Turna olduğu düşünülen bu hayvancıklar, doğal dinlenme tesislerinde yaralarını sararken, acımasız avcıların tüfekli saldırısına maruz kalmış ve arkalarında epeyce bir zayiat bırakarak havalanmışlar. Eti yenilmeyeceğini bile bile bunlara ateş açanların durumunu bir yana bırakıp konuya dönersek, Yörükçeşmesi'nin doğal denge açısından ne kadar mühim olduğunu anlarız.

    Yüzey sularının kuruyup, yeraltı sularının çekildiği şu kurak dönemde Yörükçeşmelerinin hala şırıldırıyor olması bile başlı başına sevindirici bir durum. Ayrıca az da olsa çevresini yeşilliğe bürümesi de bir şeydir. O zamanlar her taraf su olduğu için midir nedir, küçüklüğümüzde değerini bilmiyormuşuz; ancak şimdi kafamız dank ediyor. Bugün Yörükçeşmesine bir başka gözle ve minnetle baktım, ne kadar güzel ve kıymetli olduğunu anladım.

    Gündoğusuna bakan bu iki kardeşin daha güneyde olanının bir numarası yok, kendi halinde sessizce akıp zamana ayakdaş oluyor. Size anlatacağım Çayırlar'a daha yakın olan büyük kardeş ise pek haşmetli görünüyor. Son zamanlarda 'devşirme malzeme' üzerine çok düşündüğümüz için ayrıca dikkatimi çekmiş olabilir. Çünkü çeşme gövdesinin büyük bir bölümü bu tip taşlardan oluşuyor.

    Şimdi birisinin ağzına atlet tıkamak suretiyle akmaz etmişler, ama baksan eskiden iki lulanın varını yoğunu boca ettiği uzun yalak taşı hatırına bu çeşmeyi inşa ettiklerini düşünürsün. Antik çağdan kalma bu yekpare mermer taş, gerçi yalak görevini hakkıyla yerine getiriyor, ama başka bir alemde başka bir vazifeyle istihdam edildiği çok belli. Sol alt tarafında yalak haznesine bağlanmayan gizemli delik, sağ altta bir kama yuvasını andıran yarım kanal ve uçlarındaki kabartma halkalarla sütun görünümü verilmiş bu garip taş, sürekli ayakta durduğu gençlik günlerini özleyen yatalak bir ihtiyara benziyor. Ve 21. yüzyılda bu çeşme kaidesine o kadar yakışıyor ki...

    Nasıl yakışmasın, gariplik çekmesin diye yine devşirme malzeme olmak üzere bir kaç arkadaş daha getirmişler üzerine... Hemen yanlarına yerleştirilen iki dikey ve lulaların göbeğini deldiği bir düzlem mermer ile bu garip yalak çok güzel bir kompozisyon oluşturmuş. Diğer taşları, alttaki yaşlı mermerin boyutuna ayarlayıp yerleştirmişler. Bu yüzden, ortası oyuk havuz gibi bir blok bulunca onun boyutlarına uygun bir çeşme inşa etmeyi düşünmüşler. Bence yalaktan aharlara geçiş oluğu bile o mermerin üzerinde hazırdı. Aslı bir kapı girişi veya lahit gövdesi olan bu mermer, çeşme kaidesi için biçilmiş kaftandı, değerlendirmek istediler. 

    Tabi bütün malzeme devşirme olacak değil. En üste zamanın ve yörenin kültürüne uygun, kaba taş bloğu işleyerek kemer görüntüsü vermişler.  Zikzak kemerin iki yanına iki ayyıldız ve ortaya bir tekyıldız motifi yerleştirmişler. Kemerin altı ise kaba ve basit bir kitabe olarak düşünülmüş: 'Maşallah, sene 1135'... En üstteki bu kemer işlemeli yerel kaba taşın bir şapkası olduğu da düşünülmelidir, fakat zamanın hızında eriyip gitmiş olacak ki, günümüzün hastalığı olan betonla tamir yoluna gidilmiş. Bu cesur restoratörler kendini alamayıp gövdenin bir kısmını çimento harcıyla sıvamışlar. Bütün bu sakilliğe rağmen Yörükçeşmesi orijinal güzelliğini koruyor.

    Kitabedeki tarihten anlaşıldığına göre Yörükçeşmesi üç asır önce, 1720'li yıllarda yapılmış. Bu, şimdiye kadar Eğret'teki eserlere ait belge niteliğindeki en eski kayıt olduğu için önemlidir. Bununla beraber kitabeden kimin yaptırdığına yönelik işaret alınamıyor. Bunun cevabı çeşmenin adında olabilir.

    Son yüzyılda Aşiret Yörüklerinin İlbulak/İblak'ta yayladığının çok şahidi var. Hatta köy içinden yörüklerin geçit resmi gibi nasıl geçtiklerini ayrıntılı anlatıyorlar. Ayrıca 17. yüzyılda da aynı hareketliliğe dair kayıtlar var. Bütün bunlardan yola çıkarak 18. yüzyıl ilk yarısında İblak'a sürekli gelen yörüklerden biri, ihtiyaç hissedilen bu yere böyle bir çeşme inşa ettiğini düşünebiliriz. Yörükçeşmesi denilmesinin başka bir izahı olamaz. İsimlendirmedeki tekil kullanımın manası da önce bir çeşmenin yapıldığı, çok uzun zaman sonra da ikincisinin ilave edildiğidir. Zaten iki çeşme gövdesi arasındaki nitelik farkı da bunun böyle olduğunu doğrular tarzda...

    Etrafının şenlik olduğu zamanlarda çeşmeleri büyük ve küçük diye adlandırırlarmış. Ayrıntılı anlattığımız büyük, diğer güneydeki küçük oluyor. Boyutundan dolayı böyle diyorlarmış. 1990'lı yıllarda kunduz tıkanması sonucu tamir gerektiğinde anlaşılmış ki, iki çeşmenin asıl kaynağı Bayramgucağı'nda imiş. Yani ilk yapıldığında oradan bülken su, künklerle büyük çeşmenin bulunduğu yere getirilmiş. Sonra ikincisi aynı şekilde... Belediye ve Hayır Cemiyeti'nce yapılan tamir sırasında künkler parçalanınca hattın tamamı kunduz tıkamasına maruz kalmasın diye plastik borularla değiştirilmiş.

    Son bir bilgi daha; 1950-60'larda İhsaniye tarafından İblak'a gelen Yörük yayla göçü ve dünüşlerinde Yörükçeşmesi sulama ve dinlenme mola yeri olarak kullanılmış. Kervandaki develerden dolayı bunu unutamayan son şahitlerin anlatımından, Yörükçeşmesinin ilk günden bugüne, yapılış amacına uygun kullanıldığı anlaşılıyor...

    Günümüzde o tarafa gidiş gelişler seyrek olabilir. Biz uzun yıllar sonra bugün gittiğimizde kendisiyle biraz hasbihal ettik. Yörükçeşmesi'nin anlatacağı çok şey var, kulak verin yeter.




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder