Büyük ve küçükbaşlarda küpe uygulaması hayvanlara hüviyet çıkarmak gibi bir şey. Küpedeki numarayla hayvan hakkında her türlü bilgiye ulaşabiliyorsunuz. Bütün memleket geneline yaygınlaşmasıyla, Türkiye'deki herhangi bir hayvanın yaşı, cinsi, geçmişi çok rahat öğrenilebiliyor.
Eskiden bu kadar bilgi gereksizdi; büyükbaş öküzler, inekler zaten bir bakışta kimin olduğu anlaşılırdı. Bir sürü mensubu olan koyun, keçide ise bu ayrım biraz müşkül olurdu; ama onu kolaylaştırmak için insanlar kendilerine göre bir yol buldular, éñleme...
Eñleme kısaca, insanların kendilerine ait malı işaretlemesidir. Başkalarınınkiyle karışmaması için, malını sahiplenmek için, hırsızlara karşı onu koruma altına almak için yapılan bir işlem...
Evvela éñleme kelimesinin kökeni üzerinde durmak lazım. Bazı dilcilere göre bu söz eski Türkçe ilaç manasına gelen 'em' sözcüğüne dayanır. Bu sözcük zamanla işaret anlamındaki 'im'e dönüşmüş; Anadolu ağızlarında éñ diye telaffuz edilmiştir. Kan akıtarak yarayı, hastalığı tedavi etmek eskiden beri kullanılan bir teknik. Hayvan hastalıklarında da kullanılıyor ve koyunlar ençok kulağı kanatılarak tedavi ediliyormuş. Kulak kesmeye ilk zamanlarda em denilmesinin sebebi bu. Kulaktaki kesiğin kalıcı olduğu anlaşılınca, tedavi amacının dışında sırf işaretlemek maksadıyla hayvanların kulaklarını kesmeye başlamış ve buna emleme/éñleme demişler.
Göçebe Türklerdeki éñleme işlemi de sanırım onlarla birlikte Anadolu'ya Orta Asya'dan geldi. Eğret'teki durum bundan farklı değil, çünkü koyunculuk burada ileşberlikten daha eski olduğu anlaşılıyor. Daha eski ve daha yaygın... İblak'ın her yanı ağıllarla dolu olmasının sebebi budur. Bu kadar çok koyuncu ve koyun sürüsünün bulunduğu bir ortamda éñlemenin kaçınılmazlığını takdir edersiniz...
Esasında éñleme kuzulara yapılan bir işlemdir. İki üç aylıklar, henüz ayrı olarak yaylıma çıkarılmamışlar, işte o dönemde işaretlenmeleri gerekiyor. Sürekli damda, ağılda duracak hayvanı işaretlemek gereksiz zaten. İşin temel amacı başkalarıyla karışmasının önüne geçmek olduğunu söylemiştik. Günyüzüne çıkmadan önce éñleniyorlar. Aşağı yukarı Mayıs Haziran aylarına tesadüf etse de bu işin belirli bir zamanı olmadığı da söyleniyor.Kuzu veya oğlağın kulağını kesme, dilme, kertme biçimindeki ilk zaman éñlemeleri keskin bıçakla yapılırmış. Kan akacak, işin doğasında var. Asıl iş kan durup yara iyileştikten sonra kulağın aldığı yeni biçimdir. İstenen biçimi verebilmek için bıçak keskin olmalı. Bu yüzden éñlemeyi gırklıkla yapmanın daha kolay ve amaca uygun olduğunu söylüyorlar. Böylece gırklığın ne menem ve işlevsel bir alet olduğu bir kez daha ortaya çıkıyor...
Yukarıda saydığım yöntemlerden başka mühürleme/dağlama tekniği diye bilinen éñleme de varmış, fakat bu tekniğin geçmişte Anıtkaya'da uygulandığına dair bir bilgi bulamadım. Bununla beraber delme tekniği son dönemlerde çok kullanılmış.
Kulak delme tekniği bir tür zımba ile uygulanıyor. Kemer deliği açma zımbasına benzer bir aletle hayvanın kulağı deliniyor. Yalnız bu delik herkesin kendine özel bir şekil, mesela bir harf karakteri, yahut geometrik şekil oluyor. Dediğim gibi, bu zımbalar son zamanlarda kullanılmış ve daha çok Afyonlu ağaların elinde görülürmüş. Dediklerine göre ağalar birine koyun aldığının ertesi günü elinde mühürle çıkagelirmiş. Bu zımbalara mühür deniliyor...
Ağa ve mühür deyince éñlemenin esası da değişmiş oluyor. Aslında kuzu ve oğlağa yapılıyordu... Ağa birine koyun aldığında, yahut ağa mağa yok sen kendin yeni mallar aldın, haliyle bunlar éñli olacak. Yine de sen kendi işaretini koymak için bunları yeniden éñlemen gerekiyor. Kısaca zaruret halinde yetişkin hayvanı yeniden éñlemek gerekebilir.
Mühür/zımbalara éñ makinesi diyenler de varmış. İstediğin biçimi sipariş verir, döküm yoluyla yaptırırmışsın. Son zamanlarda oldukça yaygınlaşmış bu usül, döküm ustaları da varmış özel... Son éñ makinesi ustası geçen yıl (2023) vefat edince bu alet de tarihe karıştı diyorlar...
Herkeste zımba/mühür bulunmuyor. O vakit çok fazla sürü bulunduğu da gözününe alınırsa éñ sıkıntısı çekildiği sonucuna varılabilir. Çünkü hayvanını kaybetmek istemiyorsan kulağına vuracağın éñ benzersiz, biricik olmalıdır. Başkasının işaretini kullanacaksan éñlemenin ne manası var... Çilmahmut'un Hasan Omak hayvanlarının éñi, iki kulak uçtan yırtık sağ arka kulak kertikmiş. Başkaca koyunlarının éñini hatırlayan yok.Hatırlamamanın bir sebebi éñlemenin uzun zaman önce kullanımdan kalkmış olması sayılabilir. Tabi birden olmadı, bu bir süreçti. Katımdan önce koçların boyandığı toz boyalara zamanla koyun ve kuzuları boyamada da başvuruldu. Eñleme gibi kalıcı değildi, ilk kırkımdan sonra yeniden boyanması gerekiyordu hayvanın, buna rağmen boyalamak yaygınlaştı. Küpelemeye gelene kadar neredeyse boya da kalkmıştı, zira koyunculuk bitme noktasına gelmiş, ortada birbirine karışacak kadar çok sürü kalmamıştı.
Bir de son zamanlarda koyun hırsızlığı vakasına pek rastlanılmadığını söylüyorlar. Eskiden öyle miydi ya, sürüyü kaçırdığın zaman yarısını götürürlermiş. Elbette hırsıza kilit vurulmaz, çaldığında koyunun éñi bir işe yarar mı, orası da meçhul... Ya elden çıkarır, ya kesip yer; bir şey yapamazsın. Eñ, ancak çaldığını kendisine mal etme düşüncesindeki birine karşı caydırıcı olabilir.Eski koyun keçi hırsızlıkları bu yüzden olsa gerek, sürüye katma amaçlı değil, satmak veya yemek gayeliymiş. Bu yüzden en fazla bir kaç koyun araklama şeklinde gerçekleşirmiş. Çaldığında da en kısa zamanda elden çıkaracaksın... Böyle ufak çaplı hırsızlıklar çok yaygınmış... Kesip odada ağılda yiyenleri mi ararsın, köfte yapıp pazarda şenlikte satanları mı... Bunlar yenip ortadan kaldırıldıkları için, suç isnat etmeye delil olacak éñli kulak da yok edilmiş oluyor...
Kulak éñinin hayvanı veya çobanı kurtardığı durumlar da oluyormuş tabi. Telef olduğunu ağaya ispat etmek için kelleyi gösteriyorsun mesela... Böylece çoban olası hırsız damgasından kurtuluyor...
Koyunun kelleyi kurtarmasını ise ilginç bir örnekle anlatayım. Eskiden öksüze yetime zekat verilirdi, sürünün zekatı da kendi cinsinden oluyor. Böbülerin Salih Kabadayı'nın hanımı vefat edince küçük kızı Hatice'ye komşuları Ayımevlüt zekat vermiş. O tek koyunu Tahirintopal (Mehmet Akyol)a katmışlar. Bir zaman sonra koca sürünün içinde o tek koyun kaybolmuş. Mehmet Ağa utana sıkıla durumu Berber (Ahmet Kabadayı)ya bildirmiş; gerekirse tazmin edeceğini de eklemiş... Berber, dükkanda olayın gelişimini ayrıntılı bir şekilde anlattığı bir gün, müşterilerden biri o koyunu bulduğunu, éñinden tanıyarak sahibi Ayımevlütlere teslim ettiğini söylemiş. Gidip koyun tekrar alınmış, ama işin aslı pek de adamın anlattığı gibi değilmiş. Aslında bunlar, oradan buradan birer ikişer koyun yürütüp satan ekipteler. O koyun geldiğinde bakmışlar ki kulağında akrabalarının éñi var, yanlışlıkla yürüttüklerini düşünüp iade etmişler...
Bu olay 1960'larda yaşanıyor... Eskiden böyleymiş... Eñ idi, damgaydı, boyaydı, küpeydi derken... Yeni çobanlardan biri diyor ki: "Şimdi senin koyun bana gelse, aylarca duruyor; Allah'a çok şükür hırsızlık falan bitti..."
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder