01 Ağustos 2025

Kavağın Ucu, Dizinin Dibi

    
    Macurali dedem aslında bir kaç yaş daha büyük olmasına rağmen 1917 doğumlu diye yazdırılmış. Veyislerin odaya gelmiş memur, galiba Böbüdedenin Veyisoğlu Hasan Hüseyin muhtar imiş. Kendi yeğeni Ahmet (Varlı) ile Ali (Öncül) dedemi birlikte kaydettirmiş. Ahmet emminin 1917'de doğduğu doğruymuş, ama kimsesiz Macur çocuğu Ali de daha büyük olmasına rağmen 1333 (1917)li olarak yazdırılmış. 

    Daha o zamandan birlikte dolaşır, birlikte kaz güder, birlikte öteye beriye giderlermiş. Önce Arap Osman'da, daha sonra Aliye ninede evlatlık olan Macur Ali sürekli Veyisler ve Hacıların evlere yakınmış, ikisinin arkadaşlığında bu durum baş etken olabilir. Aynı mahalle, sokak delikanlıları... Ayrıca resmi akran olmaları sebebiyle bir de tertiplik durumları var; askerlikleri de aynı döneme denk gelmiş.

    Bununla beraber ikisinin hayata bakışı ve hayatla mücadelesi hususunda zerre benzerlik bulunmaz. Macurali dedemin yabancısı olduğu bir köyde her şeye sıfırdan başlayıp defalarca batıp çıkmasını, köyde ilk traktörü alan kişi de, finali arabaya eşek koşarak yapanın da kendisi olmasını; pazarcılık, yağcılık, bakkallık, ileşberlik gibi bir çok sahada girişimciliğini; ilk yıllarda yatacak yeri olmamasına rağmen son zamanlarında köyün sözü dinlenir ileri gelenlerinden biri hale gelmesini filan başka bir yazıda anlatacağım. Bütün bunlar olurken hiç boş durmadığı, ömrü boyunca sürekli koşturduğu onu tanıyanların malumudur. Fakat arkadaşı Ahmet emmi için 'Bu kelin hiç sırtı terlemedi' dediğini bir kaç kere duydum...

    İkisinin hayat yolculuğunda böyle bir farklılaşmaya işaret olabilecek bir olayın varlığı efsane gibi anlatılır. Bir kaç kere başka başka ağızlardan farklı rivayetler biçiminde dinlediğim bu hikaye, bir türlü aklıma net ve gerçek bir olay gibi yerleşmemiş. Hep sisler ve bulanıklıklar ülkesinde bir karartı gibi duruyor, anlat desen anlatamam... Belki de kendilerinden işitmediğim içindir...

    Bugün cumayı kahvenin önünde Hacapo (Abdullah Erdem) abi ile bekliyoruz. Daldan dala atlayarak konuşuyoruz, ama çoğunlukla Hacapo konuşuyor. Bunun böyle olmasını biraz da ben istiyorum. Sorularımla yönlendiriyor, dişe dokunur hikayeler devşirmeye çalışıyorum. Kendisi zaten konuşmaya teşne, dinlemeye hazır kulaklar bulmuşken anlatıyor. Dallanıp budaklansa da konunun merkezini dünya hayatının ibret alınacak noktaları oluşturuyor.

    Herkesin malumudur ki Hacı yüksek sesle konuşur. Bunu kulaklarının az işitmesine bağlıyor; ama hep böyleydi, fısıltısı mırıltısı yoktur, hep güm güm söyler. Sağdan soldan onun bu halinden şikayetçi olan çoktur, duymadığından emin bir şekilde onu ayıplarlar filan... Gerçekten de sağır olduğu için bunların hiç birini duymaz ve aldırış etmeden sözüne devam eder... İşte hali yine öyleydi, her zamanki gibi anlatıyordu, biz de ona uyduk umursamazca soruyoruz...

    Dedem ile Ahmet emminin meselesi aklıma geldi, tam yeriydi sordum. Önemli bir şey anlatmaya başlamadan önce oturduğu yerden kalkıp ayak değiştirir, yine öyle yaptı... Meğer bildiği bir konuymuş, olayın kahramanlarının ikisine de ayrı ayrı zamanlarda sorup konuşturmuş. Başladı onlardan dinlediğini anlatmaya...

    Bekiroğlu Mehmet dayının da bulunduğu bir gün odada dedeme sormuş. Macurali dedem de anlatmış. 1930'lu yıllar, daha askere gitmemişler... Bir gün iki arkadaş Hacıların odaya gitmişler... Şimdi yerinde Kuran Kursu bulunan bu oda o vakitler köyün en merkezi yerlerinden... Hacılar sülalesinin büyükleri oturuyor; ama bilen bilir, odalar herkese açıktır. Bununla beraber, anası Hacılardan olan Ahmet emminin uğrak yerlerinden biri burası olabilir. Her neyse, o gün iki arkadaş Hacıların odadalar...

    Çapıtçı Hafız diye bilinen Hacıların Süleyman Azbay da odada bulunuyormuş.  Dururken dedeme 'Ali eliñi uzat baken' diyor ve avucuna bakarak 'Hımmm, seniñ ekmek gavağıñ ucunda; durma çalış, durma çalış!' diyor... Sonra aynı şekilde Ahmet emminin eline bakıp 'Seniñ ekmek de diziñiñ dibinde, durma ye, durma ye!' diyor. Kelimesi kelimesine aynen böyle demiş... O vakitler hayatın anlamını tam bilmeyen bu gençler Hafız'ın sözlerine de pek mana verememişler. Onun garip hallerinden biri olduğunu düşünmüşler... Yıllar geçtikçe, dünya ile cebelleşip yukarıda biraz bahsettiğim batıp çıkmaları yaşadıkça dedem Çapıtçı Hafız'ın söylediklerinin harfi harfine karşılık bulduğunu görmüş. Kavağın tepesindeki ekmeğe her ulaştığında tepetaklak olup tekrar en aşağıdan tırmanmaya başlamış. Bu böyle sürüp gidiyormuş... 

    Hacı Apo, aynı olayı Ahmet Emmiye de sormuş. Cuma camisinde kolları sıvamış, abdest alacakmış galiba, dedemin anlattıklarını doğrulamış ve 'Hakgatden annım terlemedi, emme cebimde para heç eğsik olmadı.' demiş...

    Hacıların Çapıtçı Hafız Süleyman Azbay 1956'da vefat ettiğinde, yirmi yıl önce avuçlarına bakarak söylediklerini Macurali dedem ve Ahmet emmi yaşamaya başlamışlardı bile... Rızık, Ahmet Emmimin hep dizinin dibindeydi. Bu minval üzere yaşadı ve 86 yaşında huzur içinde vefat etti. Dedeme gelince... Onun ekmeği hep kavağın ucundaydı, ulaşmak için durmadan çalıştı. 2008'de doksan küsur yaşındayken vefat ettiği gün, ağaç gövdesi kırdığını görenler var...

    Hacapo sözünü bitirdiğinde, sesinden rahatsız olanlardan hiç kimse kalmamıştı. Biz bizeydik. Zaten ezana bir kaç dakika kalmıştı. Kalktık...