BONSERVİSİM ELİMDE
Sekiz ay sonra 50/3 tertiplerle gittik Manisa Kırkağaç’a… Tabi o zamana kadar harman kalktı, hakı da topladık. Dükkanı kapattık… İki üç ay Takanori ile taş çıkardık; Patırın Bekir, Habiri Mehmet filan birlikteydik.
Camı açtı. Karşıda fotocu varmış, ona ‘Sana bir genç gönderiyorum, acele vesikalık çek yolla’ dedi. Gittim, fotoğrafım çekildi… Sonra yine traşa devam… Usta bize zamanında ‘Oldun’ dedi; ama yazılı bir belgemiz yok. Köy yerinde belge melge bildiğimiz mi var… Bu ara fotğraflar geldi. Usta hüviyetimi istedi, verdim. Oturdu, bana sorular soruyor. Ben hem traş ediyor hem sorularını cevaplıyorum. Biraz önce koltukta saç kesen adam, şimdi daktiloyla bir şeyler yazıyor… Kalktı, şunları imzala diye bana birkaç kağıt uzattı. Sonra benim imzaladığım kağıtları yanında çalışana ‘Çabuk şunları falana imzalat getir’ dedi. Çocuk uçtu gitti, az sonra ‘imzalattım’ diyerek geldi. Usta ‘Hadi hayırlı olsun’ deyip bana bir kağıt verdi.
Okudum. Adam Berberler Derneği Başkanıymış. Deminden beri yaptığı şey de bana bir belge hazırlamakmış. Kağıtta şunlar yazıyordu:
‘Manisa Kırkağaç Berberler Derneğimize kayıtlı Ali PERÇİN’in yanında bilfiil üç sene çıraklık, üç sene kalfalık, iki sene de ustalık yapmıştır. Berberler Cemiyetinin imtihanıyla bu Bonservisi almaya hak kazanmıştır.’
Aldık elimize, götürdüler bizi Birinci Bölüğe, teslim olduk. Takım Çavuşu meslek, tahsil vs. soruyor. Berber olduğumu söyledim. Çavuş ‘Sakın mesleğini söyleme. Ben Aydınlıyım, ilk defa takımıma bir Egelli geldi, onu da kaptırmak istemem’ diye beni uyardı. Meğer Ege Bölgesinde kolera var gerekçesiyle askerleri hep Doğu’dan alıyorlarmış. Egeli asker çok az imiş. Çavuşun gözünde, Egeli olduğum için değerliydim…
Söylemedim mesleğimi. Manganın mevcudu yirmiiki. İki üç kişi Doğulu, gerisi Karadenizli. Çavuş, Doğululara Türkçe öğreteceğim diye uğraşıyor. Karadenizlilerle anlaşmamız daha kolay oluyor. Eğitime başlıyoruz. Ağır makineli… Doğululara on kere anlatıyor Çavuş, adamlar anlamıyor. Onlara öğretesiye kadar ben ezberlemiş oluyorum, bu yüzden eğitim bana zevkli geliyor. Tabi bu durum Çavuşun da işine geliyor.
KOMUTAN ANADAN DOĞAR
Birinci Ordu Karargahına Takım Teğmeni sayesinde düşmüş olduk. Karargahta subay berberleri teskereciymiş… ‘Mesleği olanlar ayrılsın’ dediklerinde dört berber ayrıldık; ama ehliyet sorduklarında kimse de yok. Ben sekiz senelik bonservisim olduğunu söyledim, ‘Subay Salonuna geç’ dediler. Biri de İstanbul’da çalıştığını söylemişti, ona da ‘Astsubay Salonuna geç’ dediler.
Subay Salonuna Genelkurmay Başkanı ve Kuvvet Komutanları gelirmiş. Zaten Ordu karargahında on tane General vardı. Her gün Ordu Harekat nöbetine bir General, bir Albay ve Bölük Nöbetçi Amirleri kalıyordu. Bölük Komutanlarının en küçük rütbesi Yarbay, Binbaşı, Albay… Karargahta 300-350 subay var. Düşük rütbeli olarak bir Kıdemli Yüzbaşı, bir Muhafız Bölük Komutanı Üsteğmen, üç beş tane de Binbaşı vardı; diğerleri hep Yarbay, Albay…
Her gün bir General saç traşına gelir, üç Generalin odasına giderdim. Ordu Komutanı, Ordu harekat Başkanı Selahattin Demirci, Harp Akademisi Komutanı İsmail Akansel, Ali Dikmen ve Cemil Cebeci Paşalar ekseriyetle salona gelirdi.
Tam onbir ay Subay Salonunda kaldım. Sonra anarşinin türediği zaman, Yetmişbir Muhtırasında Mahir Çayan’lar, Ömer Ayna, Yılmaz Güney’ler zamanında 281 mahkumun bulunduğu cezaevine gönderdiler… Sıkıyönetim Komutanı cezaevinde çalışacak güvenilir bir berber talebinde bulunmuş. Faik Türün Paşa, Karargah Bölük Komutanı Binbaşı Şadi Beye bu emri iletiyor. O da ‘Komutanım, o zaman sizin berberi gönderebilirim, güvenilir olarak ancak Ahmet kabadayı var’ diyor… Hasılı adamın olmadığı yerde bizi tercih etmişler.
Allah razı olsun yine de… Dört ay da cezaevinde kaldım, mahkumları traş ettim. Cezaevinde çalıştığım için 10 gün mükafatla teskeremi aldım.
Kazasız belasız terhis olduktan sonra, Ordu Komutanım Faik Türün Paşa ile irtibatımız hiç kopmadı. Kendisi Hakkın rahmetine kavuşana kadar her bayram ve önemli günlerde tebrik kartı gönderdi. Allah rahmet eylesin, mekanı cennet olsun.
ANALI BABALI ÖKSÜZ
Askerden geldik… Babam der, dükkan aç; ama ben İstanbul’a gitmek isterim. Babam der, ‘Abin mecbur gidecek, ben burada ne yaparım’… Üç tane de yetim kız kardeşim var… Ölçtük biçtik, mecburen tekrar dükkan açtık.
Bir de yanıma çırak aldım, Mehmet Külte… Çırak kendini idare edebilecek kadar yetişti. Bu ara kız kardeşlerimi evlendirdim. Hanımın kardeşi Hüseyin’i ilk ve ortaokula gönderdim. Hüseyin daha sonra İzmir Sağlık kolejini okudu, Kayseri Devlet hastanesi Kan Merkezinde başladı. Onu da Kayseri de evlendirdim. Afyon Devlet Hastanesinde Sağlık Teknisyeni olarak halen çalışmaktadır.
Bir ara Çırakla beraber Yenice Köyünde de berberlik yaptım. Belki de çalışma hayatımın en mesut günlerini Yenice’de geçirdim. Yenicelilerin saygı, sevgi ve nezaketlerini hayatımın ondan sonraki safhasında çok aradım. Bir Kafkas Çerkes köyü olan bura halkı çok sevecen ve muhterem insanlardı. Hepsine selam olsun, ölmüşlerine de Allah rahmet eylesin.
Eğret’teki dükkanı Çırağa bıraktım, O da şimdi emekli olup oğluna bıraktı, böylelikle İzmir’e yerleştim; Şimdi İzmir’de ikamet ediyorum. Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesinde hastabakıcı olarak çalıştık. Oradan emekli oldum, Rabbime şükürler olsun.
ERKEN BAYRAM
Zamanla bir göz gecekondu yaptım. Köye haber gönderdim ‘Baba ev yaptım, hanımı yolla da evi temizlesin’ diye… Geldi… Evde eşya yok, soba yok… Hiçbir şey yok… Aradan biraz geçti, Babama haber yolladım ‘gelsin’ diye… O zavallım da eline Kuran’ı ve çalar saatini almış tıngır mıngır geldi… Eşya yok, tek oda var… Allah’tan Hanım becerikli, şalvarını bozdu. Biraz pamuk aldırdı bana. O şalvarı yatak yapıp Babamın altına attı… Bir daha Babamı da Hanımı da yollamadım…
Ali Amca kendi evindeki ağaçlardan kamyonun üstüne ızgara yapıyor. Bizim kapıyı kırıp eşyayı hayvanın üstüne sarıyor… Bir haber geldi ‘Senin eşyayı Macur Ali getirmiş’ diye… Bayram gelmeden bizim Hanım bayram yaptı.
Ali Amcaya ‘borcum ne’ diye sordum. ‘Ben bu duruma düşseydim sen benden para mı soracaktın. Sizinle yetmişbeş senelik komşuluk hakkımız var. Mehmet Ali’ye bunun için on gün hayvan bekleyeceğim. Karşılığında bana verebileceğin şey, yetmişbeş yıllık komşuluk hakkını helal etmendir. İşte alıp vereceğimiz bu kadar.’ dedi ve helalleştik gitti. Acaba böyle komşular var mı daha… Şimdi O Hakkın rahmetine kavuştu… Ali Amca, rahat uyu, kabrin nur olsun. Ben senden ve komşuluğundan razıyım, Allah da senden razı olsun; memnunum, Allah da öbür dünyada senden memnun olsun…
EZANLA SELA ARASI
Hanımımdan gelenden gidenden şikayetçi olduğunu hiç duymadım. Bazen evde olmaz, kırlardan ot kazıp pişirir, misafirin önüne onu koyardı. ‘Garı ne yapacağız’ diye ben dertlensem, ‘Cenabı Allah gelen misafirin rızkını bu evden vermiş demek ki’ der tahammül ederdi. Eğer evin hanımı misafiri sevmese erkek onu nasıl ağırlayabilir ki… Çok şükür, bu konularda cömert, vermeyi ve yedirmeyi seven bir yapısı vardı… O Hak evine vardı; Allah mekanını cennet etsin, Peygamber Efendimize komşu eylesin…
Ellibir sene beraberliğimizden bir gün bile şikayetimiz olmadı. Hep şükür etti… Ellibir senede hiç sormadı, ‘ne kazandın?’… Memur oldum, bir gün sormadı ‘maaşın kaç para’ diye… Kim ne harcayacaksa alır, ihtiyaç kadar alınır… Saklı gizli hiç olmadı; çocuklarım da torunlarım da bizden habersiz aldıklarına hiç şahit olmadım… Alan, ‘Ben şunu aldım, haberiniz olsun’ der. Allah acılarını göstermesin; ilimleri, sağlıkları Allah’a emanet olsun; Allah işlerini rast getirsin; hayırlı, sağlıklı iş, aş, eş nasip etsin…
Allah ezanla sela arasındaki ömrü, akılsız imansız etmesin inşallah.
Böbülerin Ahmet Kabadayı, Berber…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder