06 Ağustos 2023

Çeñizevi

 
    Zaman çabuk geçer, düğün vakti gelip çatar... Ana geçim kaynağı ileşberliğe dayanan Eğret'te süreç harmanda bile başlar; ammavelakin düğün kesinlikle harman kalktıktan sonradır. Bu da kış demek... Resmi olarak 8 Kasımda başlayan kış aynı zamanda düğün mevsimidir. Bu yüzden hatıralarda kalan Eğret düğünlerinin tamamı ıslak ve çamurludur...

    Gızevindeki hareketlilik nişanlılık döneminde hiç bitmez; derece derece artarak düğün haftasına varır dayanır. Düğünden 10-15 gün önce gelingızın gardeşliği belirlenir. Bu, düğün boyunca sürekli yanında bulunacak olan, bir bakıma gelinin sağdıcıdır ve en yakın arkadaşlarından seçilir... Bu günlerde yakınları tarafından yemeğe davet edilen gelinin yanında da o vardır ve verilen bahşişlerden nasiplenir...

    Gelin ve gardeşliğindeki hareketlilik henüz gızevine tam olarak yansımamış görünebilir. Bu kimseyi yanıltmasın, içten içe büyüklerin de kendine göre hazırlığı vardır. Mesela tepsi tepsi baklavalar açılırken mahallenin (Eğret'te sokak değil mehelle denir) bütün kadınları ve gızevine yakın diğer kadınlar oradadır...

    Gızevinde düğün çeñiz (çeyiz) asımıyla başlar... Oğlanevi ile gızevi kızlarının birlikte icra ettikleri ilk kapsamlı etkinliktir çeñiz asmak... Düğün haftasının Çarşamba günü oğlanevi kızları toplanıp gızevinin yolunu tutar. Planlanmış bir ziyaret olduğu için gızevi de hazırlıklıdır... Buna göre bir kısım kadınlar nokul yaparken, misafir ve evsahibi kızlar işe başlar... İş bitiminde artık karınlar acıkmıştır. Bu arada fırından gelen sıcak nokullar imdada yetişir, karınlar güzelce doyurulur... Kızlar kurdunu döküp çeñizevinin galasını yaparken, düğünü de resmen başlatmışlardır...

    Çeyiz asılan bu odaya çeñizevi denir ve düğünün gızevine bakan merkezini oluşturur. Bir günlerini burayı düzenlemeye ayıran kızlar çeñizevinin hakkını vermiştir. Günlerce orayı izlemeye gelecek kişiler, bir sergi salonundaki sanatseverleri andırır. Sanattan, sergiden, galeriden habersiz insanlardan bahsederken bu tabirleri seçmemizin sebebi, çeñizevindeki düzenlemenin başarısıdır... 

    Gelingızın çocukluğundan itibaren 8-10 senede hazırladığı işlemeler, tenteneler; döktüğü göznurunun semeresini alacağı yerdir çeñizevi... Bu yüzden çeñiz asılırken çok özenli davranılır. Namazlıklar nereye ve nasıl asılacak; basmalar, carseler nereye dizilecek?.. Ucu oyalı yazmalar, rengarenk patikler, iğneyle kuyu kazar gibi işlenen yastıkbaşları, bembeyaz ganevçeler, canfırılar, her biri ayrı örnek fanneler yelekler yerini yadırgamamalıdır... Çeyizde kendine yer bulabilen züccaciye eşyaları utangaç ve kırılgan görünmemelidir... Alışverişte oğlanevi tarafından alınan şeyler için de çeñizevinde bir bölüm ayrılmalıdır... Öyle bir düzenlenmelidir ki duvarlarda, pardıda boş alan kalmasın; gelenler baktıkları her yerde gelingızın hünerini görsünler... Bununla beraber orta yerde kendiliğinden oyun alanı açılmış olsun... Bütün bu hususları gözönünde bulundurarak çeñiz asmak elbette herkesin harcı değildir, ustalık ve tecrübe ister... Sonuçta sergi salonu düzenleyen bir sanatçı işi çıkar ortaya...

    Bundan sonra meydan, toplamda dört gece üç gündüz sürecek çeñizevi eğlencelerinindir. Gündüzleri çeñize bakmaya gelenlere sahne olur. Bunun belli bir vakti yoktur, genelde öğleye doğru başlar ve akşama kadar devam eder. Hani çeñizevini sergi salonuna benzetmiştik ya; ha işte çeñize bakmaya gelenler de sergi görmek isteyen sanatseverler gibidir. Büyük bir dikkatle gelinin işlediği eserleri incelerler. Enine boyuna bir eleştirmen edasıyla icra edilen çeñize bakma kesinlikle ciddiye alınmalıdır. Kimsenin bu eserler hakkında ileri geri konuşması istenmez; her gören onları beğenmeli, herkes çeñizevinden mutlu ayrılmalıdır...

    Bütün çeñizi oluşturan eserlerin her bir parçası hakkında sorulara cevap versin, gerekli açıklamalarda bulunabilsin, icabında örnek alınması sağlansın diye çeñize bakmaya gelen kim olursa yanına bir kılavuz verilerek gezmesi sağlanır. Bu anlamda çeñizevi gün boyu açık kalır. Kılavuzsuz gezmeye izin verilmemesinin bir sebebi de olası hırsızlıkların önüne geçmektir. Hatta bazı kötü niyetli kimselerin çeñize bakma bahanesiyle oraya buraya domuzyağı sürerek büyü cazı işlerine teşebbüs edebileceğinden de korkulur...

    Üç gün (Perşembe, Cuma, Cumartesi) boyunca akşama kadar sadece içeridekileri görmeye gelenlere evsahipliği yapan çeñizevinde asıl cafcaflı faaliyetler geceye saklanır...

    Akşam yemeğinden sonra erken gelenler, ortalık sakinken çeñize bakma işini de aradan çıkarıverir. Biraz sonra burası ana baba günü olacak... Diğer yandan sair evlerde telaşlı bir koşturmaca yaşanır. Genç kızlar çeñizevine günlük hayattaki sıradan halleriyle gitmek istemezler. Süslenmeli, taranmalıdırlar... Oyuna kalkan kızların yazmasını, şarpısını başından çekip almak adettendir; niye perişan saçlarla ortaya çıksınlar ki?

    Burada doğal olarak kalabalığın en önemli figürü gelindir, sonra gardeşlik gelir. Katılımcıların hepsi gelinle oynamak ister, fakat kendini yahut başkalarını göstermek isteyen birileri de çeñizevindedir. Kimi kendi gelingızıyla öğünmek ister, kimi oğluna gelingız bakmak derdindedir, kimi kızlar da görücüye çıkmış gibi oyunuyla, gülüşüyle, duruşuyla ben de buradayım havalarındadır. Bütün bunlar bir çeñizevinin sıradan insan manzaralırıdır...

    Oynamak iyi güzel de... Kuru kuruya müziksiz, nağmesiz, çalgısız olacak iş değil. Kaset marifetiyle oyun havaları çalındığı günler 70'li yılların sonuna rastlar. Ondan önce, ortaya çıkan oyuncular için birileri türkü çığırırdı. O yıllarda Tekelilerin Delifadime konunun uzmanıydı. Çeñiz asıldığı günün akşamından itibaren sürekli oralarda bulunur ortalığı şenlendirirdi. Birazcık safça bir yapısı vardı. Hafif şaşı gözleriyle nereye baktığı katiyen kestirilemeyen bu kadın, hemen her düğünün aranan kişiliklerindendi. Saf haliyle farkına varmadığı, kendisi hakkındaki bıdırtılara kulak asmaz düğünler ve düğün sahipleri hakkında özgürce yorumlar yapardı. Bir yandan baklağı şişelerini götürürken, diğer yandan falancanıın düğününde kendisine nasıl iyi davranıldığını şuh kahkahalar arasında ballandıra ballandıra anlattığını hatırlıyorum. Bir oyalı yazmayla gönlü alınabilen neşe kaynağı bir kadındı... 

    Delifadimeden önce çeñizevlerinin bir renkli siması da Garahmetin Gambırşerif imiş... O gelince çeñizevi hareketlenir, ahali oyun için pozisyon almaya başlarmış. Su Yolu türküsünün sözlerini araştırırken birisi 'Bu Gambırşerifin türküsüydü, en iyi O söylerdi.' dedi. 1957 Yılında vefat ettikten sonra çeñizevleri öksüz kalmış...

    Su yolu, susa yolu
    Boş gider, gelir dolu
    Haydiñ amanıñ gımıldan gımıldanıver
    Gara gözlüm gımıldan gımıldanıver

    Bir Eğret türküsü olduğu anlaşılan Su Yolu oyunundan başka, Eğril Duvarım Eğril türküsüyle oynanan bir oyundan daha söz ediliyor. Bir de adı Düz olan bir oyun varmış... Bu oyunların figürleri hem Ege hem de İç Anadolu'dan izler taşırmış... 

    Türküler söylenirken çıplak sese eşlik eden bazı geleneksel çalgıları da zikretmeden olmaz. Aslında bunlara çalgı demek ne kadar doğru, bilemiyorum. Bir enstrüman görevinden ziyade ritim tutmaya yaradığı için önemli olan bu aletlerin başında tepsi veya dübülek gelir. Onlar kadar yaygın olmasa da ekin ekerken tohum saçmada kullanıldığı için her evde bulunan tefler de meşhur çalgılardandır. Aslı bir ritm-saz olan def/tef, Anıtkaya'da ileşberlik aletleri arasında yer almışken çeñizevinde birden asıl amacıyla buluşuverir... Tef olsun, tepsi olsun türkücünün parmakları arasından saldıkları 'düm düm' sesleri, dudaklarından dökülen türkünün sözleriyle bütünleşir ve ikisi birlikte varıp oyuncunun parmak şıkırtılarına sarmalanır. Dünyanın bu en saf senfonisi geceyarısına kadar çeñizevini çınlatır. Belki el  ayak çekildikten sonra da her bir nağme çeñizlerin kıvrımlarında asılı kalır ve sonra yazmalara, patiklere, işlemelere siner... 

    Delifadimeden aklımda kaldığı kadarıyla, yalnız oyun türküleri söylenmezdi. Bazen istek türküler de olurdu. Bu istek türküler, herkesin bildiği harcıalem türküler değil de Delifadimenin yaktığı Anıtkaya halkıyla ilgili yöresel türkülerdi. Bu yüzden sadece O söyleyebilir... Oyuna ara verilmişken, soluklanma adına bir kaç türkü dinlenirdi... Bu türküleri söyleyenlerin hayat sahnesinden birer birer çekilmesi, oynamayı bilenlerin yaşlanması, yaygınlaşan teypler, kasetlerle başka diyarların oyun havaları ve oyunları yerleşmesi sebebiyle bugün eski oyunlarımız neredeyse unutulmuş durumda... Zaten sözünü ettiğim bu oyunları elli yıl önce bile herkes oynayamaz, belli yaşa gelmiş kadınlar oynayabilirdi. Genç kızların oynadıkları ise daha 'asiri' oyunlardı...

    Çeñizeviyle ilgili eksik bir taraf kalmasın... Evden çıkarken süslenip taranan kızların bunu yapmaktaki tek amacı oynayıp kurdunu dökmek değildir. Elbette birilerine kendini göstermek niyetindeler... Gızevinin bir köşesinde gerçekleştirilen çeñizevi etkinlikleri, tamamen kadınlara arasında yapıldığına göre, acaba kime gösterecekler kendilerini? 

    Kadınlar kızlar çeñizevinde doyasıya oynayıp eğlenirken, karanlık bir köşeden onları izleyen meraklı gözleri unutmamalıyız. Bu gözler nişanlısını, yavıklısını, yangınını görmek isteyen delikanlılara aittir. Yahut peşinde 'dolandığı' kızı görme ümidiyle orada bulunan bir gence... Gızevinin erkekleri ne kadar kovalarsa kovalasın, onlar kesinlikle bir yolunu bulur, oynayanları görebilecekleri bir yere konuşlanırlar... Kızları dikizleyen bu şıldır şıldır gözlerden bahsetmesek çeñizevi konusu eksik kalırdı...

    Cumartesi akşamı oyunlar eğlenceler bittikten sonra, geç vakitte çeñizevinin toplanması gerekir. Ertesi sabah çeñizgaynısı geldiğinde her şey hazır olmalıdır. Çeñiz asma işi nasıl törenle başladıysa, onları toplamak da törenle yapılır. Çeñiz indirme adı verilen bu iş için damat ile sağdıcın buraya gelmesi beklenir. Onlardan alınacak bahşişle, dört gün önce oyunlarla manilerle asılan çeñizler bir bir indirilmeye başlanır... Böylece düğün sürecinde önemli bir yeri olan çeñizevi kapanır...

 


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder