25 Ağustos 2023

İzmir'i İcat Eden

     
    Nüfus sınırlamasından dolayı Anıtkaya Belediyesinin lağvedilip köy statüsüne düşürüldüğü yıllarda, Anıtkaya nüfusuna kayıtlı 15 bin civarında insan varmış. Bunun anlamı, burayla irtibatlı yaklaşık 13 bin kişinin Anıtkaya dışında yaşadığıdır. Hemen her tarafa yayılmış bu insanlar en çok İzmir'e yönelmişler...

    Ekonomik şartlar sebebiyle Türk işçilerin Almanya merkezli Avrupa akını vardı. Aynı dönemde yurt içinde köyden kente doğru bir yönelim de yaşanmış. Ekmeğinin peşinde koşan bu insanların yerleşecekleri yeni yerler konusunda pek seçenekleri yoktu. Kendilerine öncülük eden kişi nereye yönlendirdiyse oraya gittiler. 

    Toplu göçler toplumların hayatında olumlu olumsuz çok etkili oluyor... Eğret/Anıtkaya halkının geleceğini derinden etkileyecek bir göçten söz edilecekse, herhalde bu İzmir göçü olurdu. 

    Artan nüfus karşısında durağan köy imkanlarının yetersizliği anlaşılınca başka diyarlara yüzünü dönmek kaçınılmazdı. Bizim burada aradığımız şey, neden tercihin İzmir yönünde olduğudur.

    Cumhuriyet kurulduktan hemen sonraki ekonomik kriz Eğret'te de derinden hissedilmiş. Yedi yıl süren kuraklık da buna eklenince, eskilerin anlattığı meşhur kıtlık dönemi başlamış. İşte bu dönemde ekmek parası için ilk çıkışlar başlamış. Tarlası olmayanlar hemen, arazi sahibi olanlar ise harman kalktıktan sonra bir yerlere çalışmaya gider olmuşlar. Tabi iş neredeyse oraya gidecekler... Tuhaf olan şu ki, hep batıya doğru yönelmişler; Manisa, Aydın, Muğla, İzmir gibi... Bu dört il arasında Eğretlilerin ilgisi açısından İzmir sonuncuya geliyor... Bundan ilk gidenlerin tarım işçisi olarak çalıştığını çıkarabiliriz... Bir başka husus da bu ilk gidişlerin kısa süreli, mevsimlik olduğudur...

    Temelli, yerli yetikli gidişler 1950'den sonra başlamış, 60'lardan itibaren yoğunluk kazanmış. İşte sözü edilen İzmir göçü bu döneme rastlıyor. Fabrikalar açılıp işçiye ihtiyaç duyulduğu, 'kadrolu' iş imkanının arttığı yıllar... 

    1960'larda kanca atıldıktan sonra 70'lerin başından itibaren yerleşmeler başlamış. İlk giden her kimse, onun öncülüğünde İzmir rağbet görür olmuş. Köydeki şartların ağırlaşması, İzmir hakkında konuşulanlar ve daha başka etkenler birleşince, ülkenin en batısındaki bu şehre olan ilgi de artıyor... 

    İlk zamanlarda orada bekar hayatı yaşayanlar, durumunu biraz düzeltince çoluk çocuğunu da yanına alıyor. Böylece yerleşmiş oluyor. Sonra onu görerek bir başkası gidiyor... Böyle böyle bireysel gidişler büyük göçe dönüşüyor... 

    1970'lerde İzmir'deki Anıtkayalılar büyük ölçüde kendi evlerini yapmışlardı. Köye geldiklerinde Çaymehellesi, Tıngırdepe, Samandepe, Metdapmehellesi gibi bazı yer adlarını duyardık; ama bunların ne anlama geldiğinden habersizdik. Yaşadıkları mahallelermiş... Oysa Çay Mahallesi denilince, köydeki çamaşırhaneye Çay dediğimiz için, aklıma hep çamaşırhane etrafına yapılmış evler gelirdi.  Samantepe adını duyduğumda harmanyeri, Mehtap Mahallesinde ise (mehtap nedir bilmediğimizden ve medtap da mektepi çağrıştırdığı için olsa gerek) ortasında okul olan mahalleyi düşünürdüm. Tıngırtepe'yi her işittiğimde teneke gelirdi aklıma... Bir türlü anlamlandıramadığım şey ise Yıkıkkemer'dir. Pantolon belindekinden başka kemer bilmeyen birisi için, bir kemerin yıkılması ne ifade eder ki?

    Yakınlarından onları ziyarete gidenler de olur, geldiklerinde İzmir'i ballandıra ballandıra anlatırlardı. Bizlerde asıl imrenmeye yol açan şey ise oradan tatilini geçirmek üzere köye gelen İzmirlilerdi...

    Eski bayramlarda Anıtkaya nüfusu ciddi anlamda artardı. Bir vakitler ekmek davasıyla köyünden ayrılan insanlar çoluğu çocuğu toplayıp kısa süreli de olsa köyüne dönerdi. Hem memleket hasretini dindirecek hem de çocuklarının dedesini ninesini, hısım akrabasını görerek bayramlaşmasını sağlayacaktı. Bu yüzden arefeden başlayarak bayram süresince sokakları aslen Anıtkayalı yabancılar(!) doldururdu. Eski bayramların özleniyor olmasının bir sebebi belki de onlardı, kim bilir...

    Anıtkaya'daki bu bayram ziyaretçilerinin büyük çoğunluğu doğal olarak İzmir'den gelenlerdi. Bayram dışında yıllık izinlerinin bir kısmını köyünde geçirmek isteyenler de olurdu ve bu izin ne hikmetse yaz aylarına denk getirilirdi. Yani harmana... Bu vesileyle yeni İzmirliler, ana babasının, kardeşlerinin harmanına da bir nebze yardım etmiş olurlardı. 

    Bizim yazın beklediğimiz İzmirliler ise onların çocuklarıydı. Hiç görmediğimiz oyuncaklarıyla çıkagelen bu çocuklara hep imrenerek bakar, kimi zamansa onlarla hem oynar hem kavga ederdik. Çocuğun dünyasını dolduran bütün duyguları onlarla da doyasıya yaşardık. Mesela bilye dediğimiz oyuncağı ilk defa onların elinde gördük, oynamayı onlardan öğrendik. Gerçi onlar bilyeye 'meşe' derdi... Simite 'gevrek', günaşığa 'çiğdem' dedikleri gibi; içinde birlikte yüzdüğümüz Buñar'ımızı da 'Pınar' diye söylerlerdi. Anıtkaya'da pek yaygın nazal ñ harfi, onların ağzına yakışmıyordu. S ve n seslerini ise çok vurgulu söylüyorlar, kavga ederken 'Napcan ha! Napcan!' diye dikleniyorlardı. Gezerken, oynarken, sohbet ederken ve hatta kavga esnasındaki konuşma şekilleri pek güzeldi... Dedemize dede, ninemize nine dediklerine göre bizden biriydiler. Severdik onları ve her yaz gelişlerini beklerdik...

    Köyden İzmir'e ziyarete yahut gezmeye gidenlerin anlattıkları da ilginç gelirdi. Köyünü, köyde geçirdiği günleri, yakınlarını ve büyüklerini özleyenler; bu özlemlerini dile getirmekten çekinmeyenler çoğunluktaymış. Bayramda, tatilde, yakaladığı ilk fırsatta kendini Anıtkaya'ya atanlar bunlar olsa gerek... Yalnız geldiği yeri unutan, unutmak isteyen, geçmişine sünger çeken, eski arkadaşlarını küçümseyen, kafası kafdağlarında bazı Anıtkayalılara da rastlanırmış. 'Çoban değneğiñi goğsuya sokdum, duruyo!' diye birine haddini bildirdiğini anlatan bir kaç kişiyi dinlemiştim... 

    İzmir'e ilk giden nesil bu dünyadan göçtü, hayatta olanlar varsa da çok az... Sonraki kuşaklara en fazla 'Anıtkaya kökenli İzmirli' denilebilir, onların çocukları ise tamamen İzmirli... Dolayısıyla bugün için bayramlarda Anıtkaya'da nüfus artışından eskisi kadar söz edilemez. Bununla birlikte yaz nüfusunda bir nebze canlılık oluyor. Buna sebep, köyde 'Yazlıkçılar' diye adlandırılanlar... İzmir'e yerleşmiş bazı Anıtkayalılar, emeklilik sonrasında iki göz ev yaparak yahut eski evlerini tamir ederek yazlarını köyde geçiriyorlar. İş güç sahibi çocukları yerlerinde dururken, bunlar karı koca yayla hükmündeki köylerini tercih ediyorlar...

    Yazlıkçıların içinde de başka yerlerden gelenler olabilir. Bunları İzmirli diye genellememizin sebebi yüzde doksan İzmir'de olmaları yüzünden. Yoksa, başta Afyon olmak üzere, Kütahya, İstanbul, Eskişehir, Antalya, Ankara ve diğer yerlerde çok Anıtkaya'lı var. Lakin başka hiç bir yerde Anıtkayalı yığılması, İzmir'deki orana yaklaşamamış bile... Düşünün, Afyon'dan bile daha çok İzmir'de yaşıyormuş Anıtkayalılar... 

    Anıtkayalılara merkez olan İzmir, yaklaşık yirmi yıldır onların örgütlenmesine sahne oluyor. Anıtkayalılar Derneği adıyla çeşitli organizasyonlarla bir araya geliyor ve aradaki bağları kavileştiriyorlar. Bu tip bir olumlu örgütlenmenin başka bir yerde örneği yok. İzmir'in Anıtkayalılar nezdindeki yeri bu yüzden de başka...

    Dediğim gibi, ilk kuşak İzmir'e göçenlerin çoğunluğu ikinci göçü ötedünyaya gerçekleştirdi. Sonraki kuşak işini, işyerini kurdu; işçiyken işveren oldu. Kısaca İzmirli oldular... Bugün için düşünürsek, Anıtkaya'nın dört katı Anıtkayalının İzmir'de yaşadığı tahmin ediliyor. Yani İzmir'de dört Anıtkaya var...

    Birisinden duymuştum, 'İzmir'i icat edenden Allah razı olsun' diyordu. Haklıydı... Şu haliyle Anıtkaya 10 bin nüfusu kaldırır mı... Belediyelik gitti köy olduk filan derken, işin bir de bu yönü var... 



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder