07 Ağustos 2023

Sorma Şeker

 
    1994 Yazıydı... Balıkesir'in bunaltıcı sıcağında askerliğe başlamıştık... Anıtkaya'ya yüzlerce kilometre mesafedeki askerlik günlerinin ikincisinde eski bir dostla karşılaşacağımı nereden bileyim...

    Tam olarak takımlarımız filan belli değil, acemilik nedir iliklerimize kadar yaşıyoruz. Ne kadar kısa dönem grubunda da olsak, orası asker ocağı... Durumu bilenler ne demek istediğimi anlayacaktır... Yabancı bir yerdesin, değişik bir ortamdasın ve ilk defa gördüğün simalarla berabersin... Taze arkadaşlıklar böyle durumlarda hemen filizlenir. Yine de karakter yapısına göre bazı kişilerde bu süreç uzar... Biz her yönüyle acemi tayfasındanız, henüz samimi olduğumuz kimse yok... 

    Aslında bu da normal kabul edilebilir, zira daha ikinci günün sabahındayız... Kim olduğunu bilmediğimiz kişiler sağa sola emirler yağdırıyor. Biz acemilere de hakkında hiç bir fikrimiz olmayan görevler yüklüyorlar... Beni, şimdi ismini hatırlayamadığım bir usta erin emrine verip onunla beraber devriyeye yolladılar. Medeni kışladan ayrılıp dağ taş gezmeye çıkmış gibiydik.

    Emri altında bulunduğum Er/Komutan durmadan konuşuyor. Dediklerini pek anlamıyorum, ama kafamda bir tablo oluştu... Adanalıymış, okuma bilmiyor; öğrenmeye niyeti olmadığı gibi gerek de duymuyor. Fakir bir ailenin çocuğu. Yaşlı ana babası bırak para göndermeyi, bunun göndereceği üç beş kuruşa muhtaç... Devletin verdiği sembolik aylıkları biriktirip onlara gönderiyormuş. Kişisel harcaması sıfıra yakın. Aslında sıfır; ama her nöbet boyunca ağzında gezdirdiği bir adet şeker için minik bir ödenek ayırıyormuş kendince... Şeker parası dışındakiler ana babasının...

    Bunları anlatırken cebinden küçük bir naylon kese çıkardı. Bir şeker alıp ağzına attı, aynı intizamla keseyi dürüp cebine koyacaktı ki durakladı... Ne yapacağını bilmez halde bir an bekledikten sonra dürüyü açıp bir şeker de bana uzatırken tembihledi;
    - 'Yeme ha, somur!'

    Adanalı saf Er/Komutanımın ihtiyar ana babasının rızıklarından keserek aldığı sorma şekerin kıymetini zamanında anlayamadığıma hayıflandım... Bir saatlik ilk nöbetim boyunca, yememeye dikkat ederek, somura somura bu mübarek şekerin hakkını verdiğimi düşünüyorum...

    ***

    Çocukluğumuzun şekerlerini şöyle bir listelersek, sorma şeker hiyerarşik sıralamanın ortalarında yer alır;

    Gelin şekeri: Neden böyle dendi bilmiyorum. Koyu pembe renkli kalın plakalar halinde bazı dükkanlarda bulunurdu. Asla satın alanı görmedim ve tadı hakkında da hiç fikrim yok; yemedim çünkü. Galiba pahalı bir şeydi, düğün çerez tepsilerinin üstüne konulduğu için bu isim verilmiş olabilir...

    Ciyirdekli şeker: Bayram el öpmelerinde çok rağbet ettiğimiz şeker türüdür. Kimin evinde yahut hangi odada bundan varsa oraya defalarca el öpmeye giderdik. O gün için lüks sayılan ambalajlanmış şekerdir. Dışına sarılan renkli naylon ambalaj maddesinden dolayı bu adı vermiş olmalıyız...

    Tespih şeker: Tadını hatırlamıyorum bile; sanki yemek için değil de sahip olmak için alır gibiydik. Şekerler bir ip boyunca tespih taneleri gibi dondurulmak suretiyle üretilirdi. Dükkanlarda bir, bir buçuk metre uzunluğunda tespihler gibi boylu boyunca uzatılırdı. Yenimısdıktan bir karışı on kuruşa alırdık...

    Sorma şeker: En yaygın şeker türüdür; çok bulunduğundan mıdır nedir, dükkandan satın alırdık, ama olmasa da olurdu... Rengarenk bu şekerlerin ana maddesi telhelhelvanın bir aşaması olduğunu öğrendikten sonra gözümüzden düşmüş olabilir. Yeşil renkli yahut yeşil şeritli özel aromalı olanlarına naneşeker, kahverenkli süt aromalı olanlarına da sütlü şeker derdik. Bir ara susamlı türleri de vardı... Cebimizde günler geçirip kumaş havlarından tüleneni olduğu gibi, birine sahip olmak için uğruna kavga ettiğimiz sorma şekerler olmuştur...

    Akide şekeri: Bugün Konya merkezli Mevlana şekerinin daha büyüğünü ve burularak kesilmişini hayal edin; işte akide şekeri budur... Bu bembeyaz koca şekerleri satın almazdık. Uzun süre bekledikleri için çok sertleşen bu şekerler, kandil gecelerinde yahut Cuma günlerinde camide dağıtıldığı için mi bu ismi aldı acep?

    Gaba şeker: Şeker dünyasının en alt tabakasında bulunur. Akide hammaddesinin renklendirmesiyle oluşur. Kesimi daha küçük ve yuvarlaktır. Yumuşak olduğu için akideye göre tercih edilebilir. İhtiyarlar çocuk sevindirmek için ceplerinde taşıdıkları gaba şekerlerin çocukları pek öyle sevindirmediğini görünce şaşırırlardı. Bunda şaşılacak bir şey yok; gaba şeker çabuk kirlendiği için, günlerce cepte, şalda bekleyince orada ne kadar toz kir varsa üzerine çeker, rengi değişirdi. Sen olsan bu şeker için can atar mısın?

    Daha başka şeker türleri de vardı aklımda kalan ama bunlar ya sorma şekerin ya da gaba şekerin alt türleridir, ayrıca başlık açmak gereksiz...

    ***

    Uzun süre susuz kalmış toprağa yağmur dindikten sonra baksan hiç su kalmamış, hepsi yer altına inmiş. Buna toprağın suyu sorması diyoruz. Tarla, bahçe sularken de aynı görüntüye şahit olursunuz...

    Bir de yabancı kökenli absorbe kelimesi var, Türkçe'ye 'emmek' olarak çevriliyor. Genellikle katı maddelerin ışığı emmesi anlamına geliyor. Buradaki emmek, toprağın suyu sormasıyla aynı anlamda da kullanılabiliyor. 'Tarla susuz, suyu anında emiyor.' gibi kullanımlara da rastlanır.

    Bazen, aynı anlama gelen bu iki kullanım birleştirilir. Ağıza alınan bir yiyecek emilerek eritilir. Eskiden emzikler yoktu, bir tülbent parçasına çıkılanan şekerli ekmek içi bebeğin ağzına tıkılır, emip bitirene kadar annesi işine bakardı. Emzik görevi gördüğü gibi bebeğin gıdalanmasını da sağlayan bu tekniğe 'sormuk' adı verilirdi. Dili ile damağı arasında emdiği çıkını aslında sorduğu için bu isim verilmiş olmalıdır.

    Anıtkaya kırlarının her tarafında bahar aylarında yetişen pembe çiçekli bir orkide türüne de 'sormuk çiçeği' deniliyor. Belki biz öyle demişizdir, bilmiyorum... Her bir çiçek yaprağının kökü, boruyu andıran beyaz renkli bölümden oluşur. İşte o borucukta çiçeğin tatlı öz suyu bulunur. Sorarak bu tadı içimize çekerdik...

    ***

    Adı sorma şekerdi... İnsanlar kırda bayırda ağzına atar, sora sora ağzında döndürür dururlardı. Dişinle berelemez ve idareli sorarsan bir şekerle bir saat idare edebilirsin. Hatta bir ara çapacılara vermek üzere sorma şeker götürürlerdi tarlaya... 

    Benim gibi sabırsızlar o kadar sormaya tahammül edemez, çıtır çıtır kırar tüketirler... Bu yüzden ben sorma şekeri bir türlü soramaz, hemen yerdim...

    Çocukluğumda kalan bu dostla Adanalı Er/Komutan vesilesiyle tekrar karşılaşmıştım. Ağzıma attığımda yine çatır çutur yerdim; Allahtan uyarı erken geldi;

- 'Yeme ha, somur!'... Yemedim, sora sora ilk nöbetin sonuna geldik...


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder