19 Haziran 2025

Köy Sancağına Ne Oldu?


    Her türlü salıncağa sancak derlerdi, tavana  pardıya asılıp beşik vazifesi gören salıncak da dahil... Lakin kelimenin bu en yaygın anlamıyla işimiz yok... Herkesin bildiği bayrak anlamıyla da kullanılıyor Anıtkaya'da, fakat sancak ile bayrağın farkı da malum... Askeri birliği temsil eden sırmalı, püsküllü, şeritli özel bayraklara sancak deniliyor. Bayrak ise biçimi ve boyutları anayasaya girmiş ulusal bir sembol... Konumuz bu anlamdaki sancak da değil...

    Bazı büyük idari merkezlere de sancak deniliyordu. Şehzadelerin sancağa çıkması buradan geliyor, Manisa, Amasya, Trabzon gibi sancaklara stajyer gibi atanıyorlarmış. Tabi Eğret köy sancağının, kelimenin bu anlamıyla da alakası yok...

    Eskiden yerleşim olarak önemli görülen merkezlerde bir sancak bulundurulurmuş. Milli, manevi, dini otoriteyi temsil eden bu sancağa genellikle 'cihad sancağı' deniliyor. Kırmızı atlas kumaş üzerine Besmele, Saff Suresi 13. Ayet, Kelime-i Tevhid ve ortaya ayyıldız işlenirmiş. Üç tarafı sırmalı saçaklı bu büyük ve ağır sancak, sağlam bir direğe bağlı olarak her an taşınmaya hazır tutuluyor.

    Sair zamanlarda tekke, zaviye veya camide muhafaza edilen sancak, manevi değeriyle orantılı büyük saygı görüyor. Tabi her zaman ortalıkta görülmüyor, Halifenin cihat, padişahın seferberlik ilanı gibi önemli duyurular sancağı açarak yapılıyormuş. Tarihte bazı ayaklanmalar da sancak açılarak başlatılmış, böyle olumsuz hatıralar da var onunla ilgili....

    Bilindiği gibi ilk zamanlardan beri Eğret önemli bir yerleşim merkeziymiş. Kervansaray, Cumacamisi ve Hacı İbrahim Zaviyesi bunun böyle olduğunu gösteriyor. Haliyle burada da bir sancak bulundurulması doğaldır. Eğret köy sancağının Tekke ve Cumacamisi'nden hangisinde muhafaza edildiğini bilmiyoruz, ancak 1910 gibi Gocacami yapıldıktan sonra oraya getirilmiş. Hemen sonraki seferberlikler hep onun gölgesinde duyurulmuş. İşgal döneminde nerede nasıl korunduğuna dair de bilgi yok... Kurtuluştan sonra yine Gocacami'deki yerine konulmuş, bundan sonra 2023 yılına kadar tam bir asır orada ikamet edecek...

    Seyman geleneğinin Eğret'teki geçmişi tam olarak kestirilemiyor, ama en azından 19. yüzyıla uzandığı kesin. Tabi köy sancağının bu kültürün ayrılmaz bir unsuru olduğunu belirtmeliyiz. Seymanlar düğünlerde düzeni sağlayan ve eğlenceyi organize eden güveyinin arkadaşlarına deniliyor. Fakat seyman topluluğunun yıldızı, baş seyman denilen kişidir ve onun alameti düğün boyunca köy sancağını taşımasıdır. Bu yüzden herkes baş seyman olamaz, çünkü Gocacami'deki sancağı taşımak üzere kiralamak ihaleye bağlanmış. Maddi açıdan belli bir gücün olacak ki seyman durabilesin...

    Sadece ekonomik güç yetmiyor sancağı alabilmek için. Kütüklüğü, direği ve kumaşıyla çok ağır; onu taşıyabilmek, hatta gerektiğinde sallayabilmek için bilek ve pazu gücü de lazım. Bu yüzden hep iri yarı, cüsseli, gabadayı yapılılar seyman dururmuş... Böylece Eğret köy sancağı 1970'lere kadar düğünleri şenlendirmiş, hatta gerektiğinde seymanın göğsünde başka köylere de gitmiş gelin almak için...

    Düğünlerdeki vazifesi bundan yarım asır önce tamamlanmış, zira seyman geleneğinin bitmesiyle sancak da ayağını düğünlerden çekmiş. Bununla beraber Eğretlinin hayatında bir çeyrek asır daha varlığını sürdürecektir. Hacı uğurlama ve karşılamada...

    İstanbul yolu tam da Kervansaray'ın önünden geçermiş, sonra eski susayola, daha sonra da şimdiki hattına alındı. Hacılar kervana katılıp yola revan olmak için Han'a kadar inmek durumundaydı. Uğurlama alayı Hacı İbrahim Zaviyesi'nden başlayarak o zamanki selyolağı kenarından Han'a kadar hacılara tekbirlerle eşlik ediyordu. Tabi alayın en önünde her zaman köy sancağı bulunurdu... Bu gelenek Gocacami yapıldıktan sonra da aynı şekilde sürdürüldü. Hacılar Tekke'den Han'a, daha sonraları asvalta kadar uğurlanır; bir kaç ay sonra geldiklerinde yine orada karşılanırlar ve tekbirlerle yukarı çıkarılırlardı. Bu uğurlama ve karşılama adetinin olmazsa olmaz iki unsuru, tekbir ve sancak... Sonradan Galipbey Caddesi adını alacak olan bu koca bayırda, yılda iki kez tekbirler gürledi, sancak salındı... 

    Yıllar geçti, karayoluyla hac seçeneği ortadan kalktı, yolculuklar kolaylaşıp hac süreleri kısaldı. Kısıtlamalar, kuralar, umre imkanları derken hac sıradanlaştı... Bu arada hacı uğurlama ve karşılama geleneği de sessiz sedasız hayatımızdan çıktı. Böyle olunca köy sancağı da unutuldu...

    Oysa 1990'lı yıllarda da sürdürülüyormuş, hatta 2000'lerin başlarında hacı uğurlandığını söyleyenler var. Karşılama yapılmamış, ama uğurlama devam ettirilmiş... Sancağı sorduğumda anlatmışlardı, hassas bir dönemden geçerken yanlış anlamalara meydan vermemek için uğurlama merasiminde sancağın yanında bir de Türk bayrağı açmışlar. Bu da güzel adet aslında, çünkü her ikisi de ayyıldızdan oluşuyor ve birbirlerine rakip ve düşman değiller. Sancak da bizim, bayrak da, hatta isim olarak birbirinin yerine geçtikleri bile olur, o kadar bütünleşmişler...

    Gelvelakin çağın şartları gereği hacı uğurlama geleneğine veda edince sancak da Eğretlinin hayatından tamamen çekilmiş, Gocacami'de dayandığı yerden bir daha alınmamış. Adeta orada unutulmuş... 

    Bir çok manevi değerimizin sessizce yok olduğunu görüyor ve "Keşke zamanında bir fotoğrafını almış olsaydık" diye hayıflanıyoruz. Bu yüzden geçenlerde sancağı görüntülemek istedim, ama yine geç kalmışız. Zira köy sancağımız iki yıldır ortalıkta yokmuş. Kim aldı, niye aldı, nereye götürdü, bilinmiyor...

    Allah Allah! Kocaman sancak nereye gider... Askeri birliklerde sancağı çaldırmak büyük ayıp olduğunu herkes bilir...  Acaba köy sancağını çaldırdık mı!?...



17 Haziran 2025

Vay Yonan Malı Vay!


    Gerilerde kalan şu 'Bırak Eskileri' başlıklı yazıyı okumak, konuyu anlamlandırmak için iyi bir başlangıç olabilir.

    Meğer Kelbekir, Aliefe'den yediği dayağın daha acısını yirmi yıl kadar öncesinde işgalci Yunan askerlerinden yemişmiş. Bu seferki olayı Nebi Tüblek'ten değil, görünce çağrışım yaptığı Selahattin Atay'dan dinledik.

    İşgal yıllarında Sakanın Bekir 10-11 yaşlarında çocukmuş. Çocukmuş ama, o dönemde çocukluk oyunla değil çalışmakla geçiriliyor. Tam da harpler darpler döneminin başında doğan Bekir'in bütün çocukluğu bu kara günlere denk gelmiş. 10 yaşına geldiğinde  ise Eğret'te 'gavur' askerler dolaşmaya başlamış. Bu durumda hangi oyundan, ne çocukluğundan bahsedeceksin...

    Selahattin Abi de konuya tam bu noktadan girdi. Çeşme başında işgalciler tarafından çekilen fotoğraftakilerin kimlikleri bilinip bilinmediğini sordu. Bunun mümkün olmadığını, sadece katırın yularını tutan yalınayak çocuğun Timitiri Arif olabileceğine dair tahminler bulunduğunu söyleyince, bir çocuk olarak babasından dinlediklerini hatırlamış. Başladı bize anlatmaya...

    Sakanın Bekir o yaşında çifte gidermiş. Sabanı, örendireyi anca tutabiliyormuştur herhalde. Dombeylerle sürermiş çifti. Sakaların altı çift sağım, bir çift de koşum dombeyleri varmış, çift sürme işini bu koşum dombeyleriyle yapıyor Bekir. 

    Yunanlar köydeki sığır öküz ve koyun keçilerin, hatta kaz tavuk gibi kümes hayvanlarının kökünü kurutmasına rağmen dombeylere itibar etmemesi ilginçtir. Acaba bu türün etini sevmemişler miydi?

    Neyse, Bekir hangi tarlayı sürdüyse sürdü... Hayvanlar boyundurukta getirilirmiş eve... Saban tarlada bırakılıyor, ertesi gün devam edilecek çünkü... Yularından yederek veya ardından örendireyle dürtükleyerek hayvanları sürerlermiş. Yalnız her türlü köyden çıkışlar, hatta tarlaya gidişler bile kontrol altında olduğu unutulmamalıdır. Çocuk yaşta da olsan izin belgen yanında olmadan, karnesiz ayrılamıyorsun; köyden çıkarken ve geri girerken böyle kontrolller yapıyor işgalciler... Hatta çok basit zirai aletleri alıp kullanmak dahi izne tabi imiş. Bütün bunlarla ilgili çok tatsızlıklar yaşanmış, mesela izinsiz urgan aldın diye Araposman'ı öldüresiye dövmüşler...

    Neyse ki Bekir kazasız belasız köye dönmüş, evlerine sürmüş dombeyleri. Hayvanlar da alışık, biliyorlar ki artık evdeler boyunduruktan kurtulma vakti geldi. Özgürlük hissi yalnız insana mahsus değil, dombeyler de buna düşkün... Onların bu özgürlük içgüdüsü bakalım Sakanın Bekir'in başına ne işler açacak...

    Boyunduruktan kurtulma içgüdüsüyle hayvan dış zevleye yükleniyormuş boynuyla. Bu müthiş baskı sebebiyle zevleyi çekip çıkaramıyor Bekir... Dombeyin baskısına insan gücü dayanabilir mi; söyledikti, zaten daha çocuk sayılır... Hayvan boyunduruktan kurtulmak için yükleniyor, o yüklendikçe Bekir milim çekemiyor zevleyi... Çok bunalmış çocuk ve;

    - 'Vay bilmemnetdimin Yonan malı!' diye kükremiş... Hayvana mı kızdı, kendi güçsüzlüğüne mi yandı, yoksa Gavurun boyunduruğunda bulunmaktan mı bunaldı da böyle bağırdı bilinmez...

    Yalnız her yerde vıgır vıgır karşına çıkan askerler de duymuş bunu. Çocuğun dediklerini tam anlamasalar da, içinde Yunan kelimesi geçen bu bağırtıyla kendilerine küfrettiğini düşünmüşler. Böyle düşünmekte haklı olabilirler, çünkü sadece Eğret'te bulunmalarından dolayı bile en galiz küfürleri hak etmekteydiler...

    Her türlü küfrü hak eden askerler hışımla koşmuşlar ve tekme tokat, yumruk dipçik karışık çok fena dövmüşler Bekir'i... Bu arada onlar da 'Gamudu kerata! Gamudu kerata!' diye küfürler savuruyormuş. Dediğine göre kan revan içinde kalmış, aklı başında olmasına rağmen ölü-baygın numarası yapmış da öyle kurtulmuş. 

    Sakaoğlu Ali ile Kezban Hanım, o vaziyetteki oğullarını Gavurun elinden kurtarıp kenara sürümüşler. Galiba Yunanlar da öldü diye bırakmışlar. Taze koyun derisine sarıp sarmalayıp kırığını çıkığını, yara beresini tedavi etmişler de öyle ayağa kalkmış. Yunan yediği hayvanın ayaklarıyla kellesiyle uğraşmayıp atarmış o vakitlerde ve attıklarının içinde deri de varmış. Yeni yüzülmüş deri eksik olmazmış...

    28 Ağustos 1922'de boyunduruktan kurtulmuşlar...  1940'lı yıllarda Aliefe'nin pataklaması ne ki, Kelbekir asıl dayağı Yonan'dan yemiş... Aliefe 1982, Kelbekir 1983'te vefat etti; nurlarda yatasılar...


14 Haziran 2025

Eğret, Olucak, Cumalı Ve Susuz Osmaniye'den Toplu Dilekçe


    Çoktandır bekleniyordu, Esra Özsüer Hanımın kitabı nihayet 19 Mayıs'ta satışa çıktı. Dün, 12 Haziran'da da kargo bana ulaştırdı. Hani tuğla gibi derler ya, takoz tuğladan daha kalın diyebilirim; bin sayfaya yakın, okuma sevgisi olmayanın ödünü patlatır...

    Sayfaları hapur hupur çevirmeye başladım. İçindekiler bölümünün kılavuzluğunda aradığım kısmı bulmam uzun sürmedi, hatta elimle koymuş gibi kolay oldu... 

    Yazar iki yıl kadar önce bu konudan bahsetmişti bir konferansında. İçeriğinden yola çıkarak bahsettiği köylerden birinin Eğret olabileceğini düşünüp heyecanlandık. Bu arada Esra Hanıma ulaşıp tahminimizi doğrulatmak istedik, ama bu konuda tüyo vermedi. Sadece yeni çıkacak kitabında, Yunanistan'da bulduğu belgeye yer vereceğini söyledi. Biz de TTK yayınından aldığımız ekran görüntülerini birleştirerek belgeyi okumaya çalıştık ve orada açıkça Eğret adını gördük.  

    Bununla beraber belgenin tamamını okumak mümkün olmadı. Eldeki bilgilere dayanarak bir yazı yazmıştık, ilgilenenler hatırlar. Orada kesin yargıya varmadan kabaca söz ettik. Olayı sağlıklı değerlendirebilmek için kitabın yayınlanmasını beklemekten başka çare yoktu. Bahsettiğim bu kitaptır, adı Megali İdea...

    Bizim beklediğimiz gibi kitapta belge bulunmuyor. Herhangi bir belge yayınlamanın mümkün olmadığı kitabın hacmine bakınca anlaşıldı, öyle olsaydı herhalde böyle iki cilt daha gerekirdi. Neyse ki belgede bizim bulmayı beklediğimiz her şey kitapta yer almış. Bu bölümü olduğu gibi alıntılıyorum.

    "Yunan Ordusu'nun işgal ettiği tüm bölgelerde anlatılan hikayelerin benzer özellikleri vardı. Yunan askerleri girdikleri köy ve kasabalarda köylünün tüm mahsul ve hayvanlarını gasp ediyor sonrasında da tereddüt bile etmeden her yeri ateşe veriyorlardı. Örneğin Eğret, Cuma, Olucak ve Susuz Osmaniye köylerinin muhtar ve imamları tarafından Yüksek Komiserliğin Afyonkarahisar'daki temsilciliğine gönderilen 1 Aralık 1921 tarihli şikayet dilekçesinde Yunan Ordusu'nun 13. ve 5. Tümenlerinin köylerindeki tüm saman ve yemlere el koyduğunu, köylüye ekim yapmaları için arpa bile bırakmadığını yazmışlardı. Yemleri olmadığından hayvanlarının tehlikeye düştüğünü belirten köylüler, çiftçilikle geçinmek dışında başka iş bilmediklerinden seneye açlıktan ölmelerinin muhtemel olduğunu da belirtmişlerdi. Bu nedenle arpasının ve hayvanların yeminin geri verilmesini Yüksek Komiserlikten rica etmekteydiler. Yine Afyonkarahisar temsilcisi İkonomidis'e gönderilen benzer bir dilekçede bir Türk kadını kocası hapse atıldığı için çocuklarıyla birlikte aç sefil sokakta kaldığını ve suçsuz olan eşinin bir an önce serbest bırakılmasını rica etmekteydi. Bir üst dilekçe ile İzmir Yüksek Komiserliği'ne başvuran İkonomidis, Yunan askerlerinin bölgedeki Türk halkına düşman gözüyle bakıp kötü davrandığını, tohum olmadığı için ekim yapılamadığını, sığırlara el konulduğundan saban sürülemediğini, Yunan yönetiminin bir an önce bölgede tedbir alması ve fakir halka yardım elini uzatması gerektiğini bildirmişti. Aksi takdirde başka cezaya gerek kalmadan Türk halkının açlıktan öleceğini ve böylece nihai imhanın gerçekleşeceğini yazmıştı..."

    Bu koca paragraf, kendisinden daha büyük gerçekleri gün ışığına çıkaracak ayrıntılarla dolu. Yeri geldiğinde onların hepsi ele alınıp genişletilir, derinleştirilir. Şimdilik akla gelen  hususlara dikkat çekecek ve onların hatırlattığı bir kaç olayı zikredeceğim.

    Belgede bahsedilen köyler Eğret merkezde olmak üzere çevresindeki Olucak, Cumalı ve Susuz Osmaniye köyleridir. (Okunabildiği kadarıyla, Osmanköy de beşinci olarak eklenmelidir.) İşgalcilerin hayvan ve tahıl hatta ot ve saman varlığına el koymaları dayanılmaz boyuta varınca bu durumu şikayet etmek üzere dört köyün imam ve muhtarları toplu dilekçeyle Yunan Yüksek Komiserliğine başvururlar. Belgenin özü budur.

    İşgalin ilk günlerinde bütün malları Sığıreğleği'nde toplayıp kayda geçirdikten sonra geri yolladıklarını, ama ilerleyen günlerde peyderpey çağırarak hepsini yediklerini büyüklerimizden duyduk. Hatta o kadar koyun sürüsünü tamamen bitirdiklerini de biliyoruz. Koyunları yediklerine dair çok fotoğraf var, nasıl öküz yediklerini de Macurali Dedemden naklen ben anlatayım. O sırada yedi sekiz yaşlarında olup Araposman'ın evlatlığıdır. Yunan öküzü istediğinde yularından çekip getirir. Kesmek üzere hayvanı götürürlerken yanlarında dedemin de gelmesini isterler. Hayvanı keserler, yüzmek için öküzün ayağını tutmasını isterler. Böyle böyle hayvanın etini çıkarana kadar hizmet ettirirler ve iş bittikten sonra yanlarından kovarlar... Kendi mallarının etinden bir parça bile düşmemesini Dedem iç geçirerek anlatırmış...

    Dene meselesini de Yanık Buğdaylar başlığıyla ele almıştık. Alıntıladığımız bölümde sadece arpa olarak ele alınan tahıl, dilekçede hem buğday hem de arpa olarak geçmektedir. Anlaşılıyor ki dene namına ne varsa el konulmuş. Ne yiygi kalmış, ne de tohum... Çaparın Ahmet Dadak Abi Nimet Ninesinden dinlemiş ki, Eğretliler bir zaman işgalci atlarını gözlerlermiş. Geçerken pisleyecek de eşeleyip içinden arpa tanelerini seçecekler. Açlık o derece yani...

    Dört beş köy yetkilisinin kimliğine dair yine bir şey öğrenemedik. Eldeki belge görüntüsünden dilekçe metni bile okunmazken mühürlerden kimlik tespiti imkansız gibi bir şey. Anlatılanlardan öğrendiğimize göre o sırada Eğret Muhtarı Daldalın Ömer Çavuş, imam da Cemal Eğretli Hocadır. Eğer dilekçeyi görme imkanımız olsaydı altında onların mührünü okuyacaktık. Diğer köylerin o sıradaki muhtar ve imamları da bu yolla tespit edilebilir. Burada hatırlamamız gereken husus, Yunan kaçarken Cemal Hoca'nın ambarını, buğdaylarını ateşe verdiğidir. Dilekçeden haberleri var mıydı bilinmez, belki de onun intikamını aldılar.

    Geri çekilme esnasında ve 1922 yılının çoğunda Eğret bölgesinde 7. Yunan Tümeninin konuşlu olduğu bütün kaynaklarda var. Kaçarken ateşe verme, kundaklama vakalarını bu tümenle ilişkilendirmemiz çok normal. Yalnız 1921 sonbaharında şikayet edilen birlikler 13 ve 5. Tümenlerdir. Şu durumda bölgede 7. Tümenden önce bu ikisinin bulunduğunu düşünmemiz gerekiyor. Onlardan kalan verileri Eğret bölgesiyle ilişkilendirme konusunda esnek davranabiliriz. Misal, bu tümenlere ait yukarıdaki fotoğrafların pekala bu bölgede çekildiğini düşünmek gibi...

    Bir başka husus da İkonomidis'in İzmir'deki Yüksek Komisere yazdığı yazının tarihiyle alakalıdır. 9 Mayıs 1921'de yazılan bu yazıya bakılırsa o tarihlerde Eğret işgal altındadır. Bu da işgal tarihini Mart ayının sonlarına çeken görüşü destekler.

    Dilekçeye geri dönecek olursak... Muhtar ve İmamlar işgalcileri suçlayan dilekçeyi, yine suçladıkları kişilere vermiş olamazlar. Onların bir üstü durumundaki Afyonkarahisar'da bulunan Yüksek Komiserlik temsilcisi İkonomidis'e vermişlerdir. Bunun için toplanıp Afyon'a gittiler veya dilekçeyi mühürlettikten sonra birisi götürdü. O birisi aslen Afyonlu Cemal Hoca olabilir...

    Kim olduğu o kadar önemli değil de, olayın kendisi enteresan... Kimi kime şikayet ediyorsun!.. Daha vahimi, memleket yangın yerine dönmüşken, neredeyse her köşe işgal altındayken bizimkilerin yok öküzümdü, yok buğdayımdı, samanımdı derdine düşmeleridir... Evet bugünden, bir asır uzaktan bakınca böyle görünüyor, ama bakalım onların ruh hali nasıldı...

    Aklıma ordusundaki filleriyle Kabe'yi yıkmaya gelen Ebrehe ile Abdulmuttalib'in diyalogu geldi. Develerinin derdine düşen Abdulmuttalib, bu halini sorgulayan Ebrehe'ye 'Ben develerden sorumluyum, Kabe'yi sahibi korur!' diyordu. Bizim Muhtar ve imamlar da böyle düşünüp öküzünün ve arpasının derdine düşmüş olabilir, rahatlıklarının ardında güçlü bir tevekkül duygusu olmalıdır. Nitekim çok değil, bu dilekçeden dokuz on ay sonra işgalciler kaçıp gitmek zorunda kaldı...

    Önsözde Esra Hanım bu kitabın yazılış hikayesini uzun bir yolculuğa benzetmiş. Hacmine bakılırsa okunması da yazımı kadar uzun bir yolculuğa çıkaracak. Bu yolculuğa başlıyoruz, ama molalarda gelip ilginç konuları konuşuruz...



13 Haziran 2025

19. Sayfa

 

1

2. Çapar Mehmet Dadak

3. Mehmet Erdem

4. Suguşu Halil Omak

5

6

7

8. Ali Osman Türkmenoğlu

9. Ramazan Kırbaç

10. Yaşar Aykaç

11

12

13. Ahmet Dadak

14

15

16. Necaip Omak

17. Hasan Omak

18

19

20. Adem Soya

21. Mehmet İdis


18. Sayfa

 


1

2

3

4. Kazım Arık ve Tenikeci Hüseyin Öztürk

5. Dodiri Mehmet Ali Öztürk

6

7. Şaban Oran

8. Tatıresilin Mustafa Omak

9. Hüseyin Ayas

10

11

12. Tenikecinin Mehmet Öztürk, Bahtiyar Öncül, Ahmet Ege, Terzi Musa Türkmenoğlu

13

14

15

16. Garaselimin Ramazan Zenger

17. Takguşun Mehmet Ali Öztürk, Gızmehmedin Veli ve Ahmet Öztürk

18. Ömer Kaynar

19. Yakup İdi

20

21

22. Sağda Zeynel Çotak

23. Kadir Dadak

24. Emin Sağlam

25