Günümüz açısından bakınca bu mevkiyi yolların belirlediğini söyleyebiliriz. Bir defa eskiden beri Eğret kenarından geçen Afyon-Kütahya şosesi (Susa), resmi karayolu olarak düzenlenince, bu yol Daştarla'nın doğu ucu olmuş. Sonradan DSİ tarafından açılan Eğret Çayı kanalı bu yola paralel seyretti.
Güney tarafında ise Hendekarası yolu çok eskiden beri vardı. Her yıl alınan hendekler sayesinde tarlalar dağdan gelen sellerden korunuyordu, ama bu kez de orada bulunan yol sele maruz kalıyor, çamurdan geçilmiyordu. Hep Hendekarası diye anılan bu yolun kaderi bugün de aynıdır, sele bir çözüm bulunabilmiş değil. Sadece yol asfaltlandı, eski kronik dertler devam ediyor.
Yarım asır önce Afyon-Kütahya karayolu yeniden yapılırken güzergah da yenilendi ve yol Anıtkaya'nın dışına çekildi. Köy için iyi oldu, kötü oldu tartışmalarını bir kenara bırakırsak, bu yeni yol Daştarla'nın batı sınırı oluverdi. Ondan önce hangi adla anılırsa anılsın, artık yola kadar her yer Daştarla'ydı... Yol kenarına yapılan Güdüğizzetler'in evler sebebiyle o küçük kısım 'Üçevler' diye adlandırıldı, fakat orası da zaten Daştarla'nın içinde yer alıyordu.
Gelelim Daştarla'nın kuzey tarafına... Buradan önceden beri geçen yol zaten Gatçayır ile Daştarla'yı birbirinden ayırıyordu. Bundan 15 yıl önce Remzi Kayır zamanında çift şeritli bir yola çevrildi. Galip Bey caddesinin devamı niteliğindeki bulvar görünümlü bu geniş yol, Anıtkaya'nın yeni girişi olacaktı. Siyasi inatlaşmalar veya başka sebepler yüzünden ana yola çıkış verilmediği için proje akim kaldı, ama Daştarla'nın kuzey sınırı olmayı başardı.
Tarla denildiğine bakılmasın, köyün hemen dibindeki bu mevki ben kendimi bildim bileli hep bahçedir. Gerek Eğret Çayı onu yalayarak yoluna devam etmiş olmasından, gerekse taban suyunun kuvvetli olmasından dolayı ekilen ıvır zıvır pek susuzluk çekmez. Bir de köye yakın olmasıyla ulaşım kolaydır. Acil patates lazımsa gider kazarsın; fasulyeni, baklanı toplar yemeğini yaparsın; kokulu domates ve hıyarla salata malzemen elinin altındadır. Bir keresinde bükme edenlere yetiştirmek için gidip bir kese ıspanak kazmıştım. Daştarla böyle bir yer...
Yüz yıl önce çekilen fotoğraflarda Daştarla'nın şimdiki gibi ağaçlık bir bölge olmadığı görülüyor. Eski belediyenin yanından çekilen bir fotoğraf var, Şeytanhasan'ın bahçe civarı çok net seçilebiliyor. Galiba ilk olarak dere kenarındaki söğütler filan dikilmiş. Sonradan söğüde kavak eklenmiş, 1960'larda vişne erik gibi meyve ağaçları dikilmiş. Dipte bir yerlerde, vişnelerin arasında büyük bir ceviz ağacı olduğunu hatırlıyorum, kimindi bilmem. 1980'li yıllarda Dayım Artvin'den fındık fidanı getirmiş, bahçeye dikmiştik. Sonradan çok yer kaplıyor diye Dedem hepsini bir araya toplamış. Her sene meyve veren o fındık ağaçları hala Dedemin topladığı yerde duruyorlar... Daştarla zerzevat kadar meyve yetiştiriciliğine de uygun...
Bahçe deyince Şeytanhasan'ın bahçeye ayrı bir paragraf açmak lazım. Burası dört yanı yüksek duvarlarla çevrili kale gibi gizemli bir yerdi. Bize ürkütücü görünmesinin sebebi içinde ne olup bittiğini bilemememizdir. Diğer bütün bahçelere giriyor, yiyor içiyor, bozuyor çekip gidiyorsun. Sürekli beklediği halde İncemehmet'in bahçeye girer elma yiyebilirdik mesela. Yine içinde sürekli birilerinin bulunduğu Kumpirhasan'ın bahçeye de girerdik. Gelvelakin Şeytanhasan'ın bu korunaklı bahçeye hiç giremedik. Dediklerine göre sahibi çok zalımmış, içeride yakaladığını fena dövermiş. İkinci kuşaktan yeğeni olduğu halde birini nasıl bağıttırdığını kendisinden duydum... Hasılı kelam bize ancak dışardan bakmak düşerdi. Kahveci'nin Metin Yırgal ile dağdan kuru getiriyorduk. Yüksek duvardan sarkmış kızıl vişneler 'al beni ye' diyordu. Uzaktan dudaklarımızı yalamakla yetindiğimizi unutamam...
O bahçenin dibindeki serenli kuyu da hep dikkatimi çekmiştir. İş kuyuda değil de bileziğindeydi sanki. Beş altı metrekarelik yekpare bir doğal taş... O kadar doğal ki şimdi parklarda filan dekor olarak kullanılıyor böyle delikli taşlar. Bir kuyu bileziği olarak kullanılmasını sağlayan ise ortasında bir metre çapında muntazam bir büyük delik bulunmasıydı. Bu harika daire tamamen doğal olabileceği gibi, bir kısmına insan eli değmiş olabilir. Kuyu kullanımdan düşünce, bu deliğe bir söğüt kökü tersine kapatılarak insan ve hayvanlar için emniyetli hale getirilmişti. O doğal bileziğe böyle doğal bir kapak da görülmeye değer ilginçlikteydi. Geçmiş zaman kipinde anlatmam kimseyi yanıltmasın, oradan geçerken başını çevirenler manzarayı hala görebilirler.
Tam karşısındaki meydanda benzer bir serenli kuyu daha vardı. Bunlardan birine 'Gulizinguyu' derlerdi, fakat hangisine emin değilim. Belki ikisi de aynı kişinin hayratıydı. Bahsedilen kişi 'Gocaguliz' olarak bilinen Ali Osman Uysal'dır. İkinci kuyu kapatıldıktan sonra yerine torunu Kadir Haykır bir çeşme yaptırdığına göre orası Gulizinguyu olabilir. Ayrıyeten son zamanlara kadar o dar meydana Gocaguliz'in damadı Bödümehmet harman dökerdi...
Kuyunun hemen ardında selyolağı başlar, burası ta dağa kadar köylünün kum ihtiyacını karşılardı. Kum deyince akla inşaat gelmesin, o vakitler bu kalın kum avlulardaki çamurun tek ilacı olarak görülür, hemen herkes vakit buldukça evine kum götürürdü; tabi bunun çoğunluğu Akkaya ile Daştarla arasındaki bu selyolağındandı...
Veyislerin veya Hacıların bahçe olduğunu tahmin ettiğim dere kenarına yakın bir yerde, işgalci Yunanlar hendek kazarken çekilmiş bir fotoğraf var. Tuhaf google çevirisine göre mezar kazıyorlar. Köylüyü angareye getimeyip kendileri kazdığına göre bu bilgi doğru olabilir. Bir küçük araştırmayla oralarda mezar olup olmadığı açığa çıkarılır da... Bunun kimseye faydası yok...
Gavur mezarlığını bilemem, yalnız bir keresinde çift sürerken pulluğun ucuna bir şey takıldıydı. Benim yaşım küçük, çift süren Arif Emmim... Bir sürü patlamamış mermi cizinin iki yanına dağıldı sonra demirin ucunda koyu kahverengi bir paçavra gördük. Meğer meşin mermi torbasıymış, çürüyüp köhnemiş haliyle pulluğun ucunda parçalanmış. Korktuk tabi, patlarsa filan diye... İlerideki karakoldan jandarmaları çağırdık, toplayıp gittilerdi... Emmim 'Ha köylüden gaspettikleri altınlar olaydı' filan diye hayıflandı. Sonra kanal açılırken atılan toprakla alt üst olmuş olabileceğine yorumladılar... Bütün bunları birleştirdiğimizde işgalcilerin Daştarla civarında da çadır kurmuş olabilecekleri akla geliyor...
Ben baştan beri Daştarla diyorum da, bu kelimenin aslının 'taşlı tarla' olduğunu cümle alem bilir. Halk ağzında bu hale gelmiş. Söyleyiş kolaylığından Daştarla'ya dönüşümü açıklayabiliriz, lakin Taşlıtarla'nın izahı o kadar kolay değil. Zira sözünü ettiğimiz Daştarla mevki zannedildiği gibi taşlı bir arazi değil. Hatta yukarıda bahsettik, gayet verimli bahçe toprağına sahip. O halde bu isimlendirmenin sebebi ne ola ki?
Dediklerine göre bu bölgede taş olarak göze batan sadece büyük temel taşları varmış. Onları alıp anlara yığmışlar, çoğunu da ayıklamışlar. Vaktizamanında bölgenin adı Taşlıtarla olarak kalmış, ama bugüne gelene kadar o taşlardan eser kalmamış. Şimdi sadece adında taş kelimesi var, o kadar.
Bu basit açıklama bizi daha önemli bir hususa götürür. Herkesçe bilinen Eğreti köyü hikayesine göre, önce bir dere yatağına yerleşen köylüler sel baskınlarından başını alamayınca daha yüksek olan bugünkü yerine taşınmışlar. Bu hikayedeki ilk yerleşim yeri Örenler mevki gösterilir, buna göre oradaki temel taşları da eski bina kalıntılarıdır. Örenler ile Anıtkaya arasında 5-6 kilometrelik uzun bir mesafe olmasa hikaye gayet akla yatkın. Yerleştiğin yeri sel basıyorsa yakınlardaki bir tepeye, mesela Çirçir civarına çıkarsın olur biter. Ta buralara gelmenin mantığı nedir?
Buradaki olaylarda bir mantıksızlık yok, ayrı ayrı ele alındığında hepsi doğru kabul edilebilir. İlk yerleşilen yeri sel bastığı için bugünkü yere taşınıldığı doğrudur. Örenlere Eğretlilerin yerleştiği de doğrudur, fakat bunlar birbirinden farklı olaylar. Örenler yerleşimi 20. yüzyıl başlarında gerçekleşmiş, belli bir maksada binaen yirmi otuz yıllık geçici bir süreçtir. 1930'lu yıllarda maksat hasıl olunca tekrar Eğret'e dönülmüş.
Peki sel baskınlarına maruz kalınan yer neresi? Neresi olacak, Daşlıtarla... Evlerini damlarını yapıp yerleşmişler. Bir iki baskın derken, bu böyle olmayacak şu karşı bayıra çıkalım demişler. Yeni evlerini oraya yapmışlar, zamanla eski köylerini de zirai amaçlı kullanmak istemişler. O kadar taşı ayıklamak kolay olmamıştır. Neticede eski köye yeni bir ad bulup Daşlıtarla demişler.
Daştarla'nın eski Eğret olduğuna dair yeni öğrendiğim bu hikaye bana Örenler hikayesinden daha mantıklı geldi.