Bu tatsız durum yalnız İstanbul'a has değil, yurdun her yeri için geçerli olsa gerektir. Hatta Anıtkaya için bile... 'Garaörtü' kelimesini açıklayacak hala kullanılan bir dambeş aradım da bulamadım. Bugünün çocukları köyün herhangi bir yerinde elli yıl önce çekilmiş fotoğrafı tanımayıp onun Anıtkaya'ya ait olduğunu anlayamayabilir.
Öyle bir fotoğraf üzerinde biraz konuşalım. Köyün en merkezi yerinde, Galip Bey caddesinde çekilmiş. Berber Emmim arşivindeki bu fotoğrafta Dayıların Adem Yola ile poz vermiş. Tam yılını bilemeyeceğim, onlar tarih ve diğer konularda daha net bilgileri vereceklerdir.
Malum olduğu üzere o cadde doğal bir rampa üzerine kuruludur. Batıdan çekilecek bir fotoğrafta nesneler yukarı doğru uzar. Bir de çömelerek objektif biraz daha aşağı alınırsa, doğal rampa açısı artırılmış olur. Aynen öyle olmuş ve arkadaki binalar kareye sığsın diye gayret edilmiş. Öyle yapılmasaydı bir fotoğrafı sözkonusu bile etmezdik...
Yılını bilemeyiz, ama işaretlerden fotoğrafın çekildiği mevsim ve zamanı az çok tahmin edebiliriz. En iyi işaret gölgelerdir. Burada gölgelerin bir hayli uzadığı açıkça görülüyor. İkindiden sonra henüz kerahat vakti girmemiş, ama gün akşama meyillendiği belli... Kış günleri güneş Olucak hizasına bile varmadan çabucak batar, bahar sonu gündönümünde ise tamamiyle kuzeybatıdan Yenice'ye yakın iner. Hatta Haziran sonunda portakal gibi kızardığında neredeyse kuzeye dayanır. İkindi ile akşam arasındaki çaprazlama çekilmiş bir fotoğrafta bile gölgelerin daha çaprazda güneydoğuyu gösterdiği dikkatlerden kaçmasın. Akşam üstü görme imkanı olsa, o gölgelerin hemen hemen kıbleye döndüğü görülecektir. Bütün bunlardan fotoğrafın hangi mevsimde çekildiği çıkarılabilir.
Yeri gelmişken, fotoğrafı örtmeli bir kadının çektiği zannedilmesin. Burada yine bir ışık oyunu var. Caddeye çapraz duruş bir yana, güneş o kişinin de çaprazında bulunuyor. Bu yüzden makineyi tutan iki elin koltuk altlarındaki boşluk gölgeyle dolmuş, yani örtmeli kadın görüntüsü vermiş. Kim çekerse çeksin, kendi gölgesini almak yerine arkadaki binanın tamamını kareye sığdırmak için makineyi biraz daha kaldırsaymış iyiymiş...
Lafı uzatmayalım, arkadaki Keliban (İbrahim Dalgıç)ın dükkandır. İki katlı dükkanın bu halini yaşı müsait olanlar hatırlayacaktır. Cumartesi günler dışında çok da işlek olmayan bir bakkaldı. Kepenkler kapalı olduğuna göre, günlerden cumartesi değil... Arkada çok az kısmı görünen dükkanlar ise Hacemirlah (Emrullah Onay)a aitti. Galiba oralarda pek değişiklik yok.
Aynı açıdan bir fotoğraf çekilebilir, ama bugün çekilecek bir fotoğraftan aynı manzarayı yakalamak mümkün değil. Dediğimiz gibi, başta cadde ile binalar arasında boşluk kalmadı. Manda (Ahmet Öztürk)e ait yere oğlu Mahmut Öztürk yeni bir bina yaptı, böylece orası tamamen kapandı.
Arkada, iki kanatlı kepengin yarısı yukarı dayanmış, diğer yarısı ise altına bir yağ varili konularak tezgaha dönüştürülmüş dükkan acaba Manda'nın dükkan mıydı. Oralarda bir yağhane hatırlar gibiyim, ama bu dükkan daha beride gibi duruyor. Sakın Sarasan (Hasan Dadak)ın bakkalı olmasın. Tezgahtakiler de gazoz şişesine benziyor. O dükkanın önünde bir ara düğen dişediklerini hatırlıyorum.
Orasını pek bilemeyeceğim, Sarasan'ın dükkan iki katlıymış, fotoğraftaki de bu tanıma uyuyor. 1960 Darbesinde Belediye ile beraber Koruma Başkanlığına da kayyım atanmış ve Jandarma Onbaşı Koruma Başkanı ilan edilmiş. O dönemin Koruma odası işte bu dükkanın üst katıymış.
Fotoğraf o kadar canlı ki, sanki Sarasan gözlüklü başını peykenin üstündeki açık camdan uzatıverecekmiş gibi geliyor. O değil, lakin bir çocuk kareye başını uzatmış bile. Kim bilir kim?...
Bizim yapacağımız analiz bu kadar olur; çuvallamış olabiliriz, düzeltmelere açığız...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder