Bu sırada Berber Emmimin sesi, ısrarla bir olay anlatmak istediği zamanlardaki tona büründü. Bu ses tonunu iyi tanırım, sürpriz bir neşe barındırır ve mevzuya son noktanın konulacağını ima eder. Söyleyeceklerindeki ayrıntıları kaçırmamak için dikkat kesildim.
Abisi Hasan Hüseyin Kabadayı Emminin düğünü var, yıl 1968-69 olmalıdır. Düğün ön hazırlıklarının önemli bir kısmını eş dostu davet etmek oluşturuyor. O yıllarda bu iş, şimdiki gibi davetiye göndermekle halledilmiyor; bir hediye bohçasıyla gidip davet ediyorsun, buna okuma/okunma deniyor. Götürdüğün hediye paketinin adı da okuntu...
Yakın akrabaların okuntusu bohça iken daha düşük seviye davetlilerin okuntusu Cuma-Cumartesi (Perşembe gelini ise Salı-Çarşamba) günleri kapısında çalgı çaldırmak suretiyle yapılırdı. Tabi bu işlem Anıtkaya düğüncüleri için geçerli, başka köylerden davetlilerin varsa onları bizzat davet etmelisin, yani okuntu yoluyla...
Böbülerin aslı Kütahya'nın Kuruçay köyü olduğu için Çaylıoğlular diye biliniyor. Müezzin Hüseyin Kabadayı Dede Belce'den gelmiş, ama bir kolları da Muratlar köyüne uzanıyor. Oradaki akrabalarıyla irtibatlarını koparmamışlar. Ben hatırlıyorum Salih Emmi atları koşar, sık sık ziyarete giderlerdi. Bugün de ilişkiler sürdürülüyor, hatta eskisinden daha kavi...
Muratlar'daki Çaylıların Cemal Emmiye okuntu götürülmesi lazım, bunun için güveyinin kardeşi Berberahmet'i görevlendiriyorlar... Berber yalnız gidecek değil, yol arkadaşı Dayıların Adem Yola...
İki kafadar atlıyorlar velespitlere... O yıllarda bisiklet lüks olmalıdır, ama bunlarda varmış demek ki... Yolda teker patlamadıkça iyi bir ulaşım aracı...
Muratlar'da Cemal Emmilere varıyorlar... Sıcak bir karşılama var. Hoşgeldiniz, ne var ne yok derken kaşla göz arasında hamur yoğrulup sac kuruluyor; katmer edilecek... Daha sohbet yarılanmadan ilk katmer bişirgeçle getirilip önlerine devriliyor. Şöyle dikine dikine vurup pullandırmaya fırsat bırakmadan, o kadar el saldırıp ne kaptılarsa ufulaya pufulaya yutuyorlar... Sonra sıcak, yağlı sohbete devam...
O sohbetten ne olacak, yeni katmer geldiğinde ufulamayla yine kesintiye uğruyor. Öyle bir trafik ki, bişirgeç dolu gelip boş gidiyor. Yalnız daha saca varmadan Cemal Emmi'nin sesi onu geçiyor;
- 'Hadi gız!..' E sacın başında makine yok ki, hamur açılıp saca atılacak, çevrilecek, arada ocak ateşlenecek. Evin kızı ile anası bunun hakkından nasıl gelsin... Yine de sofrayı katmersiz bırakmıyorlar... Bırakmıyorlar, ama giden katmer bir anda ortadan kayboluyor; sanki hiç gitmemiş gibi, o kadar boğaz birer dıkım alınca bitiyor. Ardından herif bağırıyor 'Hadi gız!..'
Berbergil de sofra ile ocak arasındaki bu hızlı trafiği farketmişler, hatta çok fazla katmer geldiğini de anlamışlar. Neylersin ki o kadar yemelerine rağmen doymamışlar. Adem'e sormuş çaktırmadan 'doyduñ mu' diye, O da 'ı-ıh' demiş... Bununla beraber katmer çok lezzetliymiş, sıcak sıcak kapışmak bu lezzeti katmerlemiş, bunu da ayrıca belirtiyor...
Birdenbire katmer kesilivermiş. Daha parmaklarını soğutmadan yeni katmerin gelmesine alışan sofradakiler sabırsızlanmışlar. Cemal Emmi bu sabırsızlığını biraz yüksek perdeden 'Hadi gız!' diye seslendirince evin hanımı dayanamamış;
- 'Bi diliñi dutamadıñ! Hadi gız, hadi gız!... Bi dur heyerif! Hamır bitdi, gız hamır yuğuruyo!.. Az sabret gali!'
Meğer bunlar o hay huy arasında bir tekne hamuru tüketmişler. Hadi hadi derken geleni yutmuşlar, ama ne yediklerini bilmediklerinden doyup doymadıklarını da anlayamamışlar. Evin hanımı haklıymış, katmer pişirilmesi tamamlanıp yığılsa, ekşisi turşusu tam tekmil sofra kurulsa daha iyi olmaz mıymış...
Şüphesiz daha iyi olurdu, pişirenlerin de iki ayağı bir pabuca sokulmazdı. Lakin yiyicilere katmerler o kadar lezzetli gelir miydi, bak orası şüpheli...
Yeni hamur hazırlanırken Berber ile Adem yavaş yavaş ayaklanıp müsade istemişler. Bunu duyan evin kızı karşı çıkmış;
- 'Duruñ gali Ağa' demiş, 'Hamır hazır, bişirem de Hacı Emmime götürüñ, ıscecik O da yisiñ.' Kabul etmişler bu teklifi... Kabul etmelerinin sebebi köye katmer götürmek değil, tadına doyamadıkları katmerleri yolda mola verip mideye indirmek...
Sarıp sarmalanan emanet katmerlerle yola düzülmüşler, ama ne açlık hissetmişler ne de yolda durup yemişler. Meğer katmerin lezzeti hapur hupur yedikleri o sofra başındaymış. Köye döndüklerinde de dönüp katmerlerin yüzüne bakmamışlar...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder