15 Eylül 2024

Çorbeciguyusu


    Susayoldan giderken Buñar'ın beş yüz metre kadar kıblesinde, yolun sağında sekaratta bir sereñli kuyu görürsün. Çorbeci guyusu denilen bu kuyunun çevresini teşkil eden mevki de aynı isimle bilinir. Veyislerin Haceller/Dedeler koluna mensup 'Çorbeci' lakaplı birinin hayratıymış. Kuyunun tarihi hakkındaki soruların cevabı, bu kişinin kimliğine bağlı. 

    Veyisoğlu Hüseyin'in çocuklarından günümüze ulaşabilen iki oğlan bir kız var, diğerleri hakkında bilgi yok. Rabia adlı kızı Gedikoğlu Halil'e vararak Hassönlerin ninesi oluyor. Küçük oğlu Hüseyin Dal/Daldal diye lakaplanıyor, geniş Daldallar sülalesinin atasıdır. Büyük oğlu Ali'den ise Haceller/Dedeler sülalesine geliniyor. Biz kuyunun izini işte bu Veyisoğlu Ali'den sürmeliyiz.

    Uzun boylu ve sarı sakallı bir olarak tanıtılan Veyisoğlu Ali 1805 yılında doğmuş, 1880 gibi vefat ettiği anlaşılıyor. 20. Yüzyıla uzanan Haceli (Hacı Ali) ve Aliguru (Ali Dadak)ın isimleri bu Veyisoğlu dedelerine dayanır, fakat onun 'çorbeci' diye lakaplandığına dair elde bir bilgi yok. Kısaca aradığımız Çorbeci, O olabilir de olmayabilir de... O ise, kuyu 1880 öncesine tarihlenmelidir...

    Çorbeci, Veyisoğlu Ali değilse oğullarına bakacağız. En küçük oğlunun adı Veyis, 'Deliveyis' diye biliniyor. Dedelerin atası olan Deliveyis'in başka bir lakabı da bilinmiyor. Sonrası ise malum; büyük oğlu Süleyman Hamdihoca ile Çapar'ın babası, küçük oğlu da Aliguru. Yani Dedeler tarafında Çorbeci yok... Ortanca oğlu Mustafa, Cuma Camisi'nin Delimam'dan önceki hatibiydi, Molla Mustafa derlerdi. Vefatından sonra doğan oğluna da aynı ismi verdiler. Küçük Mustafa da Çanakkale şehidi. Çorbeci bu dalda da bulunmuyor... Gelelim en büyük oğlu Ahmet'e... 1850 Yılından önce doğmuş, hakkında pek bilgi bulunmuyor, çünkü yirminci yüzyılı göremeden vefat ediyor. Çorbeci bu olabilir mi? Evet, olabilir. 1878'de doğan tek oğluna babasının adını vermiş, sonradan Hacıali diye bilinecek oğlunun da başka lakabı bilinmiyor... Çorbeci ister Veyisoğlu Ali olsun, ister onun oğlu Ahmet olsun; her iki ihtimalde de kuyu 19. yüzyıla tarihlenir... Evlatları onlar adına daha sonra kazdırmışsa orasını bilemeyiz...

    Tahmini kazdırılma zamanından sonra, Çorbeciguyusu'nun bilinen geçmişine göz atabiliriz. Bilinen derken, benim bildiğim dönemden söz ediyorum. Bu da aşağı yukarı yetmişli yılların başları eder...

    Kuyuyu bulmak için susayolunu takip etmek lazım. Köyün içinden geçen Afyon-Kütahya karayolu böyle adlandırılırdı, şimdi eski asfalt diyorlar. Şaval'ın fidanlıktan Bodoğlu'nun kavaklığa kadar yolun sol yanı boylu boyunca ağaçlıktı. Nasıl olmasın ki, ta Çayırözü'nden eğlene eğlene gelen bir su birikintisi bitkin bir halde Şaval'ın bahçeye varıp orada tükenirdi. Elbette geçtiği yerleri yeşerterek... 

    O zamanlar can sıkıntısından mıdır nedir, yeraltı suları pek mekanında durmayıp, sürekli yukarı çıkmanın yollarını arıyor. Yeryüzüne ulaşınca da toprağın yüzünde güller açıyor. Bu yüzden şimdi kıraç gördüğünüz yerlerin her biri yarım asır önce bereketli bahçeydi. Sırasıyla göbekte Yarımağaların, Olcaklısmeyilin (Genelde Potuk dururdu), Çöpçünün bahçeler diziliydi. Bunların tam karşısında da bizim bahçe bulunuyordu. Ağaçlar, sebzeler, meyveler her şey ekilirdi. O kadar iş vardı ki sahipleri adeta oraya yerleşmişlerdi, her bir bahçenin içinde bir ev bulunuyordu. Bizimki hariç, bizim bahçenin kayalara yakın kısmında yaz kış hiç bozulmayan bir cerge kuruluydu.

    Sözünü ettiğim yeraltı/yerüstü su kavramlarının nasıl birbirine karıştığına bizim bahçeyi örnek verebilirim. Saydığım diğer bahçelerle arada bulunan yol, sürekli sular altında bulunurdu. Bu suyun kaynağı Hacıarifinguyu taraflarıydı, çocuk aklıyla daha ötesini bilemiyorum; o taraftan akar gelirdi. Gerçekten küçük bir dere gibi akardı ve Bodoğlu taraflarına uzardı. Bizim bahçeden fazla uzaklaşmayalım, tam üç tane kuyu vardı. En küçüğü aşağıda yolun kıyısındaydı, ağzına kadar sürekli dolu bulunur, kovayı daldırıp su alırlardı. Ortanca kuyu biraz yukarıdadır, su seviyesi yarılarda bulunur; en büyük ve geniş olanı ise daha yukarıda, bahçenin ortasındaydı. Kuyunun dibinde bir metre seviyesinde su bulunurdu. Yaz ortasına doğru biraz çekilse de bu üç kuyu kesinlikle tamamen kurumazdı. 

    Yan tarafımızda Bilallerin tarlası vardı, onlar bahçe yapmazdı. Bununla beraber ikisinin arasına her yıl ark açılır ve o ark şiddetli yaz aylarına kadar suyunu tutardı. Hasan Kaynar ile senindi benimdi diye kavgaya tutuşup elimizdeki tırakayı o arka düşürmüştük de akşama kadar höykürmüştük. Elimize bir şey geçmedi tabi. Paslanıp biçimsizleşmiş tırakayı bulduğumda kim bilir Temmuz mu, Ağustos muydu... O vakte kadar arka girilmezdi...

    Susanın sol tarafı böyleyken, sağ taraf da farklı sayılmazdı. Aynı su birikintileri, bizden biraz daha büyüklerin şapka/fes ördükleri ince saz öbekleri, yeşil zeminin sarı benekli pambırpap çiçekleri, tarifsiz renge sahip acıgünek çiçekleri, güzel görünümlü ama çok sert tabiatlı bilmemne dikenleri... Bütün bu dar çayırlık meydanında oynaşan kuzu, kaz, beygir falan filan... Sulak olduğunda yer, her yanına neşe saçıyor. Bu gür otlu çimenliğin ucundaki Köselerin bahçeyi saymazsak manzara eksik kalır. Orada da yeni atılmış fidanlar, ortasında bir güzel ev ve içinde dolaşanlar bulunurdu. Kuyu yoktu, ama uzaktan yeni bir tulumbanın sesi işitilirdi... 

    Çorbeciguyusu Köselerin bahçenin köşesi hizasındaydı. Bol sulu bir mekanın ortasında o bereketli ve mutlu coğrafyanın göstergesi olsun diye Çorbeci tarafından kazılmış gibi dururdu. O vakitler bizim küçük zihnimiz çorba ile kuyu arasında bağlantı kurmakta zorlanır, bazen yükselen kovada çorba çıkmasını beklerdik.

    Su seviyesinin gösterge ibresi gibi dururdu bu kuyu. Nasıl yani..? Bazıları bileziğinden su aktığını söylüyor, ben o kadarına şahit olmadım; ama su o kadar yakındaydı ki, büyükler bardağı daldırıp doldurabilirlerdi. Bir karışlık halkalardan oluşan kaba zincir ucuna bağlı lastik kovayı ise sadece aharı doldurmak için sallarlardı. Tam o anda sereñin arkasında taş bağlı ucuna kollarımızla tutunur, en fazla bir metre kadar yukarı kalkıp neşelenirdik. Bedava tahteravalli gibi bir şey...

    O kuyuda dikkatimi çeken bir şey de su içinde kıpırdayıp duran çıplak böceklerdi. Yânış adı verilen bu böcekler zararsızdı, ama bizim her şeyden ürkme zamanımıza denk geldiği için ister istemez içerken dikkat eder, sair zamanlarda ısırır diye elimizi suya sokmak istemezdik. Biraz büyüyünce tatlı su karidesi dendiğini yıllar sonra öğrenecektik...

    Çobanlar, hayvanlar, bahçe sahipleriyle canlı bir mekan olan Çorbeciguyusu'nun dönem sakinlerinden biri de cingenlerdi. Herhangi biri değil, mutlaka bizim cingenlerden biri veya bir kaçı arabalarını çekip çadır kurarlardı. Demek ki Buñar dolu olduğu zamanlar, orada yer kalmadığında bu Çorbeciguyusu çimenliğini tercih ediyorlardı. Tanıdık olduğuna şuradan hükmederdik, babam ve oralarda bulunan diğerleri söğüt dalı dilen, sepet ören, tef geren biriyle ateş başında oturup çay içerlerdi. Yaz boyunca orada cingen çadırı eksik olmazdı...

    Tabi bir de harmanlar... Nispeten köyden uzakta olsa da sair harmanyerleri gibi kalabalık olmazdı, ama seyrek de olsa sap döken olurdu. Şimdi aklıma geldi, acaba kuyu yakınlarına harman dökenler Haceller miydi? 

    E bu kadar hareketlilğin ortasından susayolu geçtiği anlaşılmıştır artık. Gerçi yarım asır önce yol trafiği şimdiki gibi değil, gayet rahattı. Hayvanlar, insanlar, at ve öküz arabaları için pek problem yoktu. İlgimizi çeken evli (karavan) arabalardı. Turist demek, arkasındaki tekerlekli evi çeken cip demekti. Bu çeşit araçların hepsine cip derdik. Hatta çok hızlı geçenleri tarif için 'cip gibi gitmek' deyimi hala kullanılır...

    Anlattığım manzara turistlere de ilginç geliyordu ki, Çorbeciguyusu civarında mutlaka durup fotoğraf çekerlerdi. Bir keresinde durup fotoğrafımı çektiklerini, sonra enterimin eteğini ciyirdekli şekerle doldurduklarını, akşama kadar şeker yediğimizi bir münasebetle anlatmıştım.

    Kuyunun bakımını son zamanlara kadar Hacellerin Mustafa Dadak yapmış. Hacı Ali'nin torunu olan Mustafa Dadak, bir keresinde düşen kovayı alması için kendisini salladığını torunu Mürsel Dadak anlatıyor. Böyle ufak tefek bakım işlerini yürüttüklerine bakılırsa Çorbeci dede hakkında yukarıdaki fikir yürütmelerin isabetli olduğu anlaşılır. Mustafa Dadak 2011'de vefat etmeden önce kuyu eski işlevini kaybetmişti galiba. Zaten çevresi kuruyup eski canlılığından da eser kalmamıştı.

    Böyle bir macera işte Çorbeciguysu'nunki... O günlerden bugünlere... Kuruyan coğrafyanın ortasında mazi ve istikbalini kaybetmiş bir kuyudan daha mahzun ne olabilir...



1 yorum:

  1. Kıymetli hocam kalemine yüreğine sağlık. Kastettiğim buydu. Harika olmuş.

    YanıtlaSil