04 Eylül 2024

Kerrat Cetveli Ve Sağlama

    
    Her defterin arka kapağında haftalık ders programı ve kerrat cetveli olurdu. Ders programını sadece öğretmenimiz bildiğinden orası hep boş kalırdı, ama sonradan adı çarpım tablosu diye değiştirilen kısım parmak izlerimizden oluşan bir lekeyle kaplanırdı. İkinci sınıftan itibaren bu durum hiç değişmedi.

    Dört işlem denilen matematiğin esası için kerrat cetvelini ezberlemek gerekliymiş. Gerçi toplama çıkarma parmak hesabıyla hallediliyordu, iş çarpmaya gelince durum değişiyor, ille de kerrat cetvelini zihninde canlandırman gerekiyordu. Bu yüzden her birimiz düzeye göre ikilerden başlayarak dokuzlara kadar ezberleme sürecinden geçtik.

    Adı değiştikten sonra çarpım tablosu dedik ve zaten deftere de öyle basarlardı. Fakat Güdüğizzetlerin Abdullah Sağlam ısrarla kerrat cetveli demeye devam etti. Büyüklerimiz de öyle diyordu, bu yüzden Abdullah'ın söyleyişi bana daha samimi gelirdi. 

    Kerrat cetvelini ezberleme toplu okumalarla başlardı. Belli bir ritimle şarkı söyler gibi ikileri bağırır, koro halinde yapılan bu ayinde bilmeyenlerin ayıbı kapatılırdı. Bununla beraber iyi bir öğrenme metodu olacak ki bireysel olarak altıları, yedileri ezberlerken de aynı ritme kendimizi kaptırırdık: 
    Altı kere dööört yiiirmidört!
    Altı kere beeeş oootuz!
    Altı kere altıııı oootuzaltı!

    Her defasında tekrar edilen kere sözünün kerrat ile bağlantılı olduğunu ve bu yüzden kerrat cetveli dendiğini sonraları anlayacağız. Büyüklerimizin güya okuldaki öğrenim seviyemizi ölçmek için imtihan soruları kerrat cetvelinden gelirdi. Aradan dereden sorulduğu için ansızın sorulan 'üç kere yedi?'ye hemen cevap veremez yahut yanlış cevap verirsen imtihanı geçemezdin. O vakit sadece ezberlemenin öğrenmeye yetmediği anlaşılır; büyüklerimizin yüzünde hınzırca bir gülümseme belirir, biz ise utanırdık.

    O vakitler gördüğümüz matematik klasikmiş, moderniyle bir kaç yıl sonra ortaokulda karşılaşıp afallayacağız. Şimdilik elimizdekinin tadını çıkaralım. Problem kurma ve çözmeye dayalı, içinde dört işlemin kullanıldığı ve eskilerin hesap dediği matematikte Adem Tok hep bir numara oldu. Nasıl işliyorsa, acayip bir matematik zekası vardı; kalemsiz problem çözdüğü olurdu. Elbette bu, sadece kerrat cetvelini bilmekle ilgili olamazdı, işin içinde başka bir şeyler vardı. Adem'i geçemeyeceğimiz anlaşılınca durumu kabullenip üzerinde durmadık...

    Klasik matematikte 'sağlama' denilen bir kavram da önemliydi. Yapılan dört işlemin sonucunu teyit etmek manasına gelen sağlama basitti. Toplamanın sağlaması çıkarma, çıkarmanınki toplamaydı. En eğlencelisi de çarpmanınkiydi. Kocaman bir X işareti koyuyor, çarpma işlemindeki sıraların her birini toplayıp koca X'in ilgili bölümüne yazıyorsun. Karşılıklı iki rakam eşleşiyorsa işlem doğrudur. Adem kadar pratik problem çözemesek de sağlama filan yapabiliyorduk. O yıllarda matematik anlaşılır, güzel ve eğlenceliydi...

    Ortaokulda işler değişti. Kümelerle başladık birleşim, kesişim şu bu... Sonra x,y,z ve daha bilmediğimiz bir sürü şey... Arada sırada kerrat cetveli yine lazım oluyordu, ama bu matematik başka bir şeydi. Allah'tan Ata Hoca iyi bir adamdı da dersler büsbütün çekilmez olmaktan bir nebze çıkıyordu. Yine de matematiğe karşı eski duygularımızdan eser kalmadı. Adem'in bile eski havası yoktu. Sonradan Cevat Hoca geldi, o da işleyişi değiştiremedi, o dersle aramıza soğukluk girmişti bir kere. Belki biraz daha somut olduğundandır, geometri kısmını biraz anlıyorduk, o kadar... Üstelik bazı defter kapaklarından kerrat cetveli silinmeye başlamıştı, zira hesap makinesi denen bir şey dolaşıyordu ortalıkta...

    Matematik alerjisi lisede de değişmedi. İsmail Dalmışlı Hoca ile aynı köylü olmamızdan, dersle aramızdaki buzları azıcık erittik, fakat bu hiç bir zaman matematikle senli benli olmaya yetmedi. İkinci sınıf matematiğini ittire kaktıra geçtik, üçüncü sınıfta seçmeliydi; seçer miyim!... Seçmedik ama, Mekanik zorunluydu ve bu bildiğin Fizik, yani Matematik dersiydi. Rahmetli Meydanoğlu ile de o dersi götürdük... 

    Matematikle böyle mesafeli bir maceram oldu, o eğlenceli ilkokul klasik hesap matematiğiyle bir daha hiç karşılaşmadık.

    Lisedeyken hafta sonlarını köyde geçirirdik. Cumartesi günü Dedem buğday satmış; 
    -'Kilesi şu paradan şu gada buydey kaç lire edê?' diye sordu. Hesaplayıverdim. Sonuç, elindeki parayla tutuyordu; ama ikna olmadı, kazıklandığını düşünüyordu. 'Sağlamasını yap' dedi... İşte o anda dondum kaldım. Unutmuştum. Matematikle cebelleşirken ilkokulda öğrendiğim sağlama buharlaşmıştı... Ben kara kara düşünürken; 
    -'Bilmiyoñ mu yosa len, ve baken şunu' deyip kağıdı elimden kaptı ve kızaran yüzümün önünde işlemin sağlamasını yaptı. Oysa Dedem okula filan gitmemiş, ne öğrendiyse askerde Aliler Mektebinde öğrenmişti. Utandım, ama öyle böyle değil... Daha başka şeyler de dedi, bunların hiç biri benim utancımdan daha ağır değildi...

    Bu olayın üzerinden kırk yıl geçti. Devir değişti, değerler değişti, nesil değişti... Eğitim değişti, okullar değişti, dersler değişti... Kaçınılmaz değişim... 

    Geçenlerde televizyonda yayınlanan bir yarışma programının videosunu izledim, tam ibretlik. Soru: 'Üçün üç katından ikinin iki katı çıkarıldığında sonuç ne olur?' İlkokuldayken böyle bir soru sorulsaydı, mesele Adem'e kalmadan ben bile çözebilirdim. Z Kuşağından yarışmacı bilemedi, İstanbul Üniversitesi'nden mezun mühendis arkadaşını aradı, o da yanlış cevap verdi. Kısa süreli yarışma heyecanı diye anlayışla karşılanabilecek bir durum... Fakat bu rezil durum karşısında gençte hiç bir utanma belirtisi görülmemesi çok üzücü...

    Cehalete bir nebze anlayış gösterilebilir, ama ar damarının çatlamasına ne demeli. Büyüklerimiz şaşırtmacalı sorularını bilemeyince hoş görseler de biz utanırdık. Kerrat cetvelini bilmeyebilirsin, dört işlemi de... Ammavelakin arsızca sırıtmak da ne oluyor...

 


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder