31 Aralık 2024

Döneler

 

    1974... Dönelerin Ali Çalışır ve ailesi İstanbul'da... (Muzaffer Çalışır)


    Dönelerin Ali ve Esma Çalışır... (Halil Çalışır)


    Döneler (Ayşe Koç)


    Kasım 1967 İstanbul... Sağ başta Çorcalıoğlu/Dönelerin Ali Çalışır (1920-2008), Paşaköylü ve Emirdağlı komşularının arasında damadı Şaban Varlı (1943-2011); önde çocukları Ayşe Çalışır, Halil Çalışır ve Muzaffer Çalışır kardeşler...
    Fotoğraf kaynak, Muzaffer Çalışır


    Gebze 1979... Yusuf Çalışır ve ailesi... (Yusuf Çalışır)


    Döneler, Gebze... (Yusuf çalışır)


    Döneler... (Yusuf çalışır)


    (Yusuf Çalışır)






Eğretlinin Davası

     
    Muhtarlık Müessesesi 1830'larda başladı ondan önce köyün yöneticisi Ağa idi. Ağalar da her dönemde değişik adlarla anılmışlar ancak Eğret'te hep böyle bilinmiş.  Asıl vazifesi vergi toplamak olan Ağa, aynı zamanda köylü ile devlet arasında köprü olduğundan köyün yöneticisi konumunda bulunuyordu. Birden fazla köyün Ağası olanlar da vardı, bu yüzden Ağalar Afyon'un yerlilerinden atanırdı.

    18. Yüzyılın ilk yarısında, 1735-40 arası bir dönem Eğret Ağası, Afyonlu Hacı Seyit Osman'dır. Ağalığı sona erdikten yıllar sonra Eğretliler toplanarak bunu dava ederler. Özü alacak verecek olan bu davanın ayrıntılarında önemli gördüğüm bazı noktalar tespit ettim, onlara büyüteç tutacağız. Önce olayı özetleyeyim.

    Seyit Osman Ağa'nın dört beş yıllık döneminde köylülerle onun arasında kaçınılmaz alacak verecek durumları oluşmuş. 1740 Yılında görevinin sonlarına doğru hesap görülür. Bunun köylüden alacağı vardır, köylünün de bundan... Eğretlinin Ağa'dan ne alacağı olabilir ki, diye şaşıranlarınız olabilir. Meğer köylü onun isteği üzerine tam 300 (üç yüz) araba odun kesmiş ve götürü olarak kendisine teslim etmişler. Diğer hususlar da gündeme getirilmiş ve arabulucuların devreye girmesiyle Seyit Osman Ağa'nın 800 kuruş alacağından vazgeçmesi karşılığında sulh olmuşlar. Böylece alacak verecek kalmamış, ayrılmışlar. Lakin 1748 yılında Seyit Osman'ın kardeşi Seyit Ebubekir Ağa çıkagelmiş ve köylüye demiş ki: 'Bizim oğlanın feragat ettiği 800 kuruş alacağı kendi parası değildi, 380 kuruşu benimdir...' Hasılı kelam hesap görüldükten sekiz yıl sonra Eğretlilerden 380 kuruşu yargı marifetiyle almış... Eğretliler parayı ödemiş, ama işin peşini bırakmayıp asıl muhatapları Osman Ağa'yı dava etmişler... 

    Beş yıl kadar gecikmeyle, 1753 yılında dava görülüyor. Eğretlileri temsilen Osman oğlu Hacı Ahmet, Hasan oğlu Bayram, Hüseyin oğlu Mustafa, Ömer oğlu Cafer, Cafer oğlu Ali, Hasan oğlu Hüseyin, Hacı Mustafa oğlu Mehmet, Mehmet oğlu Memi vesair kişiler katılıyor... Olayı yukarıda özetlediğim şekliyle arzedip Seyit Osman Ağa'ya sorulmasını ve haklarının alınmasını istiyorlar... Osman Ağa huzura alınıp soruluyor, o da her şeyi inkar ediyor... Hadi bakalım... Bu kez Kadı Efendi Eğretlilere dönerek, davalarına delil istiyor. Onlar da Hacı Mehmet Efendinin oğlu Hacı Abdurrahman ve Musli Beyin oğlu Molla Mahmut'un dinlenilmesini istiyorlar. Meğer bunlar, 13 yıl önce Ağa ile köylüler arasında hesap görülürken orada bulunanlardanmış. Ne bilip gördülerse olduğu gibi anlatınca Eğretlilerin haklılığı ortaya çıkıyor. Kadı Efendi de kardeşinin mahkeme kanalıyla köylüden aldığı 380 kuruşu Osman Ağa'nın iade etmesine karar veriyor... Davanın gelişimi ve sonucu böyle...

    Burada benim ilk dikkatimi çeken husus 300 araba odundan bahsedilmesidir. Araba ne kadar küçük olursa olsun, 300 büyük rakam... Odun deyince de akla İblak dağındaki meşe ormanından başka kaynak gelmiyor. Eğret köyünün sınırları eskiden daha geniş olduğu, 19. yüzyılda başka köyler kurulmasıyla küçüldüğünü biliyoruz. Acaba 18. yüzyılda Eğret sınırları, odun kaynağı olabilecek başka dağlara kadar uzanıyor muydu?

    Diğer önemli husus dava başvurusu ve duruşmada çok sayıda Eğretlinin adının geçmesidir. Sekiz isim yazıldıktan sonra 'vesair' denilerek başka katılımcıların da hazır bulunduğuna işaret edilmiştir. Birlikte hareket etme alışkanlığını göstermesi açısından önemli bir husus... 

    Ayrıyeten gerek musalaha tanıklarını bulma gayreti ve gerekse davaya şahitlik edecek Afyon eşrafıyla iyi ilişkiler kurulması da önemlidir. Şüphesiz bu Eğret halkının bir başarısı olarak yazılır...

    Bence daha önemli husus, Ağa olsun Bey olsun, geçmişteki pozisyonuna bakmaksızın birisinden şikayetçi olunmasıdır. Hem de daha henüz Muhtar gibi bir yöneticinin olmadığı dönemde böyle bir şeye teşebbüs etme iradesi gösterilmesi ve bunun birlik olarak yapılabilmesidir. O dönemde böyle bir kararlılık ve özgüven önemli değil midir?...

    Benzer bir durum, yani bir yetkiliyi (mültezim), hatta o günkü resmi otoriteyi (Osmanlı yıkılmış, Cumhuriyet ise henüz devletleşememişti) dava etme şeklinde yaklaşık 150 yıl sonra yaşandı. Ödenmemiş 1920, 21 ve 22 yıllarının arpa buğday vergisi köylüden isteniyordu. Oysa o yıllara ait toplanan ve toplanamayan deneyi işgalciler yağmalamış ve yakmıştı. Bunun böyle olduğunu ispat etmek için Olucak köylüleri ile birlik olup mültezim ve devlete karşı açılan dava kazanılmıştı. Göstermelik bile olsa böyle bir davaya yeltenip kazanmak çok önemlidir...

    Eğret halkının birlikte hareket edip hak arama mücadelesinin başka bir örneği de Çatalçeşmeliler ile giriştikleri İblak dağının sınırlarına yönelik davadır. 1905-1910 arasında çetin bir mahkeme süreci yaşanmış, Bursa Kadılığında görülen davalar meşakkatli olmuş, hapis yatanlar filan olmuş; ama köylü birlikte hareket etmekten geri durmamışlar. Sonucun ne olduğunu bilemiyoruz...

    Şimdi daha risksiz ama önemli, az sabırla çok kazançlı konularda bile Anıtkayalılar bir araya gelemiyor. Sorumluluk almadan birileri tarafından işlerin yürütülmesini bekliyoruz. 'Köy sahipsiz' diye serzenişte bulunmak, sahip çıkmaktan daha kolay geliyor... Yüz yıl önceki, yüzelli yıl önceki, üçyüz yıl önceki Eğretliler daha cesurmuş...



Eğret'te Giyinme Alışkanlıkları


    Tarihte Eğretlilerin giyinme alışkanlıklarına dair elde bir veri bulunmuyor. Sadece bir kaç mahkeme kaydında terekeye yansıyan şeyler var. Miras olarak kalan şeyler arasında bazı giysilere rastlanıyor. Taşınır taşınmaz, canlı cansız mal mülk sayılıp dökülmüş; arada bazı maddeler bildiğin elbise... Demek ki miras bırakılacak kadar değerliymişler...

    Mirasla alakası yok, emanet bırakılan elbiselerle ilgili kayıt eldeki en eski belge kabul edilebilir, 17. yüzyıla ait... Muharrem oğlu Satılmış bazı esvapları bir sepete doldurup Afyon'un yolunu tutuyor. Orada Firenkoğlu Sergiz adlı bir ecnebiye emaneten bırakıyor. Başka bazı ecnebiler bunu görüp gece yarısı sepeti çalıyor ve gidip gömüyorlar. Hırsızlıkları meydana çıkınca da çaldıklarını gömdükleri yerden almaya gidince bir de bakıyorlar ki sepet açılmış ve elbiselerin bir kısmı yerinde değil. Kalanları teslim edip çalınanların değerini borçlanarak dava etmemesi için anlaşıyorlar. Sonra olay yine Kadıya intikal ediyor, ama burada önemli olan 1650'lerde bir Eğretli için elbiselerin ne kadar değerli olduğudur. Gerçi onların cinsi ve biçimi hakkında hiç bir bilgi verilmemiş 'esvap' deyip geçilmiş, ama eşkıyadan korumak için emin birilerine emanet bırakılacak kadar kıymetli olması önemlidir.

    Eldeki bir kaç terekeden de eski dönemde elbiselerin ne kadar kıymetli olduğu sonucu çıkarılabilir. Terekeler ile yukarıdaki emanet esvaplar arasında iki asır var, lakin o dönemlerde giyinme alışkanlıkları değişmediği için bu mesafenin önemi yok. 17. Yüzyılda esvaba yüklenen önem ne ise 19. yüzyılda da aynıydı. Asıl değişim 20. yüzyılda oldu, o konuya geleceğiz.

    1839 Yılında Hacıların (Davılcıarifler, Kelahmetler, Yetimler) Ayşe ninesi vefat ediyor. Ondan kalan mal mülk ne varsa listelenmiş, arada sayılan bir kaç parça giysi dikkat çekiyor. Birisi yeni entari ki 100 kuruş değer biçilmiş. Kışlık ve yazlık iki eski entari ise onun yarısı kıymetinde, ikisi birden yüz kuruş... Kullanılmış diz bezi 15 kuruş, yine giyilmiş üç adet gömlek ise 30 kuruş değerindeymiş... Tanzimat başlangıcında Eğret'te kadın giyeceklerini göstermesi açısından bu tereke önemlidir. Entari malumdur, sonradan fistan denilen, etekleri dizlerin altına neredeyse ayak bileklerine kadar uzanan kollu kadın giysisidir. Yazlık ve kışlık çeşitleri olduğu da böylece anlaşılıyor. Diz bezini anlayamadım, belki öncek dediğimiz şeydir. Fakat gömlekten kastedilenin, içlik anlamında göynek olma ihtimali çok yüksek...

    İkinci terekemiz 1841 yılına ait, Selimlerin dedesi olan Selimoğlu Ali'nin vefatı üzerine düzenlenmiş. Yine bütün mal mülkün arasına gizlenmiş bir kaç parça esvap var, ama bu kez doğal olarak erkek giysisidir. Bununla beraber isimleri söylendiğinde kadın giysisiyle aynı anıldıklarını anlayacaksınız: Entari, gömlek ve don... Demek ki erkekler de entari giyiyorlardı. Gömlekten yine göynek kastedildiği malum, yeni olarak don var. Eğret'te kadın erkek, büyük küçük herkesin giydiği şalvar türü giysiye don denildiğini biliyoruz. Hatta sonradan erkeklerde pantolona dönüşene de genel olarak don derlerdi. 'Donunun ağını toplamak' şeklindeki deyim hala kullanımdadır. Buradaki dondan Selimoğlu Ali'nin ayağındaki giysi anlaşılmalıdır; ayrıca içe giyilene özellikle 'içdonu' derlerdi. Yalnız Selimoğlu Ali'nin bu giysilerin değeri düşük gösterilmiş, üçü toplam 10 kuruş...

    Emirhanoğlu Halil'in oğlu yok. 1848 Yılında vefat ettiğinde her şeyi kızlarına kalıyor. Terekesinde dikkat çeken şey, bir tane yeni Trablus kuşağıdır. Yüz kuruş gibi oldukça yüksek değer biçilen bu kuşak Afrika veya Şam Trablus'unda dokunduğu için böyle adlandırılmış olmalıdır. Burada önemli olan erkek giysisi olarak bele sarılan kuşağa yer verilmesidir. Değerli olsun, sıradan olsun geçtiğimiz yüzyıl sonlarına kadar bazıları kuşak kuşanma alışkanlığını sürdürdü...

    Son olarak Gocamat Ahmet Tektaş'ın büyük dedesinin terekesine bakalım. 1849 Yılında vefat ediyor ve bıraktıklarının listesinde bir madde dikkat çekici, eski bir maşlah... Genellikle Arap kadınlarının gündüz giyeceği biçiminde tanımlanan maşlah o vakitler nadir de olsa Anadolu kadınları tarafından da kullanılırmış. Ancak Eğretli kadınların üzerlerine böyle bir üst giysisi aldıklarına dair başka bir kayıt yok. 15 Kuruş değer biçilmiş olan bu maşlah, akıllara 'örtme'nin ilk hali olabileceğini getiriyor...

    Saydığımız örnekler Eğret halkının giyim kuşamıyla ilgili belgelere yansımış bazı hususlardı. 19. Asrın ortalarındaki bu yazılı kaynaklar ile 1920'li yılların fotoğrafları arasındaki yaklaşık yetmiş yılın yine cahiliyiz. Bununla beraber arada önemli bir fark olmadığı kanaatindeyiz. Sözü edilen fotoğraflar işgalci Yunanlar tarafından çekilmiş. Eğret'te çekildiğinden emin olduklarımızın içinden Eğret halkının kıyafetlerini gösteren bazı tipleri ayıkladık. Böylece kadın erkek, genç ihtiyar, kız ve oğlan çocuğu olmak üzere belirgin olanların kıyafetlerini örnek olarak inceleyeceğiz. Bunlar Eğret'e dair yazılı belgelerden daha objektif, ayrıntılı ve çeşitlidir.

    En küçük çocuk fotoğrafları zorla aşıya getirilmiş üç dört yaşındakilere ait. Ne olduğundan ve olacağından habersiz bu çocuklar oldukları yere oturmuş oyun oynuyorlar. Ayakta olmadıklarından kıyafetleri çok belirgin değil. Ortak özellikleri başlarında örme bir takke/başlık, üzerlerinde uzun bir entari bulunması ve yalınayak olmalarıdır. 

    Onlardan biraz daha büyük 5-6 yaşındakileri gösteren bir başka fotoğrafta çocuklar ayakta duruyor ve zorlama yok gibi... Bu çocuklar da yalınayak ve entarili. Öncekilerden farklı olarak ikisi başıgabak ve hepsinin entarisi içinde göynek ve üzerinde hırka/ceket/yelek/gömlek karışımı bir şey daha var. Bunlardan yola çıkarak bir asır önceki çocuk kıyafetini değerlendirecek olursak merkeze entari/enteri çıkar. Bu giysi, özellikle erkek çocuklarda yetmişli yıllara kadar varlığını sürdürdü. Ondan sonra da tamamen tarih oldu. Mahmut Omak'ın dediği gibi 'Biz enteri giyen son kuşağız.'

    Zorunlu aşı uygulamasına zorla getirilen kız çocukları var, 7-8 yaşlarında gibi görünüyorlar. O yaştakileri işgal döneminde pek dışarı çıkarmazlarmış, bu yüzden başka fotoğraflarda görülmesi çok zor. Mecburen sağlık taraması diye Gocacami yanına yığıp fotoğraflamışlar, oradan gözlemlediğimiz kadarıyla kıyafetlerine bakalım.

    Kesinlikle başları kapalı, ayakları açıkta... Erkek çocukların yalınayak dolaşması gibi kız çocuklarının da çoğunun ayakları çıplak. Bazıları yazmasının ucuyla yüzünü de örtmeye çalışıyor. Yalnız büyüklerinin gözetiminde de olsa kollarını sığamış olmalarından rahatsızlıkları çok belli... Hepsi şalvarlı ve öncekli. Üzerlerinde etekleri şalvarın içinde olan enteri veya fistan var. Birinin beline şal/kuşak sarılı...

    Aynı aşı uygulamasında 7-8 yaşlarında erkek çocuklar da bulunuyor. Küçük çocuklar gibi örme takkeyi veya eski kalıpsız keçe/fesi başına koyanlar da var, başıgabak bulunanlar da... Fakat tavırları, edaları, bakışları çocuk gibi değil de büyük adamlar gibi; esasında giyinişleri de öyle... Ayaklarda çoğunlukla çarık, üzerinde şalvar... Bazılarının dizlerine kadar çıkan ip çorapları var. Üstte bir mintan/gömlek, onun üzerinde yelek; şalvarın uçkurluğu ile gömlek uçlarının birleştiği belin üzeri bir kuşakla kuşatılmış. Gömleğin yenleri alabildiğine kısa. Baştaki başlık şık bir sarıkla sarmalanmış... Biraz daha dikleşmiş, delikanlılığa doğru yürümüş çocukların kıyafeti de böyle...

    Bir fotoğrafa onlardan daha büyük, ama daha zayıf ve bakımsız bir erkek çocuk yansımış. Çeşmenin yanında katırın yularını tutmakta olan 11-12 yaşlarında bu çocuğun Timitiri Arif Soya olduğunu söyleyenler var. Taşların arasındaki yalınayakları belki de kanıyor. Şalvarının paçaları dizlerine yakın sıvanmış, oraya kadar çıplak yani... Göyneğinin üzerine düzensiz düğmelerle tutturulmuş fanila gibi bir şey var. Hepsinin üzerinde var mı yok mu belli olmayan bir yelek... Belde kabaca sarılmış bir kuşak... Kafasında da bir şey yok; yani yalınayak, başıgabak...

    Aynı yerde, yani çeşmenin başında çekilmiş fotoğraflarda kadınlar da yer alıyor. Zaten başka yerde kadınları görmek pek mümkün değil, çünkü olduğunca dışarıya pek çıkmıyorlar. Hatta çeşmeye de çıkmayacaklar, erkekleri gönderecekler suya; ama işgalciler kadınların gelmesini şart koşmuşlar. Bu yüzden çeşme çevresinde iki üç yaşlı kadın mutlaka bulunuyor. O kadınların kıyafetlerine bakıldığında yine şalvar, kuşak ve genellikle beyaz bir üst örtüsü dikkat çekiyor. Baştan bel altına kadar inen bu beyaz örtü üzerinde durulmaya değer...

    Nasıl ki bir asır önceki maşlahın 1920'lerdeki haliyse; beyaz örtü, 1990'lı yıllara kadar yaygın olarak kullanılan, şimdi bile Anıtkayalı kadınların üzerinde tek tük görülen kara örtme'nin bir asır önceki hali olsa gerektir. Fakat renginin neden beyazdan siyaha dönüştüğü konusu ciddi olarak incelenmeye değerdir. Bir görüşe göre işgal dönemindeki travmanın göstergesi olarak örtü kararıp örtmeye dönüştü ve Eğret kadınlarının ayırıcı özelliği haline geldi. Zamanla başka çeşitleri de çıktı, mesela yaşlıların rağbet ettiği kahverengiye çalan kareli biçimine satırenç (satranç) denildi. Genellikle gelinlerin kışın örtündüğü çeşitli renklerde yünlü biçimine atgı adı verildi. Lakin doksanlara kadar kara örtme saltanatını hep korudu...

    Çeşme başındaki kadınlarda görülen şalvarların genel olarak don diye adlandırıldığını söylemiştik. Şalvar genel adının yanında gocadon, bulamadon gibi çeşitlerinin varlığını da anmak lazım. Örtme gibi şalvar çeşitleri de popülerliğini yitirmek üzere...

    İşgalcilerin çektiği fotoğraflarda her yaşta kadınların ortak özelliği gibi duran öncek ise ilk terk edilen giysi/aksesuarlardan biri oldu. 19. Yüzyılda diz bezi diye adlandırılan öncek, 20. yüzyıl başlarında genç ihtiyar bütün kadınların belinde bağlıymış. Ben onu macurlardan alınan bir adet sanırdım, değilmiş...1970'lerde yaşlıların tamamında bulunurdu, sonra sonra büsbütün ortadan kalktı, yalnız hamur yoğuranlar kuşandı... Kuşak da öncek gibi sonlandı; önce şal adıyla yaşlı kadınlara has yol aldı, sonra bütünüyle kayboldu...

    Yetişkin erkeklerin görüldüğü fotoğraf sayısı daha çok. Giysileriyle net görünmesi açısından, zorunlu Hacienesti'yi karşılama törenindeki sıralı Eğretlileri gösteren fotoğrafı misal olarak aldık. Buna göre ortak kılık kıyafet özellikleri şöyle görünüyor: Herkes sakallı... Başta bir başlık ve onu sarmalayan bir sarık... Yakasız bir gömlek/sıkma, onun üzerinde örme yeleğe benzer bir şey... Altta şalvar, ayaklarda çarık ve nakışlı, sade ip çoraplar... O çoraplar ki dizlere kadar çıkıp şalvarın paçalarını boğmuş... İkinci boğum belde, mintanla şalvarın buluşma noktasındaki kuşakla sağlanmış... İstisnasız her Eğretli erkeğin kıyafeti bu...

    Cumhuriyetten sonraki zorunlu değişimden bu manzara da nasibini alacak, erkeklerin kıyafeti ciddi anlamda değişecektir. Bununla beraber yaşlılarda tek tük sarık 70-80'lere kadar varlığını sürdürdü. Aynı dönemlerde ip çoraplarını dizlerine kadar çeken Kölgeci Ömer Kayır dede aklımda kalmış. Tekelilerin Gocabıyık İbrahim Taşkın da beline kuşak dolamaktan vazgeçmedi diye biliyorum...

    1921-22 Yıllarında çekilmiş fotoğraflardan yola çıkarak bir analiz yapmaya çalıştık. Bu kıyafetlerin birdenbire değişmediğini, varlığını ve izlerini bugün, az bile olsa, devam ettirdiğini gördük. Şapka/kasket gibi bazı kısımlarda zorunlu ve keskin bazı değişimler yaşansa bile...

    Uzun yıllar değişmeyen giysi alışkanlıkları da vardı. Bunların başında gelenekselleşmiş düğün giysileri geliyordu. Özellikle kadınların kendine özgü gelinlikleri, düğüncü kadınların giydikleri onlardandır. 1970'lerde çeyizevi eğlencelerine bu tür giysilerle katılan kadınları hatırlıyorum...

    Değişimle beraber yeni giyinme alışkanlık ve geleneklerinin oluştuğunu da belirtmek lazım. Eğretlilerin pontur dediği pantolonlar ileşberlik işleri sırasında çabuk yıpranıp deliniyordu. Genellikle diz üstü ve arka yamıçlar çabuk eskiyordu. Oraları delinen ponturu atıp yenisini diktirmek masraflı olacağından bunun yerine eskiyen kısımlarını yamatma yoluna gidildi. Süvarilik vurdurma denilen bu yöntem o kadar yerleşmiş ki, aynı pontura defalarca süvarilik vurdururlarmış...

    Notlarımın arasına 'güdük' kelimesini de almışım, rahmetli Fadime Ninemde gördüğüm bu hususu anlatayım. Kendi eliyle belinden aşağıya kadar inen bir elbise dikerdi. Kumaşın arasına yapağı yerleştirip tıpkı bir yorgan gibi diktiği bu elbiseye güdük adını verirdi. Vücut güdüğe alışınca sürekli onu istiyor demek ki... Yıkana yıkana bir kaç yılda eskiyen güdüğün yerine yenisini de mutlaka dikerdi... Yukarıda kışlık yazlık entariden bahsetmiştik, acaba kışlıklar bu güdük gibi bir şey miydi, diye aklıma gelmedi değil...

    Bundan dört asır evvel esvapların ne kadar kıymetli olduğunu, değerini 19. asırda da yitirmediğini örneklerle anlatmıştık. Bütün bu maceranın sonunda elbisenin değerini gösteren iki anekdot daha anlatayım. 1940'larda Macurali dedem askerden öyle bir elbiseyle dönmüş ki, onu satıp üzerine biraz daha katarak düğün yapıp ninemle evlenmiş... 1970'li yıllarda harman kalktıktan sonra hayratçılar gelirdi köye... Hayırlı işler için bağış toplayan hayratçılara bazıları elbise bağışında bulunur, onlar da arabanın bir köşesine bayrak gibi asarlardı. Bir arabanın hayratçı olduğu ancak o elbiselerden anlaşılırdı. Burada dikkatlere sunmak istediğim şey, o elbiselerin bir değeri vardı ki bağış yapılıyorlardı...

    Evet, asırlarca aynı tarzda devam eden Eğret giyinme alışkanlıkları ülke geneliyle birlikte Cumhuriyet'ten sonra değişmeye başladı. İnkılaplar olmasa belki yine kaçınılmaz bazı değişiklikler olabilirdi, ama bu kadar köklü olmazdı. Bir de 20. yüzyıl sonlarında tamamen moda denilen şeye teslim olununca bir kaç yüzyıla bedel değişimler yıllara indi. İyiliği kötülüğü ayrı konu, şimdi 1970'lerdeki alışkanlıkların bile fersah fersah uzağındayız...



28 Aralık 2024

Karma Eğret Resimleri

 


1940'lar, Yörüğoğluların Kahvede Halkevi mensuplarının sohbet toplantısı.


1960'lar...

1960'lar (Mustafa Kırbaç)

Kuran Kursu temel atma (Ramazan Varlı)


Gocacami'ye kubbe yapımı (Ramazan Varlı)

Hasan Özpınar

Tamir Öncesi Han


Tamir sonrası Han


Tamir sonrası



1971 Han


Hasan Özpınar


1933 Eğret Meydanı Cumhuriyet Bayramı Temsili deve kurbanı


1933 Eğret Nahiye Müdürlüğü önünde Cumhuriyet Bayramı kutlaması


Su Deposu inşaatı









Ferfine Piknik Muhabbeti

 Odalarda, dağda, fırında fotoğraflanan muhabbetler genelde ferfine ve ziyafet temalı...

2016...

...


        1987



...

...

...


...

...


...

...


Osman Koç

Mustafa Önkal

Mustafa Önkal



Selami Omak

Mustafa Soylu

2017 İsmail Öter

Ahmet Tüplek



2021 Ekrem Aracı


1996 Ekrem Aracı

2017 Emin Kopan

2018 Emin Kopan

2019 Emin Kopan

2019 Emin Kopan

2022 Emin Kopan

2014 Emre Omak

2014 Emre Omak

2018 Emre Omak

2018 Emre Omak



2019 Emre Omak


2021 Kadir Özdemir

2020 Mustafa Öncül


2018 Mustafa Öncül


2020 Ömer Karakaya

2024


2024