Seksenlerdeki dört yılımı öğrenci olarak Konya'da geçirdim. Selçuklu'ya asırlarca başkentlik yapan şehirde tarihi-mimari eserler baş döndürücüydü. Baksanız, taşı hamur gibi yoğurup duvar örmüşler hissine kapılırdınız.
İlk şaşkınlığımı İnceminare Medresesini görünce yaşamıştım. Taçkapısındaki işçiliğe diyecek yoktu. Kubbenin hemen altında, onun izdüşümüne yapılmış havuzda vaktinde yıldız gözlemi yapıldığını öğrendiğimde afallamıştım. Asıl kafaya taktığım ise başka bir şeydi; normallerine göre daha kalın ve güdük görünen bir minareye rağmen neden "ince minare" demişlerdi. Buradaki inceliğin minarenin boyutuyla ilgili olmayıp ince işçiliğine atıf yapıldığını anlamam için aylar geçmesi gerekecekti.
Şehrin tek yükseltisi olan Alaaddin Tepesi'nde Selçuklu Sarayı kalıntısı kadar ilgi çeken ikinci bir tarihi eser de Alaaddin Camisi idi. Gerçi orada bulunduğum yıllarda camiye hiç giremedim, sürekli restore halindeydi.
İkibinli yılların başında Camiyi görmek nasip oldu. Uzun süren restorasyondan sonra ibadete açılmıştı. Burada şaşkınlığıma sebep taş işçiliğindeki incelik değil, yapısal bir durum oldu. İçerinin zemini 1,5 metre kadar alçaktaydı. Oysa yüzyıllardır caminin bulunduğu tepe yerleşime açık olmadığından kot farkı söz konusu olmamalıydı. Yanımızdaki turizm rehberi bu duruma şöyle açıklık getirdi: Konya'nın en eski camisi olarak buraya yayılan hiç bir kilim geri kaldırılmamış, her yeni kilim eskinin üstüne serilmiş. Yüzyıllar boyu bir kaç tamirde kapı seviyesi yükseltilmiş. Bunun farkına son yüzyıldaki büyük restorasyon öncesi varmışlar. Kaldır kaldır, kilimler bitmiyormuş; tam birbuçuk metre tarihi kilim yığılmış kalmış.
Rehber bir ayrıntıyı daha ekledi bu arada. Her gelinlik kız çeyizine iki kilim dokurmuş. Birisi kendisi, diğeri de kocası için. Öldüklerinde cenazeye bu kilimler örtülür, definden sonra da getirilip camiye yayılırmış. İşte bu ayrıntıyı duyunca aklıma hemen Anıtkaya'daki cenazeler gelmişti. Eskiden bizde de cenaze üstüne kilim örtülür ve aynen oradaki gibi defin sonrası camiye yayılırdı.
Buraya nereden geldik? Ahmet Topbaş'ın 1993'te Afyonkarahisar Araştırmaları Sempozyumunda sunduğu Anıtkaya kilimleriyle ilgili bildirideki şu ifadelerden: "Kasabadaki camilerin taranması sırasında Ulu caminin tabanının halıların altında tamamiyle parmaklı kilimlerle döşeli olduğu görülmüştür." Kubbe yapımı sırasında kaldırılan kilimler demek ki sonrasında tekrar yerine serildi. Sonraki fabrikasyon halıların altında bırakıldı. Altta bulunan kilimler tamamen parmaklı kilimlerden oluşuyormuş.
Eğret'te çeyiz için kilim dokuma adeti var mıydı bilmiyoruz; ama her cenazede bir kilim yayıldığını düşünürsek bu kat kat kilim birikintisini makul karşılamak gerek.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder