09 Kasım 2021

Eski Zaman Şifacıları

    Tıp henüz bizim köye gelecek kadar yaygınlaşmamışken, Sağlık Ocağı filan olmadığı zamanlarda insanlar hastalıklarına nasıl derman arıyorlardı. Şifayı nerede buluyorlar ve tedaviyi nasıl oluyorlardı? Yine kendi içlerinde hallediyorlardı çoğu şeyi. Belli rahatsızlıkları iyileştiren, onun ocağı olan, atalarından el almış kimseler bu işin ehli olarak bilinir ve onların tedavisine başvurulurdu. Onlar teşhisi koyar, okur, üfler, tükürür, tutar ve "Benim elim değil Fadime Anamızın eli" deyip Hz. Fatma'yı da aracı yaparak şifayı Allah'a havale eder ve tedaviyi tamamlardı. Bir kaç seans gerekiyorsa, sonraki seans için randevuyu verip tedavi sürecini uzattığı vakitler de olurdu. Hatırımda kaldığı kadarıyla Eğret'te aşağıdaki hastalık tedavileri yapılıyordu.

    Temire cizdirme:
    Genelde el üzerinde oluşan temire zamanla büyüyen bir deri hastalığı. Bakteri, mikrop, dezenfekte gibi hususların yabancısı olduğumuz zamanlar. Dolayısıyla tedavi de doktorla kremle değil kendi yöntemlerimizle yapılırdı. Ocağını bulup cizdireceksin, bilinen tek ve kesin tedavi bu idi. Benim bildiğim Sıntır Irmızanı (Ramazan Sımsıkı)nın eliydi. Belki bilmediğim başkaları da varmıştır. Zamanında cizdirmezsen leke şeklindeki hastalıklı temire alanı genişler. Bir tükenmez kalemle temirenin çevresini çizerdi, böylece çember içine alınan temirenin genişlemesi durdurulur adeta o çembere hapsedilmiş olurdu. Gelişimi durduğu için zamanla kendi kendine kurur, yok olurdu. Çizme sırasında birşeyler okur muydu, temreye üfürür veya tükürür müydü o kadarını hatırlamıyorum. Belki basit bir pêriz verirdi ondan da emin değilim; ama temirenin kesin tedavisi bu idi, tecrübe ettim. Çizerken kullandığı tükenmez kalem kırmızı ise, çizilen yer kanıyormuş sanırdın. Bu iş için yanında kalem bulundurmazdı ki, o sırada nasıl bir kalem varsa onunla çizerdi.
    
    Diş yaktırma Tüküttürme:
    Bebeklerde ağıziçi rahatsızlığı sık görülürdü. Çocuk ememez, yutkunamaz, dilini kullanamaz. Ağız suyunu yutamadığı için sürekli göğüslüğünü ıslatır. Açlık ve derdini anlatamama sebebiyle sürekli mızılar. Böyle bir durum için köyde iki ocak vardı. Birisi ninemdi, yaptıklarını ayrıntılı gözleme imkanım oldu. Okuyup duasını ettikten sonra çığırtılar arasında çocuğun ağzına üç kere tükürürdü. Tuhaf görünen bu tedavi biçiminde gerçek bir tükürmeden söz edilemez. Sadece tü tü diye ses çıkar, o kadar; fakat neylersin, o derdin devası da bu.
    Bir başka ocakta ise haşhaş taşında sürtülen toz şekere okunur üflenir, sonra hasta çocuğun ağzına belli aralıklarla atılmak üzere verilir. Bu yöntem ağzı bereli çocuklar için en zararsız tedavi yoludur.

    Büyüklerdeki ağız hastlalığı diş eti rahatsızlığı biçiminde görünürdü. O vakit tükürme iş görmez, yakma devreye girer, buna diş yakma denir. Kızgın demirle diş etlerini yakmak işkence etmek gibi görünebilir; ama dişleri yakılan çok kişi gördüm, hiçbiri de canı yanmış gibi durmuyordu. Kızgın külde, odun közünde veya alevde ısıtılan demir (genelde esıran sapı) ele sürülerek sıcaklık ayarı yapılır. Uygun dereceye düştüğü anlaşılınca alt ve üst diş etlerine sürülür. Tamamının yakılmasıyla işlem sonra erer. Tabi bu esnada demir 5-6 kez kızdırılır. Yakıcı hastaya sorar: "hozleşiyo mu?" Eğer hastanın canı yanmadığı, aksine tatlı bir kaşıntı hasıl olduğuna dair bir cevap alınırsa "tamam, bizim elimiz" denir. Hozleşme (hoşlanma) bunun işaretidir ve iyileşmenin başladığını gösterir. Değilse, "Bunun şifası bizde değil Doğulâ'da" denilerek hasta Doğular'a yönlendirilir. (Sanırım Kütahya'nın Doğalar köyü kastediliyor.) Doğular merkezli dutma ise köyde Vahit Yola'nın anası tarafından yapılıyordu. Hem çocuk hem de yetişkin hastalara bakar, kendi eliyse dua edip üflerdi. Özellikle cumartesi günleri çevre köylerden diş yaktırmaya ve dutdurmaya gelenler olurdu.

    Diş çekimi ise bambaşka bir olaydı, özel bir kerpiden gerekiyordu. Tabi bir de ustalık. Berberüseyin (Hüseyin Sağlam) bu işin ustasıydı. Acaba bir de Kelapdılla (Abdullah Sancak) mı çekiyordu. Neyse, Berber Hüseyin kerpeden ucuyla dişlere sırayla vurur, " Bu mu, bu mu?" diye ağrıyan dişi tespit ettikten sonra bir çırpıda ganırtıp çekerdi. Acımaz olur mu, elbette çok acırdı; fakat azı dişi çektirmekten başka çare yoktu. Öndeki dişleri kendimiz de çekip çıkarabilirdik, lakin bu başka. Dişçi Ali (Saki)den önce bu işi hep berberler yaparmış.

    Boğaz İnmesi:
    Çoğunlukla çocuklarda görülen boğaz bölgesindeki rahatsızlıklara o günün şartlarında 'boğaz inmesi' derlerdi. Şimdi bademcik şişmesine benzer bir durum oluşurdu. Bunun tedavisi de inen boğazı kaldırıp yerine oturtmak şeklinde yapılırdı. 
    Ayrıntı gerekirse... Boyun, boyun kökünden çeneye doğru iki elle ovularak yumuşatılır. Kıvama geldikten sonra bir elin iki parmağı üst çeneyi damağa doğru iterken diğer el ile ense desteklenir. Böylece inen boğaz yerine getirilmiş olur. Tabi bu esnada günün şartlarına göre gerekli hijyen sağlanır; misal hasta ağzına sokulacağı için, onun gözünün önünde eller sabunlanır. Yine de o el hastanın kendi tülbentiyle sarılır filan... 
    Bu tür boyun ve boğaz rahatsızlıkları sadece çocuklarda değildir, yetişkinlerde de sık görülür. Yastık değişimi, soğuk havaya maruz kalma gibi sebeplerle ortaya çıkan boğaz inmesini tedavi eden iki kadın Müdüroğluların Gızılgız Kezban Eşiyok ve Tingildeklerin Şefika Kasal Nine idi...

    Güpletme:
    Bebeklerin belli vakitlerde gaz çıkarması için, ana babalar özel eğitimden geçiriliyor. Tabi bugün için bu böyle. Daha eski zamanlarda belki yanlış beslenme ve bakım sebebiyle sık sık taze çocukların karnı şişerdi. Belki gaz birikmesinden kaynaklı bu durum elbette çocuğu çok rahatsız ediyor. Tedavisi güpletme...
    Ele biraz kül alınarak iki avuç arasında oğuşturulur. 'Elif - Be - Te - Se - Cim ...' diye elifbanın bütün harflerinin okunduğu kül, şişkin karına sepilenir. Bu arada başparmak ve ortaparmak karnın her tarafı dıngalanır. Özü bu olan güplemedeki külün fiziksel işlevi, pudra görevi görmek... Şişliğin indirilerek sancının giderilmesi ise sır... 
    Güpletmeyi hemen her kadın yapabilir; belli bir ocağının olduğunu duymadım. Bu arada güpletmeye yan tedavi olarak, gelmişken bebek iki ayağından tutularak sağa sola burulur. Herhalde gelişmekte olan kaslar rahatlatılıyor, bir çeşit fizik tedavi yani... Benzer bir uygulama da 'ayak değiştirme'dir. Yüzükoyun yatırılan bebeğin kolları ve bacakları çaprazlama birbirine değdirilir. Bunlar güpletmeden sonra, ağrı bittiği vakit çocuğun hoşuna giden uygulamalar..

    Göbek Düşme:
    Ağır bir yükü dengesiz kaldırma durumunda büyüklerimizin uyarısı olurdu: "Dur, göbeğin düşer." Göbeğimizin bir yere gittiği yoktu; ama karnımız müthiş ağrırdı, göbek düşmesinden bu yüzden çekinirdik. Bu durumda işin ehli birisi tarafından düşen göbeğin yerine getirilmesi gerekirdi. Karın boşluğuna bastıra bastıra göbek yerine oturtulur, biz de ağrıdan kurtulurduk. Göbek hekimi şöyle elle bir muayene sonucunda hemen durumu anlar "Hımm, göbeğin yerinde atmıyor, birşeye mi üzüldün, birine mi kızdın, yoksa ağır mı kaldırdın?" diyerek hastalığın sebebini sorgu sual ederken çaktırmadan da tedavisini uygulardı. Sorulardan da anlaşılacağı üzere göbek düşmesinin sebebi yalnız ağır kaldırmak gibi fiziksel bir durum değil, psikolojik de olabiliyordu. Esasında göbek düşmesi denilen şey, karın kaslarındaki sinirlerin kasılma sonucu pozisyon değiştirmesiymiş, bu durum da ağrıya sebep oluyormuş. Sinirleri eski pozisyonuna getirme işine de "göbek guyma" derlerdi. Karın boşluğunda elle yapılabildiği gibi, kasların uzantısı olan baldırları sıkıca bağlayıp gerdirerek de sinirler yerine getirilebiliyordu. Şu durumda midedeki gaz birikmesinin bile göbek düşmesine sebep olduğunu anlıyoruz. Tabi o günün şartlarında çocuk aklıyla biz bundan habersiz, düşen göbeğin yerine kaldırılmasını anlamlandırmaya çalışırdık.

    Göbek düşmesine benzer bir başka durum da yine karın bölgesinde oluşan bir sertlikle ilgiliydi. Sanırım kaslarla ilgisi yoktu bunun, daha çok mide ve bağırsaklarla ilgili psikolojik sebeplerden oluşan bir durumdu. Hafif bir muayeneden sonra "burası düğülmüş" derlerdi. Oğa oğa, parmak uçlarıyla bastıra bastıra düğümlenmeyi giderirlerdi. Bu şikayetle gelen hasta "garnımı oğuve" derdi. Bana kalırsa şimdiki kimyasal ilaçları almaktan daha etkili deva yöntemiydi bunlar.

    Kırık Çıkık:
    Her yerde olduğu gibi Anıtkaya'nın da kırık-çıkıkçıları vardı. Bakkal Seydi (Selman), Şaval Kadir (Özdemir)in hanımı Nazik, Kemiklerin Şuayip (Öter)in anası Ayşe, Çakırlardan bir nine hatırladığım ortopedistler(!). Bugün rontgenle anlaşılamayan eklem çıkıklarını onlar hemen tespit eder ve usta bir hareketle yerine koyardı. Çatlak, kırık, et ezilmesi gibi durumları da bilir ve tedavi ederlerdi. 1979'da kolum kırıldı; ama öyle böyle değil, resmen Z olmuştu. O soğuk kış gecesi kolum böyle sakat kalacağım diye çok korkmuştum. Seydi'ye götürdüler, düzledi, sardı. Hem düzlenmiş hem de ağrı kesilmişti de ne kadar sevinmiştim. Yine de kesin tedavi için Sandıklı'ya, Yorgancı İbram'a havale etmişti.

    Kulunç Ezdirme:
    Kemik değil bir kas hastalığı olan kulunçun tedavisini de onu ezerek yaparlardı. Bir sebeple oluşan kulunç, aslında sırt kaslarındaki sertleşme ve bunun sonucundaki keskin ağrı oluyor. Hatırladığım kulunç eziciler Alçakların Adem (As) ve Corukların Köriban (İbrahim Oran). Kulunçlu sırtı yazın güneşte, kış ise soba yanında ısıtarak tedaviye hazır hale getirirlerdi. Sonra parmak uçlarıyla tespit edilen kulunçu bir yere sıkıştırarak sert bir şekilde bastırmak suretiyle oğarlardı. Kulunç ezmenin esası bu oluyor. Tabi onlar böyle kulunç ezerken, altta çektiği acı sebebiyle şekilden şekile giren hastanın yüzünü göremezlerdi.

    Zaman zaman köye gelen ayı oynatıcı cingenlerin yanındaki ayıya sırtını çinneten oluyormuş. Bunun kulunçla ilgisi var mıydı, bilmiyorum. İlginç bir olay gibi geldi bana. Daha ilginci, bunun yani ayıya sırt çiğnetmenin çok yaygın olmasıymış. Allah muhafaza, o kadar iri bir hayvan insanın canını çıkarır.

    Tuhaf İlaçlar:
    Bazı hastalık tedavilerinde kullanılan ilaçlar da haliyle doğal ilaçlardı. Mesela çocukluğumda kulağım ağrıdığında tavşan yağı gibi birşey sokmuşlardı. Kabakulak olduğumda ise boynuma kirli yapağı sarmışlardı. Şimdi duyanlara bunlar tiksindirici gibi gelebilir. Bir şey daha söyleyim tam olsun, el üzerinde parmak köklerindeki deriler koca koca yarılmıştı. Öyle ki bazıları "deve dudağı gibi" yakıştırması yapmıştı, o derece koca yarık yani. Birisi demiş, "kirpi etini yedirirseniz iyi gelir" diye. Kızarttılar, yedim; çok lezzetliydi. Yaraya iyi geldi mi, hatırlamıyorum. Fakat kullanılan ilaçlar her zaman böyle eğlenceli olmazdı. Bazen saçma sapan şeyler yaptıkları da olurdu. Patlakların Essan (İhsan Patlar)ın azgın köpeği yamıcımdan ısırdığında, yaraya o köpeğin tüyünü sarmışlardı mesela. Bunun saçmalığını yıllar sonra anlayacaktık.

    Nazar ve Ağrıya Okunma:
    Özellikle baş ağrısı için okunmak, en etkili ağrıkesici hükmündeydi. Sonradan öğrendim, bunun için Haşr suresinin son ayetlerini (Hüvallhüllezi) okurlarmış. Lakin bu duayı bilen herkes okumazdı, sanırım bunun da ocağı vardı. İşin ehli olanlar okurken esnerlerse, hatta gözleri yaşaracak derecede esnerlerse okuma etkili olurmuş. Akbaş Mehmet (Karakaya) Hoca okurken şahit olmuştum, adam durmadan esniyor sanki ağlıyordu. Nazar kaynaklı ağrılarda esneme daha çok olurmuş. Bir keresinde Mehmet Hoca dedi ki "Çocuklarınızı her seferinde okutmak için bana getirmeyin, şu duayı cebine sokun, aynı etkiyi gösterir." Bir kağıda halka biçiminde Kalem suresinin son iki ayetini yazmış, oluşan dairenin içine de Ashab-ı Kehf'in adlarını sıralamıştı, Kıtmir de dahil. Bu tasarımın tersini de yaparlarmış; yani Ashab-ı Kehf isimlerini halkalandırıp ortasına bahsekonu ayetleri yazıp üzerlerinde taşırlarmış. Kıtmir duası veya korunma duası denilen bu yazılı levhalara da genel olarak tılsım adını veriyorlarmış. Tabi bütün bunları yıllar sonra öğrenecektim. Hoca "Zaten biz de nazar duası olarak bu ayetleri okuyoruz" diye eklemişti. Şimdi bu tılsımı muska veya kolye gibi tasarlayıp işi ticarete dökenler de var.

    Taze çocuklara nazar çok değer diye, çocuğu daha severken peşin peşin okurlar bir de "maşşalla de" diye uyarılırlardı. Çocuğun ana babasının nazarının etkili olduğuna inanılır, severken dikkat etmeleri istenirdi. Fakat nazar bu, sadece çocuğa etkili olmuyor. dualar

    Nazar deyince Yeşilömerlerin Mehmet (Fidan) Dedeyi anmamak olmaz. Sülale bu lakabı göz renklerinden aldı diye söylenir. Renkli gözlerin nazarı da çok etkili olduğuna göre Mehmet Dede hakkında anlatılanlar daha da ilginçleşiyor. Bakışları bir öküzü devirecek kadar güçlüymüş söylendiğine göre. O şekilde nazar edince sağlıklı insanlar hastalanır, hayvanlar yıkılırmış. Muntazaman kusursuz yüklenmiş bir sap arabası düz yolda giderken, o bakınca devrildiği söylenir. Bu bakışlarla birilerine zarar veririm diye düşündüğü için her sabah kalkınca, yere baka baka İblak'ı görecek bir meydana ulaşır, nazarlarındaki bütün enerjiyi oraya boşaltıp ondan sonra el içine çıkarmış. 

    İşte böyle nazarlardan kaynaklanan baş ağrısı için işin ehli olanlardan okunma talep edilirdi.


    Diğer

  • Çatalların Kürtümmetin eşi Güdükhayriye vücudun çeşitli bölgelerinde çıkan bazı çıbanları dağlayarak tedavi edermiş. Tabi bu tedavi tutunma biçiminde yapılıyor; bir yandan dağlarken diğer yandan da dualar ederek okuyup üflüyor. Dağlamayı esıran sapıyla yapıyormuş. Kızdırdıktan sonra avucuna sürerek onu uygun sıcaklığa düşürüyor ondan sonra çıbana vuruyormuş. Dağlama deyince, kızgın demiri coss diye vücuda yapıştırmak anlaşılmasın.



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder