14 Haziran 2022

Guzudişi

 

    Şimdilerde hepsine birden 'dolu' diyoruz . Bulmacalarda bir yağış türü diye soruluyor, dört harfliyse cevap bu... Çocuklar için eğlenceli bile olabilir; amma büyükler için tam bir felaket. Hele ileşberin korkulu rüyası.

    Bahar ve yaz aylarında yağıyor. Mahsulün tarladaki her hali için zararlı. Küçük ve yumuşak şeyleri hasır ediyor, ekin bir daha kendini toparlayamıyor. Sil baştan yeniden başlasa harmana kadar tam olgunlaşamıyor. Boy atmış, kelle çıkarmış, kazıklaşmışsa bu sefer de belini, kellesini kırıyor, her şey gidiyor. İkisinin arasında orta boy bir ekinse, kelleler özürleniyor, yeniden koltukkelleleri çıkıyor. Onlar da pek bir şeye benzemiyor. Bir şey yapmasa ekini yatırıyor, kelleler dene tutmuyor; bol bol saman çıkıyor. Ekinde böyle de diğerlerinde farklı mı! Günaşık, nohut, mercimek vs. hepsi için zararlı... Şuna faydası var diyebileceğimiz bir durumu yok.

    Çocuklara eğlence olmasının sebebi adında gizli olabilir. 'Guzudişi' deyince küçük dünyamızda canlanan, sevimli hayvancıklar ve onlardan daha sevimli dişleriydi. Yağış sırasında 'hani nerede bu kuzuların dişi' diye gerçek dişler aradığımı da hatırlarım. Bizce çok makul ve masum olan bu arayışa hiç bir mantıklı cevabı olmayan akıllı büyükler, gülümseyerek sükut ederdi.

    Çatırtıyla birden tepemize inen buz tanelerinin sadece küçüklerine 'guzudişi' derlermiş. Fındık gibi kocamanlarına neden 'dolu' dediklerini de hiç bir zaman öğrenemedim. Bunların neresi doluydu ki; bunlar doluysa, guzudişi boş muydu? Cüssesine göre ad veriliyorsa, bunlara da neden 'öküz dişi'  denmiyor mesela. Beyhude sorular...

    Büyüdükçe bütün bu soruların cevaplandığını farketmiyorsun bile. Çünkü sevimli guzudişinin senle beraber büyüyüp gergedan dişi gibi korkunçlaştığını görüyor, cüssesiyle birlikte zararının da büyüdüğünü anlıyorsun. Bütün bu olumsuzluklarla yüzleşmek için yılların geçmesi gerekiyor. O vakit guzudişi yağarken büyüklerin neden 'Lâ havle velâ guvvete...' çektikleri de anlaşılıyor.

    Bundan tam yarım asır önce... 6 Haziran 1972 günü yağan dolu tam doluymuş. Esasında yağış köyde değil, Dağda oluyor; ama felaket tarafı köyde hissediliyor...

    Önce sağanak yağmur biçiminde bastırmış. O yıllarda ve o vakitte Dağ şenlik... Mal güdenlerle dolu... Kepeneklere bürünüp sırtlarını dönüvermişler, öküzler de öyle... Yağış dindikten sonra bir de bakmışlar, ortalık ağarmış; kar yağmış gibi... Bu gece burada durulmaz diye köyün yolunu tutmuşlar.

    Derelerden geçerken sel suyu boyunlarına geliyormuş. Hayvanların sadece kafası ve boynuzları su üstündeymiş. Afrika belgesellerinde görürsün ya, öküz başlı antiloplar azgın nehri geçerken ne maceralar yaşanır... Bizimkilerin sel yolaklarından geçerkenki hali de öyle işte. Seyfettin Kasal'ın bir sıpası varmış, kaç kere dalıp dalıp kıyıya vurmuş. Dere bir değil ki... Birini geçiyorsun, bir başkası çıkıyor karşına... Bin bir güçlükle geliyorlar Köye...

    Anlattıklarına göre, köyden Dağın görünüşü de farklıymış o gün. Bir anda karşılarında bembeyaz bir dağ manzarası... Sen sanırsın, Haziranda değil Ocaktayız da yoğun bir kar yağışı var... Öylece manzarayla kalsa iyi, bir süre sonra bir sel gelmiş köye... Hendekarası deniz olmuş, millet seyire çıkmış.

    Tahirin Topalın koyunlar nerede kapıldıysa o sele maruz kalmışlar. Çayın yanında vatandaşlar kurtarabildiklerini çekip çıkarmışlar. Koyunların çer çöp gibi sürüklenip gittiğini o selde görmüşler. 

    Acaba daha 'ganel' açılmadı mıydı ki? Çünkü dediklerine göre 'susa' görünmüyormuş. Okulun bahçesi, Karakol, Kelibanın evleri filan hep su basmış. Beylik bahçesinin öteki ucuna kadar varmış... Hatta anlatıyorlar, o sırada asfalttan geçmekte olan bir araba mecburen durmuş, milletle birlikte yabancı şoför de seyre dalmış; kaç kere 'Bu nehrin adı ne?' diye sormuş.

    Selle birlikte gelen milin içinde erimeden sağlam kalabilen dolu taneleri de bulunuyormuş. Demek ki hava birden soğudu... Dediklerine göre o dolu yığınları, milin altında ertesi yıla kadar erimeden öylece kalmışlar.

    Bütün bunlar olayın tanıklarından dinlediklerim. Bu yüzden mışlı mişli anlatıyorum. Benim hatırladığım, Mezerböğrü ile Hendekarası meydanında belli belirsiz kalabalığın bulunduğu... 

    Bundan bir asır kadar önce de ciddi bir sel gelmiş Dağdan. Guzudişi sonrası mı oldu bilinmiyor. O vakitler hamam Kelibanın evin olduğu yerdeymiş. Hatiplerin kadınlarla Eminlerin kadınlar mahsur kalmışlar içeride... Artık nasıl bir sel idiyse, hamamın kubbesini delip öyle kurtarmışlar içeridekileri...

    Bugün (14 Haziran 2022) şiddetli bir guzudişine maruz kalınca aklıma bunlar geldi.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder