Onca şehidin ismen tespiti de yıllar almış, bu da ancak şahitliklere dayandırılarak yapılabilmiş. Çanakkale ise Cihan Harbi cepheleri içinde şehit ve şehitliklerin sembolü olmuş. Bize en yakın ve en çok şehit verilen cephe olmasının bunda payı bulunabilir. Çanakkale'nin bile bilinirliğinin 1990'lı yıllarda oluştuğu düşünülürse şehitlerin tespitindeki yavaşlık normal karşılanmalı.
Öte yandan harp sonrasında hayat devam ediyordu; cephede kalanlar kaldı, memleketine dönebilen döndü. Asıl zorluklar geride kalanlaraydı. Kadınlar dul, çocuklar yetim kaldığını bilseler de henüz zorluklarla tam yüzleşmiş değillerdi. Bunun için az daha zaman geçmeliydi... O süre geçtikten sonra hayat mücadelesi başlıyor...
Bugün olduğu gibi emeklilik, yaşlılık, dulluk, malulluk, fakirlik vs. gibi gelir kaynakları yoktu; Eğret'te karnını doyurmak için ekip biçmeliydin. Kocan harpten dönmediyse nasıl olacak bu iş?.. Bu yüzden çok geçmeden şehit dulu kadınların evlenmeleri gerekti...
İşte yukarıda söylediğimiz sebepten, yani şehitlerin hemen belirlenememiş olmasından dolayı dul kadınların tekrar evlenebilmesi o kadar da kolay olmadı. Önce kocasının öldüğünü ispatlama gibi başka bir mücadeleye girişmesi gerekiyordu...
Bazı mahkeme kararlarını görünce çok şaşırmıştım. İnsanlar üç kuruşluk alacakları için dava açmışlar; bunun için duruşma, davacı, davalı, şahit, ispat vb. bir sürü prosedür yerine getirilmiş. Sonunda alacakları o üç beş kuruşa ne kadar muhtaçtılar ki böyle bir yola girdiler; o vakitler işte böyle fakirlik, sefalet varmış... diye düşünmüştüm. Ömer Kayır Bey, onların alacak davası değil 'gaiplik' davası olduğunu söyleyip işin gerçeğini anlattı. Dr. Selami Kurt Bey bu konuda bir çalışma yapmış ve Eğretli kadınlarca açılmış çok sayıda gaiplik davası tespit etmiş. Osmanlının son dönemindeki bu davaların açılması, görülmesi ve sonuçlanması süreci de ilginç işliyor...
Dul kadın mahkemeye başvurup 'Falanca kişinin kocama şu kadar borcu vardı, kocam şurada asker iken vefat etti, onun varisi olarak huzurunuzdaki kişiden kocamın alacağını talep ediyorum' diyor. Kadı Efendi usulen borçlu davalıya durumu soruyor, o da 'Tamam benim borcum borç, ama borçlu olduğum kişinin öldüğünü nerden bileyim, belki yaşıyor' diye karşı argüman geliştiriyor. Böylece mevzu asıl istenen noktaya gelmiş oluyor. Kadın, kocasıyla aynı birlikte bulunan asker arkadaşlarını şahit olarak gösteriyor. Şahitler devreye girip, bahsi geçen kişinin hangi gün, nerede, nasıl şehit olduğunu, nasıl ve nereye defnettiklerini bütün ayrıntısıyla anlatıyorlar. Bütün bunlardan sonra karar veriliyor.
Burada davalı kişinin herhangi birisi olabileceği, hatta gerçekten merhuma borçlu bile olmayabileceği, esasında davanın başka bir amaçla açıldığını da öğrenmiş oldum. Asıl amaç kadının alacağı temsili şu kadar para değil; kocasının 'gaip' olduğunu, öldüğünü, kendisinin ise dul olduğunu resmen kayda geçirmektir. Bu yüzden bu tip davalara gaiplik davası deniliyor.
İşte Arapkızı Kezban Hanımın açtığı dava da tam anlamıyla bir gaiplik davası oluyor...
Babası Hacımahmutlardan, anası ise Arapselimlerden olduğu için Arapkızı diye lakaplandı. Himmetoğlu Hasan ile evlendi. Kocası Çanakkale'ye harbe giderken Kadir ve Ömer adlarında iki oğulları vardı. Kelhasan, biraz zayıf yapılı hasdacak olan Kadir için endişeliydi; bu yüzden vedalaşırken çocuklarını karısına emanet etti, Kadir'e iyi bak diye de özellikle tembihledi. Himmetoğlu Kelhasan kendisi harpten dönemedi, orada şehit olduğu haberi geldi. Yetimlerinden Kadir de fazla dayanamadı, öldü... Tek oğlu, düzen takan ve malı maşadıyla tek başına kalan Arapkızının da kocaya varması lazımdı... Tam da o sırada Bolvadinli Çakallardan Kelbekir, karısının ölümüyle dul kalmıştı. Arapkızına talip oldu. Kezban Hanım bu işe olumlu bakıyordu; ama resmen, dinen ve hukuken kocasının ölmüş olduğu tespit edilmeliydi. Oysa 1920 yılında bütün bunları netleştirecek bir 'devlet' yoktu artık, bu işle kendisi ilgilenmeliydi.
Dava açıldı, prosedür aynı kalıp üzerinde ilerledi. Kezban Hanım özetle diyordu ki 'Kocam Himmetoğlu Hasan emsalleriyle birlikte askere alındı ve vazife başındayken vefat etti. Zevcesi olarak ben ve iki küçük oğlumuz Kadir ile Ömer'den başka varisi yoktu, Kadir'in de vefatı üzerine ben ve oğlum Ömer kaldık. Zevcimin sağlığında Genelioğlu Hacı Emin Efendi'den 192 kuruş alacağı vardı, onu tarafımıza ödemesini talep ederim.'
Genelioğlu Hacı Emin'e söz verilince Eğretli Himmetoğlu Hasan'a o kadar borcu olduğunu ikrar ve itiraf etmekle birlikte, adı geçen kişinin vefatına beyyine gösterilmesini istedi. O vakit Eğretli Selimoğlulardan Ömer oğlu Halil Çavuş (Şampayanın babası) ile Müdüroğlulardan Ahmet oğlu Halil Çavuş şahit olarak dinlenildiler. Onlar da özetle, 1914 yılında Himmetoğlu Hasan ile birlikte askere alındıklarını, aynı birlikte bulunduklarını, Çanakkale/Seddülbahir'de muharebe ederken bir şarapnelin Hasan'ın sol omzuna isabet ettiğini, bundan iki saat sonra 11 Temmuz 1915 günü şehiden vefat ettiğini, cenazesini oraya defnettiklerini anlattılar. Ayrıca Kezban Hanım ile küçük Ömer'in onun varisi oldukları hususunda da Kezban Hanımın beyanını doğruladılar.
İki Halil Çavuşun yalan söylemeyecek dürüst insanlar olduğu da Eğret İmamı ile Muhtarı ve ayrıca köy halkından iki şahitçe ikrar edildikten sonra, bahsedilen miktar paranın borçludan alınıp ana oğula verilmesine karar verildi.
Maksat hasıl olmuştu, Himmetoğlu Hasan'ın vefatıyla Kezban Hanımın dul kaldığı kayıtlara geçirilmiş oldu. Böylece Çakaloğlu Bekir ile evlenmesinin de önü açıldı...
Evlendiklerinde ikisinin de birer oğulları vardı. Arapkızının oğlu Ömer, Kelbekirin oğlu ise Mustafa... Kendilerinin de ayrıca iki oğulları oldu; 1922'de Ali Osman ve 1924'te Halil doğdu. Lakin iki yıl sonra Kezban Hanımın ikinci eşi Çakaloğlu Kelbekir de vefat etti...
Yeniden dul kalan Arapkızının artık üç oğlu ve bir de oğulluğu vardı. Oğulluğu Mustafa, Şaşdımoğlu Mustafa'dan dul kalan Ümmühan Hanım'a içgüveyisi olacak ve bundan sonra Yenimısdık olarak bilinecektir. 1998'de vefat etti... Kelbekirden olan büyük oğlu Ali Osman'ı da kendi yeğeninden dul kalan Çullugızı Şerife ile everdi. Köralosman yahut Alosmançavuş olarak tanınan Ali Osman Haykır, 1985'te öldü... Küçük oğlu Halil ise Bokuşağın kızı Fatma ile evlendi ve erken dönemde İzmir'e yerleşti; 2003'te vefat etti...
Himmetoğlu Kelhasandan yadigar olan tek oğlu sakatlandıktan sonra Gambırömer diye bilindi. Gocagulizin kızı Hafize ile evlendi, bir oğulları olunca küçükken ölen kardeşinin adını koydu. 1950 Doğumlu Kadir Haykır 'İncegadir' olarak tanınmaktadır... Gambırömer de 1974'te vefat etti...
Arapkızı Kezban Hanıma geri dönelim... Çakaloğlu Kelbekirden sonra bir daha evlenmedi. Oğullarını everdikten sonra Kuyuderesi bayırındaki evinde yalnız yaşadı. Bu dönemde kendisine Arap Nine derlerdi... Kelhasanın öldüğünü belgelemek için açtığı gaiplik davası kararını ölene kadar saklamış. Onu şehitlik belgesi gibi görür, gözü gibi bakarmış. Kaliteli ve büyük bir kağıda yazılmış olan bu belge, katlanan yerinden yırtılınca orayı iğne iplikle dikmiş... 1970 Yılında kendisi vefat ettikten sonra geride kalanlar, belgenin değerini fark edememişler. Büyük ve karton gibi kaliteli olduğu için tuz gabıcağına kapak gibi filan kullanmışlar. Ne olduğunu öğrendikten sonra ise muhafaza altına almışlar...
Bu maceranın kahramanları çoktan tarih oldular. Adı geçenlerden ikisi hayatta; biri Himmetoğlu Kelhasanın şehadet belgesi, diğeri de onu saklayıp bizim haberdar olmamızı sağlayan Kadir Haykır...