17 Mayıs 2024

Cuma Camisi

 
    Birbirine çok yakın olduklarından dolayı cami, çeşme ve hamam Eğret Kervansarayının merkezinde bulunduğu bir külliyenin parçası olduğu tahmin ediliyor. Kervansaray/Han külliyesinin hatırına Eğret köyünün de şimdiki yerine taşındığı en çok rağbet edilen görüş. Bu durumda diğer parçalarla birlikte Cuma Camisi'nin tarihini 13-14. yüzyıl aralığına götürmek gerekir.

    Belgesel geçmişine bakacak olursak, doğal olarak Cuma Camisinin inşa tarihi bilinmiyor. 16. Yüzyıldan kalma bir belgede adı geçen Cami-i Şerif Vakfının onunla ilgili olduğu düşünülüyor. Diğer bağlantılar ve Hacı İbrahim Zaviyesinin Kervansarayla irtibatı da düşünüldüğünde, Cami Eğret'ten daha yaşlı denilebilir. Normalde insanlar bir yere yerleştikten sonra mescidini filan inşa ederken, Eğretliler hazır mescitli bir bölgeye yerleşmişler.

    Yeni oluşan köy, Eğreti/Eğret/Hayrat diye anılmaya başladı. Caminin köyü böylece ortaya çıktıktan sonra roller değişti; o, köyün camisi oldu. Bu yüzden hep, Cuma Camisi Eğret'in ilk camisidir, derler.

    Daha külliye çevresinde bir köy oluşmadan önce yapıldığı düşünülür ve Hacı İbrahim Zaviyesiyle ilişkilendirilirse, cami gelip geçen yolcular için inşa edilmiş olmalıdır. Zaten külliye konum itibariyle en işlek ticaret yolu üzerine, ihtiyaçtan yapılmış. Yani her daim, yolcu da olsa, hazır bir cemaate sahipti. Eğret köyü oluştuktan sonra da uzun süre oranın tek camisi olarak kaldı.

    Her birinde bir mescit bulunsa da etraf köyler cemaati cuma namazlarında Eğret'teki bu külliye camisine yöneldiklerine dair bir rivayet var. Eskiden bölgenin/beldenin en büyük camisinde cuma kılma gibi yerleşik bir gelenek vardı, buna göre rivayetin gerçekliği kuvvet kazanır. Hatta caminin ismi de böylece Cuma Camisi olarak kalıplaşması buna bağlanıyor.

    Anıtkaya'da çok bilinen At Mezarı efsanesi, cuma namazı - cuma camisi ile doğrudan ilgilidir. Kütahya tarafından gelen bir yolcu, namaza yetişmek için atını çok hızlı sürmektedir. Köye yaklaştığı anda nihayet at bu tempoya dayanamayarak çatlar. Bu olaydan sonra orası At Mezarı olarak halkın hafızasına kazınıyor, hala da öyledir.

    Tabi cuma namazı hutbe demek, hutbeye de hatip gerek. Bu yüzden vakıf marifetiyle camiye baştan beri bir hatip görevlendirilmiş. Bazen diğer namazları kıldıran imam bu görevi de yürütmüş, bazı dönemlerde ise ayrıca hem imam hem de hatip görevlendirilmiş. Bugün Anıtkaya'daki Hatipler, Çakırlar ve Gobaklar sülalelerinin ortak atası olan Hatiboğlu'nun bu görevi ifa eden eski hatiplerden birinin oğlu olduğu düşünülüyor.

    Kayıtlara geçen iki Eğretli hatip daha var. Bunların ilki Veyisler/Çorbecilerin İbrahim oğlu Mustafa'dır. 1882 Yılında çocuksuz olarak vefat ettikten sonra, Cuma Camisi hatiplik kadrosu bir kaç yıl boş kalmış. Bu dönemde fahri olarak vazife alan Veyislerin Ali oğlu İbrahim, 1886'da resmen atanmış. Halkın Delimam (Deli İmam) olarak bildiği Veyisoğlu İbrahim, 1905'te ölene kadar yirmi yıldan fazla hatiplik yapmış.

    Hatip olduğu halde Delimam diye lakaplandığından ötürü Veyisoğlunun iki görevi birlikte yürürttüğü düşünülebilir, ama öyle değil. O dönemin, en azından son dönemlerinin Cuma Camisi imamı, meşhur Mücellit Ahmet Efendi imiş. Aslen Döğerli Mücellit Hoca, Naymeler sülalesinin ana-dedesi oluyor. Delimam öldükten sonra bir müddet daha imamlık görevini sürdürmüş, hatta 1910 yılında Goca Cami inşaatı sırasında halen Cuma Camisi imamı imiş. Bununla beraber kaç yıl daha bu görevi sürdürdüğü bilinmiyor. Onun zamanında müezzin olarak görevlendirilen Çaylıoğlu Topal Hüseyin (Hüseyin Kabadayı)nın hangi camide görevli olduğu şüphelidir...

    1910-1921 Arasında, on yıl kadar Eğret'te iki cami var. Bunların hangisinin hocası olduğu bilinmeyenlerden biri de Eğretli Cemal Hoca'dır. Babası veya dedesi Cuma Camisi imamıymış, lakin Cemal Eğretli hangisinde görevlendirildiğine dair bilgi bulamadım; ikisi de olabilir.

    O sırada kimin nerede vazifeli olduğunun bir önemi yok, çünkü 1921 yılında her şeyi alt üst eden Yunan işgali başladı. Yaklaşık bir buçuk yıl süren bu dönem, Eğret ile birlikte bu iki caminin de kara günleridir. Ezan, tesbih, tahmid, tekbir, salavat, cemaat vb. her şeye hasret kalınması bir yana; Eğretliler gibi Eğret camileri de her türlü zulme maruz kalmış. Hastane, klinik, depo, ahır gibi kullanıldıklarına dair söylentiler var. 

    Yunan gittikten sonra, nispeten yeni olduğu için Gocacami hemen temizlenip eski haline getirilmiş, ama ihtiyar Cumacamisi'nin öyle bir şansı olmamış. Gavur gittiğinde harabe halindeymiş, duvarlarında her türlü pislik ve kan izleri filan bulunuyormuş. Damı çatısı da yıkıldığı için viraneye dönmüş, uzun süre kurtlar kuşlar yuvalanmış.

    Çatısı olmasa bile duvarlar sağlam, onların çevrelediği geniş bir alana sahip olduğu için bir dönemde otopsi gibi işlemlere evsahipliği yapmış. Duvarlardaki kan izlerinin bu işlemlerden kaldığını söyleyen de bulunuyor.

    Harabe halindeki Cumacamisi 1960'lara kadar yaklaşık kırk yıl böyle... Bu virane çocukların da oyun alanına dönmüş. Musluların İbrahim Efe (Gavuralinintopal), burada kuş yakalamak isterken sakatlanmış. Dediklerine göre yüksek duvardan düşünce bacağı kırılmış. Yıllar sonra Samancının Gocabıyık (Halil Saçak) şahit olduğu bu olayı nükteli bir dille 'Bi atışda vurup düşürdüm onu' diye anlatmış. Gocabıyık 1930, Topal 1935 doğumlu olduklarına göre olayın 40'lı yıllarda yaşanmış olması gerekir...

    Bu durum, yani Cumacamisi'nin acınası hali Cemal Eğretli Hoca'yı çok üzmüş. Bir an önce tamir edilip ibadete açılmasına yönelik arzusunu hep dile getirmiş. Onun bu iştiyaklı hali ister istemez akıllara burada vazife almış olabileceği ihtimalini getiriyor. Yunan gittikten sonra Eğret'te durmayıp O da Afyon'a dönmüş. Eğer Gocacami Hocası olsaydı, köyde kalır vazifesine devam ederdi; Cumacamisi virane haline gelince, O'na Eğret'te yapacak iş kalmadı, diye de mantık yürütülebilir... Bununla beraber Cemal Hoca'nın Mücellit Ahmet Efendi'ye sağlığında ve ölümünden sonra aşırı hürmet göstermesi birlikte çalıştıkları ihtimalini de güçlendiriyor. Bu da adres olarak Cumacamisi'ni değil Gocacami'yi gösterir...

    Cumacamisi'nin hocasıydı veya değildi, Cemal Hoca'nın arzusu istikametinde Anıtkayalılar harekete geçiyorlar. Tunaüseyin (İbrahim Kayır)ın başkanlığı döneminde cami onarılıp ibadete açılıyor. Açılış merasimi yapılıp yapılmadığı bilinmiyor, Cemal Eğretli Hoca'nın gelip gelmediği de... Yalnız 1967 yılında vefat ettiğinde Cumacamisi tekrar hayata kavuşturulmuş bulunuyordu...

    Tamir sırasında ilginç bir şey oluyor. Ellerine geçen eski yazılı bir taşı kapının üstüne, duvarın alnına koymuşlar. Sıvaydı, boyaydı derken, yıllar o taşın üzerinden silindir gibi geçmiş. Okunamaz hale geldiği için Kervansarayın kitabesi sanılan bu taşın sırrı, Ferhat Öztürk Hoca'nın çalışması sırasında çözülmüş. 1878 Yılında tamir edilen bir çeşmenin kitabesi olan bu taşı, herhalde Kur'an yazısı diye, kapının üstüne yerleştirmişler. Şimdi tamamen ortadan kalkmış bulunan, külliyenin diğer ferdi çeşme kitabesi olduğu düşünülüyor... Bu yanlışlık bir bakıma iyi olmuş, caminin bir parçası olan kitabe koruma altına alınmış... 

    Koruma deyince... Yanındaki eski Kabristanla birlikte Korunması Gereken Kültür Varlığı olarak tescillenirken rapora, Ulucami/Gocacami yapıldıktan sonra halk cuma namazlarında burayı tercih ettiğinden Cuma Camisi diye adlandırıldığına yönelik bir bilgi kaydedilmiş. Bunun böyle olmadığı, adlandırmanın daha eski zamanlara dayandığını yukarıda açıkladık...

    Neyse,1969 yılında Delimısdık (Mustafa Erdem)in başkanlığı zamanında ise yeni bir minare yapılarak Cumacamisi'ne bugünkü görünümü kazandırılmış.

    İbadete açıldığında Apdıramanların Lomcu Hoca'nın oğlu Ahmet Selek'i hak ile hoca tutmuşlar. Daha sonra yine köyden bir kaç kişi daha hak usulüyle vazife yapmış. Kadro alındıktan sonra Basri Hoca, Adem Hoca gibi isimleri hatırlıyorum. Sonra Ali Osman Sancak Hoca oradan emekli oldu. Şimdi Hafız Ali Hoca Cumacamisi imamıdır.

    Sonuç olarak Cumacamisi, beş altı asırlık eski bir külliyenin ayakta ve hayatta kalabilen iki ferdinden biridir. Han ile birlikte sırt sırta vermişler, her şeyi öğüten zaman değirmenine meydan okur gibiler. Hamam ve çeşme onları yarı yolda bırakarak sahneden çekildi. Yalnız, asırların yorgunluğunda hemen yanıbaşlarında kendiliğinden oluşan eski kabristanın hakkını yemeyelim; bu iki kardeşe yoldaşlık ediyor.



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder