Belki o dinginlik ve sükunetin alışmadığımız rahatlığı bizi boğacakken, imdadımıza bir şey yetişirdi. Ara sokağın derinliğinden gelip bir yerlerde kaybolmayan, adeta havaya asılı kalan bu ses de zamanla ortamın bir parçası olur. Eşek anırmasından, koyun çanından, rüzgarın vañıltısından, ihtiyarların dedikodu mırıltısından bir farkı kalmaz. Bu ses, demirci dükkanının tıñgırtısıdır; tañ! tıñ!... tañ! tıñ!... tañ! tıñ!... Tek mekanik ses olarak kulaklara yetişir; ama sükunetin sihrini de bozmaz. Aferin bu sese: tañ! tıñ!...
Eğret'te demircilik mesleği, Eğret kadar eski olmalıdır. Demir aletler hayatın bir parçasıydı ve onlar için demirci gerekti. Köy henüz oluşmasa bile Han'da konaklayacak hayvanlar için nalbant bulunuyordu. Nalı, mıhı, keskisi küsküsü derken, sırf o sektör için bile ocak, körük, örs, çekiç vs. tam tekmil bir demirci lazımdı. Üç, beş, on hane derken Eğret ortaya çıktığında elbet bir yerlerde demirci dükkanı da varmıştır.
O kadar eskisini bilmiyoruz, ama 18. yüzyıl başlarını anlatan bir belgede köyün demirci sakinlerinden bahsediliyor. Bundan şunu çıkarabiliriz, 1700'lü yıllarda Eğret'te birden fazla demirci vardı.
Demirci deyince aklımıza ilk Demirdelenler sülalesi gelmelidir. 19. Yüzyıl kayıtlarında Demirdelenoğlu diye kaydedilen bu sülale için anlatılagelen bir efsanede, ataları gemi delerek esaretten kurtulmuşlar. Buna göre 'gemi delen' sözü zamanla 'demir delen'e dönüşmüş. Bu dönüşüm resmiyet kazanarak, 19. yüzyılda sülalenin kayıtlara 'Demirdelenoğlu' diye geçmesi sağlanmış... Aynı yüzyıla ait başka bir belgede 'Demirci Dellan oğlu' ifadesi geçiyor ki burada delen kelimesi, bir elif yanılmasıyla dellan okunmuş olabilir. Sonuçta sülalenin kökü varıp demirciliğe dayandığı anlaşılıyor. Bununla beraber onların demirciliğine dair bugüne yansıyan bir iz bulunmuyor. Sadece soyadları manidar: Özdemir...
19. Yüzyılın ortalarına, 1847'ye ait bir belgede, Gocamat (Ahmet Tektaş)ın büyük dedesi Ahmet oğlu Ahmet 'demirci' diye nitelendirilmiş. Neredeyse iki asır öncesine ait bu muğlak ifadeyi doğrulatma imkanımız yok...
O yıllardan itibaren Eğret'e Türkmen akını olduğunu hem belgelerden hem de sülale büyüklerinin anlatılarından doğrulatabiliyoruz. Kayıtlara Türkmenoğlu diye geçen bu ailelerden birisi de Türkmenoğlu Osman'dır. Doğu vilayetlerinden geldiği için Eğretlilerce 'Kürtosman' diye bilinen ailenin en önemli özelliği, demirci olmaları... 20. Yüzyıl başlarında geçici olarak Örenler mevkiine yerleşen ailelerden biri de bunlar oluyor... Öyle 'eğreti' yerleşilmiş ki demirci dükkanı bile açmışlar oraya, daha doğrusu dükkanın bir şubesi de oraya açılmış. Macur köyü Saadet/Kurtluoğlan'a kurulduktan ve Yunan gittikten sonra Eğret'e kesin dönüş yapmışlar; ama hala o civardaki tarla her sürüldüğünde pulluğa bir demir parçası takılıyormuş. Bunu demirci dükkanı kalıntısı olarak yorumluyorlar. Eğret'te Demircisalek (Salih Yakışır), ailenin son demircisi olarak biliniyor. Dükkan Gırhasanlar/Tomanların ev civarındaymış. Sülalenin bir adı da Tığlılar olması, yine demirciliklerine yorulabilir. Tığ kelimesinin, kılıç ve örgü aleti olarak bilinen anlamları sebebiyle demircilikle ilgisi malumdur...
Yirminci yüzyıl demirciliğinde Afyonlu bir ustanın ismini çok işittim. İşinin ehli, sanatkar biri diye tarif edilen Salih Usta, nedense gelip Eğret'e yerleşmiş. Yüzyılın ortalarında köyde bu alanda bir boşluk olduğunu görmüş olmalıdır. Şimdi Misgin (Abdullah Dalgıç)ın ev civarında dükkanını açmış. Eski hamam ayakta mıydı, yıkıldı mı; bilemiyorum. İşleri iyiymiş, çoğu kişiye de demirciliği öğretmiş. Sonra ne olduysa, gidip Susuzosmaniye'ye dükkan açmış. Eğret'te barındırılmadığı söyleniyor... Çocuğu yokmuş, karısıyla birlikte dükkanında tıngırdar dururmuş. Köy küçük olmasına rağmen, oldukça yoğunmuş günleri. Çünkü etraf köyler bir yana, bırakıp geldiği Eğretliler de onu bulurlarmış. En basitinden teker çektirmeye bile ona giderlermiş. 1960'lı yıllarda vaziyet böyle, çırağı da Körüslerin Ahmet Kök... Sonrasını bilmiyoruz...
Afyonlu Demircisalek'ten sonra Eğret/Anıtkaya'da bu alan boş bırakılacak değil. Hacıların Kelidiriz (İdris Azbay) evinin altına bir dükkan açmış. Çocukluğumuzda birilerini sürekli körük çekerken gördüğümüz bu dükkan, uzun müddet açık kaldı. Mesleği sürdüren Ziya Azbay, bu sebeple 'Demirciziya' diye lakaplandı.
Belki Kelidiriz'le aynı zamanda açılan bir dükkan da Gavasıntopal (İbrahim Sargın)ınki idi. Mevki olarak merkezi bir yerde bulunduğu için olsa gerek onun dükkan sürekli hareketli görünürdü. Gavasıntopal, bu dükkanda 'Demircitopal' oldu. Yalnız orası kardeşine kalınca daha merkezi bir yere yeni dükkanını yaptıysa da orada mesleğini çok yapamayıp rahatsızlandı. Kendisi yenilerde vefat etti, ama yeni dükkanı kapalı da olsa yerinde duruyor...
Demircimısdık demirci olmadan önce Kınilerin/Bilallerin Mustafa Kaynar idi. Bir usta yanında değil, Milli Eğitim kanalıyla açılan meslek kurslarında yetiştiği için Eğret'in ilk mektepli demircisi denilebilir. Söylendiğine göre mezuniyet yılı 1958... Orada öğrendiklerinin yanında yaratılıştan mühendis zekası ve girişimcilik ruhuna sahipmiş. Bütün bu özelliklerini evinin yanına açtığı dükkanda sergilemeye başlamış. Sıcak demircilikte sanatkarlık kabiliyetini öne çıkarırken, elektriğin gelmesiyle modern demirciliğin bütün yönlerine uyum sağlamış. Anıtkaya'da traktörlerin çoğaldığı yetmişli yıllarda römork ve kaporta (kabin) yapmaya başlamış. Yeniliklere açık yapısı sebebiyle öğrenmek için uzak yakın demeden seyahate çıkmaktan çekinmezmiş. Nursi Usta kaporta yapımını onun yanında öğrenmiş, zira Mantaroğlu'ya transfer olmadan önce Demircimısdık çırağıymış. Sonradan Kahveci Ahmet Argunşah'ı da onun çırağı olarak hatırlıyorum. Oğullarıyla birlikte çalışırken İzmir'e göçtüğünde dükkan da tarih oldu, ama orada da uzun süre mesleği sürdürmüşler...
Bunlar hep eski tarz sıcak demirci dükkanlarıydı. Kömür yakılıp körükle harlandırılan ocaklarda demir kızdırılır, örste dövülerek biçimlendirilir, eğilir, bükülür; su verilip sağlamlaştırılır, hasılı tañ! tıñ!... tañ! tıñ!... melodileri buralardan yükselirdi. Kaynak tekniğinin bu dükkanlara ne zaman girdiğini bilmiyorum. Bundan sonra her demirci, aynı zamanda kaynakçı olarak anılacaktır.
Kaynakçılık döneminin yeni dükkanları Çeyrek Ömer Tüblek, Mantaroğlu Mehmet Azbay, onun çırağı Nursi Öter, Şaşdımoğlu Halil Şen tarafından açıldı. Diğerlerinden farklı olarak Şaşdımoğlu'nun tabelasında egzoz ve depo yapıldığı da yazardı. Mantaroğlu'nun marka alanı ise traktör kaportası idi...
Anıtkaya demircilik sektöründe bütün bunlardan daha önemli bir olay, 1979 yılında Dayıoğlu Vahit Yola'nın dükkan açmasıdır. Çünkü onu diğerlerinden farklı kılan şey, karadüzen demircilik ve kaynakçılığa ek olarak tornacı olmasıydı. Bu yalnız Anıtkaya için değil, çevresi için de müthiş bir yenilikti. Evinin dibine açtığı dükkanın önü ve meydanı sürekli dolup taştı. O güne kadar Akşehir'e götürmek zorunda oldukları orak makinelerini, insanlar artık Vahit Usta'ya tamir ettirebiliyordu. Bir gün, o meydanda tamir bekleyen tam 23 orak makinesi saymışlar... Burası hemen hemen her türlü tamiratın yapılabildiği bir tamirhaneye döndü; ama asıl Dayıoğlu markalaşması patpat (Anıtkaya ağzında taktak)larda oldu. Bir dönem neredeyse traktöre alternatif olabilecek taktaklar Vahit Usta'nın elinden çıktı...
Bunca gelişme ve değişme sonucunda tañ! tıñ!... tañ! tıñ!... sesleri de ister istemez tangır kümbürlere dönüştü. Dükkanların kasaba içinde bulunması hem görüntü hem de gürültü kirliliğine sebep oluyordu. Böylece Anıtkaya Sanayisi doğdu. Ayakta kalabilenlerle birlikte yenileri; Boruş Burhanettin Salman, İbrahim Omak, Ali Tetik ve Nursi Usta'nın yadigarı Tuncay Öter şimdi oradalar...
Tenikeciler
Benzer bir alan olduğu için tenikecileri de burada zikretmek lazım. Ham maddesi galvaniz (teneke) olduğu için bu meslek erbabına böyle demişler.
Bizim çocukluğumuzun aktif tenikecisi Yılıkların Sağırüseyin (Hüseyin Öztürk) idi. Sırf bu yüzden ikinci, hatta belki de birinci lakabı Tenikecüseyin'dir. Pazaryerinin tam orta hizasında, ilk merdivenlerin hemen altındaydı dükkanı. Sair günlerde sakin sakin tıngırdar dururdu, ama cumartesi günü müşteri trafiği fazlalaşırdı. Demek ki civar köyler içinde de tek tenikeci kendisiydi. Emaye soba ve kuzinelerin olmadığı o vakitlerde teneke tandırlar yapar; boruları, dirsekleri kendisi büker, perçinlerdi. Onun dışında kör kandiller, ıbrıklar, kurmalı saat yuvaları ve daha bir sürü şey imal ederdi. Onu izlemek çok zevkliydi; makas, tokmak, lehim ve perçin kullanarak tenekeden her şeyi yapabileceğini düşünürdüm. Vefatıyla bir meslek sona erdi, belki de vefat ettiğinde tenikeciliğe ihtiyaç kalmamıştı...
Sağırüseyin'in babası da Tenikeci olarak anılıyormuş, mezar taşında öyle yazıyor. Bunun dışında başka bilgi yok. Doğruysa Tenikeciüseyin'e bu meslek babasından kaldığını söyleyebiliriz.
Tenikeci diye anılan Hacımahmutlardan biri daha var, İbrahim Ceylan... Aynı sülaleden olmaları bir yana, Yılıkmehmet ile enişte-kayın bağı bulunan Tenikeci'nin bu mesleği eniştesine öğrettiği de söyleniyor. 1970'lerde bile Tenikeci diye bilinirdi, aslında çok önceden bırakmış tenikeciliği...
***
Karadüzen olsun, modern olsun demirci dükkanları pistir, islidir, paslıdır, tozludur; elleri kapkaradır; ancak bu kirlilik kimseyi iğrendirmez. İşin doğasına uygundur, çünkü... Tıpkı eski zamanlardaki "tañ! tıñ!... tañ! tıñ!"ların hiç bir kulağı tırmalamadığı gibi, bu kir pas da hiç bir göze batmaz.
Kendisi de mektepli bir demirci olan kıymetli Hocam İbrahim Meydanoğlu'nun bir sözüyle bitireyim: 'El karası mühim değil, yüzkarası olmasın da...'
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder