Baraj dediğimiz yerler küçük de olsa gerçekten baraj vazifesi görürdü. Henüz Buñar havuzuna inip çıkamayacak kadar küçük yaşlardayken bu baraj gölcüklerinde yıkanırdık. Birinci baraj ile Çay arasında karşıya geçilecek yer olmadığını da o zamanlarda farketmiş olmalıyız.
Yıkanır, suya atlar zıplar yorulurduk. Söğütler arasındaki oyunlardan sonra takatimiz kalmaz, dönüş yoluna geçerdik. Yine öyle bir ikindi sonrası Çay'a doğru giderken bir de baktık ki, tam olması gereken yere bir gecede köprü kondurulmuş. Hacaliniñgavak olanca kuruluğuyla derenin üzerine boylu boyunca uzanmıştı.
Uzun zamandır gözlere pirifani gibi görülen bu koca kavağı herkes bilirdi. Halkın içinde son günlerini yaşayan biri gibi kabul edilir, 'Hacaliniñgavak' denildiğinde kendisine bir şahsiyet giydirilmiş oluyordu. Kimdi bu Hacaliniñgavak?
Çorbecilerin Ahmet oğlu Ali Dadak, 1878 yılında doğdu; Deliveyis'in yeğenidir. Hacca gidip geldikten sonra Hacı Ali diye bilindi. İşte malum kavak ona nispetle 'Hacı Ali'nin Kavak' diye adlandırılıyor. Böyle adlandırılmasının iki sebebi olabilir, ya Hacı Ali tarafından dikilmiş olması; ya da mülkiyeti ona ait bulunmasıdır. İlk sebep geçerli olduğunda, kavağın 20. yüzyıl başlarında dikildiği düşünülebilir. Yok öyle değil de onların çayırında bulunduğundan böyle adlandırıldıysa belki Hacı Ali'den de büyüktür... Kavağın yaşıyla ilgili bir fikir oluştu sanırım...
Kavağın özel isimle anılması Hacı Ali'nin 1952 yılında vefat edişiyle mi oldu, yoksa daha önceden mi böyle deniliyordu, bu husus karanlıkta... Bununla beraber bu seneden sonra yaygınlaştığı da bir gerçek. Ayrıca kavak o kadar meşhurlaşmış ki, bulunduğu mevkiye de onun adı verilmiş. Hacaliniñgavak denilince yalnızca bir ağaç değil, çevresiyle birlikte o bölge anlaşılırdı.
DSİ tarafından kanal açılmadan önce de Eğret Çayı'nın kendine göre bir dereyatağı varmış, ama bu kadar derin ve sınırlı değilmiş. Çay, geniş geniş, yayıla yayıla, özgürce akar gidermiş. Bu yüzden güzergahı, etraflıca sulak çayırlardan oluşuyormuş. Bunları Hacaliniñgavak nasıl bir ortamda yetiştiğini merak edenler için söylüyorum. Zira ne zaman dikildiyse, tam da dere yatağının ağzına, ayakaltına dikilmiş. Belki de söğütlerin arasında yalnız bir kavaktı.
Suyu çok seven kavak, hemen serpilmiş, uzamış, büyümüş... Hacı Ali hayattayken çoktan kesilebilecek durumdaymış, ama kesmemişler. Böylece sahibinden sonra kendisi de yaşlılık dönemini doyasıya yaşamış. Aslında kavak ağaçlarının ihtiyarlamasına pek izin verilmez, en geç kırk yaşında kesilirler. Nasıl olduysa Hacaliniñgavak'a ayrıcalık tanınmış...
Ne kadar uzun yaşarsa yaşasın bütün ağaçlar bir gün ölür, tıpkı insanlar gibi. Hacaliniñgavak da ayakta öldü; kurudu, kofladı ve devrildi. Dallarının bazılarında canlılık emaresi yeşil yaprak bulunduğunu hiç hatırlamıyorum, hep kuru halini biliriz... Ölü, ama ayakta bir ağaçtan daha acınası var mıdır bilmem. Sen bir asra yakın şen şakrak bir hayat sür; dallarının arasında bülbüller şakısın, onların şarkısı rüzgarın vınıltısına karışsın, bu besteye ritim tutarak sağa sola salın dur... Gelvelakin ömrünün sonunda terkedilmiş bir viraneye dön. Kuru dallarına kargalar, kara bağrına baykuşlar yuvalansın... Gelen geçen sana ürkerek, çekinerek baksın...
Bu haliyle gerçekten korkunç görünürdü. Köke yakın gövdesi kocaman oyulmuş, bir mağara girişini andırıyordu. İçine sokup başını kaldırırsan tepede bir yerlerden gökyüzünü görürdün, fakat bizim yaşımızdakiler için bu cesaret isterdi. O yıllarda Hakim (İbrahim Patlar) kovukta bir tilki leşi görmüş de korkusundan yaklaşamamış. Yaşça daha büyük Erol Kızılyel çıkarmış kovuktan... Yaban hayvanlarının sığınağı durumundaki kavağa, dediğim gibi, bizler bakar geçerdik...
1960'lı yıllarda da o kovuk yine varmış. Belki bizim şahit olduğumuz dönemdeki kadar geniş bir oyuk değilmiş, ama gözden kaçacak gibi de değilmiş. Mesela derede yıkanan gençler, Hacaliniñgavak gövdesini soyunma giyinme kabini gibi kullanırlarmış. Sen bundan kovuk genişliğini hesap et. Berberahmet (Ahmet Kabadayı) bu konuda ayrıntı veriyor, dirsekleri açık dört kişinin sığabildiğini söylüyor. Galiba giyinme kabini hususunda işi abartmışlar, belli yerlerine çiviler filan da çakılmış...
Ayrıca Aziz Sargın'ın dediğine göre, avcılar da gizlenme kulübesi gibi orada avlarını beklerlermiş. Hacellerin Ahmet Dadak, kendi bahçeleri olduğu için, ekseri elinde tüfeği ile oraya gizlenirmiş...
Bazı acı hatıralar var onunla ilgili... Bilallerin Salim Kaynar, tırmanmaya çalışırken düşmüş. Kırılan ayağını o günün şartlarında tedavi ettirememişler. Böylece lakabı 'Topal Salim' kalmış...
Böğründeki kocaman kovuktan dolayı Eğretliler arasında bazı mesellere konu olmuş. Büyükler 'Hacaliniñgavak gibi içi boş adam' benzeri tasvirler yapar; kavağa kişilik kazandırdıkları gibi, bazı kişilere o kavağın özelliğini verirlermiş. Yani halkın hafızasıyla birlikte diline de yerleşmiş...
Can çekişirken ve öldüğü halde 'yıkılmadım ayaktayım' dercesine inatla devrilmediği yıllarda bile çok işe yaramış. Bir ikindi sonrası dere üzerine boylu boyunca uzanmış gördüğümüzde de, köprü vazifesiyle yine işe yarıyordu. Tamamen boşalmış içinden tüpgeçit gibi ve üzerinden asma köprü gibi defalarca bir o yana bir bu yana geçtik durduk. Yarım kalmış oyunumuzun devamı gibi bir şeydi ve artık korkacak bir şey de kalmamıştı...
İçi tamamen pofuldamış ve boşalmış kavak gövdesi, bir kaç yıl dere özerinde öylece kaldı. Sonra işe yarayacağından değil de, bahçe temizlensin diye cesedini sürüyüp götürdüler... Yalan yok, vefasızlık konusunda biz de az değildik; çocukluğumuzun diğer hatıraları gibi onu da nisyana terk ettik...
Ey ucu kuru, dibi kovuk, dalı sulu koca kara kavak!
Sen evvelden mi, ucu kuru, dibi kovuk, dalı sulu koca kara kavaktın;
Yoksa sonradan mı, ucu kuru, dibi kovuk, dalı sulu koca kara kavak oldun?
Gerçi bizim bildiğimiz haliyle ne dalı suluydu, ne de kara kavaktı; ama tekerlemeyi her söylediğimizde gözümün önüne hep Hacaliniñgavak geldi.
Bugüne gelecek olursak; Söğüdaltı denilen o bölgedeki bütün ağaçlar, Hacaliniñgavak ile aynı kaderi paylaşma tehlikesini yaşıyor. Üstelik hiç birine onun yaşadığı kadar ömür biçmek mümkün değil. Çünkü dere boyunu besleyen Eğret Çayı tarih oldu. Bununla beraber büsbütün de karamsar olmamalı. Bakarsın Allah bize acır da Buñar'ımızı geri verir; böylece gürül gürül Buñarlı, çağıl çağıl dereli, üfül üfül kavaklı günleri bir daha görürürüz...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder