Çeç çıkarıldıktan sonra yiygi ve tohum olarak kullanılabilmesi için denenin bir işlemden daha geçmesi gerekiyordu ki buna çalkama deniliyor. Gözerle yapılan bu işlemde, bir ölçülü deliklerden dökülen buğdaylar altta birikir. Gözerde kalanlar ise buğdaydan daha büyük taş, topeç, çakıldak gibi şeylerdir. İşte çalkama sonunda deliklerden geçmeyip gözerde kalan bu atık kısım da ayrı bir yere dökülerek biriktiriliyor. İçinde yine buğday taneleri de bulunduğu için çalkantı tamamen atık sayılmaz, tavuklara filan verilebilir.
Çalkama işinin bir de kalburla yapılan safhası var. Ortalamadan büyük şeyler çalkantı diye ayrılmıştı ya, ortalamanın altındaki küçük şeyler ise denenin içinde kaldı. Onları gözenekleri daha küçük kalburdan geçirmek gerekir. Bu kez alta düşenler atık, kalburda kalanlar asıl denedir. Bunda çalkantı diye ayrılanlar alta düşen ot tohumu gibi yabancı şeylerdir. Şu durumda çalkantı kelimesinin alta dökülenleri de üstte kalanları da ifade ettiğine yönelik her iki anlamlandırmayı da doğru kabul etmek gerekir.
Bununla beraber her iki çalkamada denenin başına gelenler ibretliktir. Şiddetle sarsılan kalbur/gözer içinde sükunet ne mümkün; her dane oradan oraya savrulur durur. Kadının el ayaları arasında belli bir tempoyla gözer salınmaktadır. Bu salınım düzenlidir, ama tek yönlü değildir. Sağa sola, öne arkaya, yukarı aşağı ve bazen de tanmlaması zor hareketlerle yönü belirsizleşir. Daneler, fırtınaya tutulmuş gemi yolcuları gibi bazen iskeleden sancağa, bazen burundan kıça fırlatılırlar. Ara sıra da bir tramplen üzerindeymiş gibi anıstadan zıplar, sonra yüz üstü yere çakılırlar. Duvardan duvara çarpılmaktan başlar döner, mideler bulanır.
Bir delikte tutunamayıp uçurumu boylamak daneler için kurtuluş gibidir. Böyle böyle yüzlerce delikten kaçıp kurtulanlar selamete erer. Kurtulan deneler gözerin altında koca bir yığın oluşturur. Kurtulan çalkantılar, usta bir hareketle az ileriye fırlatılır; onlar da kendilerince daha değersiz ve küçük bir yığındadır.
Kalbur çalkamasında ise tersi durum yaşandığını söylemiştik. Deliklerden düşenler gayyayı boylar, kurtulanlar üstte kalanlardır. Her iki durumda da bir elenme söz konusudur, aslında çalkama dediğimiz şey bir nevi elemedir. Sadece bakış açısına ve çalkama çeşidine göre çalkantı kavramı değişebilir...
Denenin çilesi gözer yahut kalbura bağlı değil. Çağın şartları gereği onlar duvara asıldıktan sonra bu sefer patozun eleğinde galgıttılar, biçerin derinliklerinde döğdüler. Bir türlü rahat yüzü görmedi garibim. Her şeye rağmen çektikleri onun zararına mıydı, yararına mıydı; orası tartışılabilir...
Bir de sosyal çalkantı var. Toplumsal hayatı ilgilendiren bu kavramın TDK güncel sözlükteki karşılığı "Kargaşa ve bunalımın yol açtığı düzensiz, karışık, sıkıntılı durum." olarak verilmiş. Çalkantılı toplumlarda eksik olan şey ise huzur...
Buğday, mercimek, nohut, günaşık gibi tahıllar çalkanırken ortaya çıkan durumu tasvir etmeye çalıştık. Gözer/kalbur fırtınadaki gemi gibiydi, nasıl onun içinde sükunet ve huzurdan söz edilemezse çalkantılı toplumlar da öyledir...
Aslında birey olarak insan hayatı gibi toplumların hayatı da imtihandan ibaret. Yaşadığımız her şeyde hem bireysel hem de toplum olarak sınavda bulunuyoruz. Tek bir olayla bütün insanlık sınava giriyor. Toplum birimleri ve bireylerin durumuna göre soruların zorluk derecesi değişiyor. Kiminin çalıştığı yerden çıkıyor cevabı hemen bilirken, bir başkasına o soru kazık görünüyor. Ezberci olan bir başkasına değerler değiştirilerek sorulunca apışıp kalıyor. Sınav sonunda çoğu dökülüyor, kaybediyor; bir kısım da kazananlar arasında seviniyor.
Dünyayı bir gözer yahut kalbur gibi düşünebiliriz. İnsan ve toplum oradan oraya savruluyor. Öyle çalkantılar yaşanıyor ki her an bir hercümerc, her dakika altüst oluş... Bu hengamede huzur ve rahat çok zor. Zorluklar karşısında ak kara meydana çıkıyor, cevher ile cürüf ayrışıyor...
Bir elenme yaşandığı çok açık... İnsanlık sapır sapır dökülüyor. Bazen bu dökülme müspet anlama da gelebiliyor. Biraz da bu sana bağlı. Olaylar karşısında aldığın tavra göre sınavı geçip geçemediğin ortaya çıkıyor. Gözerin deliklerinden geçerken döküntü müsün, çalkantı mısın, elenti misin, yahut denenin özü müsün... bakmak lazım.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder