Çocukluğumdaki son terevi (teravih) hep heyecanlı ve hüzünlüdür. Hayatımın yaklaşık on yıllık bu dönemindeki her son terevide birbirine yakın bu iki duyguyu istisnasız yaşadım.
Heyecanın sebebi, bu geceden sonra bir daha bu uzun ve sıkıcı(!) namazın kılınmayacak olmasıdır. Artık tereviden kaytaran arkadaşlarınla rahat rahat oynayabileceksin veya vaktini daha özgürce geçireceksin. Oysa kimsenin seni tereviye zorladığı yoktu, istesen sen de diğerleri gibi kaytarabilirdin. Ama o zaman da rüyalarına giren oruç bozma azabının benzerini duyacaksın içinde. Buna vicdan azabı dendiğini onyıllar sonra anlayacaktım. Sırf bu yüzden tereviyi aksatmak istemezdim. Uzun da sürse, sıkıcı ve meşakkatli de olsa bu böyleydi. Son terevideki heyecan ve sevinç duygularının kaynağı, onun son olmasıydı.
Son terevi hüznüne gelince… Bunun birden fazla sebebi olabilir; fakat en başta geleni müezzinlerdir. O vakitler Anıtkaya’da dört cami vardı. Adet olduğu üzere camileri gezerdik. Başka vakitlerde gitmediğimiz camilerde bizi ilk defa gören bütün cemaatin bize baktığını zanneder sıkılırdık; ama yine de cami gezmekten vazgeçmezdik. Dört camideki müezzinleri az çok buradan biliyorum. Goca Cami’de Gobaklañ Arif (Kopan) ile Bükürüñ Adem (Ölçer); Yeşil Cami’de Kör Süleyman (Selman) ile Keskin; Yeñi Cami’de Kel İdiriziñ Ziya (Azbay) ile Kel Arzımanıñ Bahattin (Azbay) müezzinlik yaparlardı. Cuma Camisinin meşhur müezzinlerini hatırlayamadım. Ramazan ayına, özellikle de tereviye özgü bu müezzinlerin mahareti, benim için son terevi hüznünü sağlayan asıl unsur olmuştur.
Namaza başlarken “Salli alâââ Muhammet!” diye hem salavat getirir hem de cemaata salavatı hatırlatırken â’ları uzatıp ham’ı öyle bir vurgularlar, met’i öyle şiddetli keserler ki insanlar bunu ister istemez bir emir olarak algılar ve onlar da salavata durur. Ancak sen daha salavatı tamamlayamadan ikinci komutu duyarsın: “Salat-ı tereviye niyet!” Bu kafiyeli duyuruyla namaza durulur. Her dört rekatlık bölümden sonra müezzinler ilahiler, kasidelerden sonra, başlangıçtaki salavat komutunu aynı tonlama ve makamla tekrar ederler. Terevi bitiminde ise “Salli alâââ Muhammet! Salat-ı vitire niyet!” komutu gelir. 29 gece devam eden bu rutin müezzinlik görevini, otuzuncu gecede bir başka edayla söylediklerini fark etmemek imkansızdır. Ramazan müezzinlerindeki bu farklılığı, müezzin mahfilinden cemaati süzüşlerinden, diz çöktüklerinde heyecandan sık sık öne doğru yekindiklerinden, arada gırtlaklarını temizleme öksürüklerinden bile anlayabilirsin. Amma ses tonlarına ustaca yedirdikleri duygu yoğunluğu, en taş kalpliyi bile yumuşatacak kıvamdadır.
Son tereviye has ses tonuna bürünen müezzinlerin bu haline esasında cemaat hazırlıklıdır. O akşam “terevi uğurlaması” yapılacaktır. Bunu bile bile varır camiye. Ses tonlarına yansıyan bu tören, terevi bölüm aralarındaki değişiklikle devam eder. Müezzinler kuru kuruya salavat hatırlatması yapmazlar, salavata bir güzel başlarlar. Komut almaya alışkın cemaat durur mu, takılırlar müezzinlerin peşine götürdükleri yere kadar giderler. Götürdükleri yeri ben diyemem gayrı. Itri’nin meşhur Salat-ı Ümmiyesi camide bir güzel icra edilir. Burada, müezzinlerin uyumunun önemi ortaya çıkar. Cemaat da onlara katılınca, cami gürül gürül ilahi sarhoşlukla dolar. Her dört rekat arasında yaşanan bu duygu sarhoşluğu teravi sonunda zirveye çıkar. Zira son teravidir bu, ve o son teravinin de sonuna gelinmiştir. Ardı yoktur. Yitip giden dostun ardından feryat figan ağıt faslı başlar. Eğer mümkün olsa da nağmeyi dinletebilseydim, “Bu nağmeye ağıt demekle az bile yapmışsın” derdiniz.
Müezzinin biri o yanık sesiyle şu kıtayı söyler:
Cemaatin tamamının hüznü
toplanmış müezzinin sesinde demetlenmiş gibidir. O yanıklıkla son hecelerdeki
mııııı sesi öyle bir dalgalanır, öyle bükülür, öyle kıvrım kıvrım olur ki bir
hece bağlı bulunduğu dizeden daha uzun sanırsın. Uzun ve yanık figan. Son mısra
ise bir davet ve komuttur. Bu komutla
diğer müezzin bu kez tekbire başlar. Yine Itri’nin Saltanatlı Tekbir’idir
söylediği. Yine cemaat bu sese takılır. Nefeslenen önceki müezzinin de
katılımıyla, koca katarı çeken iki küheylan gibi cemaatin önüne düşerler
tekbiri kanatlandırıp caminin her bir köşesini dolaştırır sonunda yumuşak
inişle getirir müminlerin kulağına bırakırlar. Uğurlama kasidesinin tamamı aynı
içli sesle söylenip, sonunda aynı gürlemeyle tekbir getirilir.
Bu esnada cemaat arasında yer yer burnunu çekene, gözyaşlarını saklamaya çalaşına rastlarsın. Ben ise o kadar duygulanacak yaşta değilimdir henüz; fakat kafam “Münafıklar bu ayın çıkmasını ister” dizesine takılıp kalmıştır. Çünkü ben de bu ayın çıkmasını, bayramın gelmesini, sabah kahvaltı yapmayı, istediğimde gazoz içmeyi istiyorum. Acaba ben de münafık mıyım? Baştaki heyecanım hafif hüzne dönüşmüştü. Şimdi ise biraz ürperti biraz korku biraz da karışık duygularla “Salat-ı vitire niyet!” davetine uyuyoruz.