01 Aralık 2021

Çerçici

     Çerçiler eskinin bakkalı, manavı, züccaciyecisi, hurdacısı, haber ajansı... yahut diğer tabirle seyyar satıcısı gibiymiş. Tabi bu, genel olarak çerçi kavramı değerlendirildiğinde söz konusu oluyor. Anıtkaya için çerçilerin bu özellikleri hiç söz konusu olmadı.

    Eğret eskiden beri dış dünyaya açık bir köy idi. Ayda yılda bir uğranılan, ulaşımı zor, sapa bir yer değildi. Aksine işlek bir ticaret yolu üzerinde kurulduğundan hep çevre köylerinin merkezi oldu. Bir asırdan fazla geçmişi olan Eğret Pazarı, yalnız Eğret halkının değil çevre köy ahalisinin de ihtiyacına cevap veriyordu. Pazara paralel esnaf da oluşmuş, pazar günleri dışında da iyi çalışıyordu. Bu arada Eğret'te bir asır önce, en az bir bakkal bulunuyordu. İşin özeti, Eğretliler tipik çerçiye ihtiyaç duymuyorlardı. Bütün bunlara rağmen 1970'lerde bile Anıtkaya sokaklarında çerçileri sık sık görebilirdiniz.

    Yaylı denilen kasası ince işçilikle boyanmış, hafif yol taşıtı, at arabalarıyla gezerlerdi. Bu arabalar kırda bayırda kullanışlı olmadığından köyde bulunmaz, ancak çerçiler geldiğinde görülürlerdi. Tek atla çekilenleri de vardı; ama çerçilerin yükü fazla olduğu için çoğunlukla çift atla çekilirlerdi. Bazılarının üstü bez bir siperle kapalı olur, çoğunluğu da açık bulunurdu; yalnız kısa kenarlı kasasının altında, yaylarının arasına gerili bir file depo olarak düzenlemiş çerçi arabalarına sık rastlanırdı. Oraya daha çok köylüden aldıkları ip çorap eskilerini ve az yer kaplasın diye büküp attıkları bakır ve alimiyon eskilerini koyarlardı.

    Çerci arabalarının kasasında bulunanlar tamamıyle kadınlara yönelik incik boncuk, küçük ev ve mutfak eşyaları; genç kızların çeyiz işlemelerinde kullandığı kumaş, iğne-iplik gibi malzemelerdi. Bununla beraber şimdi akla gelmeyecek şeyler de satarlardı. Mesela diğer bütün züccaciye malzemelerinin yanında baş kili de bulunabilirdi. Yahut çocuklar için cazip şeker bulunduran çerçiler vardı. Arkasında horoz resmi bulunan yuvarlak teneke kapaklı bir ayna almıştım ben.

    Bir çerçici arabası, kadınların rahat hareket edebileceği mesela bir fırın yanında durduğunda kadınlar hemen başına toplanır; alan alır, almayan alanların aldıklarını inceler, eğlence gırla giderdi. Belli aralıklarla gelen çerçiciler genellikle tanıdık olduğundan veresiye alışverişler de olurdu. Her fırının başında bir saat eğlense, koca köyü bir günde dolaşamaz, ertesi gün veya günlere kalırdı.

    Arabayla değil de eşek veya katırlarla dolaşan satıcılar vardı. Bunlara çerçi denemez, demiyoruz da zaten. Ne satıyorlardı? En meşhuru iğde-buynuz. Keçiboynuzu yani. Akmaz kokmaz, bayatlamaz bozulmaz şeyler. Bazen de mevsiminde döngel veya armut. Bizim köydeki eşeklere semer vurulmazdı, biz semeri bu satıcıların hayvanlarında görürdük. Baya da ilgimizi çekerdi. Semerin iki yanına sarkan koca sepetlerin altındaki hayvana çocuk kalbiyle üzülüverirdik. Semer ve sepetlerden sonra dikkatlerimizi çeken üçüncü şey, ancak ele alınınca birşeye benzeyen el terazisiydi. Galeycikli olan bu satıcılar da Eğret'te birkaç gün kaldığı olurdu.

    Çerçiciler köyde kalacaklarsa doğal olarak odalara yönelirlerdi. Daha önceden de gelmiş bildik birisi ise alıştığı odaya gider, değilse uygun birini bulurdu. Odada konaklamanın usulü bellidir. Araba odanın önüne çekilir, hayvanlar ise damına. Hayvanların ve çerçicinin yiyeceği oda sahibinin boynunadır. Yemekten sonra gece geç vakte kadar oda ahalisiyle oturulur, vakti geldiğinde cemaat dağıtılarak misafirin yatağı yüklükten çıkarılıp serilir. Sabahleyin çorbasını içtikten sonra da işine bakar. Bütün bunlar için ondan bir ücret talep edilmez. Yalnız o isterse sattığı şeylerden münasip bir şeyi odaya bırakıp da gider.

    Sene kaç bilmiyorum, bir çerçici ilk gün köyü dolaşamayıp ertesi güne kalınca, akşam üzeri epbabının odaya varır. Burası Macur Ali (Öncül)ün oda olarak bilinen yerdir. Ertesi gün işe çıkamaz; çünkü öyle bir kar yağar ki göz gözü görmez. Aksi gibi yağış durmaz, sonraki gün de öyle devam edince çerçici ne işe çıkabilir ne de memleketine dönebilir. Yollar kapanmıştır. Mecburen hayatına odada devam eder. Rahatı yerindedir ama cansıkıcıdır bu hayat. Allah var, Macur Ali de rahat ettirmek için elinden geleni yapar. Hem kendisine hem de atlarına bakar. Evde ne pişiyorsa misafirine, kendi mallarına ne veriyorsa onun atlarına da aynısını verir.

    Gel gör ki kar kalkacak gibi değil. Çerçici odaya gireli tam 16 gün olmuş. O yıllarda sabahları mutlaka çorba içiliyor. Taharna, oğmeş, toyga... derken zaten kaç çeşit çorban var ki. Her sabah tepside odaya gelen taslar birbirine benziyor. Fakat o gün farklı bir çorba bulunan tepsiyle Macur Ali odaya girdiğinde çerçici daha kalkmamış. Yorganı başından sıyırarak hafifçe doğrularak:
    -Ali Ağa tepside ne va? diye sormuş. Ali Ağa cevap vermiş:
    -Uzun uzun yol çorbası!... Bunu duyan çerçici ise:
    -Gıvrıl gıvrıl yat çorbası!... diyerek hızla yorganı başına çekip kıvrılıp yatmış.

    Meğer o sabahki menü, şimdikilerin sakalaçarpan dediği, hamıraşılı mercimek çorbasıymış.

    İlginçtir, aynen çerçiciler gibi bir kitapçı da 1950'li yıllarda Eğret'te görünürmüş. Eskişehirli Musa olarak biliniyor. Memleketinde bir kitapçı dükkanı varmış. Katırına yüklediği kitaplarıyla sürekli dolaşır, belli aralıklarla yolunu Eğret'e düşürürmüş. Galiba yılda iki kez gelirmiş; biri harman vaktine, diğeri karakışa denk gelirmiş. Kitapların yanında koku gibi fazla yer kaplamayacak şeyler de bulundururmuş. Kitap siparişi alır, altı ay sonra onları temin edermiş... Tabi kitaba ilgili hazır müşteriye hitap ediyor, bu yüzden Eğret'teki müşterileri de Hocalar...




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder