Konvoyun önündeki taksi gelin arabasıdır. O yıllarda köyde bir kaç tane bulunan otomobile genel olarak taksi denirdi. Onlardan birisi, millet telaşla sağa sola koştururken bir köşede sahibi tarafından balonlarla, kurdelalarla süslenmiştir. Öne, kaputun ortasına da bir oyuncak bebek oturtulunca gelin arabası hazırdır.
Gelin arabasından minibüsler, sonra traktörler sıralanırlar. En çok da traktör olurdu konvoyda. Bazıları römorksuz filan katılırdı, onlar konvoyu bozan tehlikeli hareketleri sebebiyle sürekli uyarılırlardı. Tek tük atlılara da rastlanırdı, ama onlar asıl icraatını yaklaşık bir saat sonra yapacaklar...
Düğün konvoyunu teşkil eden her araca bir görevli peşkir (sonraları havlu) bağlar. Bu peşkir, o araç sahibinin düğüne katıldığını belgeler... Herkes bindikten sonra konvoy hareket edecek... Gelin arabasına, gelinin kayınpederi, kaynanası ve görümcesi biner. Diğer kadın ve çocuklar minibüslere doluşur. Çalgıcıların yeri bir traktör römorkudur. Diğer moturarabalarına da her düğünün olmazsa olmazı köyün oğlan çocukları biner. Biz de hasbelkader oralarda bir yerde olurduk...
Unutmadan... Daha önce sözünü ettiğimiz heybeli dayı/enişteye de burada önemli iş düşüyor. Gözleri çerez ve meyveyle dolu heybesini alır, bir minibüsün tepe bagajına kurulur. Onun vazifesi, hareket halindeyken kimi görürse o tarafa çerez saçmaktır. Araçların önüne saçmasa iyi olur, bir kazaya sebep olmamak için... Bir de çamura değil de kuru yerlere atsa keşke...
Yürüme zorluğu çekmiyorsa gelin çıkarmaya gidecek erkekler araçlara binmez. Yürüseler konvoydan önce kızevine varırlar çünkü... Konvoy ise asıl uzun güzergahı gelin aldıktan sonra turlayacak; ama çalgılarla kornalarla kendilerini duyurarak yollarını uzatırlar. Yaya düğüncülerle hemen hemen aynı anda kızevinin önünde olunur...
Davullar en tempolu gelin havasını çalarken, konvoy boşalır; herkes gelinin çıkacağı gocagapıya odaklı sıralanmışken kızevine mensup bir genç elinde tepsiyle lokum ikram eder. Düğüncü, aldığı lokumu ağzına atmadan, diğer elinde hazırladığı bahşişi tepsiye bıraktığı anda sıradaki diğer düğüncüye geçer...
Bu arada içeride neler olup bittiği görülmez. Çünkü gelin arabaya binene kadar görünmesin diye iki yana habadan duvar tutulur. Habanın, çadırın ardını görebilen bir göz olsaydı şunlara şahitlik edecekti: Ak gelinliğinin beline kırmızı bir kuşak bağlanmış bekleyen gelin, çevresinde belli belirsiz hıçkırıklar uzaktan hoş gelen davul sesine karışıyor... Babası, kızının ak eldivenli elinden tutmuş bir kapıdan çıkarıyor ve az ötede bekleyen kayınpederine teslim ediyor... Burada hoca 'amin' deyip el kaldırdığında, 'amin' sözü dilden dile aktarılıp bir anda dışarıdaki en uzak noktaya kadar ulaşıyor. Görmedikleri bir yerden gelen emre uyarcasına çalgılar o anda susuyor. Kısa bir sessizlikten sonra aynı gizemli yoldan bu kez 'fatiha' sesleri ilerliyor. Fatihaya karışan eller yüze sürülürken çalgıcılar çoktan moturarabasındaki yerini alıp çalmaya başlamıştır. Aynı anda haba perdesini tutan eller biraz daha gerilip gelin arabaya bindirilir... Herkes yerlerine koşuşturur, ama gelin arabası hareket edemez. Neden? Çünkü gelinin küçük kardeşi yahut ona denk biri arabanın önünde kımıldamamaktadır. 'Arabanın önüne durmak' diye bir deyim var, işte bu onun ta kendisidir... Kayınpeder ve sırasıyla diğer güveyi yakınları onun gönlünü edecek miktarı verene kadar çekilmez... Ancak ondan sonra gelin arabası hareket eder ve konvoy da onu takip edecektir. Kornalara basılır, çalgılar zaten hiç susmaz, heybeli dayı sağa sola saçar da saçar...
Gelin çıkarıldıktan sonra düğüncülerin bir kısmı işine bakarken, diğer bir kısmı da oğlanevinin yolunu tutar. Lakin konvoyda araçlara binenler için epeyce maceralı bir köy içi güzergahı vardır. Maceranın sebebi şu: Yolun bir yerinde gelin arabasının önüne geçme adeti var... Bu adete göre arabanın önüne geçmek için kız evinden olma şartı yok, herkes önüne geçip kayınpederden bir şeyler isteyebilir. Gelin arabasının şoförü bu gibi durumlara hazırlıklı olduğundan kendisine uygun bir güzergah belirler. Avcı ne kadar al bilirse, tavşan o kadar yol bilirmiş; lakin bu öylesi değil... Delece, döşme, sürgü vs. ile yolu kapattılarsa mecbur duracaksın... Arabanın önüne geçenlerin kayınpederden ne kadar aldıklarının bir önemi yok, maksat eğlence olsun... Köyün bir kaç yerinde arabanın önüne geçilebilir...
Kim evlenirse evlensin ve kızevi ne tarafta bulunursa bulunsun, konvoy bir şekilde yolunu Tekke'den geçirir... Sığıreğleğine gelindiğinde mutlaka dua edilip Hacı İbrahim Dede'ye Fatiha okunur. Bu esnada çalgıların susması, kornalara basılmaması, sessizlikle manevi bir ortam oluşması sağlanır... Bazen bu duraklama Dedebaşı'ında ve Uyuşak Dede Tekkesinde de tekrarlanır...
Köy içinde yeteri kadar gezdirilen konvoy, bazen de Macur (Cumalı) yahut Bayramgazi'ye kadar varıp gelir... Eski asfaltın işlediği o yıllarda trafik fazla değildi ve bir düğün konvoyu o yola yük olacak değildi. Gelin arabasının şoförü ve yanıbaşındaki gayınta (kayınpeder)in coşkusuna göre böyle güzergah değişiklikleri olabilirdi. Böyle zamanlarda en çok eğlenen biz olurduk herhalde... Köyden çıkıp yeni yerlere gitmek... Değişik şeylerdi...
Biz çocukların yaşadığı heyecan, bugünün nesli için anlamsız gibi görülebilir... Anlattığım 1970 döneminin konvoyu, şimdi onlara ilkel gelebilir. 'Gelin ata binmiş, ya nasip demiş' atasözünü düşünsünler. Bir zamanlar elli yıl öncesinin konvoyu da yoktu...
1921-22 Yıllarında Eğret işgal altında... Yunanlar o sene evlenmeyi yasaklamışlar... Gödecinmısdık da Körüslerin Nazik'e nişanlıymış... Babası Çanakkale'de kalan Nazike, neredeyse kimsesiz; bu yüzden evlenmeleri şart... Gerinin içinde, samanlar arasında getirmişler gelini... Ne düğünü, ne konvoyu, ne gelin arabası...
Konvoyu kendi haline bırakıp oğlanevinde neler oluyor oraya bakalım...
Gelin indirme konvoyu ayrıldıktan sonra, birer elleri kınalı güveyi ile sağdıç, içine çerez çıkılanmış çevre/mendil diğer ellerinde gocagapının üstündeki dambeşe çıkarlar. Tam gelin kapıdan girerken atacakları bu çevreleri kapmak için toplanmış bir sürü çocuk olacak... Önceleri sadece çerez doldurulan çevrelere, sonradan para sıkıştırıldığı oldu; hatta bazı zengin düğünlerinde küçük altın konulmuş çevre atıldığına yönelik söylentiler çıktı. Bu yüzden çevreyi kapmak önemli...
Yukarıda, güveyi ile sağdıcın yanında bir kaç arkadaşı daha bulunur, yalnız değillerdir. Fakat sayıları hiç bir zaman aşağıda pusuda bekleyenler kadar olmaz. Biraz sonra başlayacak savaşta yaylım ateşi ve top güllelerinden sakınmak için sayı önemlidir... Kış günlerine denk gelen düğünlerde hele bir de yerde kar varsa bu savaş kaçınılmazdır. Gelin girip çevre atıldıktan hemen sonra, sulandırılmış kar toplarını bir gülle gibi dambeştekilerin üzerine yağdırırlar. Düşmanın cephanesi bitene kadar süren bu ateşten korunmak için silah arkadaşlarıyla karşı hücuma geçerlerse kurtulma ihtimalleri var... Bu eğlenceli kar atışmasında şakanın dozunu kaçırıp kartopuna taş koyanlar filan da olurdu... Son zamanlarda ise düğünler yaz aylarına kaydığı için damada çürük yumurta atmaya da başlamışlar...
Gelin kapıdan girince 'gelin indirme' olayı bitmiştir... Bu arada heybede kalan giden ne varsa dayı tarafından saçılır. Diğer yakınlar para saçarlar. Kar çamur içinde saçılan paraları toplamaya çalıştığımızı unutamam. Orada kapılan bir kaç lira, paranın değerli olduğu zamanlarda çok önemliydi. Hemen dükkana koşardık...
Gocacaminin Hocası evlenirken saçılan paralar bu konuda dönüm noktasıdır... Trafik kazasında vefat eden İbrahim Hoca yahut Üzeyir Hocanın düğünü olması lazım, ilk defa kağıt para saçmışlardı. 5, 10 ve 20'lik banknotları havada, yerde çamur içinde görüp delirmiştik. Yine demir paralar da vardı; ama kağıtlar dururken onlara bakan mı vardı sanki!... Kağıtlar bitince tenezzül edip onları da topladık... O gün ilk defa çamurlu paraları yıkayıp sobada kurutmuştuk...
Gelin içeri girerken bir koyun, keçi kurban edilir. Taze kesilmiş bu kurban, kapanın elinde kalır... Düğün; Eğret'te yeme ve eğlenmeyle eşanlamlıdır...
Yalnız arabadan inme hususunda sıkıntı çıkarması, taze gelinin kayınpederden bir şeyler beklediğine işarettir. Artık falanca yerdeki tarla mı olur, yoksa bilmem kaç tane koyun mu olur... Bağışlama denilen bu olayla verilen hediyeler, artık ebedi gelinindir...
Gelin indikten sonra kapının önünde oynamayan kalmaz. Davullar final çalgısını büyük bir coşkuyla vurur, düğün sahibi rahatlamış olarak utana sıkıla oynar. Sonra kaşıkları ve meydanı yerinde duramayan başkalarına bırakır... Gelin indirme, bu oyunlarla noktalanır... Çalgıcıların işi de bu son oyun havaları ile bitmiş olur...
Biten sadece gelin indirme yalnız... Düğün devam ediyor...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder