Kakgil gomek, kısaca gelin saçı kesmektir. Yani bir nevi kuaförlük hizmeti. Saçlar kesilirken arka ve yanlardaki perçemlere pek dokunulmaz, sadece uçları alınırmış. O sıralar kadında uzun saç makbul. Yalnız ön taraftaki saçlar daha kısa kesilerek alında kâkül oluşmasını dikkat ediyorlar. Zaten sırf bu sebeple gelin saçı kesmenin adı 'kakgil gomek' olarak kalıyor...
Gelin süslemenin ilk adımı kabul edilebilecek saç kesimi belki bir hafta önce olmuştu, asıl gelin süsleme düğünün son gününde, gelin indirmeden hemen öncedir. Buna gelin yazma deniliyor...
Gelin yazmaya neden bu ad verildiğini biraz düşünmek lazım... Mesela hamur yazmada, bütün hamurun bir ekmeklik miktarlara parçalanarak mendile yayılması söz konusudur. Dolayısıyla hamur yazmanın aslı yaymaktır... Gelin yazmak ise yazı yazmakla ilgili gibi görünüyor...
İlk zamanlarda bu işe eli yatkın bir kadın tarafından gelin yüzü bazı doğal boyalarla süslenirmiş. İlkel anlamda makyaj kabul edilebilecek bu işlemde elbette fırça mırça yok, belki (eskiler bilir) tükürükle çalışan kalemler var... Uzun zaman gelin yazma böyle yerel imkanlarla yapılmış...
Yine yerel imkanlarla yapılmış; ama köyde yerel imkanlar genişlemeye başlamış. 1950'li yılların sonuna doğru kadın öğretmenler de var okulda, onlardan yardım istenmiş. Gelin yazmaya giderken öğretmen ne kadar makyaj malzemesi varsa yanında götürmüş. Hem ilk zamanlarda hem de öğretmenden yardım istendiği dönemde bu işte kalem (yahut ona benzer şeyler) kullanıldığı görülünce adını 'gelin yazma' olarak koymuşlar...
1980 Yılına kadar gelin yazmada baş aktör hep öğretmenlerdi. Şerife Öğretmen ve Hamiyet Öğretmenin defalarca gelin yazdığına şahit oldum. Daha sonra kullanılan malzemeler çoğalıp, kitle iletişim araçlarının yaygınlaşmasıyla, Anıtkayalı bazı kadınların da gelin yazabileceği görüldü. Daha sonrası malum...
Gelin yazılırken, önceden kâkgillenen saçlar da toparlanırmış. Zaten bırakılan kâküller bugün için değil midir... Kuaförün gelin başı yapması gibi bir işlem yani... Fes vazifesi görsün diye, gelinin kafasına bir çorba tası geçiriliyor. Fitire tası büyüklüğünde; ama dibi köşeli bu tas fes görüntüsünde... Tas olduğu anlaşılmasın diye kırmızı bir örtüyle kamufle ediliyor... Gördün mü kızcağızın başına geleni...
Bütün bunlar gelini güzelleştirmek için... Ayrıca bir kaç saat sonra, belki yüz kişiyi aşkın jürinin karşısına çıkacak... Yüzüyle gözüyle, saçıyla başıyla, gelinliği duvağıyla, çantası ayakkabısıyla tam not almalıdır...
Gelin yazanlara bir ücret, hediye verip vermediklerini hatırlamıyorum. Adettendir diye mutlaka bir şeyler verilirdi herhalde...
***
Aynı saatlerde oğlanevinde kına merasimi var...
Cemaat öğle namazından çıkmamış, henüz düğün yemeği başlamamışken kınaya girişilmelidir. Çeñizgaynısı gelmiş, çalgıcılar boşa çıkmıştır. Her şey hazırdır yani...
Güveyi kınası, gelin kınası kadar teferruatlı değildir. Başlar ve çabucak biter. Sağdıcın annesi, yoksa münasip bir yakını tarafından yakılır. Önceden karılan kına, çalgının kına havasını vurmasıyla başlar. Önce güveyinin sonra sağdıcın eline yakılır...
Önceleri bir elin avuç içi ve parmakların tamamını kaplayacak şekilde kına vurulurmuş. 1980'lerden itibaren yalnız baş ve işaret parmağı içine alacak bir bölüme sürülür oldu. Yakma işi bittikten sonra, kırmızı bir bezle kınalı el sarılır... Akşama kadar bu eller böyle kalacak ve ezanla yıkanacaktır...
Kına yakma esnasında güveyi yakınlarının takı merasimi de aradan çıkarılır. Yemek sonrasında gelin almaya çıkmadan düğüncülerin kutlamaları kabul edilir. Bu sırada güveyi ile sağdıcın cepleri paradan şişer...
Henüz ödünç altın adetinin olmadığı o günlerde, düğüncüler gerine gerine gelin çıkarmaya giderlerdi...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder