Hatırlayabildiğim kadarıyla iki evleri vardı. Biri Turabilerin Odanın tam köşesinde, diğeri ise Keliban’ın evin bitişiğinde. Geçenlerde ilkine benzer bir evi, yine tamir edilmiş odanın hemen karşısındaki köşede görünce yıllar öncesine gittim.
Sık gittiğimiz evin yolu üzerindeydi burası. Kıvrım kıvrım dar sokaklardan geçerken bilmem kaçıncı dönüşün köşesinde olurdu. Uygun bir mevsimde isek misafirler çocuklarıyla birlikte evlerindedirler. Çoğu zaman bize görünürler ama görmesek de orada olduklarını biliriz. Henüz yazlıklarına gelme mevsiminde değilsek, onların hatırası o köşebaşında mutlaka yad edilir. Zaten gelmelerine yakın mutlaka yazlıklarının tamiri yapılır. Tamiratı yapanlar yazlığın sahibi mi, yoksa evsahiplerinin yokluğunda ona gözkulak olan bekçileri mi yahut onarım işleri için tutulan işçi mi hiç bilmezdim. Fakat her hallerinden ayrıcalıklı insan tavrı akardı.
(Sözünü ettiğim minare gibi yuvadaki leyleği herkes ‘Kırtişin Leylek’ diye tanırmış. Sonradan öğrendiğim bu lakaba bakılırsa, insanlar onu Eğret/Anıtkaya halkından bir gibi görüyormuş. Hatta ondan bahsederken kapı bir komşularından, kırk yıllık dostlarından söz eder gibi tavır takınıyorlar. Çok şaşırtıcı bir durum.)
Daimi Köy Konuklarının konakladığı başka evleri
hatırlamıyorum. Bahsettiğim iki ev, özel yapılardı. O zamanlarda dünyama yeni
giren eski zaman şatolarına benziyorlardı. Yükseklikleriyle bir de; Yıldırım’ın
bir
Leyleklerin sesini hiç duymadım. Şunların sesini bir tarif et bakalım deseniz öylece kalakalırım. Karganınki kadar kaba mı, culuğunki gibi çirkin mi, serçeninki gibi nazenin mi, yusufçuk sesi gibi boğuk mu?
Bir çeşit balıkçıl oldukları için Çayırlar mevkiinde ve başka su birikintilerinin kenarlarında da uzaktan bakmışlığım vardır kendilerine. Yine de leylek sesine dair kulağımda bir şey kalmamış.
Baharın geldiği, yazın yaklaşmakta olduğu “Cemileler”den
sonra Hıdrellezden önce leyleklerin gelişiyle anlaşılır. Sürüler halinde göç
katarlarının kısa konaklamalarını köy dışında görenler bir müjde verir gibi
anlatır birbirine. 15-
Biz leyleği önce havada görürdük. Güneyden, hep uçakların geldiği taraftan gelirdi onlar da. Sanki yol iz bilmezler de uçağın açtığı yolu takip ederlerdi. Onlar bizim leyleklerimiz değildi ama yine de bize eğlence olurlardı. Gökyüzünde büyük leylek V si görüldüğünde, her şeyden bir oyun çıkarabilen çocuk aklı, hemen yeni bir oyunu kurmuştur. Oyun için gerekli malzemeler: Bir parça bez, (bir erkek mendili olursa iyi olur, olmazsa canın sağ olsun) birkaç portakal çekirdeği, (demek ki kış çıkmamış, portakal bulunduğuna göre) ille de bir arkadaş (hiçbir oyun kendi kendine oynanmıyor).
Büyük V poyraz tarafına çaktırmadan akarken aşağıda bizler; mendilin ucuna tükrüğümüzle beleyip düğümlediğimiz portakal çekirdeklerini sallardık. Sallardık ve şöyle bağırırdık:
Bu tekerlemede söylenen sözlerin anlamını hiç düşünmediğimi şimdi hatırlıyorum. Leylekler göktekiler, çekirdek mendilin içinde. Kel Fatma da kim oluyor? Türkiye’nin başka köylerinde, başka çocuklar da leyleklere karşı bu tekerlemenin başka versiyonlarını söylerken dediklerinin anlamını düşünüyorlar mıydı acaba?
Galiba gökteki büyük leylek V si uzaklaştığında, önce V likten çıkıp sonra görünmez olduğunda, elimizdeki minik çekirdek çıkınını bir dambeşe atardık. Okunmuş üflenmiş, kutsal bir nesne gibi saygı duyarak hem de. Belki onu bir dilek çıkını gibi görüyorduk, belki sonbaharda gökyüzünde bu sefer ters bir V görene kadar tuttuğumuz niyetin, dileğin gerçekleşeceğini düşünüyorduk.
Hepsi de belki… Gözü yukarıda, eli mendilde olan bir çocuk görürseniz dikkat edin; dudağında sevimli, kıpır kıpır bir dua olabilir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder