Anıtkaya'da bu cemiyeti bilmeyen yoktur. Dernekler Kanunu kapsamında oluşturulmuş bir müessesedir. Adını değiştirme gereği duyulmamış, resmiyette "Hayır Cemiyeti Derneği" diye geçiyor diye biliyorum. Adından da anlaşılacağı üzere köydeki bütün hayır işlerini finanse ve organize etme amacıyla kurulmuş.
Ne zaman kurulduğuna dair bir fikrim yok. "Cemiyet" kelimesi yerine "dernek" uydurulmadan önce kurulduğu kesin gibi. Aksi takdirde, sonradan bile adından çıkarılmayan bu kelimeyle anılmazdı.
Tahminime göre, Cemiyetin esası, Tahrir Defterlerinde bahsedilen Eğret Cami-i Şerif Vakfı'dır. Kervansaray ile birlikte inşa edildiği düşünülen Cuma Camisi merkezinde oluşturulan bu vakıf Cumhuriyetten sonra "Hayır Cemiyeti" adıyla faaliyetine devam etti. Bu bakımdan düşünülürse Eğret ile yaşıt bir dernekten söz ediyoruz.
Hayır işi denince akıllara hemen camiler gelir. Arapça ezan yasağı ve Kur'an öğretiminde kısıtlamalar nedeniyle halk dine bağlılığın bir göstergesi olarak cami yapımına sarılmış bir dönem, bu anlayışın yerleşmesinde etkenlerden biri de bu olabilir. Sırf bu amaçla yurdun hemen her yerinde "Cami Yaptırma ve Yaşatma" dernekleri kurulmuş. Anıtkaya bu durumun istisnası diyebiliriz. Elde hazır bir "Hayır Cemiyeti" var, dahasına ne gerek diye düşünmüş olmalılar. Üstelik aslı Cami Vakfı olan bir cemiyet.
Cumhuriyet döneminde sırasıyla Yeşil Cami, Yeni Cami ve Fatih Cami inşaa edilmiş; Cuma ve Goca Cami ile birlikte beşe ulaşan camilerin bakımı üstlenilmiş; üç tane hocaeevi (lojman) yapılmıştır. Bunların her biri başlı başına, bir köyün çapını aşacak büyüklükte projelerdir. En az bunlar kadar büyük bir iş de Goca Cami tamiridir. Ermeni mimar ve ustalar tarafından 19. yüzyılda inşa edildiği tahmin edilen bu cami, taş duvarlı ve çatılı idi. İçeride ise geri ve yan taraflarında ahşap bir ikinci katı vardı. Yan taraftaki trabzanlı çıkıntılar balkon görünümündeydi. 1970'lerin başında elden geçen bu camiye kubbe eklendi ve bahsettiğim iç dizayn kaldırıldı. Daha sonra su sızdırdığı için koca kubbe bakır kaplandı. Bütün bunlar büyük masraf gerektiren işlerdi ve hepsinin arkasında Hayır Cemiyeti vardı. Üstelik daha bahsetmediğimiz bazı hayır işlerini de üstleniyordu Cemiyet.
Peki bütün bunların üstesinden nasıl geliyordu, değirmenin suyu neredendi yani? Elbette bağışlardan. Köy halkının Cemiyete güveni tamdı. Her bağışın sevap defterini dolduracağına olan inancı bu güvenle birleşince verme konusunda cömert davrandı. Eğret halkının nakit varlığı pek bulunmazdı, ayni bağış konusunda ise sınır tanımadı. Akla gelen her şeyini Hayır Cemiyetine bağışlayabiliyordu. Sık sık cami panolarına "Hayır Cemiyetinden satılık tarla, ağaç, dene, araba, hayvan, elbise..." ilanları asılıyordu. İlan metninde satılacak metanın özellikleri, kimden temin edildiği ve satış yapılacak gün belirtiliyordu. Daha eskilerde tellal bağırtılıyor, yakın zamanlarda ise eperlodan ünnetdiriliyordu.
Harman galkdıktan sonra millet denesini eve guyunca hayratcılar çıkarılır, bütün köyü dolaşılıp tahıl olarak vatandaş ne verirse alınırdı. Hatta bunların hayratçı olduğu anlaşılsın diye vatandaşın bağışladığı urba, kilim, keçe gibi şeyler bayrak gibi arabanın bir köşesine asılırdı. İlginç görüntülerdi...
Eski parlak günlerindeki cevvalliğini kaybetmiş de olsa Anıtkaya Hayır Cemiyeti hayatiyetini devam ettiriyor. Son dönem bütün Türkiye'yi saran kötü kokuların esintisi bizim köyden de hissediliyor malesef; fakat her şeye rağmen eski ve kuvvetli bir kökene sahip böyle hayırlı kuruluşları yaşatmalıyız.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder