28 Ocak 2023

Seymanlar


    Anadolu'da her yerin yiğidi farklı biçimlerde isimlendirilmiş. Elazığ'da gakgoş, Erzurum'da dadaş, Sivas'ta yiğido... Bunlar şehirlere has adlandırmalar, bir de bölgelere göre; zeybek, efe, seymen, uşak, kızan gibi mertlik-kahramanlık nitelemeleri var. 

    İç Anadolu'da seymen; Batı Karadeniz'de zeybek, Doğu Karadeniz'de uşak, Trakya'da kızan deniliyor. Her biri ayrı karakteristik özellikler gösteriyor, bunlar coğrafyaya bağlı olsa gerek. Giyim kuşamlarındaki farklılık da öyle... Fakat hepsinin ortak özellikleri; mertlik, cesaret, iyi yürekli olma, zulme başkaldırı, özgürlüğe düşkünlük vs....

    Malum olduğu üzere Afyon, coğrafi bölgeler içinde tam olarak tanımlanamamış bir konumda bulunuyor. İç Anadolu, Ege ve Akdeniz bölgelerinin arasında yer alıyor; ama Ege'nin kovuğuna dahil edildiği için bu bölgeden sayılıyor. Oysa iklim olarak düşündüğünüzde her üç bölge ikliminden izler görebilirsiniz. Yine de Afyon'un iklimi Ege'den ziyade İç Anadolu'ya daha yakındır. Belki bu yüzden olsa gerek 'İç Ege' diyorlar; hem İç Anadolu, hem de Ege...

    Yiğitlere dönecek olursak... Atatürk'ün 27 Aralık 1919 günü Ankara'ya gelişini gösteren resimlerde seymenlerin onu karşılayışları vardır. Burada kıyafetleri hakkında bir fikir edinilebilir, efeler ve zeybeklerinkiyle karşılaştırılabilir. Çok az farklarla birbirine benzedikleri görülecektir. 

    Efelerin diyarı ile seymenlerinkinin kesiştiği nokta olarak Afyonkarahisar şehri düşünülebilir. Bu havalide hem efe hem seymen kültürünü birbiriyle harmanlayabilen önemli merkezlerden biri Anıtkaya olarak görülüyor. 

    Bir defa, 'Efe' kelimesi Anıtkaya'da öteden beri ve halen; övgü, yiğitlik ifadesi, bazen meydan okuma bazen rest çekme, bazen de tatlı tatlı bir olay anlatırken edat olarak günlük hayatta kullanılmaktadır. Türkmenlerden Ali ve Halil Efelere ve onların sülalesine lakap olmuştur. Kısaca Ege'nin efe kültürü Eğret'e uzak olmamış.

    Seymen kültürüne gelince... Bu, son asır düğünlerinde yer bulan bir gelenek olarak kendini göstermiş. Son günlerini böyle geçirdiğine göre, öncesinde önemli bir mazisi olması gerekir. Malesef o kadar derine gidemiyoruz...

    Düğünler, eğlence ve kutlamaya dönük bir faaliyet olması yanında; yarışma ve müsabakalar yoluyla rekabetin kızıştığı, delikanlıların kendilerini gösterme fırsatı bulduğu ve hepsinden önemlisi güç ve kuvvet gösterisine döndüğü bir er meydanı hüviyetine bürünürdü. Bu havaya bürünmesinde seymenlerin rolü inkar edilemez.

    Eğret, kendine has söyleyişle seymeni 'seyman' yapmış; adeta onu Ankara'nın elinden alıp kendi şartlarına uyarlayarak damgasını vurmuş. Artık o Ankara'nın seymeni değil, Eğret'in seymanıdır... Bu söyleyişi Eğret'ten başka bir yerde kulaklar işitmez... Dolayısıyla anlatacağımız seymanlık müessesesi Eğret'e aittir.

    İşin özü şu: Seyman, bir düğünün sancaktarıdır. Düğün boyunca (üç gün) sancağı taşıma şerefi ona aittir. Peşindeki arkadaş grubuyla üç gün boyunca her türlü hürmeti hak eder. Bu yüzden başta düğün sahibi ve sonra diğer düğüncüler tarafından onlara hizmette kusur edilmez. Yemeklerin en yağlısı onların hakkıdır... Düğün alayının önünde yürüme, güveyi ve sağdıca kılavuzluk etme, oyunların açılışını yapma vs. vazifeleri arasındadır. 

    Tabi seymanın en büyük görevi, düğün organizasyonundaki asayişi sağlamak. Yalnız dengeli bir güvenlik olacak bu, bir yandan da düğün eğlencesi ihmal edilmeyecek... Elbette bunu tek başına yapacak değil... Her ne kadar seyman bir kişi ise de kalabalık bir arkadaş grubunun olması tercih edilir. Yeteri kadar adamın yoksa seymanlığı hakkıyla yapamazsın, adın zavallıya çıkar...

    Riskli yanları olsa da kendini göstermek isteyen her delikanlının gönlünde seyman olmak yatar... Yatar ama; ona ulaşabilmek o kadar da kolay değildir. Bir işin taliplisi çoksa, rekabet ortaya çıkar, işler kızışır. Hem bilek gücün olacak, hem de paran olacak... 

    Fiziki olarak güçlü olacaksın, başkalarına meydan okuyacak, gerekirse kavgayı göze alacaksın. Yani cesaret de lazım, belki onun da ötesinde gözükaralık... Seymanlık yarışında çok kavgalar, yaralamalar olmuş...

    Seymanlığın alameti sancak taşımak... Gocacami'de muhafaza edilen ve tarihi/manevi kıymeti olan sancağı almak için de bir rekabet lazım. Kırkpınar Ağası seçer gibi açık artırmaya giriliyor. O zaman bir caminin sürekli ihtiyacı olan iki şey var: Gazyağı ve kefen... Ölüm durdurulamadığı, kandiller de söndürülemediğine göre bu ikisine ihtiyaç hiç bitmiyor. Seymanlık açık artırması bunlar üzerinden yapılıyor. Şu kadar teneke gazyağı, bu kadar top kefen... Açık artırmayı kazanan sancak taşıma hakkının sahibi oluyor, yani seymanlığın... Falanca düğünün seymanı filancaymış... Forsa bak...

    Apdıramanların Körhalil altı yedi evlilik yapmış ya... Dediklerine göre ilk evliliğinin düğününde seymanlık geleneğinde ciddi bir değişiklik yaşanmış. Tarihte ilk ve tek olarak seyman üç kişilik bir kadrodan oluşmuş...

    Körhalil ile Körhoca zaten hala-dayı çocukları, gelin de Körhocanın kardeşi olunca iş biraz Veyislerin düğünü gibi oluyor. Doğal olarak Delimamın Ali, kendini peşin peşin Seyman ilan etme vaziyetinde... Fakat düğün kimin olursa olsun, seymanlık rekabet ister... Gobakların Hilmi/Halil havadeğişimine gelmiş askerden. (Hilmi, Körkemal ve Garabacağın emmisi oluyor.)... Abileri 'Belki bir daha bu fırsatı bulamaz, Hilmi olsun' diyorlar... İş biraz da mahalle kavgasına kayar gibi oluyor, seyman o mahalleden olacak, yok bu mahalleden olacak... Delimamın Ali'nin ardında on onbeş kişilik bir manga var, pabuç bırakır mı... Ovalıların Odanın önünde böğrekliyi çıkarıp yere saplıyor... Efelik yaparak, 'sancağı alacağı duman ederim' demeye getiriyor. Biraz da ağzını bozuyor galiba... Gobaklar tarafı bu meydan okumaya gülerek karşılık veriyor ve 'Sen yalnızsın biz ise üç kişiyiz, aklını başına al' diye uyarıyorlar... Tabi Ali olanlardan habersiz, dönüp ardına bakıyor ki kimse kalmamış. Güvendiği arkadaşlarından biri bile yok... Böylece Gobakların üç kardeş ihaleyi kazanıp seyman oluyorlar ve Körhalilin düğün boyunca sancağı aralarına alıp üç kişi taşıyorlar...

    Seyman olmak için güç kuvvet lazım dedik ya... Sadece rakipleri alt etmek için değil, gerçekten sancağı kaldırıp taşımaya iyi pazu gerekiyor. Kütüklüğüyle beraber o sancağın ciddi bir ağırlığı var. Kumaşı kalın dokuma, ebadı büyük ve sırma işlemeli... Şimdiki bayrak kumaşı gibi düşünmeyin. Direği de sağlam ağaçtan yontulmuş; belki ardıç, belki bir çamın özü... 1970'li yıllarda hacı uğurlama, karşılama törenlerinde çıkarırlardı, görmüştüm. Yani herkesin harcı değil sancak taşımak... 

    Bu yüzden seymanlığa; kalıplı, iriyarı, kabadayı kimseler talip oluyor. Son dönemde en sık seyman olan kişi Omarcıkların Feyzullahın Dilsiz (Osman) imiş. Gösterişli, fizikli biriymiş; bıyıkları çekip kaytana çevirince tam seyman olur, sancağı teslim alırmış... Aynı şekilde Kilci de çok seyman dururmuş...

    Tabi Körhalilin düğünden itibaren, artık sadece sancaktara değil bütün gruba seyman deniliyor. Düğünlerde seymanlar yine en gözde kişiler olmayı sürdürüyorlar. Zamanla eline silahı, kılıcı, böğrekliyi alanlar, bazen 20-30 kişilik seymanlar grubunu oluşturdular. 

    Seymanların içinde son dönemlere kadar yine de bir hiyerarşi vardı. Bir defa sancaktarlık yine bir ayrıcalıktı, ancak artırmayı kazanan sancağı taşıyabilirdi; o gelenek bozulmadı. Seymanların içinde 'Bıçakçı' adını verdikleri bir görevli geliştirildi. Elinde sürekli kocaman bir bıçakla dolaşırdı. Görevi, seymanları düğün sahibi veya düğüncüler nezdinde temsil etmekti. Seymanlara yemek temin etmek, onların ne zaman nerede bulunacaklarını ayarlamak ve oynanacak vakitte oyuncu seymanları hazır etmek gibi başka görevleri de vardı... 

    Gelin yabandan gelecekse seymanların yükü biraz daha artardı. Çünkü işin içine bir de Eğret'in şanı giriyordu. Orada iyi oyun çıkarılmalı, sancak daha diğrek tutulmalı, naralar daha yüksek atılmalıdır... Elbette ona göre tedbirler alınıyordu... Bana anlatıldığına göre başka yerlerde bizdeki seymanlar yokmuş. Varsa da ancak Eğret seymanlarının taklidi gibi dururlarmış. Bu yüzden başka bir köye giden Eğret seymanları, oralılara hep parmak ısırtıp dönerlermiş...

    Her şeye rağmen seymanlar arasında da istenmeyen olaylar yaşanırmış. Bir zamanlar düğün asayişini sağlama görevini yüklenen bu kimseler, bazen asayişi bozan durumuna da düşmüşler. Mesela Doğvellerin Veysel'in düğünde Çatalçeşme'de seymanlardan ikisi kavga etmiş, birbirlerini darb etmişler. Bereket, birden parlayan bu sevimsiz olayı diğer seymanlar anında bastırmış; düğünün neşesine gölge düşmesine meydan vermemişler...

    Akıllarda kalan en hareketli düğünün Hakkıların Kahveci Süleyman'ın düğünü olduğu söyleniyor. Bunun sebebi de yine seymanlarmış... Dediklerine göre, düğünün seymanları (ki çoğu güveyinin arkadaşlarıdır) askerden izinli gelen askerlermiş. Hepsi de eğitimli olduklarından askeri gösteriler yapmışlar. Çolakların Mehmet Ali, süvari olduğu için atıyla katılmış mesela... Kimi Bahriyeli, kimi Havacı; bazısı Komando, bazısı Jandarma; hepsi rengarenk üniforma  ve silahlarıyla gösteriler yapmışlar. Şarapçı, Çavuş olarak bu yarı askeri seymanlara komuta etmiş... Hasılı kelam dillere destan bir düğün olmuş...
     ...
     Ben seymanlar devrini bilmiyorum, bunları dinlediklerimden derledim. Herhalde 1950'ler sonunda bu gelenek sona ermiş. Seyman durma, sancak açma tamamen bitmiş gibi... Düğün evlerine direkte bayrak asma adeti, sancak camiye hapsolduktan sonra başlamış olmalı. 

    Şimdi koca koca albayrakları sallandırıyoruz ya binalardan... Bir de Anıtkayalı gençlerin oluşturduğu efeler ekibi var... Bugünün düğünündeki bu iki unsur, seyman ve sancağın yadigarı gibi duruyor...

    NOT; Resmi internetten buldum; altında 'EĞRET (Anıtkaya) Köyünün DELİ HASANI' ibaresi vardı. Sonradan öğrendik ki Naymelerin Hasan Kırbaç imiş...



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder