Eğret eskiden beri adeta bölgenin tahıl ambarıymış. Kıraç coğrafi yapısı, karasal iklimi, kışın biriken bol kar suyundan sonra 'baharda yağsa da olur yağmasa da' rahatlığına alışık arpa buğday ekimine yönelmişler. Arazi de geniş olunca devlete ödenen vergilerde Eğret hep ön sıralarda yer almış.
Eskiden neredeyse tarlalara yakın miktarda çayırlık alanlara sahipmiş Eğret köyü. Kışlık hayvan yiyeceğinin bir kısmı buraların otları kurutularak karşılanıyormuş. Ama samanın yeri ayrı... O kadar deneyi kaldırdıktan sonra ortaya çıkan saman atılacak değil. Otluklara ot yığılırken samanlıklara da saman depiliyor...
1840-1900 Yılları arasına ait bazı miras paylaşım belgelerinden anlaşılıyor ki o vakitlerde dene kadar kıymetliymiş saman. Bazılarında araba, bazılarında geri hesabıyla belirtilen saman, bazı belgelerde ise birim ve miktar belirtilmeden kayıtlara geçmiş. Her nasıl olursa olsun vefat olayı bahar aylarında değilse, terekede az veya çok mutlaka saman bulunuyor.
Şu bir gerçek, Eğret'te arpa buğday üretiminden daha fazla onların samanı çıkıyor, bu yüzden de eskiden beri samana büyük değer atfedilmiş. Bundan ticari anlamda kazanç elde edilip edilmediği bilinmiyor. Yalnız kendi yiygisi nasıl ki buğdaya dayanıyor, aynen bunun gibi ileşberliğin temeli olan hayvanın yiygisi de saman kabul edilmiş. Bu yüzden olsa gerek harman yerinde buğday tane tane devşirilirken, saman da gerekirse avuç avuç toplanmış; ziyan edilmemiş.
Öncesini bilemiyoruz, ama Cumhuriyet'ten sonra saman satıp harçlık edinme Eğretlilerin belirgin bir ticari hareketi olarak görülüyor. Arabayı tutup (saman doldurup sarmaya 'saman tutma' deniliyor) Afyon ve ova köylerine yöneliyorlar. Ova toprağı az ve meyve sebzeye daha yatkın olduğundan onların samanı hiç bir zaman kendilerine yeterli gelmiyor. Böylece takviye Eğret tarafından geliyor. Hem ovalıların saman ihtiyacı karşılanıyor hem de Eğretliler para kazanıp başka ihtiyaçlarını gideriyor.
Sadece ova köyleri değil, Eğret kadar ileşberlik imkanı bulunmayan dağ köylerine de saman götürdükleri olurmuş. Bunların birinde bir araba saman karşılığında bir araba tahta alıp dönmüşler. Samanın ne kadar değerli olduğunu söylüyoruz, bu örneği de onun için verdim. Bilenler kıyaslıyor, bu alışverişe göre saman bugünkünün beş altı katı daha değerliymiş.
Selimoğlu İsmail Ağa'ya otuzlu kırklı yıllarda 'Samancı' lakabı takılmasının tek sebebi bu saman ticaretiymiş. Öküz arabası, at arabasıyla saman satan çok kişi varmış, ama bunların öne çıkanı İsmail Saçak olmuş. Sülalesi hala bu lakapla anılıyor.
Genellikle bir gün önceden saman tutuluyor. Harman zamanında samanlığa depilen samanı, ihtiyaç döneminde arabaya yükleyip satışa hazır hale getirmeye saman tutma denildiğini söylemiştik. Buna özel yüksek saman tahtaları var, onları önceden arabaya vurmak gerekiyor. Gergiler çekilip aynı yükseklikte ön ve arka kapaklar yerleştirilmeli. Yani evvela araba hazır olmalı. Aslında bu tahta ve kapaklar da yeni sayılır, Tahtalı Mehmet Ün'den önce geriye yükleniyor saman. Geride ise yan tahtaya, kapağa gerek yok, sadece geri kulaklarını tutup gerdirmek için uzun sırık/direkler olsa yeterli. Ölçü birimi de bu duruma göre değişiyor; iki tahta saman veya üç geri saman gibi... Her neyse, arabaya gündüz gözüyle saman tutulur; hedef yere göre gece yarısı yahut sabaha karşı yola çıkılacak vaziyete getirilirmiş. Varacağın yere sabahleyin varacaksın...
Yarımağa İbrahim Soylu 1953 gibi bir araba yaptırmış, tam 330 liraya mal olmuş. Bu fiyatı dört tahta saman ile ödemişler. Anlıyor musun günümüzden yetmiş yıl önce samanın kıymetini, ve ileşberin dünyasındaki önemini...
Pilot Mevlüt Soylu yedi sekiz yaşlarındayken bir samancılık macerası yaşadığında, babasının bu kadar liraya yaptırdığı araba da işin içindedir. Toplam dört araba ve dört kişiler. Sağırların İbrahim Sancak ile oğlu Ahmet ve Yarımağa ile oğlu Mevlüt... Saman tutulmuş, arabalar yüklenmiş, öküzler koşulmuş. Akşama doğru yola çıkmışlar, çünkü Savran'a gidecekler. Sipariş aldılar, yahut dostları var orada. Sabahleyin varmayı planlıyorlar, nereden baksan 10-12 saatlik yol...
Köprülü taraflarına vardıklarında gece olmuş, hava iyiden iyiye kararmış... Kestirim diye o yolu tercih etmişler. Bir de büyükler yolu bildiği için çocuk ile delikanlının içinde korku endişe yok, onlar işin heyecanındalar. Ne kadar bilsen de oraların yabancısısın, karanlığın da etkisiyle yanlış yola girmişler. Tabi girdikleri yolun tersliğini başlarına bir kaza gelince anlayabilmişler.
Çok kötü bir yolmuş, meyil desen meyil değil, hendek desen hendek değil, acayip indirli bindirli bir şey... Arabalar kaç kere devrilme tehlikesi atlatmış. En sonunda bir yere gelmişler, orada İbrahim Hoca'nın arabalardan birinin yastığı kırılmış. Orada öylece kalakalmışlar, üstelik bir de yağmur bastırmış... Gece, karanlık, yağmur ve yolda kaldın; olabilecek bütün aksilikler bir arada... Yetmezmiş gibi nerede olduklarını bilmiyorlar... İbrahim Hoca çok telaşlanmış 'Amanıñ heyvah!... Amanıñ heyvah!...'
Bana olayı anlatan Pilot diyor ki; 'Aynı masaldaki gibi, bi yanda ışık yanıyo, bi yanda köpek ürüyo... Netsez, netsez... Biz köpek üren yere gitdik... Işık yanan yere gidemişiz eyiymiş, ora Balmahmut'umuş...' Böylece köpeklerin ürdüğü tarafa yönelip sabah ezanları okunurken Köprülü'ye varıyorlar. Böyleyken böyle oldu deyip olanları anlatmışlar. İşte o vakit anlamışlar yolu şaşırdıklarını. Köylüler demiş ki: 'Yav siz yanış yola girmişiñiz, ora bizim sap çekdiğimiz gağnı yoludur.' Neyse, olan olmuş, araba devrilince yol gösteren çok olur diye bir söz var, bu da o hesap...
Allah var, Köprülülüler hep beraber gidip arabanın tamirine yardım etmişler. Dökülen samanı geri yüklemiş, ilave talisleri de doldurup eski haline getirmişler. Yerde batan ve ıslanan samanın bir kısmı elbette orada kalmış, dönmüşler geri; sapaktan doğru yola girip yollanmışlar yollarına. Ciddi bir gecikmeyle de olsa Nuh'a varmışlar...
Öküz arabalarıyla böyle saman satmaya gidildiğine göre, daha hızlı olan at arabasıyla samancılığın nispeten yaygın olduğu düşünülebilir. Ayrıca öküzden at arabasına geçiş gibi bir süreç de var. Bu dönemde akşama doğru saman tutulan at arabaları görmek Anıtkaya için sıradan şeylerdenmiş. Yetmişli yılları hatırlıyorum, öyleydi; hatta mübalağa olmasın, bu işe bulaşmayan yok gibidir...
Tabi at arabasıyla samancılıkta o yıllardaki istikamet genelde Afyon idi. Yine gündüzden saman tutulur, yola çıkmak için vaktin geçmesi beklenirdi. Sabah erkenden Afyon'da olacak şekilde ayarlanır her şey. Afyon eski mahallelerinde hemen her evde bir iki inek manda bulunduğu için saman satmakta pek zorluk çekilmez. Çoğunlukla yeri hazır olanlar biraz geç vakitte varsa da olur. Saman yıkıldıktan sonra varsa diğer işler görülüp akşam olmadan köye dönerlerdi.
Afyon'a dolu arabayla giderken yolun en tehlikeli kısmı Bayramgazi sonrası Araplı rampasıydı. Dar ve dik rampanın inişi çok kazalara sahne olmuş. Mesela Aşşık Halil Omak orada geçirdiği kaza sonrası bacağını kırdığı ve bir daha da kendini toparlayamadığı söyleniyor. Büyük Dayım Manavların Turabi Ahmet Öztürk de oradaki kazada hayatını kaybetti. İçine büründüğü yorganla birlikte yere savrulmuş, üzerinden bir kaç araç geçtiği de söyleniyor. 18 Ekim 1979 Perşembe öğleye doğru cenazesiyle birlikte Palavur'un atları avluya çekmesi hala gözümün önünde...
Motur/taraktörlerin çoğalmasıyla birlikte onlar da zaman zaman samancılığa yöneldiler. Fakat bu yukarıda anlattığımız öküz ve at arabalarıyla saman tutup satmanın aynısıydı. İhtiyacı kadar, harçlık edecek kadar saman satmaktan ibaretti. Elbette römorka bir kaç tahta saman yüklemiş oluyorsun, sadece işin boyutu biraz değişmiş oldu.
Samancılıktaki asıl boyut değişikliği tam da bu sıralarda ortaya çıkan kamyonlarla başladı. Bu artık kendi samanını değerlendirmek gibi küçük bir şey değil, basbayağı saman ticaretiydi.
Yeni samancılar köylüden samanı daha harmanyerindeyken alıyor, büyük çuvallara çiğneyerek depiyor, sonra kamyona yüksekçe istifleyip Anıtkaya dışına satıyordu. Yeni durumda köylü samanını yine değerlendiriyor, ancak bunu kendi satma zahmetine katlanmadan yapıyordu. Kışın da samanlıktaki samanını yine aynı samancılar aracılığyla satabiliyordu.
Samancılar açısından düşünürsek, iyi para kazanıyorlardı. Özellikle harman vakti durup dinlenmeden sürekli saman sarıyor, satışa gidiyorlardı. Kış döneminde ise yine işleri hafifleyerek devam ediyordu, çünkü hayvancılık var oldukça samana ihtiyaç bitmeyecek... Kısa sürede fırsatını bulanlar kamyon temin edip samancılığa başladı. Akıl almaz bir şekilde Anıtkaya'da böyle bir sektör oluşuverdi.
Sektör oluşuyorsa iş sahası da açıldı demektir. Yevmiye usulü iyi para veriyorlardı, milletin cebi para gördü. Bunları yazan da dahil, bir dönemde saman tozu yutmayan Anıtkayalı çok azdır.
İşin bir yönü böyle... Bir başka açıdan bakıldığında samancılığın Anıtkaya gençlerinin önünü kestiği, onların bir meslek/zenaat sahibi olmasını engellediği, hazır parayı görenlerin başka bir alana ilgi göstermediği gibi görüş bildirenler var.
Çok yaygın başka bir kanaate göre ise bu yeni nesil samancılık hepten haram bir yoldu. Hile ve hırsızlık üzerine kurulmuştu, elemanlarına böyle fahiş ücret ödenmesinin sebebi de buydu, zira patronları adına hırsızlık yapıyorlardı. Pahalı alıp ucuza satarak muazzam 'kar' elde edilmesi mümkün olmadığına göre bunun başka açıklaması olamazdı... Bu görüşü taşıyanların haklılığı, değişik zamanlarda gelen itiraflarla anlaşıldı...
Yolun yanlışlığı apaçıktı, ama sıcak para da tatlı geldi... Artık Anıtkaya samancılığı alıp başını gitmişti. Hızlı bir yükseliş rampasına girilmişti bir kere, durmanın imkanı yoktu... Allah var, Hacıların Şerafettin Azbay ve Gakgidi Halil Oran gibi bir kaç kişinin başlangıçta bu işe yönelmesine rağmen işin vehametini görüp hemen uzaklaştıklarını da belirtmek lazım... Samancılığın yalancı cazibesine kapılmayanlar da vardı yani...
Anafora kapılanların namı aldı yürüdü... Tabi bu menfi anlamdaydı, ama aldırmadılar. Bu kez Anıtkaya adına onlar sayesinde olumsuz anlamlar yüklenmeye başlandı. Buna da pek kulak asılmadı, ama geleceğin karanlık olduğunu görenler samancılık onları bırakmadan onlar bu işi bıraktı. Diğerleri tam yol devam... Böylece bugüne geldik...
Günümüzde durum ne, bakalım: Yine bir kaç samancı var, işleri nasıl bilmiyorum. Duyduğuma göre gittikleri yerlerde Anıtkayalı olduklarını saklıyorlarmış. Ne kötü bir durum...
Buñar'da bir sürü saman yığını var, görmemiş olamazsınız. Onların çoğunun geçen yıldan kaldığını söylersem, saman ve samancılığın bugünkü durumu daha iyi anlaşılır sanırım.