09 Şubat 2021

Sığırcı

       SIĞIR SÜRÜSÜ

Havaların ısınmasıyla birlikte hayvanlar da kırda güdülüyordu artık. Buna da; yaymak, yaylıma çıkarmak, gütmek ve daha kapsayıcı bir ifadeyle bahara koyvermek dendiğini anlatmıştım. Genel olarak öküz gütme üzerinde durmuştum o yazıda, biraz da kazlardan filan bahsetmiştim. Bilinçli olarak bunlarla sınırlı tutmuştum o yazıyı. Asıl anlatacağım köyün sığırıydı ve o konu ayrıca bir yazıyı hak ediyordu.

Her evin süt yoğurt ihtiyacını karşılayacak bir iki ineği mutlaka vardır. Ayrıca bunları gütmeye vakti olmayacağından, köyün bütün ineklerinin topluca otlatılması için hak ile bir sığırcı tutulur. Hak dediğimiz şey sığırcının ücretidir. Sığır güdüm sezonunun sonunda ve harman kalktıktan sonra her hayvan başı anlaşılan buğday, sığır sahibinden tahsil edilir. Ayni olarak tahsil edilen çobanlık ücretinin adı haktır. Bu usulle imam, berber, bekçi gibi görevlilerle de anlaşılır. Sürü çok sayıda inekten oluştuğu için sığırcılar da 3-4 kişi olmalıdır ki sürünün hakkından gelebilsinler. O kadar kişiyi bir işe bağladığına göre sığır çobanlığının kazançlı bir iş olduğu akla gelebilir. Öyle ya, bütün aile bir işe yumuluyorsun ve neredeyse yılın yarısını buna ayırıyorsun. Yoksa neden böyle bir iş yapılsın. Öyle değil tabi. Sığır gütmek Eğret’te en aşağılık işlerden biri olarak kabul edilir, zorunlu olmayanlar da sığırcılık yapmaz. Ekip biçmek için yeterli tarlası veya diğer imkanları olmayan fakir kimseler ancak sığırcılık yapar. Sırf bu kötü algıdan dolayı kimi yıllarda, ihtiyacı olduğu halde insanlar sığır gütmeye yanaşmamış, yabancı sığırcılarla anlaşılmıştır. 

CUMHURİYET VE ZAFER SIĞIRLARI 

Anıtkaya büyük bir köy olduğu için köyün sığırı da ikiye bölünmüştür hep. Zafer Mahallesi ile Cumhuriyet Mahallesinden iki ayrı büyük sığır sürüsü çıkar. 1960'lı yıllarda bir de orta mahalle sığırı  gruplanmış, böylece 3 sığır, 2 de buzağı sürüsü oluşmuş; ama 70'lere gelindiğinde toplam sürü sayısı üçe düşmüş. 

Günlük sığır gütme süreci güneş doğarken sığır sürme ile başlar. Bu, sürünün sığır eğleğinde toplanması olayıdır. Genellikle Zafer sığır eğleği Tekkenin yanı, Cumhuriyet’inki ise Kahvelerin önüdür. Yarım saat içinde bütün inekler toplnıınca sığırcı ne tarafta yayacaksa mevkiye doğru sığırı yönlendirir. Onlar gidedursun, biz sığır eğleğinden bildirmeye devam edelim. Hayvandır bu, ahırdan çıktığı anda başlar sığıreğleğinde beklerken sürdürür s.çmayı. O kadar ki sığır köyden ayrılınca geçtikleri yerler bokluğa döner. Manzara şimdi size iğrenç gelebilir ama; bu o kadar da kötü bir şey değildir. Krizi fırsata çevirmeyi bilenler bu pislikleri toplar, ekmek yazar gibi topaklayıp duvara çarpar. Yaz güneşini birkaç yiyen bok topakları yaz sonunda tezek olarak karşımıza çıkar. İneğin pisliği orada öylece kalmaz yani.

Sığır sürüsü yaylım yerine varmadan uygun çeşme aharlarından bir güzel sulanır. Böylece günboyu yayılmak için her şey hazırlanır. Yaylım yeri vakit vakit değişir. Uzun bir süre dağa götürülür sığır, oraklarla birlikte añıza inilir, günaşıklar bozulunca da oralarda dolaştırılır sonra da sezon bitmiş olur. En uzun süre dağda otlatılırlar. Dağ dediğimiz İblak (İlbulak Dağı) eteklerindeki geniş çalılık alandır. Buranın otu neredeyse bitmez. Belki gündönümünden sonra sararır; ama çok yağış aldığı için tekrar toparlanır. Yine de sürekli burada güdemezsiniz hayvanı, değişiklik ister o da. Ekinler biçilene kadar dağ zorunludur, çünkü tarlalar hasat edilmediğinden başka geniş alan yoktur. Peki belki bin baştan oluşan sığır sürüsü her gün o dağa nasıl gelip gidiyordu ekinlerin arasından? Çok kolay gidiyordu çünkü yol genişti. Daha doğrusu yol aynı yoldu da iki yanında belki ellişer metrelik açıklık vardı. Yani neredeyse yüz metreye yakın bir genişlikten söz ediyoruz. Dağ yolu böyle bir yoldu ve sığır sürüleri, koyun sürüleri hep bu yollardan geçirilir, sağda soldaki ekinlere zarar da verilmezdi. O yayla gibi geniş yolların günümüzde iki traktör yanyana geçemez halde daraltılmış olmasa başka bir dert ve başka bir yazının konusu.

Sığır ikindi sonrasına kadar otlatılıp ve hayvanlar doyduğuna kanaat getirilince yavaş yavaş köye doğru yönlendirilir. Yavaş yavaş demem sözün gelişi, karnı doyan inek içgüdüsel olarak hızla köye varmak ister. Çünkü köy girişindeki çeşmeden su içecek ve süt dolu memeleri sağılarak veya ahırda bekleyen buzağı tarafından emilerek boşaltılacak, kendisi de bu yükten kurtulacaktır. Her hayvan yine içgüdüsel olarak gideceği kapıyı çok iyi bilir, böğüre böğüre o tarafa yönelir. Eğer inek yeni alınmışsa birkaç gün çeşme önünde sahibi tarafından karşılanıp eve kadar sürülür, böylece evin yolunu öğrenmesi sağlanır.

Bazan buzulêci inek kırda buzular. O zaman sığırcı buzağıyı heybenin gözünde evine götürür ve mal sahibine haber salar ki gelsin buzağısını alsın. Sahibi buzağıyı alırken sığırcıya ayni veya nakdi bahşiş verir, buna çobansalık/çobansalığı (çoban sağlığı) denir.

BUZAĞI/BIZAĞI

İneklerden oluşan sığır sürüsü kırda güdülürken diğer hayvanlar da damda kapanacak değil elbette. Sığır sürüsünde bulunması sakıncalı danalar, buzağılar hatta eşekler, onlar da baharını almalıdır. Bunun için onlara özel yeni bir sürü oluşturulur, çoban tutulur. Bu sürüye de bızağı denir. “Sığırı bızağıyı sürmek” deyimi sabah yapılması gereken işleri bitirmek anlamına gelir Eğret’te.

Sığır gittikten, köyü terkettikten sonra aynı sığıreğleğinde bu sefer diğer hayvanlar toplanır. Aynen sığır güder gibi güdülür bızağı da. Fakat sabah sığırdan sonra çıkar, ikindide ise sığırdan önce döner köye. Maksat buzağı ile anasını görüştürmemektir, yoksa iki sürünün de huzuru kaçar ve de mal sahibine süt kalmaz hepsini buzağı emer. Yine bu sebepten olsa gerek sığır ile bızağı sürüleri birbirinden uzak farklı mevkilerde güdülürler.

Bızağı gütmek sığıra göre daha zahmetlidir. Ağırbaşlı, olgun inekler nerede; burnu havada, isyankar danalar, şımarık buzağılar ve disipline girmez eşeklerden oluşan sürü nerede. Günlük iki saat kadar daha kısa güdülmesine rağmen bızağıcı, sığırcının aldığı aynı hakı alır.

Sığır ve bızağı añıza indiklerinde, Ağustos-Eylülde kurumuş tezekleri toplamanın tam vaktidir. Kışlık yakacağını sırf bundan temin edenler bile vardır. Malesef Eğret'te tezek toplamak da tıpkı sığır gütmek gibi hoş karşılanmayan bir şeydir.

Harmandan kalktıktan sonra artık sığır bızağı gütme sezonu da kapanmak üzeredir. Çünkü añız da yayıldıktan sonra artık tarlalar sürülüp ekilmeye başlanmıştır, yaylım da kalmamıştır. Hak toplama zamanı. Sığırcı kimin kaç hayvanını güttüğünü bilir, kapı kapı dolaşarak ona göre ücreti yıllık ücreti olan buğdayı toplar. Sığırcının harmanı da budur.

Bugün Anıtkaya/Eğret'te sığır sürüsü de yok sığırcı da yok. Evde besi yapılan danalar ve inekler var. Bazıları kurbanlık yetiştiriciliği olarak 20-30 hayvanlık kendi sığır sürüsünü oluşturuyor ve birkaç aylığına dağda konaklıyor. Sığırı hatırlatan başka bir manzarayla karşılaşamazsınız.


08 Şubat 2021

Bahara Koyvermek Mal Gütmek

         BAHARA KOYVERMEK

        Eğret Günlüğünü Hıdrellez Karşılama ile başlatmıştım. Bir yıl sürecek günlüğe rutin işlerden malları hayvanları otlatmayla devam ediyoruz.

Hıdrellez demek yaz demektir. Ve hızır demek de yeşil demektir. Artık tabiatın hakim rengi yeşildir. Ağaçlar yeşillenmiş, tarlalar yeşillenmiş, çimenler postunu sermiştir. Uzaktan İblak (İlbulak Dağı)  görüntüsü bile yeşildir. İnsan, hayvan bütün canlıların gözü dışardadır. Çift sürmek, bahçe bellemek, tohum ekmek, çapa yapmak, hendek atmak vb. İşler için araziye çıkılır, çıkılmalıdır.

Yazın doldurulan samanlıklar boşaldı boşalacak, otlukların dibi kazınalı günler oldu. Hayvanların karnını doyurmasının en ekonomik yolu da tabiata salmak. Hem zaten her taraf otla doldu. Gırañlar, göbüleler, çayırlar ve dağ. Koşum hayvanların semirip güçlenmesi, sağmalların veriminin artması için yeşile doyması lazımdır. Hepsinin ilacı kırlardadır. Buna bahara koyvermek denir. Hayvanı  taze otlarla doyurmak için otlatma işinin diğer adı. İster gütmek deyin, ister otlatmak, yapılan işin genel adı bahara koyvermektir. Burada bahar kelimesinin “yeşil yaprak” anlamının izlerini de görürüz.

ÖKÜZ GÜTMEK

Ben yetişemedim, ama duyduğum bir öküz gütme faaliyetinden söz edeyim önce. Hemen her ailede öküz koşuluyor, bazılarında birden fazla çift öküz var. Bazılarında kele var ki genç öküz demek. Hatta dombey koşanları hatırlarım. Neyse, bu hayvanlarla çifte gidiyorsunuz. İkindiye, akşama kadar ne sürecekseniz çiftinizi sürüyorsunuz. Hayvanlar da çiftçi de yoruldu. Dinlenmek lazım, üstelik hayvanla aç. Yayılarak dinlenmeleri lazım. Köye, eve dönmek yerine daha yakın yaylım yeri olan dağa gidiyorsunuz. Geceyi dağda geçiriyorsunuz, hayvanlar doyuyor siz dinleniyorsunuz. Sabah malları sulayıp tekrar çifte koşuyorsunuz. Köye gidip gelmenin vakit kaybı yanında hayvanlara verilecek saman ve yemden de tasarruf ediyorsunuz. Hem de hayvan baharını alıyor. Bu şekilde çift sürmeye genelde çocuk yaştaki çocukları gönderirlermiş. O kadar ki gece dağda kalırlarken korktuklarını söylüyorlar. Bazı büyüklerinin yanına sığınırlarmış.

Yaylıma evden de çıkılabilir, hatta bu daha yaygındır. Eğer hayvanların işi yoksa kıra çıkılır. Öğle sıcağında hayvan yayılmayacağı için sabah ve ikindi serinliklerinde verimli gütme yapılır. Göbülelerde, gırañlarda hasılı otun bol olduğu yerlerde hayvanlar gezdirilir. Ekinlere yönelen, ziyana gidenler çevrilir; bol yaylımlı taraflara sürülür. Öğle sıcağında mümkünse talvara gidilir. Talvar gölgelik yer demektir; ama Anıtkaya/Eğret’te öğlen molası anlamına gelir. Sıcak arasında eve gidip gelmek mümkün değilse ağaç gölgelerinde hayvanın yatması sağlanır. Yine de bunda bir risk vardır, büylek (büğelek/büvelek) tutma riski. Bu, ısırdığında hayvanlarının canını çok yakan bir böceğin adıdır. Büylek tutan bir hayvan, o koca gövdesiyle soluğu köyde alır. Aslında köye yöneldiği filan yoktur hayvanın, can havliyle içgüdüleri sayesinde bildiği yola yönelir. Çoban için sıkıntı burada başlar, çünkü öküzün eve gittiğinden emin olamaz ki, büylek belasından kurtulursa ziyana dalabilir. Bu yüzden bulup getirmesi lazımdır. Büylek tutan bir hayvan manzarasını size şöyle anlatayım. Amerikan kovboylarının vahşi atı ehlileştirmesini veya boğaya binip rodeo yapma sahnesini düşünün. İşte büylek tutan öküz de aynı o hareketleri yapar ve bulunduğu yer çitlerle çevrilmiş alan değil, uçsuz bucaksız kırlardır. Öküz güdenler sırf bunun için eğer yakın yerdeyse köye talvara gider.

Büylekten bahsedince övüyene de söz hakkı doğdu. Övüyen, büylek belasının tek çaresidir denilebilir. Büylek böceğini yiyen, dolayısıyla onun düşmanı olan bir başka böcek. Aslında sinek de denilebilir. Karasineğin büyüğü ve yeşil-sarı karışımı bir renge boyanmışı. Bu övüyen de at ve eşeklere musallat olmayı sever, eşeğe binmiş birinin çorabı üzerinden ayağını ısırınca çok can yakar, tecrübeyle sabit. Hem büylek hem övüyen Mayıs-Haziran aylarında görülür sonra sessizce sahneden çekilirler.

Öküz çobanının biniti ise eşektir. Uzak yerlerde öküz güdüyorsan bir ulaşım aracına ihtiyacın olacaktır. Eşekten iyisini mi bulacaksın. Hem onun da yayılması gerek. Gerektiğinde başındaki yularla iki ayağı kösteklenerek kaçıp gitmesi önlenir. Eşeğin belki de onu daha önemli kılan özelliği sırtındaki heybedir. Çobanın ekmeği suyu oradadır çünkü. Baharda yeşil/kuru soğan ile belki birkaç domates, yazın ise küçük bir kavun ekmeğin yanında katık olur. Bunlar hep iki gözlü heybede saklanır. Heybenin altındaki bir kepenek aksesuarın bir parçasıdır. Ne olur ne olmaz, her an yağmur dolu yağabilir.

KAZ ÇOBANI

Hayvan gütmek ise mevzu, kaz gütmekten de söz etmeliyiz. Mart sonu ve nisanda yumurtadan çıkan vıdikler (vıdik: kaz civcivi) hıdrellezden sonra güdülmeye başlanır. Ana-babalarıyla sürü halinde dolaşan bu hayvancıklar sulak yerleri sevdiğinden, genellikle çeşme başlarında güdülürler. Omarcık, Buñar, Söğütçük ve Gatçayır belli başlı kaz güdülen yerlerdir. Gatçayır (Kaz çayırı) bundan dolayı böyle adlandırılmıştır. Kaz çobanları genellikle çocuktur.

Burada bir şeyi tekrar belirtmem lazım, benim anlattıklarım Anıtkaya/Eğret’e dair geçmişten bir kesittir. Bugün Anıtkaya’da böyle oluyor anlamı çıkmasın. Zira artık köyde ne öküz kaldı ne öküzle çift sürmek. Öküz gütmek de benim hatıralarımın bir köşesine yerleşmiş fotoğraftır, o kadar. O fotoğraf silinmesin diye yazıyorum. Neyse ki birkaç eşeğin anırtısı ara sıra duyulabiliyor. Bir de kazlar popülerliğini hiç yitirmedi. Su kenarlarında hala kaz sürülerini görebilirsiniz. Sadece bir çoban tarafından güdülmüyor, kendi kendilerine idare ediyorlar.



07 Şubat 2021

Anıtkaya'da Hıdrellez Karşılama

        HIZIR GÜNLERİNİN BAŞLANGICI: HIDRELLEZ

Anıtkaya’da eskiden beri üç takvim kullanıldığını daha önceden resimlerle anlatmıştım. Bunlardan birincisi yaz ve kıştan oluşan iki mevsimlik takvimdir. Yaz mevsimine Hızır günleri denir, 6 Mayıstan 7 Kasıma kadar sürer. Kış mevsimine ise Kasım günleri denir ve 8 Kasımdan 5 Mayısa kadarki süredir.

Halk arasında kullanılan, bilinen ikinci takvim dört mevsimden oluşur.  21 Mart – 20 Haziran arası bahar, 21 Haziran – 20 Eylül yaz, 21 Eylül – 20 Aralık güz, 21 Aralık – 20 Mart kış mevsimidir.

Üçüncü takvim ise şu anda kullandığımız resmi takvimdir. Dört mevsim, 12 aydan oluşur. Aralık-Ocak-Şubat kış, Mart-Nisan-Mayıs ilkbahar, Haziran-Temmuz-Ağustos yaz, Eylül-Ekim-Kasım ise sonbaharı oluşturur. Ben burada, birinci takvimi esas alarak bir nevi Anıtkaya’daki sosyal hayatı ve iş hayatını anlatan bir yıllık çalışma takvimi çıkaracağım. Belki buna günlük de denilebilir. 

HIDRELLEZ KARŞILAMA

Hıdrellez gelmeden yazın gelmeyeceğine inanılan Eğret’te 6 Mayıstan önceki her hava ısınması yanıltıcı olarak kabul edilir bu yüzden tedbir elden bırakılmaz. Giyim kuşama dikkat edilir, çiftçubuk işlerinde yaz başı olarak hep o bu tarih gözetilir.

Aslında Anıtkaya’da yaz mevsiminin yani Hızır günlerinin gelişi bir dini tören yapar gibi kutlanır. Buna Hıdrellez karşılama denir. Karşılanan Hıdrellez midir, yaz mevsimi midir yoksa Hızır isimli dini-efsanevi kişilik midir bilinmez. Belki de bunların hepsinden bir parça vardır Hıdrellez karşılama törenlerinde.

Hızır ile İlyas Peygamberler ölümsüzlük iksirini içtikleri için kıyamete kadar yaşama iznine sahiptirler. Karada yaşayan Hızır ile denizlerde yaşayan İlyas yılın bir gününde buluşup hasret gidermektedir. 6 Mayısta yapılan bu görüşmenin kahramanlarından yola çıkarak güne Hızır-İlyas (Hıdrellez) adı verilir. Hızır (Hıdır) kelimesinin bir anlamı da “yeşil”dir. Yürüyüp geçtiği yerleri yeşillendirdiği için bu ismi almıştır. İlyas ile buluşmaya giderken ayağının değdiği her yer yemyeşil olur. Bu, aynı zamanda bolluk bereketin işaretidir. Hızır gittiği yerlere yeşillikle beraber bereket de götürür. Hele o gün Hızır’la karşılaşıp gönlü hoş tutulursa, duası alınırsa gelecek bir yıllık bereketten tam nasiplenmiş olunur. Çoğu zaman yabancı bir ihtiyar kılığında görünen Hızır’ın insana nasıl görüneceği belli olmaz. İmtihan dünyasında yaşadığımız için en azından 6 Mayıs günü karşılaştığımız herkese iyi davranmalıyız. Çünkü o insan Hızır olabilir. Genellikle yiyecek içecek isteyen kişi eli boş çevrilmemelidir. O gün herkes iyilik timsali kesilmeli, elinden dilinden hep iyilik çıkmalı hiç kimseyi üzmemelidir. Ayrıca mümkün olduğunca cömertlik yapmalı, özellikle başkalarına yiyecek içecek ikramında bulunmalıdır. Hıdrellez karşılamanın özünde yatan efsane budur, bunu bilmeden Anıtkaya/Eğret’teki Hıdrellez karşılama adetinin esprisi ıskalanır.

Bu efsaneye dayanarak Eğret’te 6 Mayıs günü evde durulmaz, kırlara çıkılır. Amaçsız bir kır gezisi değildir bu; Hızır’ı bulma, ona bir iyilik yapıp duasını alma, en azından daha fazla iyilik yapabilme fırsatı bulmaktır. İşte bu arayış, kurumsallaşmış ve zamanla Hıdrellez Karşılama törenleri adını almıştır.

Buna göre önceden ileri gelenler tarafından bir planlama yapılır. Hıdrellez günü kıra çıkılmışken bütün köy yararına bir iş yapılmalıdır. Köprü mü yapılacak, kuyu mu kazılacak, çeşme mi tamir edilecek buna karar verilir. Organizasyon yapılır, görev dağılımı belirlenir, program yapılır. Çalışanlara ve diğer katılımcılara yapılacak ikram için bir gün öncesi, 5 Mayısta hayrata çıkılır. Ayni ve nakdi bağış olarak her şey kabul edilir. Bulgur, yağ, tuz, şeker, ekmek, un, koyun, keçi her şey. Tabi yapılacak iş için her türlü malzeme de sağlanmış olur.

Hıdrellez günü gelir çatar. Gün doğmadan yola çıkılır ve nerede karşılama yapılacaksa oraya varılır. Katılımcıların arasında çocuk bulundurmaya dikkat edilir. Günahsız kimselerin böyle hayırlı bir iş kafilesinde bulunmasından yarar umulur.  Herkes planlandığı gibi işin ucundan tutar.  Yapılacak iş bitene kadar beride koyunlar kesilir yüzülür. Kazanlar kaynar. Genelde etli bulgur pilavıyla un helvası yapılır. İş bitiminde sofra da hazırdır. Yemeğin ardından dua edilir ve biri ezan okur. Cemaatla kılınan namazdan sonra serbest zaman verilir. İkindi gibi köye dönülür. Yetmişli yıllarda katıldığım bir karşılama sanırım Kayraklı çeşmesinin tamiri amacıyla yapılmıştı. Çeşmenin su yolundaki künkleri bulup tamir etmişler ve suyun tekrar çeşmeye gelmesini sağlamışlardı. O kargaşada "Künkleri gunduz dıkamış" sözlerini duyunca bir hayvanın künkleri tıkayabilme durumuna şaşırmıştım. Bahsettikleri kunduzun pülçüklenmiş ağaç kökü olduğunu sonradan öğrenecektim. O gün karaağaçın renginin siyah olmadığı gerçeğiyle de yüzleştim. Meyvesiz ağaca böyle dendiğini de yine yıllar sonra öğrenecektim. O günden aklımda kalan bir başka şey ise Ezanı Yozgun'un okumasıydı. Anlattığım konseptteki son karşılama bu Kayraklı karşılaması olabilir.

Böyle toplu ve organize karşılamaya katılamayanlar da bireysel olarak aileleriyle kırlara çıkar hem işini görür hem de yer içer. Kendince böyle bir Hıdrellez karşılaması yapmış olur. Zira iyilik herkese karşı bir sorumluluktur, aile üyeleri de dahil.

        Tabi bu anlattıklarım 50 yıl öncesinin Anıtkaya’sındaydı. Şimdi Hıdrellez şöyle karşılanıyor. Öğleden sonra ailesini alan Bödünün Çeşme’ye, orada yer yoksa benzer yerlere kendini atıyor. Bir güzel piknik yapılıyor. Güzel Hıdrellez karşılama adetinden geriye kalan bu piknik. Olsun bari, bu da güzel sonuçta. Hıdrellezde piknik olayının Hıdrellez karşılamayla bir ilgisinin bulunmadığını ve bu adetin Afyonlulardan bize sirayet ettiğini söyleyenler de var.


Acıgünek

Mavi desem mavi değil, mor desem mor değil; başka hiç bir varlığa atıf yaparak anlatabileceğiniz bir renk değil, kendine has, yalnız bu otun çiçeğinde görebilirsiniz. Gök mavisi, buz mavisi, çivit, turkuaz, lila vs. hiç biri değil. Şimdi vaktinde değiliz, açınca çiçeğin resmini çekip koyacağım buraya demek istediğim daha iyi anlaşılacak. Anıtkaya’da günek-acıgünek denilen ottan bahsediyorum. Eğret florasının ilk maddesini acıgünek oluşturuyor. Baştan şunu da belirteyim, başka yerlerde güneyik (hindiba) denilen ot ile bizim acıgüneği karıştırmamak lazım, onların güneyik dediğine biz pampırpap diyoruz, onun da vakti gelecek. Şimdilik şu kadarını söyleyelim, güneyiğin daha acısı ve kökleriyle tüketileninin adı acıgünektir ve yazımızın konusudur.

Acıgüneğe dönecek olursak, yeşil olarak tüketilen, temmuz-ağustos-eylül dönemi hariç sürekli bulunabilen bir ottur. Kadınlar bu üç ay dışında vakit bulduklarında ot kazmaya çıkarlar, ellerinde bıçak önceklerini kuşanmış halde. Şimdi öncek yerine poşet alıyorlar, o ayrı. Ellerinde ekmek bıçaklarıyla savaşa gider gibi kadınlar gördüğünüzde bilin ki onlar ot kazıcılardır. Mevsimine ve mevkisine göre kazılan otlar değişebilir; ama en çok kazılanı acımarul ile acıgünek ikilisidir.

Konumuz acıgünek olduğundan ona yoğunlaşacağım. Rengiyle birlikte tadında da kendine has bir acılık olduğu için bu isim verilmiş olmalı. Yaprakları yenir ama sanırım acılığı vere kökü. Gerçekten de buzdağı gibi yerden kocaman kök çıkıyor. Kadınlar otu kazarken kökünü özellikle tercih ediyorlar ve ayıklarken buna dikkat ediyorlar. Ayıklama dediğim şudur: Kazılan otu kötü yapraklar ve diğer çer çöpten temizlemek gerekir ki bu da ayrı bir merasimdir. Bazı kadınlar bunu daha kazarken yaparlar, bazısı kazma işini bitirince oturur bir de otları ayıklarlar. İşte bu işlem esnasında acıgüneğin kökü özenle meydana çıkarılır. Sofraya konmadan önce bu işlemin yapılmış olması gerekir.

Acıgünekteki bu acılık bir şifanın işaretidir. Öyle olduğuna inanılır. Hangi hastalığın ilacı olduğu tam olarak bilinmese de o harika acılığın böyle tıbbi bir gerekçesi olmalıdır. Pek çok ot gibi her derde deva da olabilir, bilemiyoruz. Başka bir gerçek var ki hiç bir işe yaramasa da iştah açtığı kesin.  Kökünü tuza banıp yediğiniz bir acıgüneğin ardından hemen yenisini istiyor nefis. Yemekten önce böyle, lakin bazıları yemek sonrası meyve faslı gibi ot yerler. Bunların vazgeçilmezi de acıgünektir. Hatta bazıları ot yemeyi bir ayin havasında yapar. Ot (tercihen acıgünek) alınır, ıslak ise sallanarak suyu süzülür, varsa kötü yaprakları atılır, yaprak uçlarından tutulup ıslak kökü tuza bandırılır, hop ağıza. Acısına vara vara çiğnenirken bir yenisi hazırlanır.

Ekmekle acıgünek yendiğini bilirim. Bir öğün savulabilir onunla. Belki yokluktan, belki de öyle yapmak hoşuna gittiği içindir; ama bir ekmekten ısırık alıp bir tuzlu acıgünek yiyenleri gördüm. Hatta ben de yedim, bulabilirseniz siz de deneyin. Tuza banmayı unutmayın ama, acısı başka türlü çekilmiyor.

Kendine has çiçeklerine gelince... Tazesini yedikten çok sonra, Haziran sonu Temmuz başı gibi tuhaf çatallaşmış dallarıyla minik bir ağaca döner. Her dalın ucunda her gün bir tomurcuk oluşur ve her tomurcuk her gece çiçek açar. Kuşluk vaktine kadar canlılığını sürdüren çiçekler sıcakta solar ve ertesi günün tomurcuğu oluşmaya durur. Tıpkı akşamsefası gibi gündüzün gebe kalan tomurcuk akşam doğum yapar ve sabah ölür. Bu festival yaz sonuna kadar devam eder.



06 Şubat 2021

Mezer Böğrü

Anıtkaya’nın köy içinde bulunan bazı önemli yerlerini tanıtmak, bu projenin parçalarından birisi. Mezer Böğrü ile başlıyorum.

Henüz evlerde şebeke suyu olmadığından kadınlar su ihtiyaçları için çeşmeye gelip giderken, çamaşır yıkamak için çaydan nöbet kapma yarışı yapılırken, taze bebek bezleri çeşmenin son aharında yıanırken, İstanbul yolu Akkaya’dan değil köyün içinden geçerken... yani çeşme ve çay kadın-kız hayatının merkezinde iken Mezer Böğrü diye bir yer vardı, delikanlıların mekan tuttuğu.

Köyiçindeki eski mezarlığın güney sınırları boyunca, duvardan yola kadar yaklaşık elli metrelik kayalık bir bayır var. Yüksekliği de yirmi metre kadar. Mezarlık o kayalığın üzerine kurulmuş. Kayalık bayırda toprak yok, rüzgarın getirdiği bir avuç toprak taş karışımı oyuklarda üzerlikler çıkıyor öbek öbek. Belki burada yetiştiği için üzerlik yerine bazan mezerlik otu da diyorlar buna. Yeşillik namına başka da bir şey yok bayırda. Bir kaç noktasında bakarken ürperdiğimiz küçük karanlık mağaracıklar var bir de. Bu dik bayıra tırmanmak çok zor ve yorucu. Doğu veya batı ucundan girerseniz boydan boya yürüyebileceğiniz bir  düzlük var duvar kıyısında. Kandil ve arefe ikindilerinde mezarlığa giriş yapmak için bu düzlük kullanılırdı.

Eski duvar yaşlılıktan olsa gerek, yüzyılların yorgunluğuna dayanamaz bazan bel verir, bazan ortadan yarılır yıkılırdı. Bir hayırsever birkaç günde tamir edip ayağa kaldırırdı tabi. Bugün bile hala sağ salim ayakta.

Köyün en önemli su kaynağı o yıllarda hamamın yanındaki çeşmeyle anlattığım bayırın güneybatısındaki iki çeşme. Çamaşırlık merkezi olan Çay da bu çeşmelerin tam karşısında. Hayvanlar çeşmelerden sulanıyor, güğümler çeşmeden dolduruluyor, çamaşır Çayda yıkanıyor. Yollar vızır vızır. Bir de bugünkü kadar işlek olmasa da hemen çeşmelerle Çayın arasından geçen İstanbul yolu var. Genç kızlar görevleri gereği güğümü sırtına alıp çeşme yoluna düşüyor. Delikanlılar ise bahsettiğim bayırda yerlerini alıyor. Yaz günü kaya çakıllarının, kışın yağmur kar çamurun kayganlığıyla ayakta zor durulan bu bayırda beklemekten yine vazgeçmezlerdi delikanlılar. İşte bu bayırın adıdır Mezer Böğrü.

Bugün mü? Bugün durum şu: İstanbul yolu kırk yıldan fazladır Akkaya’dan geçiyor. (Tuhaflığa bakın ki yeni mezarlık tam da yeni yolun kenarında.) Çeşmelerin birine şebeke suyu bağlanmış, diğeri güneş enerjisiyle çalışan bir pompaya bağlı. Herkesin evinde çeşme var, meydan çeşmelerine ne gelen var ne giden. Hayvanlar da evde sulanıyor. Çay önce kullanımdan düştü sonra sağlam duvarlarının üzeri örtülüp mandıra olarak kullanıldı bir süre ve en nihayetinde yıkıldı. Şimdi yerinde bir kaç hurda çocuk park oyuncağı var. Mezarlığa cenaze defnedilmeyeli çok oluyor, Mezer Böğrü ise parsellendi şimdi yerleşim yeri.

Ve insanlar... Çayda çamaşır yıkayan kadınların çoğu öldü. Çaya gitme duygusunu yaşayanların en gençleri nine oldu. Çeşmenin son aharında çocuk bezi yıkamak ne demek, bilen kadın yok denecek kadar az. Sineğipini bağlayıp güğümlerle eve su taşıyan kızların da hayatta olanları ninedir. Mezer Böğründen kızları izleyen gençler de dede.

               

05 Şubat 2021

Eğret/Anıtkaya Sözlüğü

           
        Doksanlı yıllarda bir gün arkadaşlarla çay içip muhabbet ederken, arada söyledikleri bazı sözler dikkatimi çekti, unuturum kaygısıyla hemen bir kağıda not ettim. Eskiden beri kelimelerin sesleri ile anlamları arasında bağ kurmaya çalışır, her kelimenin sesine bir resim elbisesi giydirip zihnimde kodlar böyle kendimce tuhaf oyunlar oynardım. Mesela “delece”ye neden bu isim verildiğini bulmaya çalışırken onu bir ağaç ilistire benzetirim, oradan büyük ilistir diyebileceğimiz kaynatılan bulgurun süzgecine konarım sonra yeni sağılmış sütün süzüldüğü tülbent süzgeçi hatırlarım, derken taze çiğ sütü içerken kendimi bulurum. Tam bu anda kendime geldiğim için, çiğ sütten söz edildiği her vakit zihnimde delece görüntüsü beliriverir. Kelimelerle aramda böyle tuhaf bir ilişki eskiden beri vardır ve bu yüzden köyümde seslendirilen her söz ilgimi çekmiştir. Benim neyi not ettiğimi soran arkadaşlarıma, "söylediklerinizi" cevabını verdikten sonra onlar da her fırsatta bana yeni kelimeler ve sözler getirdiler. İlgimi çeken her sözü not etmeye böylece başlamış oldum.

            Derlediğim sözleri düzgün bir biçimde (alfabetik olarak) temize çekiyordum ama; henüz bilgisayar olmadığından bunu daktilo ile yapıyordum. Gerçi daktilo ile çalışmak zevkli olduğu kadar el becerimi de geliştiriyordu ama; yine de derleme işi devam ettiği için temize çekme işini her seferinde sil baştan yapmak çok zahmetli oluyordu. 1998 Yılında ilk bilgisayarımı aldığımda artık derleme ve düzenleme işi daha zevkli ve kolay hale gelmişti. Bu arada derlenen sözlerin bine yaklaştığını öğrendim, adı üstünde bilgisayar hem kaydediyor hem de benim yerime sayıyordu. Neredeyse kendince küçük bir sözlük oluşmuştu. Duyduğumu, aklıma geleni, ne yaptığımı bilenlerin getirdiği kelimeleri not ediyordum. Bu, 2003’e kadar böylece sürdü gitti. Bu tarihten sonra yavaşlasa da tek tük kayıtlar oluyordu.  Çok istekli değildim bu konuda ama; yine de tamamen bırakmadım, aklıma geldikçe ekledim.

           Başka bir şey daha yaptım bu arada. Çok eski temel kitapları taradım. Bunlarda rastladığım bazı kelimelerin Anıtkaya’da kullanıldığını, büyüklerimden bu kullanışları duyduğumu hatırladım ve bu kelimeleri de not ettim. Divan-ı Lugat-it Türk, Kutadgu Bilig, Dede Korkut Kitabı ilk taradığım kitaplardı. Sonra Ahmet Dinç’in hazırladığı Türkçenin Kayıp Kelimeleri adlı bir kitabı gördüm. Adam görevi boyunca dolaştığı Türkiye’nin birçok yöresine ait sözleri derlemiş. Bu kitap sayesinde Eğret Sözlüğü’ne yeni kelimeler eklendi. Aynı şekilde Ertuğrul Saraçbaşı’nın hazırladığı ve Yapı Kredi Yayınlarından çıkan Örnekleriyle Büyük Deyimler Sözlüğü de çok işime yaradı. İsmet Zeki Eyuboğlu’nun Türkçenin Etimolojik Sözlüğü ile Sevan Nişanyan’ın Sözlerin Soyağacı adlı sözlükleri, şüphelendiğim çoğu kelimenin kökeni konusunda başvuru kaynaklarımdır. Mesela en son bugün,“annat” ile “bulgur” kelimeleri için bu sözlüklere baktım. Türk Dil Kurumu’nun çok sayıda Osmanlıca eseri inceleyerek oluşturduğu Yeni Tarama Sözlüğü sayesinde de Eğret’te kullanılan çok sayıda kelimenin varlığını farkettim. Asıl bomba ise yine Türk Dil Kurumundan: Derleme Sözlüğü. 12 Ciltlik bu dev eser yöresel Türkçe kelimeler için bir derya. TDK’nın bence en büyük hizmeti bu olmuş. Çünkü 1930-40’lı yıllarda, çoğu öğretmenlerden oluşan binlerce gönüllü/görevli derlemeci sayesinde o gün halkın kullandığı kelimeler kaydedilmiş. Bunu yaparken hangi kelimenin hangi anlamının hangi köyde geçerli olduğunu dahi belirtmişler. Eğret’ten derlenen kelimeler de var bu sözlükte. İşte bütün bu kaynaklardan topladıklarımı Anıtkaya’dan derlediklerimle birleştirince dört binden fazla sözden oluşan bir Eğret Sözlüğü çıktı ortaya.

           Sözlüğü hazırlarken titiz davranmaya çalıştıysam da mutlaka eksiklikler vardır. Sözlüğe bakanlar, yav bunun neresi Eğret Sözlüğü, falanca yerde de bu söz var, diyebilir. Haklıdır da. Sonuçta Anıtkaya’da başka bir dil konuşulmuyor. Dikkat edilecek olursa, aynı kelime bile olsa mutlaka yazı dilinden farklı bir yanı varsa buraya kaydedilmiştir. Ya Eğret’te farklı bir anlam kazanmıştır ya da farklı bir şekilde telaffuz edilmektedir. Hiç bir farklılığı olmayan kelimeyi buraya almamaya çalıştım. Tabi asıl zenginliğimizi sadece Anıtkaya/Eğret’e has olan sözler oluşturmaktadır. Zaten sözlüğü hazırlamamın asıl gayesi bu söz varlığının unutulmamasıdır.

           Kelimelerin yazılışında bazı özellikler göze çarpacaktır. Mesela fiillerin mastar eki sesli uyumuna göre  -mak, -mek şeklinde yazıldı. Deyimlerde ise yalnız –mek şeklinde kullanıldı. Bunun sebebi, Anıtkaya’da mastar eki olarak sadece –mek kullanılması, fiil kalın bile olsa –mak biçimine yer verilmemesidir. “Harmandan kalkmak” denmez, “harmandan galkmek” denir. Ben de nasıl kullanılıyorsa öyle yazdım. Yine köyde çok kullanılan “nazal n” dediğimiz, genizden söylenen ve n-g karışımı bir ses olan harftir. Bu harfi (ñ) şeklinde gösterdim. Seslerde karışıklığa yol açan bir de e harfi var. “Gece” kelimesindeki iki e’nin söylenişi farklıdır. İlk e, i sesine yakınken; ikinci e, a sesine yakındır. Bu yüzden ilk hecedeki e kapalı, ikinci hecedeki  e ise açık e diye adlandırılır. Kapalı e diğerinden ayrılsın diye özellikle bazı kelimelerde bunu (é) olarak yazdım. Bir de uzun okunması gerektiğinde (ê) biçiminde belirttim. Bu işaretleri görünce şaşırmamalı.

           Her şeye rağmen eksiklikler var, farkettikçe bunları düzeltiyorum. Öğrendiğimde yeni sözleri eklemeye de devam ediyorum. Uyarılara ve katkılara açığım yani. Nitekim en son sözlüğü Ansiklopedi olarak yeniden düzenleme fikri de kafama yattı. Anıtkaya'ya özgü özel isimlerle zenginleştirdiğimiz yeni hali bu yüzden ansiklopedik özellikler taşıyor. Bu özel isimler, kişilerin herkesçe bilinen lakapları ve Anıtkaya'nın bazı mevki isimleridir. Bu sayede 700 civarında yeni madde eklenmiş oldu. Yine de güncellemeler devam edecek.


 

04 Şubat 2021

Birleşik Zamanlı Kipler

Öyle fiiller vardır ki bir kalıba sokamazsınız, hangi kipe dahil edeceğinizi bilemezsiniz. Daha doğrusu, daha önce sözünü ettiğimiz eklerden birden fazlasının bulunduğunu, aynı zaman ekinin tekrar ettiğini görürsünüz. İki farklı zaman ekinin veya bir haber kipi bir dilek kipinin birlikte kullanıldığına şahit olursunuz. Günlük hayatta da çokca başvurduğumuz bu ifade yolu da aslında bir kalıptır. Böyle kalıplara birleşik zamanlı kipler denir. Örneklerle daha iyi anlaşılır olacaktır. Bu şekilde üç kip var: 

            1.Rivayet Kipi: Öğrenilen geçmiş zaman kipinin eki olan –mış, -miş, -muş, -müş eki ile yapılır. Önce kelimeye daha önce bahsettiğimiz bir basit kip eki getirilir, sonra –mış ekiyle uygun bir biçimde bağlanır. Böylece fiil birden fazla kip eki aldığından birleşik zamanlı; ikinci olarak –mış ekiyle bağlandığından rivayet birleşik zaman kipiyle çekimlenmiş olur. Normalde –mış ekiyle yapılan basit bir kiple başkasından duyulan veya doğruluğundan emin olmadığımız bilgiler paylaşılıyordu. Aynı ek ile birleşik zamanlı bir kip yaptığımızda verilen bilginin doğruluk derecesi yine kuşkulu oluyor. Başka kimselerin aktarımıyla bize ulaştığı için bu kipe rivayet birleşik zaman kipi deniyor. Şimdi sırasıyla bu kip kullanımına örnekler verelim.

    Önce Öğrenilen geçmiş zamanın rivayeti:



    Geniş zamanın rivayeti Anıtkaya’da kullanılmaz. Dilek kiplerinin rivayetine geçelim. İstek, emir ve şartın rivayetleri tek çekimde yapılır ve anlam ancak vurgu ve tonlamayla belirtilir. Yani şu aşağıdaki çekimde hem istek, hem emir  hem de şartın rivayeti vardır. “Keşke”, “madem” anlamları özellikle bu çekimin içinde gizlidir:

    2.Hikaye Kipi: Görülen geçmiş zamanın eki olan –dı ile yaplır. Basit bir kip ekinden sonra bu ek getirilerek fiil birleşik zamanlı yapılır buna da hikaye birleşik zaman kipi denir. Rivayete göre daha gerçekçi ve daha inandırıcı bilgiler aktarıldığı, erçekliğinden daha fazla emin olduğumuz olaylar aktarıldığı için bu ad verilmiştir.  Önemli olan bu kalıbın Anıtkaya/Eğret’te nasıl kullanıldığıdır. Şimdi onları sırayla inceleyeceğiz. Önce hikayenin hikayesi:


    Dilek kiplerinden istek ile şartın hikayesi aynı çekimle yapılır ve anlam vurgu ve tonlamayla sağlanır:



         3.Şartlı Birleşik Zaman Kipi: Basit kipli bir fiile ikinci bir kip eki olarak şart eki (-sa, -se) getirildiğinde şartlı birleşik zaman kipi oluşturulur. Bu kalıpta şarta bağlılık anlamı pekişmiş olur. İlk çekim rivayetin şartı:



  
  Fiil Kipleri>>

     Haber Kipleri>>

     Dilek Kipleri>>

03 Şubat 2021

Dilek Kipleri

 

Dilek kiplerinde kişiye bağlı olarak zaman yerine bir durum kalıbı oluşturulur. Bunlara dilek kipi denmesinin sebebi her kalıpta az çok dileme, isteme, arzu etme, temenni etme anlamının bulunmasıdır. Aşağıda örnek verdikçe bu anlamlar daha iyi anlaşılacaktır. Tekrar edelim amacımız dilbilgisi değil Anıtkaya/Eğret’teki söyleyiş farklarını tespit etmek

1.İstek Kipi: Adından da anlaşılabileceği gibi gerçekleştirmeyi istediğimiz işlerin kalıbıdır. Anlamında arzu, temenni, teşvik gibi duygular karışıktır. Çoğu zaman anlam farkı vurgu ve tonlamayla sağlanır. Eki –a, -e’dir.


        2.Emir Kipi: İnsan kendi kendine emredemeyeceği için Birinci kişide bu kip geçersizdir. Esasında üçüncü kişilere aracısız emir de tam sayılmayacağı için emir anlamı ancak karşımızdaki kişiye yapılabilir. Dolayısıyla bu kip gerçekte yalnız ikinci kişiler için geçerlidir denilebilir. Özel bir eki de olmadığından istek kipiyle karıştırılabilir. Zaten dilek kiplerinin hepsi birbiriyle karıştırılabilir çünkü hepsinde istek, dilek anlamı olduğu için bunlara dilek kipi denildiğini söylemişitik. Emir kipinin durumu Anıtkaya’da şu şekildedir:


3.Gereklilik Kipi: -malı, -meli ekiyle yapılan bu kip Anıtkaya’da birz anlam kaymasına uğrayarak gereklilik anlamında değil, bir işe yaklaşma anlamında kullanılır. Ya da gereklilik anlamıyla bu kip Anıtkaya’da hiç kullanılmaz, yaklaşma anlamıyla ise seyrek. Yaklaşma dediğimiz de şöyle: “Hava yağmalı oldu.” dendiğinde, yağmur yağmadığını ama neredeyse yağacak duruma geldiği anlaşılır.


4.Şart Kipi: Bir şeyin gerçekleşmesi br şarta bağlıysa bu kip kullanılır. Diğer dilek kiplerinde olduğu gibi bu kipte de yalnız şart anlamı değil, az da olsa mutlaka isteme anlamı bulunur. Eki –sa, -se






Anıtkaya / Eğret'te Haber Kipleri

 

1.Öğrenilen Geçmiş Zaman Kipi: Bu kalıba masal kipi de denir. Çünkü eki –mış’tır. Ses uyumuna göre bu ek –miş, -muş, -müş de olabilir. Herkes bilir masal anlatılırken bu eke kulak aşinalığı yaşamıştır. “Bir varmış bir yokmuş...” daha masalın başında “mışmiş” karşımıza çıkar. Zaten doğruluğundan emin olmadığımız şeyleri dillendirirken ve başkasından öğrendiğimiz bilgileri aktarırken bu kalıba başvururuz. Tıpkı masaldaki gibi, yerı gerçek yarı hayal ya da hayal meyal şeyler. Olaya bizzat şahit olmamıştır da başkasından duymuştur. Bu yüzden dedikodular da bu kip ile yapılır. İşte Anıtkaya’da bu kipin söylenişi. Farklılığın anlaşılabilmesi için sözlerin yazı dilinde nasıl kullanıldığını da yanında vereceğim.

     2.Görülen Geçmiş Zaman Kipi: Bu kip ile anlatılan olaylar daha gerçekçidir çünkü olaya bizzat şahit olunmuştur. Bu yüzden görülen geçmiş zaman denir.  Geçmişte yaşanmış, biz görmemişiz ama doğruluğundan da çok eminiz, işte böyle durumlarda da görülen geçmiş zaman kipi devreye girer. Öğrenilen geçmiş zamana göre daha gerçekçidir. Bu kalıpta anlatılan fiile –dı eki getirilir. Sesli ve sessiz uyumuna göre ekimiz –di, -du, -dü, -tı, -ti, -tu, -tü olabilir. İşte örnek “buymak” (üşümek) fiili:

     3.Şimdiki Zaman Kipi: Şu anda yapılmakta olan, henüz süreci tamamlanmamış işlerin anlatımında bu kalıp kullanılır.(Şimdiki zaman anlatımında bir başka kalıp olan –makta  kalıbı Anıtkaya’da kullanılmaz.) Eki –yor. Anıtkaya’da şöyle söyleniyor:



       4.Gelecek Zaman Kipi: Henüz yapılmamış, ileride yapılması düşünülen işlerin zamanı gelecek zamandır. Bu kipin eki ise –acak ve –ecek ekleridir. Kalıbın Anıtkaya/Eğret’te söylenişi şöyledir.


      5.Geniş Zaman Kipi: Bu kalıba böyle denmesinin sebebi, bütün kalıpları içine almasıdır. Yani böyle söylenen bir fiilin hemen mazi hem gelecek hem de şimdiki zaman anlamı bulunur. Başka bir deyişle; eskiden yaptığımız, şu sıralarda da yapmaya devam ettiğimiz, ayrıca ileride de yapmayı düşündüğümüz işleri anlatmada geniş zaman kipini kullanırız. Alışkanlık haline gelen, huy edindiğimiz davranışlarımızın kalıbıdır bu. Bu kalıbın eki –r’dir.


 Fiil Kipleri>>

 Dilek Kipleri>>

 Birleşik Zamanlı Kipler>>

02 Şubat 2021

Anıtkaya / Eğret'te Fiil Kipleri

   Çekimlenmiş bir fiile bakarak, bahsedilen işle ilgili çok fazla bilgi edinebilirsiniz. Çünkü çekimlenmiş fiil demek, çekim eki almış fiil demektir. Çekim eki ise fiil kökünün temel anlamını değiştirmeden onun daha iyi kullanılmasını sağlayan ektir. Bir örnekle açıklayacak olursak: “Kur-mak” fiili soyuttur ve şu haliyle zihnimizde fazla bir şey canlandırmaz; ama “kurmuşlardı” dediğimizde bu fiil artık yeteri kadar anlamı içinde barındıran bir cümleye dönüşmüştür. Kelime bu şekilde söylendiğinde;

1.İşin yapılıp yapılmadığını,

2.Kim tarafından yapıldığını,

3. Ne zaman yapıldığını,

4.İşin şu anda ne durumda olduğunu çıkarabiliriz. 

    Bu anlamları çıkarabilmemizi sağlayan –muş-lar-dı ekleridir. Demek ki her çekim ekinin fiilin nasıl anlaşılması gerektiğine yönelik bir görevi var. Bir başka deyişle, fiil bir eki aldığında yeni bir anlam kalıbına girer, bir şablon oluşur.

    İşte fiillerdeki bu durum kişi ve zaman kalıbına kip denir. Bunlardan zaman bildiren kalıplara haber kipi, durum bildirenlere dilek kipi denir. Bir de iki kalıbın birleşmesiyle oluşanlar var ki bunlar ise birleşik zamanlı kiplerdir. Bu kadar kuru bilgi kafa karıştırıcı gelebilir, ayrıca konumuz dilbilgisi değil ama; Anıtkaya’da fiil kiplerinin oluşumu ve kullanımıyla ilgili ilginç farklılıklar kulağa çarpmaktadır. Bundan dolayı Anıtkaya/Eğret’teki fiil kiplerini buraya kaydedeceğim.

Haber Kipleri>>

Dilek Kipleri>>

Birleşik zamanlı Kipler>> 



18 Ocak 2021

Sözlük A

 

-A-

 

a-ah: hayır, yok, olmaz, istemiyorum anlamına gelen ünlem

aba: abla

abalı: köylü

abla: Gelin/görümce veya eltilerin birbirine hitabı.

abô!: şaşma, panik ve korku ünlemi

acabına: acaba

acabola:  acaba

acamı: toy, tecrübesiz, eli işe alışmamış (acemi)

acanta: yeni, yepeyeni

acar: şişman, güçlü kuvvetli, iriyarı kimse.

acarlamak/acarleşmek:  kilo almak, şişmanlamak

accicik: azıcık, pek az

acı geğrek: Mide ekşimesi, hazımsızlık sonucu oluşan geğirti.

acıgünek: Baharda çıkan ve yaprakları yenen acımsı bir ot, güneyik

acı hamır: hamur mayası, ekşi maya

acık: biraz, azıcık (azcık)

âcık: işte, ahacık

acımarıl: yabani marul, hindiba

acımsak: acı gibi

acıyan yer ayrı acığan yer ayrı: Yas tutmak acıkmaya engel değildir.

acı yeşil: koyu yeşil, yaprak yeşili

: yoksul, fakir

açacına: açken, karnı aç olarak, bir şey yemeden

aç barak: Muhtaç ama onursuz, başkasına ait yiyeceğe teklifsizce saldıran.

açcek/aşcek: gazoz kapağı açacağı

açıkaraba: Kamyon

açıkdan: Biraz sonra

aç köpek tun deler: Açlık insana her şeyi yaptırır.

adâ: üzüntüyle karışık şaşma bildiren ünlem

adak: 1.Yağlı çörek, bişi; 2.Mübarek gün, kandil; 3.Kandil günlerinde yapılan her tür hamur işi.

adam başı: Her kişiye, her birine bir düşecek şekilde.

adı batasıca: İlenç sözü

adı belli: aşikar, açık, bilinen

adı belli olmek: Bir şeyin fiyatı veya miktarı belli olmak, bilinmek.

adı çıkmek: Bir erkek veya kadınla kötü anlamda dedikodu malzemesi olmak.

adıma vurmek: Bir yeri adımlayarak ölçmek.

adım sekdirmemek: Gözden kaçırmamak, iyi izlemek.

adına çekmek: İsmini aldığı kişiye huyca benzemek.

adını dekgetirememek: İsmini hatırlayamamak.

adını gomek: Bir şeyin parasal değerini belirlemek.

adirese: adres

adiysem: halbuki, oysa ki

afakanı galkmek: sinirlenmek

âfat: 1.Şiddetli tabiat olayı, afet; 2.Çok büyük, aşırı iri.

âferim: aferin, bravo

âferim veme höşmerim ve: Kuru kuru lafla teşvik yerine, bir şeyler vererek teşvik etmenin daha uygun olduğunu belirten söz.

afyan: 1.Afyon sakızı, 2.Yaprakları bahar olarak tüketilebilen yeşil haşhaş bitkisi.

: Pantolon veya şalvarın apış arası. (Donunuñ ağı)

ağa: 1.ağabey, abi; 2.Bir işte veya malda mal sahibi, iş sahibi, patron.

ağadam: Zengin ve cömert (ağa adam)

ağalık etmek: Bahşiş vermek, ikramda bulunmak, hesabı ödemek.

ağarmak: 1.Ekinler olgunlaşmaya başlamak, 2.Ahlat meyvesi olgunlaşmak, 3.Yüzü temizlenmek.

ağartı: 1.Sabah güneş doğmadan önceki hafif aydınlık. 2.Uzaktan ancak seçilebilen beyazlık, 3.Peynir, yoğurt, ayran gibi süt ürünleri.

ağda: koyu pekmez

ağdırmak: 1.Kaldırmak, yukarı kaldırmak, yükseltmek; 2.Bibiriyle dengeli iki yükteki dengenin bozulması.

ağeç/ağeş: ağaç

ağgın: Dengesiz, eğik, bir yana devrik yük.

ağı: tozlarıyla kaşıntıya sebep olan bir tırtıl türü

ağı dağılamek: Zehirli tırtıl bedeni kaşındırmak.

ağı gomek: Bahçe veya tarladaki mahsulü zehirlemek.

ağıl: Üzeri kapalı ve açık bölümlerden oluşan, koyun keçinin barındırıldığı köy dışındaki yer.

ağılamak: Ekini veya ağaçları, hayvanlardan koruma amacıyla zehirlemek.

ağılanmak: Hayvanın zehirlenmesi.

ağılı kele: Kertenkele, zehirli olduğuna inanılan kertenkele.

Ağıllâñaltı: Bir mevki (Ağılların Altı)

ağılı: Çocuk oyunlarında oyun dışı kalmak için izinli olan.

ağır: 1.Olgun, terbiyeli, aklı başında; 2.yavaş, 3.az (gulağı ağır eşidiyo), 4.tembel, ağırcanlı

ağır ağır: yavaş yavaş, zamanla

ağır canlı: Çok yavaş davranan kimse.

ağır durmek: Hafifmeşreplik yapmamak, ağırbaşlı davranmak.

ağırlık: başlık parası

ağırlık almak: Başlık parası almak.

ağırlık çökmek: Uykusu gelir gibi olmak, gevşeklik gelmek.

ağırsak: Koyunun kuzulamaya yakın şişen memesi.

ağıynan düyü: Çok acı yemek ve yiyecekler için kullanılır.

ağız: 1.Yeni buzulamış ineğin ilk birkaç günde verdiği, koyu ve besin değeri çok yüksek süt. 2.kere, defa, kez (Fırını ilk ağıza yaktım.)

ağız aramek: Birini konuşturup belli etmeden gerekli bilgiyi edinmek.

ağızbağı: Çuvalın ağzını bağlamaya yarayan ip.

ağızbir etmek: Aynı şeyleri söyleme konusunda önceden anlaşmak.

ağızdadı:1.Huzur, esenlik, mutluluk; 2.Tadımlık verilen yiyecek.

ağız değiştirmek: Önce söylediğinin tersini söylemek.

ağız kokusu: Aşağılayıcı söz.

ağızlık: At geminde atın ağzına enlemesine giren demir.

ağız onuñ emme laf onuñ deyi: Başkasına ait bir fikri dillendiren kişiyi anlatır.

ağız öretmek: Akıl vermek.

ağlamak: Kesilen bağ çubuğunun budanan yerinden öz suyu akmak.

ağzı açık: Şaşkın, bön, alık.

ağzı gapalı: oruçlu

ağzı hart diye düşmek: Beklentilerin boşa çıkması sonucu hayal kırıklığı yaşamak.

ağzına almamek: Bir şeyin adını anmamak, söylememek, söz konusu etmemek.

ağzına bakmek: Birinin sözüne göre davranmak.

ağzına gadâ: İçinde boş yer kalmamak üzere.

ağzına sürmemek: Bir şeyden hiç yememek, içmemek.

ağzından gaçırmek: Gizlediği bir şeyi boş bulunup söyleyivermek.

ağzını açmek: Oyalanmak, sebepsiz geç kalmak.

ağzını mezlenmek:  Söylediklerini taklit ederek dalga geçmek.

ağzınıñ çalımı: Söylemeye çalışıp imalarda bulunup bir türlü net olarak belirtilmeyen ifade, meram.

ağzınıñ tasarı yok: Düşünmeden ağzına geleni söyleme durumu.

ağmak: Dengesi bozulup bir tarafa meyletmek.

ah almek: Birinin bedduasını almak.

ahar: 1.kuyu, çeşme yalağı; 2.hayvanların yem yediği ağaç kap

ah demek: Çocuk dilinde vurmak, dövmek.

ahı çıkmek: Zulme uğrayan birinin ilenci etkisini göstermek.

akarı kokarı olmamek: Gözle görülür herhangi bir kusuru olmamak.

akdar dönder etmek: Bir şeyi alt üst etmek, karıştırmak, savurmak, boşaltmak, devretmek, çevirmek.

akaş: sütlaç

akbaşçiçeği: papatya

akcıl/akcıllı: beyazımsı, beyaza çalan, beyazımtırak

akdarmak: 1.Yayılmış sap veya otun altını üstüne getirmek, 2.Tarlayı ikinci veya üçüncü defa sürmek.

ak dolma: Göce ve sarımsaklı yoğurttan yapılan yemek.

akgabak: Uzun, ince, yemeği yapılan kabak (mollaoğlu kabağı)

akgavak: Kabuğu beyaz ve pürüzsüz bir kavak türü.

akgın: akıcı, akışkan

akgın boğaz: Yemesi lezzetli ve kolay yutulan yiyecek.

akgök: İyi kötü, yarı olmuş yarı olmamış sebze veya meyve.

akhaba/akaba: Kendirden dokunmuş açık renkli kaba kilim.

ak helva: tahin helvası

akı bokunu ödememek: Yapılan işten zarar etmek.

akıl almek: Birine danışmak, yol göstermesini istemek.

akılbâli olmek: Buluğa ermek, ergenlik dönemine ulaşmak, sorumluluk alacak yaşa varmak.

akılda dutmek: Bir şeyi unutmamak.

akılda galmek: Bir şey hatırlanmak, akılda yer etmek.

akıldan çıkarmek: Bir şeyi unutmak.

akıldan geçirmek: Bir şeyi yapmayı tasarlamak.

akıldan gitmemek: Sürekli hatırlamak, unutmamak.

akıl etmek: Herhangi bir önlem ya da çareyi vaktinde düşünebilmek.

akıllılık etmek: Yerinde ve uygun davranmak.

akıl ôretmek: Danışılan konuda bir kimseye yol göstermek.

akım derken bokum demek: Sözünü yolunca söyleyememek.

akıntı: yağmur ve kar suyu

akıntılı: 1.Meyilli, kolay akan; 2.Çabuk ilerleyen iş.

akıtmak: büyük abdestini yapmak

akilik: beyaz düğme

aklı başında: Olgun ve akıllı davranan.

aklı başından gitmek: Korkudan ne yapacağını şaşırmak.

aklı çıkmek: Çok korkmak.

aklı kesmek/aklı yatmek: Bir şeyin olabileceğine, yapılabileceğine inanmak.

Aklımda durcene garnımda dursuñ: Akla takılan bir yiyeceği yemek daha doğrudur.

aklına dakılmek: Bir şey sürekli kafasını meşgul etmek.

aklına esmek: Birdenbire bir şey yapmaya karar vermek.

aklına girmek: Birini bir konuda etkilemek.

aklına gomek: Bir şeyi yapmaya kesin karar vermek.

aklına sokmek: Bir düşünce doğrultusunda birini yönlendirmek.

aklına uymek: Birinin hiç de akıllıca olmayan görüşüne göre iş yapmak.

aklına yatmek: Uygun bulmak.

aklında galmek: Unutmamak, hatırlamak.

aklından çıkmek: Unutmak, hatırlamamak.

aklını aldırmek: Deli gibi olmak.

aklı sonadan gelmek: Yaptığı bir şeyin yanlışlığını anlayıp geri dönmek.

akma: 1.ağaçlardan sızan reçine, 2.Erkeklerde uykuda gelen sıvı, meni

akmasa da damlâ: Az da olsa bir gelir iyidir.

akren: yaşıt, akran

aksi: İnatçı ve dikine hareket eden, ters.

aksi gibi: maalesef, yazık ki

aksiliği dutmek: Güçlük çıkarmak, inadında direnmek.

aktoprak: Badana yapmak için kireç yerine kullanılan beyaz renkli toprak.

aküzüm: Çekirdekli veya çekirdeksiz her türlü beyaz, sarı üzüm.

akyaşmak: Dört köşe, beyaz renkli başörtüsü.

Akyokuş: Bir mevki adı

al abdesiñi gıl namazıñı: Sadcece ibadet et, başka şeylere karışma.

alaca: 1.Siyahla beyaz karışık renk, 2.Meyvenin hamlıktan çıkıp olgunlaşmaya başlamış hali.

alacaaş: aşure

alaca basma: Çok renkli kumaş

alaca belece: 1.Belli belirsiz, az çok, yarım yamalak; 2.Eksik, düzensiz ve yarım yapılan iş.

alaca belece görmek: Az görmek, bulanık görmek.

alaca düşmek: Meyve olgunlaşmaya başlamak.

alacagarga: saksağan

Alacalâ: Bir mevki adı, Alacalar

alacalanma: 1.Siyah üzümün olgunlaşmaya başlaması. 2.Yerdeki karın yer yer erimeye başlaması.

alacalı bulacalı: Karmakarışık renkli.

alacalık: İlkbaharda karların eriyerek tarlanın biraz toprak biraz kar görünen yerleri.

alada gitmek: Ahlat toplayıp getirmeye gitmek.

aladı: acele, ivedi

alaf: sıcaklık, hararet, alev

alaf alaf: Şiddetli yanma (alev alev)

alaflanmak: 1.Yanmaya başlamak, alev almak. 2.Vücut ısısının yükselmesi, ateşlenmek.

alaflı: ateşli, alevli

alagabak: 1.Çocukları korkutmak için uydurulmuş, korkunç, hayali kuş; 2.Karga büyüklüğünde, sesleri yansıtan bir kuş.

Alagır: Bir mevki adı

alagomak: 1.Alıkoymak, bırakmamak; 2.Kendine saklamak, ilerde kullanmak üzere ayırmak; 3.Hakkı olmadığı halde ve beklenmedik bir anda bir şeyi alıp sahiplenmek.

alalusul: Gelişigüzel, özensiz.

alañ: alan, açık alan, meydan

alañlık: Orman içindeki düz ve ağaçsız yer.

alan talan etmek: Yağmalamak, dağıtmak.

alargın: Kızarmaya başlamış meyve.

alarmak: 1.Kızarmak, 2.Daldaki meyvenin renk değiştirerek olgunlaşmaya başlaması, 3.Şafak sökmek.

ala sulu: 1.Hafif olgunlaşmış meyve. 2.Tam değil hafif pişmiş yemek.

alat: Yabani armut, ahlat.

alatalat: Acele acele

alatav: 1.Henüz tam ve ideal tavında/vaktinde olmayan. 2.Ekim için henüz tam tava gelmemiş toprak.

alatlamak: Acele etmek.

alat semet: yarım yamalak, çok acele, çabucak

alat silkmek: Uzun sırıkla yerden veya ağaca çıkarak silkeleyerek meyvelerin dökülmesini sağlamak.

alavere: alım satım, alış veriş, ticaret

albasma: 1.Lohusa kadınlarda görülen ruhi hastalık, 2.Lohusa olmayanlarda al denilen görüntünün uyku arasında verdiği boğucu sıkıntı, kabus.

alçecik: Yüksekliği az, yere yakın, pek alçak.

âlem: Herkes, bütün halk.

alemi vâ mı: Yakışık alır mı, ugun düşer mi?

alemi yok: Yakışıksız davranışları kınama sözü.

âlem yemenisi: Çoğunluğun giydiği basit lastik ayakkabı.

alengirli: Karışık, anlaşılmaz iş.

alerim: alarm, uyarı

Alessan: Ali İhsan

alge: getir (al gel)

algı: Çizilmiş haşhaş kapsülünden afyon sakızını alma aleti.

algıçıñı: Koşum hayvanlarının koşum takımından dışarı çıkan ayağını yerine bastırmak için verilen komut.

algısı vergisi: 1.Tüm masrafıyla birlikte 2.Belirleen miktar paradan yapılan kesintiler toplamı.

algit: götür

alık: Kuzu kırkılırken, süs amacıyla kesilmeden bırakılan tüy.

alıklı: Vücudunun belli yerlerinde özellikle tüy bırakılarak kırkılan kuzu.

alımkar: Talip, müşteri, satın almaya istekli.

alındırış etmek: İlgi göstermek, ilgilenmek.

alınmak: Dişi hayvan gebe kalmak, döl almak.

alışdırmek: 1.Çamuru karıştırarak kıvamlandırmak, 2.Acemi hayvanı koşum koşum için çalıştırmak. (alıştırmak)

alimiyon: 1.Aliminyum, 2. Aliminyum tencere, tepsi.

Allah’amanet: Birini överken söylenir.

Allah aratmasıñ: Buna da şükür hiç omamasından iyidir.

Allaha şükür: Halinden memnuniyeti anlatmak için kullanılır.

Allahbazarı: pazar günü.

Allah bir: Yemin sözü.

Allahdan umut kesilmez: Genellikle ağır hastalar için söylenir.

Allah demek: Çocuk dilinde namaz kılmak.

Allah dert verip derman aratmasıñ: Allah hasta edip doktor, ilaç aratmasın.

Allah düşmanıma vemesiñ: Düşülen durumun kötülüğünü anlatır.

Allah êsiğetmesiñ: Allah yokluğunu göstermesin.

Allah etmesiñ: Olması istenmeyen bir olaydan söz ederken söylenir.

Allah etmeye: Allah korusun, böyle bir felaketi sizin başınıza vermesin.

Allah eyiliğiñi vesiñ: Hoş olmayan bir davranışı hoşgörüyle karışık karşılamayı anlatır.

Allah gabıletsiñ: Sevap sayılan bir davranış için.

Allah gecinden vesiñ: Allah sana ölümü çok geç zamanda versin.

Allah gorusuñ: Allah kötü duruma düşürmesin.

Allah gösdermesiñ: Böyle bir şeyin olmasını istemem.

Allah gurufdiradan saklasıñ: Allah hiçbir dayanağı olmayan iftiraya uğratmasın.

Allah Halibrâm berkatı vesiñ: Allah bereketli etsin duası.

Allah herkeşiñ göynüne göre vesiñ: Allah herkesin isteğini yerine getirsin.

Allahıñ bildiğini guldan mı saklıcen: Gerçeği söylerim anlamında.

Allhıñ emri: Kesinlikle olacak şeyler için söylenir.

Allahıñ hekmeti: Beklenmeyen, nedeni anlaşılmayan ya da şaşılan şeyler için söylenir.

Allahıñı seveseñ: Baz en yemin, yalvarma; bazen usanç, sevinç gibi duyguları anlatır.

Allahıñ işine bak: Bak işler ne duruma geldi anlamında kullanılır.

Allah izin verise: Bir aksilik çıkmazsa.

Allah Kerim: Ümit ve avunma duası.

Allah kısmet edese: Allah izin verirse.              

Allah ne vediyse: Yiyecek olarak ne varsa, ne bulunursa.

Allah sabır ecir vesiñ: Başsağlığı dileği.  

Allah seni inandırsıñ: İnanılması zor bir şeyi anlatırken yemin yerine söylenir.

Allah öğmüş de yaratmış: Çok güzel kimseler için söylenir.

Allah râmet eylesiñ: Ölü anılırken söylenir.

Allah taksiratını affetsiñ: Allah ölenin kusurlarını bağışlasın.

Allah va: Doğrusunu söylemek gerekirse.

Allah vere de: İnşallah, Allah’tan dilerim ki

Allah vergisi: Yaratılıştan gelen yetenek.

Allah yazdıysa bozsuñ: Kendisine önerilen bir şeyi hiçbir zaman yapmayacağını anlatır.

allâlem: Herhalde, sanırım, Allahualem.

allaseñ: Ne olur, Allah’ını seversen

alma: elma

Almalı: Bir mevki adı (Elmalı)

almalı: Yenilen kimsenin ortaya koyduğu şeyi (para, bilye, aşık, gazoz kapağı, ceviz vs.) yenen kimsenin alıp kendine mal etmesi şart koşulmuş olan oyun. Ütmeli oyun.

almamak: Koyun keçi sığır gibi hayvanlar yavrusunu emzirmemek.

altalamak: 1.Altına alarak boğmak, 2.yenmek, mağlup etmek

altın bilezik: Para getiren zanaat, meslek, hüner.

altında galmamek: Gördüğü bir iyiliği karşılıksız bırakmamak.

altıngıremis: Altın, inci, gümüş vs. bütün takıları içine alan mücevher anlamında kullanılır.

altını değişdirmek: Bebeğin kirlettiği bezi yenisiyle değiştirmek.

aman deyen: Sakın böyle bir şey yapma anlamında ikaz sözü.

amânet: geçici, eğreti, çürük, yıkılacak halde

amarsız: açgözlü, tamahkar, kanatsız, muhteris

ambarevi: Evin, içine tahıl konulan ahşap ambarların bulunduğu bölümü.

añ/añyeri: Tarla, bahçe sınırı

ana avrat düz gitmek: Bir kimsenin soyuna sopuna küfretmek.

analık: üvey anne

anam avradım olsuñ: Bir işi ne pahasına olursa olsun yapacağını anlatan kaba söz.

anañ gözel mi: Beni kandıramazsın anlamında bir tepki sözü.

anañıñ dini: Birinin bıktırıcı saçma soruları karşısında söylenen tepki sözü.

anası danası: Soyu sopu, bütün ailesi.

anası yapılı: Huy ve karakterce annesine benzeyen çocuk.

ana tarafı: Annesinin soyu

ana yarısı: Teyze

añ biçmek/bişmek: Tarla kenarındaki otları biçmek.

anca: 1.ancak, 2.sanki

andavallı: Aptal, ahmak, beceriksiz, bön, avanak, şaşkın kimse.

aneç: Çok yavru doğurmuş, yaşlanmış kümes hayvanı, kuş ve evcil memeli hayvan (anaç)

angâre: 1.Ücretsiz ve isteksiz gördürülen iş, 2.Topluca yapılan köy işi, imece (angarya)

angıt: Ördekten iri, kızıl renkli bir kuş (angut)

añı beñi olmek: şaşırmak, şaşkınlaşmak, şaşakalmak

añıdak: Ahmak, sersem, akılsız, dangalak.

añırgan: 1.sık sık anıran eşek, 2.Vara yoğa bağıran, ağlayan çocuk.

añırmak: Eşeğin bağırması

añısdadan: ansızın, birdenbire

añışmak/añışılmak: 1.Dedikodu yapmak, dedikoduda adı geçmek; 2.Birini yad etmek, sözünü etmek.

añıtmak: salak salak durup bakmak

añız: ekin biçildiğinde toprakta kalan kök kısmı

Añıza basdıñ, gara basdıñ: Kışın çabuk geldiğini anlatır.

añız bozmek: Añızlı tarlayı sürmek.

añlanmak: Rahatça ve tembelce uzanmak.

añnanmak: 1.At, eşek, köpek gibi hayvanların kaşınmak veya başka amaçlarla yere yatıp toz çıkararak debelenmesi. 2.Yatakta bir o yana bir bu yana dönmek.

annat: 1.Biri üstte, ikisi altta üç dişten oluşan, ekin saplarını toplayıp yüklemeye yarayan ağaçtan yapılmış alet; 2.Sapta annat dolusu miktar. (İki annat sapım galdı.)

annat ayası: Annatın baş parmağa benzer üst dişi.

annatâzı: Tırmıkla çekilip bir yere toplanan ve annatla alınmayı bekleyen sap. (annat ağzı)

annat dayamek: 1.Annatı delecenin altına koyarak onu direk gibi kullanarak arabanın yıkılmasını önlemek. 2.(mec) Birine maddi manevi destek olmak.

anneç: karşı, karşı taraf, ön taraf

añneşmek: Anlaşmak, sözleşmek.

añneyişli: Anlayışlı, kavrayışlı.

annı annına: İki katına, yüzde yüz faizle.

annı çatı: 1.iki kaşın ortası, alın ortası (alnı çatı), 2.Herhangi bir şeyin ortası.

annını garışların: Küçümseyerek meydan okumak.

annınıñ terinnen gazanmek: Hileye başvurmadan kendi emeğiyle, namusuyla kazanmak.

añ sürmek: Hakkı olmadığı halde tarla sınırını sürerek mülkiyetine geçirmek.

Añyol: Bir mevki adı

apak: bembeyaz

apcıra: bacakların arası, apış arası

apdal: tamahkar, açgözlü, isteyen

Apdılla: Abdullah

apılak: emekleyen çocuk

apılamak: bebek elleri ve dizleri üzerinde yürümeye çalışmak, emeklemek.

apılatmak/apılatdırmak: 1.Çocuğun elleri üzerinde yürümesini sağlamak. 2.(mec)Eziyet etmek, süründürmek.

apışdırmak: Hayvanı oturtmak, çöktürmek.

apış gurmek: Bağdaş kurup oturmak.

apışıp galmek: Çok şaşırmak, ne yapacağını bilememek.

apışmak: 1.Oturmak, bacakları ayırarak oturmak; 2.Şaşırmak, bakakalmak, donakalmak.

ara ara: arada sırada, bazen

araba çinnemek: Sap arabasını yerleştirmek.

arabaşı: Ekşili acılı tavuk suyuyla içmek üzere tepside dondurulmuş hamur. (arap aşı)

arabeyi devirmek: (mec) erkeklerde ihtilam olmak, hamamcı olmak

arabeyi indirmek: Yüklü arabanın yükünü boşaltmak.

arabeyi yağlamak: İşlerin yoğun olduğu zamanlarda, yazın arabanın teker, yastık gibi yerlerine yağ sürüp metal aksamın daha kolay çalışmasını sağlamak.

aragaşı: İki evi, avluyu birbirinden ayıran yüksekçe duvar.

aralamak: uzaklaşmak, arayı açmak

arap: 1.Siyahi, zenci; 2.Vesikalık fotoğrafın negatifi.

arapdaşşağı: Koni şeklinde, üzeri çizgili, çok acı, siyah renkli; bir yabani ot meyvesi.

arası soğumek: Aradan zaman geçerek işin önemi azalmak.

ardak: Eğim verilerek fazla yük binme durumu.

ardı gelmek: Soyu kurumak, tükenmek, yok olmak.

ardık: 1.aralıklı, 2.ters

ardı kesilmek: Sona ermek, son bulmak, tükenmek, gelmez olmak.

ardılmak: 1.Abanmak, dayanmak, yaslanmak, yüklenmek; 2.Atılmak, saldırmak; 3.Sataşmak, çatmak, karşı gelmek; 4.Kaçarken dönüp karşı koymak.

ardın ardın: geri geri, arkaya doğru

ardmak: Üstüne atmak, dolamak, asmak

âret: ahiret

ârete gitmek: Ölmek.

areye soğukluk girmek: İki kişi arasındaki sevg, saygı, dostluk bağları zedelenmek.

areyi açmek: Aradaki mesafe gittikçe artmak.

areyip sormemek: Hiç ilgilenmemek, ilgiyi kesmek.

arı: temiz, tertemiz, saf, iri

arı buydey: İçinde yabancı tane bulunmayan tohumluk buğday.

arık: 1.zayıf, cılız; 2.Dolgun olmayan tahıl.

arıklamak/arıkleşmek: zayıflamak.

arka: yardımcı, koruyucu, kayırıcı

arka arka: Geri geri

arka arkiye: Birbiri ardından, birbirini izleyerek, peş peşe.

arka çıkmek: Yardım etmek, sahip çıkmak, korumak.

arkalmek: Himaye etmek, korumak, arka çıkmak.

arka olmek: Birine destek olmak, onu korumak.

arkasını dayamek: Birinden destek görmek, onun koruyuculuğuna sığınmak.

arkası olmemek: Onu koruyacak, destekleyecek kimseden yoksun olmak.

arkasız: Dayanağı olmayan, sahipsiz, kimsesiz.

arkıdeş: arkadaş

armıt: armut

armıtalat: Armut ile ahlat arasında nispeten büyük ahlat denilebilecek melez meyve.

arpalama: Çok arpa yemekten kaynaklanan hayvan hastalığı.

Arpalık: 1.Ulaşımı kolay, köye yakın tarla; 2.Bir mevki adı.

arporağı: Arpayı biçip kaldırma işi ve bu işin yapıldığı dönem. (arpa orağı)

arsınmak: 1.utanmak, çekinmek; 2.onuruna dokunmak.

artığêsik:1.az çok (artık eksik); 2. Helalleşmede söylenir. (Artığesik helal et)

artık: Fazlalık. Yenmeyip sofrada geriye kalan yiyecek veya bir iş sonunda kullanılmayıp arta kalan fazlalık malzeme.

artırmak: Harcamadan kısarak tasarruf etmek.

Arzıman: 1.arzu, istek, özlem; 2.Erkek ismi.

asgıntı: Sırnaşık, davranışlarıyla bir kızı rahatsız eden.

asgıntı olmek: Biriyle yakınlık kurmak için yüzsüzce çabalamak.

asgıya çıkmek: Evlenecek çiftin resmen ilan edilmesi.

asi gelmek: Söz dinlememek, karşı çıkmak.

aslasdarı: Bir şeyin iç yüzü, gerçeği.

aslı çıkmamek: Bir olayın gerçek olmadığı anlaşılmak.

aslı va mı: Doğru mu?

aslı yok: yalan

asma: mısır koçanlarının örülerek oluşturulmuş şekli.

assirine: Aslına bakarsan, gerçeği söylemek gerekirse.

asvat: Köyün batı kıyısından boylu boyunca geçen eski Afyon-Kütahya karayolu (asvalt)

Âşa: Ayşe

âşam: akşam

âşamı etmek: Bütün günü geçirmiş olmak, akşamlamak.

aşcı dükganı: Lokanta

aşevi: Evin yemek yapılan, gömme ocağın da bulunduğu bölümü.

aşırı: Yaramaz çocuk, haşarı.

aşkeş bişirmek: Yemek ve sofra hazırlamak.

aşşağı: aşağı

aşşık: 1.Büyükbaş ve küçükbaş hayvanların arka bacak eklemlerindeki kemik. 2.Bu kemikle oynanan oyun.

atakcı: Atıp tutmayı, övünmeyi seven. Palavracı.

atar: Zararsız duvar kertenkelesi.

atcek: aşık, ceviz, fındık, bilye gibi oyunlarda atacak olarak kullanılan en gösterişli ve büyük malzeme.

atdırmak: Fırlatmak

atgı:  1.yünlü şal, 2.saman atma aleti

atılamak: Eldeki bir nesneyi fırlatmak.

atılıp gitmek: Birden bire bayılmak.

atılmak: Horoz, yılan, kertenkele vb.nin zıplayarak insana saldırması.

Atmezeri: Bir mevki ismi, At Mezarı

avara: 1.adi, kalitesiz şey, 2.beceriksiz kimse

avıç: avuç

avırdı çökmek: Aşırı zayıfladığı yğzğnden belli olmak.

avırt: Yanağın içi, avurt.

avıtmak: Çocuğu oyalamak, avutmak.

avkılamak: 1.Avuç içiyle sertçe ovalamak, 2.ısırmak, havkılamak

avkırmak: havlamak

avlı: avlu

avlı süpürgesi: Avluyu veya sokağı temizlemekte kullanılan çalı süpürge.

aya: Annatın başparmak şeklindeki üst dişi.

ayâ: şaşma ünlemi

ayağa galkmek: Hasta yataktan çıkmak, iyileşmek.

ayağaltı: Çok gelip geçilen, işlek yer.

ayağaltında doleşmek: İşe yaramadığı halde ortalıkta bulunarak çalışanlara da engel olmak.

ayağıağırlı: hamile, yüklü kadın

Ayağılı: Ay'ın çevresindeki ışık kümesi, hale (Ay ağılı)

ayağın: Düğünlerde misafirlere yemek hizmetlerini yapan, düğün sahibinin yakını gençler.

ayağını açmak: hızlanmak, büyük adım atmak

ayakbağı: Bir işe gidilmesine engel olan kimse.

ayakda galmek: Meşgul olmak.

ayakda gomek: Zahmet vermek, yük olmak.

ayak diremek: Fikrinde ısrar etmek, inat etmek.

ayaklanmak: Çocuk veya hayvan yavrusunun yürümeye başlaması.

ayaklı: Yüksek boylu, iri, bakımlı hayvan.

ayak sürümek: 1.Bir yere gitmekte gönülsüz olmak, 2.Bir işi yapmaktan kaçınmak.

ayakta: 1.henüz yatmamış, 2.sağlıklı

ayak ucu: Yatılan bir yerin ayak uzatılan yönü.

ayak üstü: Hemen o anda.

ayakyolu: tuvalet

Ayan: 1.muhtar, 2.Ayhan isminin söylenişi

ayaz: Domino oyununda düz, noktasız taş.

ayaza çekmek: Yağış sonrası kuru soğuk başlamak.

ayazlamak: 1.Ayazda kalıp üşümek, 2.Ayazda bırakılan su soğumak.

aydınnık: Gün ağarmış olma hali, aydınlık.

aydınnık içinde gal: Gözün aydın diyen kişiye karşı iyi dilek sözü.

aygır: Üç yaşında, henüz tam terbiye edilmemiş, huysuz ve sert tavırlar gösteren erkek at.

aygırdemiri: Arabada falakanın takıldığı kalın eğri demir.

Aygırâne : Köyün ortak malı damızlık atların ahırı ve şimdi o mevkiye verilen isim. (aygırhane)

ayı gibi: İriyarı, kaba saba, anlayışı kıt kimse.

ayıñ avlısı: Belirli zamanlarda, dolunayda Ay çevresinde görülen parlak halka. Hâle.

ayın oyun etmek: Dalavere yapmak, aldatmak.

ayıpsınmak: Ar duymak, utanmak.

ayırdım: Yolun veya ırmağın çatallaştığı yer.

ayıtlamak: 1.Temizlemek, seçmek. 2.Bulgur, mercimek gibi şeyleri içindeki taş ve çer çöpten temizlemek. 3.Taze fasülye, bakla veya balık gibi şeylerin kılçığını temizlemek.

aykıra: ters, zıt, karşı; aykırı

aykırı gitmek: 1.Yanlış, ters yoldan gitmek; 2.Karşı çıkmak, itiraz etmek, denilenin tersini yapmak.

aylak: Kötü alışkanlık, kötü huy, ahlak.

ay len: Kadınların erkeklere seslenme ünlemi.

aylıkcı: Sabit geliri olan, maaş alan işçi veya memur.

ayna: Pulluğun toprağı deviren parçası.

ayna gapağı: Ayçiçeği için kullanılan küçüklük belirten benzetme.

aynı gapıya çıkmek: Aynı sonucu vermek.

ayrışdırmak: Kavga edenleri ayırmak.

ayvadene/ayvadenesi: Sarı veya beyaz çiçekleri ilaç olarak kullanılan, acı bir ot. Civanperçemi.

Azadardı: bir mevki ismi

azat: kırdaki tek tük yabani ağaç

azaylak: Azıcık, biraz, birazcık.

azaylak deyi: Az bir şey değil, çok fazla.

azbuz: azbuçuk, biraz, oldukça

az deyi: Göründüğü gibi uslu, kendi halinde değil.

azgala: az daha, neredeyse

az görmek: Azımsamak, eksik bulmak.

âzı bâlı: Oruçlu (ağzı bağlı)

azıklık: Harmana kadar yiygi ihtiyacını karşılayacak, az miktarda buğday.

âzına gılığına bakmadan: Küçümseme ifade eden ve zarf olarak kullanılan bir deyim.

âzıñ datlansıñ: İkram edilen şeker veya tatlının gerekçesi olarak söylenir.

azınsınmak: az görmek, az bulmak

azırak: daha az

azıraklı: Kavgacı, kızgın, belalı.

Azırâyil: Ölüm meleği, Azrail

azıtmak: 1.azmak, 2.şımararak daha fazlasını istemek

azmak: 1.Azgınlaşmak, 2.Ağaç ve bitkinin meyve vermeyecek şekilde aşırı büyümesi, 3.Yaranın derinleşmesi.