Mavi desem mavi değil, mor desem mor değil; başka hiç bir varlığa atıf yaparak anlatabileceğiniz bir renk değil, kendine has, yalnız bu otun çiçeğinde görebilirsiniz. Gök mavisi, buz mavisi, çivit, turkuaz, lila vs. hiç biri değil. Şimdi vaktinde değiliz, açınca çiçeğin resmini çekip koyacağım buraya demek istediğim daha iyi anlaşılacak. Anıtkaya’da günek-acıgünek denilen ottan bahsediyorum. Eğret florasının ilk maddesini acıgünek oluşturuyor. Baştan şunu da belirteyim, başka yerlerde güneyik (hindiba) denilen ot ile bizim acıgüneği karıştırmamak lazım, onların güneyik dediğine biz pampırpap diyoruz, onun da vakti gelecek. Şimdilik şu kadarını söyleyelim, güneyiğin daha acısı ve kökleriyle tüketileninin adı acıgünektir ve yazımızın konusudur.
Acıgüneğe dönecek olursak, yeşil olarak tüketilen, temmuz-ağustos-eylül dönemi hariç sürekli bulunabilen bir ottur. Kadınlar bu üç ay dışında vakit bulduklarında ot kazmaya çıkarlar, ellerinde bıçak önceklerini kuşanmış halde. Şimdi öncek yerine poşet alıyorlar, o ayrı. Ellerinde ekmek bıçaklarıyla savaşa gider gibi kadınlar gördüğünüzde bilin ki onlar ot kazıcılardır. Mevsimine ve mevkisine göre kazılan otlar değişebilir; ama en çok kazılanı acımarul ile acıgünek ikilisidir.
Konumuz acıgünek olduğundan ona yoğunlaşacağım. Rengiyle birlikte tadında da kendine has bir acılık olduğu için bu isim verilmiş olmalı. Yaprakları yenir ama sanırım acılığı vere kökü. Gerçekten de buzdağı gibi yerden kocaman kök çıkıyor. Kadınlar otu kazarken kökünü özellikle tercih ediyorlar ve ayıklarken buna dikkat ediyorlar. Ayıklama dediğim şudur: Kazılan otu kötü yapraklar ve diğer çer çöpten temizlemek gerekir ki bu da ayrı bir merasimdir. Bazı kadınlar bunu daha kazarken yaparlar, bazısı kazma işini bitirince oturur bir de otları ayıklarlar. İşte bu işlem esnasında acıgüneğin kökü özenle meydana çıkarılır. Sofraya konmadan önce bu işlemin yapılmış olması gerekir.
Acıgünekteki bu acılık bir şifanın işaretidir. Öyle olduğuna inanılır. Hangi hastalığın ilacı olduğu tam olarak bilinmese de o harika acılığın böyle tıbbi bir gerekçesi olmalıdır. Pek çok ot gibi her derde deva da olabilir, bilemiyoruz. Başka bir gerçek var ki hiç bir işe yaramasa da iştah açtığı kesin. Kökünü tuza banıp yediğiniz bir acıgüneğin ardından hemen yenisini istiyor nefis. Yemekten önce böyle, lakin bazıları yemek sonrası meyve faslı gibi ot yerler. Bunların vazgeçilmezi de acıgünektir. Hatta bazıları ot yemeyi bir ayin havasında yapar. Ot (tercihen acıgünek) alınır, ıslak ise sallanarak suyu süzülür, varsa kötü yaprakları atılır, yaprak uçlarından tutulup ıslak kökü tuza bandırılır, hop ağıza. Acısına vara vara çiğnenirken bir yenisi hazırlanır.
Ekmekle acıgünek yendiğini bilirim. Bir öğün savulabilir onunla. Belki yokluktan, belki de öyle yapmak hoşuna gittiği içindir; ama bir ekmekten ısırık alıp bir tuzlu acıgünek yiyenleri gördüm. Hatta ben de yedim, bulabilirseniz siz de deneyin. Tuza banmayı unutmayın ama, acısı başka türlü çekilmiyor.
Kendine has çiçeklerine gelince... Tazesini yedikten çok sonra, Haziran sonu Temmuz başı gibi tuhaf çatallaşmış dallarıyla minik bir ağaca döner. Her dalın ucunda her gün bir tomurcuk oluşur ve her tomurcuk her gece çiçek açar. Kuşluk vaktine kadar canlılığını sürdüren çiçekler sıcakta solar ve ertesi günün tomurcuğu oluşmaya durur. Tıpkı akşamsefası gibi gündüzün gebe kalan tomurcuk akşam doğum yapar ve sabah ölür. Bu festival yaz sonuna kadar devam eder.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder