27 Mayıs 2022

Olucaklılar


    Çorcalıoğlu Yusuf çocukları Ganiler/Döneler sülalesini oluşturdular. Yusuf'tan 14 yaş daha küçük olan kardeşi Ali, 1856 yılında doğdu. Küçükçorca (Sadıkbey)de doğup ailesiyle çocukluğunda Eğret'e geldiği tahmin ediliyor. 

    Gelen kişi babaları Osman da olabilir; en iyisi Ondan başlamak... Ayşe Hanımla evliydi Osman... Yusuf ve Ali doğduktan sonra  Ayşe Hanım vefat etti. Ayanoğlu İbrahim kızı Fatma ile evlendi. Fatma Hanım, Halilakkaşın halasıdır... Hamileyken Çorcalı Osman vefat etti. Doğan çocuğuna Osman adını verdiler. Taze dul Fatma Hanım, oğlu Osman yanında tay olduğu halde Topaloğlu Kelhasana vardı. Orada da Tokanorinin anası olacaktır; fakat Osman'ı unutmayalım...


    Çorcalı Topal Ali

   Çorcalı Ali, lakap olarak 'Topal Ali' diye biliniyordu. Omarcıklardan Hüseyin kızı Ayşe ile evlendi. Ayşe Hanım; Altındiş, Bödü, Suluhüseyin ve Feyzullah Sağlam'ın halalarıdır. Daha önce Ahmet adında biriyle evlenmiş, onun ölümü üzerine Çorcalı'ya gelmişti. Eski eşinden kızları Şerife ve Kezban da yanında tay idi. Sonradan kendisine Şedden denilecek Şerife'yi Arapselimoğlu Mehmet ile; Kezban'ı Noritokanın karınkardeşi Osman ile everecekler... Osman ki Topal Ali'nin babadan kardeşiydi. Bir müddet sonra 'Omarcıkların Kör Osman' diye anılacak ve Karacahmet'e taşınacaktır...

     Gocacami yanındaki Ovalıların odayı işleten genellikle Topal Ali oluyordu. Kendilerine, ova köyü olan Çorca/Sadıkbey kaynaklı olduklarından 'Ovalılar' da deniyor, odaları ise Ovalıların oda diye anılıyordu. 

    Topalalinin vefatı ile ilgili bir kayıt bulunmuyor. Elde bulunan belgelerde görünmediğine göre vefatı 1920-25 aralığında olmuştur... Eşi Omarcıkların kızı Ayşe Hanım ise 1954 yılında 75 yaşındayken vefat etmiş... Yani torunlarını görmüş...

    Omarcıklardan Ayşe Hanım ile Çorcalı Topal Ali'nin üç kızları oldu.1901 Doğumlu Emine Araplardan Bezeki Mustafa'nın eşi oldu. Onun küçüğü, 1903 yılında doğan Halime hakkında bilgimiz yok. En küçükleri Satı ile Olcaklılar tarihi başlıyor. 

            ***

    Musa kızı Ümmü, 1884 yılında Olucak'ta doğdu. Aynı köyde Ballıların Musa ile evlendi.  Torunlarının ifadesine göre; eşinin adı Musa idi, dışarıdan gelen bir birey olarak Eğret kütüğüne işlenirken, merhum eşinin adı sehven baba adı olarak yazıldı. Öyle de olabilir, babasıyla eşi aynı ismi de taşıyabilirler. Yalnız Olucak'ta Ballılar sülalesi mensuplarının soyismi BAL ve halen o sülalede Musa adını taşıyan kimseler var... 

    Ümmü Hanımın eşi Musa harpte kalıyor. Kürt harbi diyorlar; ama Şeyh Sait isyanı yahut Dersim olması kronolojik olarak mümkün görünmüyor. Cihan harbinde Kafkas cephesinde kalmış olabilir, hatta ondan önceki çarpışmalarda şehit olması daha muhtemel. O vakitler savaş eksik değildi ki... Dul kalan Ümmü'ye Eğret'ten talip vardı; Selimlerin Ahmet'in üçüncü veya dördüncü eşi oldu. Bir süre sonra 'Ümmünün Seydi'yi doğuracak; lakin konumuz Seydi değil... 

    Olucaklı Ballıların Musa'dan bir oğlu vardı ve mecburen yanında tay gelmişti Eğret'e... 1902 Doğumlu Musa oğlu Ahmet, büyüdü, eli iş tutacak vakte geldi... Hiç oğlu olmayan Çorcalı Topal Ali'nin küçük kızı Satı da büyüdü. Bu durumdakilere içgüveyisi veya Eğret'te dıkma diyorlardı; ama Satı ile evlendiğinde artık Ahmet'in bir eşi, bir ailesi ve bir evi vardı... 

    Ahmet ile Satı'nın altı çocukları oldu; üçü kız, üçü oğlan... Büyük kızı Hakime, Amcaların Kelmehmet eşi; 1924 doğumlu ortanca kızı Şerife, Dönelerin Hasan eşi; küçük kızı Fadime de Cücelerin Aziz Öncül eşi oldu. Bu üç kız, erkeklerden büyükler...

    Olucaklı Ballıların Musa oğlu Ahmet Aydın, yetmişine dayandığı 1971 yılında vefat etti. Eşi Satı Hanım ise uzun süre daha yaşadı ve 1997 yılında öldü... Olucaklılar olarak anılan oğullarına bakacağız...

    Ali Osman

    Erkek çocuklarının büyüğünün adı Ali Osman; 1935 yılında doğdu...  Daldallardan Kipilmahmut kızıyla evlendi, ilk eşi itibariyle Güdükahmet ile bacanak oldular... 

    Dört çocukları oldu; Meryem, Ali, İbrahim ve Esma. Olcaklı Ahmet'in oğulları arasında Anıtkaya ile bağı en fazla olan Ali Osman'dı. Köyde daha çok durdu, Afyon'a yerleştikten sonra daha sık gelip gitti. 'Olcaklının Ali Osman' diye lakaplanmıştı, 2003 yılında vefat etti. Çocukları Afyon köylerinden evlendiler ve Afyon'a yerleşikler. Küçük kızı Esma, medikalcilik yapıyor...


    Olcaklı Musa Hoca

    Ortanca oğlunun ismini, dedesinin yadigarı olarak Musa koymuşlar. Dönemin bütün Eğretli çocukları gibi Terlemez Hoca, Sağırların Ali Osman Hoca ve Körhocada okumuş. Sonra bunu Kürtköyüne (Altıntaş) göndermişler. Kuran Kursu gibi bir yer varmış orada. 'Arabiyat' okumuş, Kuran merkezli Arapça eğitimi yani... 

    Köye döndükten sonra da hafızlık çalışıyor. O dönemde hafızlık hususunda Eğret'te çok yetkin hocalar bulunuyormuş. Hafız Abdullah, Yaşar Hoca, Vanlı Abdullah, Kütahyalı Halit Hoca, Oflu Abdullah... Hafız olduktan sonra bir müddet daha köyde kalmış. 'Olcaklı Musa Hoca' diye lakaplandığı bu dönemde  'sınır çizme' merasiminde görevlendirmişler. Hem hıfzını pekiştirsin, hem duasını etsin diye taze hafızları ileri sürerlermiş böyle işlerde. Akbaşların Mehmet Hoca ile birlikte köyün bütün hudutlarını at sırtında okumuşlar... Sonra askere gidip gelmiş, hoca durmak için Anıtkaya'dan bir çıkmış... Bir daha da dönmemiş. 

    Musa Hoca Arapların Şükrü kızı Şerife ile evlendi. Şerife Hanım; Gözelali, Gözeliban ve Gözelmehmetin kardeşleridir. Gazioğlunun Cemal ve Çakalın Süleyman ile bacanak oldular... 

    Üçü erkek dördü kız, yedi çocukları oldu. Kızları; Ayşe, Mılıklar/Çatkuyulu Mevlüt Azak eşidir; Kadriye ve Sema Fethibey'e gelin oldular; küçük kızına ninesi Satı'nın adını koymuşlar. İsmin sahibi Satı Nine buna karşı çıkarak vefat eden büyük kızı Hakime'nin adı konulsun diye tutturduğu için, Satı ve Hakime birlikte kullanılıyor. Satı/Hakime, Yozgunun Osman oğlu Murat eşidir...

    Musa Hocanın oğlanlara gelince... Büyüğü Ali, Mılıklar/Çatkuyu'dan Hanife ile evlendi. Ana babasının (Şerife-Musa) adını verdiği iki çocuğu var... Ortanca oğlu Ahmet'i Sağırların Emin kızı Elveda ile everdiler. Onların çocukları; Musa, Edanur ve Emirhan... Küçük oğlu Mustafa Bayramgazi'den evlendi. Hilal, Şerife ve Muhammet Musa isimlerinde üç çocuğu var...

    Olcaklı Musahoca halen Afyon'da oturuyor...

    İğneci Nazmi

    Olucaklı Ahmet'in en küçük oğlu... Daldalların Hamdi kızı Kezban ile evlendi. Hastanede çalıştığı için 'İğneci Nazmi' diye biliniyordu. Üç kızı, bir oğlu oldu. Kızları; Ayşe, Cücelerin Aziz oğlu İbrahim eşi (hala-dayı çocukları); Satı, Köprülülü Fuat eşidir. Elveda ise Sultandağ Yakasenek'e gelin oldu. 

    Oğluna babasının adı Ahmet ismini koydu. Kayıhanlı bir hanımla evlenen Ahmet'in Nazmi Emre ve Ayberk isimli iki oğlu var... 

    Nazmi ve çocukları da halen Afyon'da oturuyorlar.

    ***

    Özet: Olucaklı Musa kızı Ümmü, eşi şehit olduktan sonra yanında oğlu Ahmet olduğu halde Eğret'e kocaya vardı. Selimlerin Ahmet'ten Seydi adında bir oğlu oldu. Bu arada büyük oğlu Olucaklı Ahmet Çorcalı Topal Alinin kızı Satı ile evlendi. Oğulları Olcaklı Ali Osman, Musa, Nazmi diye bilinecek olan Ahmet ile Bakkal Seydi Selman karın kardeşidir.

    Olucaklı Ahmet 1934 Soyadı uygulamasında, kayınpederi Topal Alinin kardeşi Çorcalı Yusuf çocukları gibi ÇALIŞIR değil; Çorcalıoğlu Mehmet çocukları olan Devrimbeşlerin soyadı AYDIN'ı tercih etti...


25 Mayıs 2022

Seydiler

 

    Alemdaroğlu Ahmet'in Satı Hanım'dan iki oğlu bir kızı vardı. Oğlanlar Mehmet ile Ali, bugünkü Kantinler sülalesini oluşturuyordu; tek kız olan Fadime'ye de Seydiler ve Karaca deyip geçmiştik. Şimdi Seydiler sülalesinde teferruata inme vakti geldi.

    Karacabey

    Alemdaroğlu Ahmet'in kızı Fadime'yi Olucaklı Halil Karacabey namlı birine veriyorlar. Karacabeyoğlu/Karacaoğlu/Karacalar benzeri lakaplarla da anılan bir sülaleye mensup. Bir mahkeme kaydında Seydi Çavuştan 'Saracoğlu' biçiminde söz edilmesi, o ifadenin aslının 'Karacoğlu' olabileceğini düşündürüyor.

    Karacabey Halil ile Alemdar kızı Fadime'nin bir kız üç oğlan, dört çocukları oluyor. Tek kızlarının adı Satı konuluyor, belki başka bir sebebi vardır; ama Fadime Hanımın ana adı da Satı idi... Satı'yı Olucak'ta Hüseyin Çavuş ile everiyorlar. Bunların çocukları şimdi AKTEPE soyadını taşımakta.... Karacabeyin küçük oğlu Mehmet, İstanbul tarafına gidip yerleşiyor; günümüzde onun çocukları oralarda olmalı.

    Halil Karacabey yalnız Olucak'a bağlanıp kalmış biri değil; namı ve malı civar köylerde de almış yürümüş. Altıntaş Ovasında çok meşhur mesela. Efted kendi köyü gibi... Yalnız istikamet hep Kütahya yönünde, nedense Kantinlerde de bu böyle idi... 

    Seydi Çavuş

    Çocuklarının ve oğlanların büyüğü Seydi... 1900 yılında doğmuş. Eğret ile bağını kesmemiş. Zaten coğrafya ve kader buna müsade etmiyor. Anası Eğretli olduğu için dede ve dayıları burada. Evliliğini de buradan yapmış; önce Osmanköylü Akile Hanım ile evleniyor, Akile'nin babası da Eftedli. Ondan sonra Havva Hanım ile evlenmiş. İkinci eşi Havva, dayısı Alibeyin kızı oluyor. 

    Seydi'yi asıl Eğret'ten ayırmayan husus, bölgenin adım adım Yunanlılar tarafından işgale uğraması. Düzenli ordu kurulmadan önce, insanlar yerel imkanlarla kendi çapında birlikler oluşturuyor, bir şekilde işgalcilerle mücadele ediyorlardı. Zaman zaman çete hüviyetine bürünen bu timlerin birisi de Seydi Çavuş'a aitti. Onun çavuşluğu da buradan geliyor zaten. Olucak-Eğret hattının kuzey bölgesi, yani Altıntaş ovası hemen hemen bunlardan soruluyordu. Yunanla çarpışmada kahraman gibi; lakin adamlarının ihtiyaçlarını karşılamak için köylü karşısında eşkıya gibi hareket ediyorlardı. Bu yüzden düzenli ordu kurulmasından, özellikle 1921 yılından itibaren suçlu pozisyonuna düştüler.

    Seydi Çavuş'un ilk eşi Akile Hanım, Kazım adını vereceği oğlunu doğurduktan bir süre sonra vefat etti. Yıl 1920...  Sonra Alibey'in kızı Havva ile evlendi. Havva Hanım, Kantinin Osman ile Tahir'in ablaları oluyor. Bu evliliğin de etkisiyle Seydi Çavuş, Yunan kovulduktan sonra tamamen Eğret'e yerleşti. 1934 Soyadı uygulamasında YAVUZ soy ismin aldı. 

    Havva Hanım'dan da Bir kız iki oğlu oldu. Büyük oğlunun adı Yaşar idi, Musluların Gavurali lakaplı Ali Efe kızı Ayşe ile evlendi; lakin henüz çocuğu yokken, 1960 yılında vefat etti. Ondan dul kalan Ayşe Hanım, Sağırların Çunku Hamza Sancak'a varacaktır... Adını Meryem koyduğu kızı ise çocukken ölmüştü. Sağ kalan Veysel adındaki küçük oğluydu... Hasılı kelam Seydi Çavuş 1945  yılında, 45 yaşındayken vefat ettiğinde  geride sadece Kazım ve Veysel adlarında iki oğlu kalmıştı...

    Seydi Çavuşun 1920'de doğan büyük oğlu Kazım'a Eğretliler 'Gıllıoğlu' diyorlardı. İdirizlerin Dedemısdık kızı Atike ile evlendi. Sekiz çocuğu oldu; üçü erkek, beşi kız. Halil, Akile, Seydi, Fadime, Kezban, Davut, Fikret, Ayten... İlk dört çocuğun isimlerinde, Gıllıoğlunun geçmişinden izler bulmak çok kolay...

    Oğullarından Halil ve Davut erken vefat ettiler. Kızları; Akile, Kirpitçilerin Gedik Hasan eşi; Fadime, Gadıngızların Sağır Muzaffer eşi; Ayten, Gödeşlerin Mehmet Seviş eşi oldular. Kezban, Eftedli; Fikret de Adapazarılı Kemal ile evlendi...

    Gıllıoğlunun Atike Hanımdan hayatta kalan tek oğlu Seydi, daha çok 'Terzi Seydi' olarak bilinir. Dükkanı kapatalı çok oldu amma; terzilik yaptığı dönemden kalma makinesi ve top top kumaşları hala öylece duruyor. Ehlikeyif kişiliğinin gereği, çok gezmiş, görmüş. Fotoğraf makinesinin kıymetli olduğu dönemde, bir sanatçı edasıyla çektiği fotoğraflardan oluşan zengin bir arşivi vardı. Şimdi dağılmış o fotoğraf arşivi. Adını aldığı dedesi Seydi Çavuşun fotoğrafını  karakalemle büyüterek çalışmış; fotoğrafını çekmeye izin verdi...

    Terzi Seydi, Hacellerin Mustafa kızı Hacer Hanım ile evlendi. Özlem adını verdikleri kızı, Kelyusufun İbrahim oğlu Yusuf Yakışır eşidir... Kendisi 2023 yılının sonlarında vefat etti..

    Seydi Çavuşun, dayısı Alibeyin kızı Havva'dan 1938 yılında doğan oğlunun adı Veysel idi. Urganlının kızı Hatice ile evlendi. Sonuçta Urganlının hanımı da bir Alemdaroğlu olduğu için, Veysel ile Hatice Hanım yakın akraba oluyor. Ayrıca bu evlilik sayesinde Veysel; Hacapdıramanların Halil Keleş ve Daldalların Gociban ile bacanak oldular... Kuvvetli beygirleriyle aklımda kalmış. Bir de hamamı yakmış olmalarıyla... O güçlü beygirlerle durmadan dağdan odun getirirlerdi... Veysel Yavuz, Gıllıoğlu abisinden iki yıl sonra öldü; 1986 yılında vefat ettiğinde 48 yaşındaydı... 

    İki erkek iki kız olmak üzere dört çocukları oldu. Küçük kızına erken ölen ablası Meryem'in adını verdi. Büyük oğlu babası Seydi Çavuşun, küçük oğlu da yine genç yaşta ölen Yaşar abisinin adını taşır. Büyük kızı ise Havva, malum ninesinin adıdır... Meryem ile Yaşar bir bakıma değişik usulü evlendiler; Ayvalı köyüne gelin olan Meryem'in akrabasını Yaşar'a aldılar. Adını aldığı Yaşar amcası gibi kendisi de 2019'da genç yaşta vefat eden Yaşar'ın Veysel ve Uğur adlarında iki oğlu var... Veysel'in büyük oğlu Seydi ile kızı Havva da tam anlamıyla değişik usulü evlendirildiler. Seydi Cava Mehmet kızı Havva'yı aldı; Cava Mehmet oğlu Kadir'e de kızı Havva'yı gelin ettiler. Seydi'nin; isimleri Veysel, Mehmet ve Hatice olan üç çocuğu var... 

    Garaca

    Seydi Çavuşun 1904 doğumlu küçük kardeşi Süleyman da Eğret'e gelip yerleşmiş. Yunanlar giderken Olucak'ı tam bir yangın yeri olarak bırakmışlardı. Bu enkazda kalanlar için en uygun sığınma yeri Eğret olarak görünüyordu. Bir de sırtını dayayacak dayıların varsa...

    Babası Garaca Halil'e nispetle Süleyman'a da Eğret'te 'Garaca' dediler. Garaca, önce Onbaşıoğlu/İdirizlerden Gızılgız lakaplı Kezban ile evlendi. Münevvere adında bir kızı olduktan sonra Gızılgız ile ayrıldılar... 

    Sonra Sıntırlardan Hatice Hanım ile evlendi. 'Garaca karısı' derlerdi, önceki eşinden yanında Gülsüm ve Refiye adındaki kızları tay geldi. Garaca ile Hatice Hanımın da ayrıca bir oğlu oldu... Önce Olucaklı, sonra Eğretli Garaca Süleyman Anıtkaya'da vefat etti. Ölüm yılı, 1973... Eşi Garacagarısı Hatice Hanım ise, oniki yıl sonra 1985 yılında vefat etti...

    (Garaca Süleyman'ın bir kaç evlilik daha yaptığını söylüyorlar. Bunlardan biri, Körüslüoğlu Mehmet kızı Satı imiş. Resmi olmasa da onun nikahı altındayken 1964 yılında vefat etmiş Satı Hanım.)

    İlk eşi Gızılgızdan olan Münevvere, Demirci Salih Yakışır eşi oldu. Hatice Hanımın kızları; Gülsüm, belediye eski muhasibi Hacının Hasan diye bilinen Hasan Çelik'e vardı. Küçük kızı Refiye ise Arap Selimin ilk eşi oldu ve doğum sonrası vefat etti...

    Garacanın tek oğlu Hikmet, Olucak'tan evlendi. Eşi Aynur, Resul Aktepe'nin kızı. Hikmet ile Resul hala-dayı çocuğu oluyorlar... Erken dönemde Anıtkaya'dan ayrılıp Kütahya'ya yerleştiler... İki oğlu bir kızı olan Hikmet, büyük oğluna babasının adı olan Süleyman ismini verirken, kızına da vefat eden ablası Refiye'nin adını koydu. Küçük oğlu Hakan, 2012 yılında trafik kazasında vefat etti...

    Netice olarak Garaca Halil oğulları Cumhuriyet döneminde 'ana yurtları' Eğret'e dönüyorlar. Burada evlenip yerleşiyor, YAVUZ soyadını alıyorlar. Terzi Seydi'nin ölümüyle, Seydi Çavuşun torunlarından günümüzde Anıtkaya'da oturan kalmadı; Garaca Süleyman'ın tek oğlu Hikmet ise baştan beri Kütahya'ya yerleşik...



24 Mayıs 2022

Anası Yedekte, Danası Omuzda

 

    İresil Hocanın Mısdık'la, yorulan zihnimizi dinlendirmenin en iyi yolu ikişer bardak çay içmek diye düşündük. Bu yüzden ilk akşamdan Takanın kahveye vardık. Daha kapıdan girerken, ilk masada Onu görünce sevindim. 'Senin ne işin var burada!' diye takılmayı da ihmal etmedim. Bir müddettir Afyon'da oturuyordu.

    Hacapo ile damadı Salih Hoca, akşam namazı sonrası çay içiyorlardı. Bir iki hoşbeşten sonra Hoca kalktı; Hacı, Mısdık ve ben, sacayağı başbaşa kaldık. Oldum olası sohbetini ve onunla konuşmayı severim. O da konuşmayı sever; lakin çoğu onun düzeyine uzak olduğundan kendisinden pek hoşlanmaz, bu yüzden dinleyicisi de azdır. Hoca kalktıktan sonra kimse gelmezdi masamıza, gelmedi de zaten. Televizyon bangır bangırdı, oyun oynayanların şamatası filan derken, bizi duyan da olmazdı. Rahattık yani...

    Dereden tepeden, şundan bundan konuşmaya başladık. Sohbet bazen tarih, din, felsefe kadar ciddiyet kazanıyor; bazen de askerlik, ileşberlik ve günlük hayata inerek komikleşiyordu. Nasıl oldu bilmiyorum, mevzu eskilerin ne kadar güçlü kuvvetli olduklarına geldi. Verilen örneklerle süslenen sohbet koyulaştı. Tek koluyla 5-8 demirlik çuvalı koltuğuna alan adamlar, bir eliyle kavradığı koyunu atın terkisine alan kadınlar, sabanı/pulluğu tabanca gibi tutup kaldıranlar, yaşanmış misallerdi. Son olarak Mısdık, Kütahya'dan buraya omuzunda buzağı taşıma olayını söyledi. Hadiseyi yaşayan kişi, Hacı'nın babası Çakır Mehmet imiş. Duymamıştım, meraklandım şimdi.

    Hacı Apo, önemli şeyler söyleyeceği zaman takındığı tavrı aldı; ama sesi her zamankinden daha pes perdedendi. 'Aslında bunlar, tarihe kaydedilmesi gereken şeyler; lakin kim yazacak' diye söze başladı ve devam etti: 'Dilden dile, kulaktan kulağa aktarılırken yanına bişeyler daha katılıyor, olay bambaşka bir hale bürünüyor.' Hacı'nın yakındığı şey, işin aslının, ortalıkta anlatıldığından çok farklı olmasıydı. Doğrusunu anlatmasını istedik. 'Uzun olur, dinlemezsiniz' gibisinden bir şeyler dedi. İlle de uzun uzun anlat diye tutturduk. 

    İyi bir hikayenin gelmekte olduğunu hissedip vaziyet aldım. Yazarak not edemeyeceğimden telefonun kayıt ayarlarıyla uğraşıyordum. Hacı bunu farkedip 'Kim arıyor?' diye merakla sordu. Sesinde hafif rahatsızlık emaresi vardı. 'Kimse aramıyor' diye savuşturdum. O anlatmaya başlarken ben de kayıt tuşuna bastım.

"Tavşanlı'ya demiryolu yapılıyormuş, hangi yılsa. Bilallerin Apil Ağa, Garaguzuların Arif'in babası ile üçü buradan gidiyorlar. Ekimden sonra, Kasım ayı filan; harmandan sonra yani. Babam hep anlatırdı, 'Bende 5 lira va' derdi, onlarda o da yokmuş. Torbalarına birer ikişer ekmek alıyorlar, birer yorgan sarıyorlar, varsa o da... Kestirimden kestirimden, köyden köyden o tarafa gidiyorlar, rastgele... Yolda 50 kuruşluk helva alıyorlar, yiyorlar filan..."

"Biraz çalışıyorlar, kış bastırıyor. Çalışılmayacak duruma geliyor... El arabasıyla taş taşıyacaksın, toprak taşıyacaksın da demiryolu yapılacak... Bunlar yapılamayacak şekilde şartlar ağırlaşıyor. Kar bastırıyor. 'Çadırlan altından su akıyodu' derdi babam. Çadırların alt kısmı bir karış kadar yerden yüksekmiş... Bu duruma gelinince iş kalmadı diye çoğunu gönderiyorlar. Babam kalıyor, geri bırakıyorlar. Niye kalıyor? Efendim, Çakır Mehmet'in bilmem neyi için mi! Çok çalıştığı için...Üç ay kalıyor. Ötekiler bir ayda sepetleniyorlarsa, o üç ay kadar kalıyor orada. Tabi sonra ona da iş kalmıyor."

"Kütahya'ya geliyor. Bit pazarından bir tane şapka, bir tane pantolon ayağına... İşte 5 kuruşa şapka, 10 kuruşa pantolon alıyor, o günün parasıyla. Kazandığı parayı da dizine yamalık yapıyor. 50 lira... Ne olur ne olmaz, yolda çalarlar, soyarlar diye, aldığı pantolonun dizine yamıyor. Cebinde varsa beş on kuruş, bir lira neyse harçlık kalıyor; ama 50 lirayı böyle yamalık yapıyor dizine."

"İleride Kütahya pazarından bir tane bızağlı inek alıyor, 24 liraya, 25 liraya, 28 liraya her neyse... Demek ki iki inek parası kazanmış. Oradan yola çıkıyor, Kütahya pazarından... İneği yedeğine alıyor, bızağıyı da sırtına... Caferin Han dediğimiz bir han var, eskiden yolun üstündeydi hanlar şimdi değişmiş, Kütahya'ya 20-25 km filan, o civarlarda... Oraya kadar geliyor, bızağı sırtında. Orada geceliyor, handa yatıyor."

"Sandıklı tarafından bidenesi testi satmaya gelmiş. Testi, çömlek neyse... O da testiyi satmış bu yanna gelecek. Handa kalıyor gece... Ona diyor 'Bızağyı arabiye goyam...' İneği bağlattırmıyor arkaya. Neymiş, inek arabayı asılırmış... Buzağı arabadayken inek zaten arkadan gelir, asılmaz ki arabayı... Beygirleri zorlarmış, beygiri niye zorlayacak! Adamın kafa öyleymiş işte... Buzağıyı koyduğuna babam şükrediyor zaten... O zaman böyle güzel yol mu vardı; o köyden, şu köyden buraya kadar geliyorlar. O zaman Gasapların odası varmış, Bidakgelerin eski odası. Orada adamı misafir edip sabah da yolcu ediyor."

"Yani Kütahya'dan 25 kilometre sırtında getiriyor buzağıyı. Kütahya'dan çıkıyor... Zaten o hayvanla beş kilometre zor yürünür... Beş altı saat... O buzağı 40 kilo muydu, 50 kilo muydu..."

"Sen ekmek parası için işe git, çalış, inek getir... Bu olmayacak bir şey zaten. Herkesin gözü üstünde, gözlü mal... Üç dört ay sonra, harmanda, Ağustosta o inek çatlıyor. Herkes göz ediyor çünkü. 'Çakır Mehmet inek getmiş, şöneymiş böneymiş...' Sığırdan gelince bayram gün çatlıyor hayvan. Kurban bayramı günü... Hatta dayım rahmetli (Çolak Hüseyin) bize gelmişmiş, şamata gürültü kesiyorlar... Emmim rahmetli (Çakır Osman) da ağlıyor başında... Yok yav! Başka bir şeyin de yok zaten. Varın yoğun o hayvan... Babam ağlamamış 'Emeklerim boşa gitti' diye; ama emmim ağlamış yani..."

    Hacı Apo, anlatımını bitirdikten sonra Mısdığa döndü ve gülerek 'Bu, gerçek... Hikaye bu... Yaşanan hikaye bu... Bundan sonra anlatacak olursan bu şekilde anlat, dekcene!" dedi. Gülüştük. Benim 'dekcene' kaydettiğimi bilmiyor tabi...



23 Mayıs 2022

Berberler

 

    Köye evvelden yerleşmiş ilk Eğretlilerin geçimi ileşberlik ve hayvancılıktan idi. Ziraatle ilgili aletleri kendileri yapabiliyor, bilemedin komşusuna yaptırıyorlardı. Hayvanları nallama, kırkma gibi işleri de kendileri halledebiliyorlardı. Urba dikme, kilim dokuma, geri örme, çarık germe, kaşık oyma vs. gibi kişisel ihtiyaçların karşılanması böyle... Demirci, koşumcu, arabacı, değirmenci gibi esnaflar da kendi kendine mecburen hayatta yer buldu. Bir de hamamcılık, değirmencilik gibi diğer insanlara hizmet veren meslekler var. Eğret şartlarında bunlar da gelişti. Hatta mandıracılık bile vardı. 

    Nedendir bilinmez, berberler hep dışarıdan geldi, yerleşti ve Eğretli oldular. Belki diğer meslek sahibi esnaflar için de bu durum söz konusudur; ama özellikle 19. yüzyılda hatırı sayılır bir berber akını olduğu besbelli. Eski kütükte 'berber' olarak kaydedilenlerin tamamı böyle.

    Berber Ali Usta

    Eğret'e gelen berberlerin yalnız birinden 'Usta' diye söz ediliyor; O da Berber Ali Usta'dır. Diğerleri 'Berber' yahut 'Berberoğlu' diye yazılmış. 

    Berber Ali Usta 1850 yılında Afyon'da doğmuş. Babası Abdurrahman, annesi ise Şerife... Annesi ve kız kardeşiyle birlikte geliyor Eğret'e. Kız kardeşi de Şerife... Sonradan 'Aliyeler' denilecek Hacıahmetler sülalesinden Emiralanoğlu Ahmet'in eşi oldu. Annesi Şerife Hanım 1825 doğumlu, görmüş geçirmiş bir kadın... Öldüğünde 80 yaşının üzerindeymiş. 

    Berber Ali Usta atalarının Afyon'a Emirdağ'dan geldikleri, aslen Emirdağ Yörüğü olduklarına dair bir bilgi var; ama bunu destekleyecek başka bir şey bulamadım.

    Afyonlu Berber Ali, kısa zamanda işinin ehli olduğunu gösterdi, ustalığını ispatladı. Köyün ileri gelenleri, buraya yerleşmesi için teşvik ettiler; 100 dönüm tarla verdiler mesela... Eğretli olmasına bir adım kaldı, o da evlenip yuva kurmaktı... Demirdelenoğlu Ali kızı Neslihan'la evlendi. Neslihan Hanım, Hayta Mahmut'un halası oluyor... 

    Ali Ustanın sevilmesinin tek sebebi şüphesiz sadece işinin ehli olması değildi. Düzgün karakteri ve ermiş gibi nurani bazı garip halleri de vardı. Bütün bunlar yüzünden Eğretliler Onu bağrına basmış... Hacımahmutların Mehmet, Söğütçüğe beygiri çakıp camiye gitmiş. 'Acaba boşandı mı, zikgeyi çıkardı mı' gibi vesveseyle namazı kılmış. Namazdan sonra Ali Usta yanına yaklaşıp, 'Korkma beygire bişey olduğu yok' diye kulağına fısıldamış... Buna benzer garip hallerine çok şahit olmuşlar...

    Neslihan ile Berberin iki oğlu iki kızı oldu. Dört çocuğun büyük ve küçükleri oğlanlar, arada iki kız var. Büyük kızına o sırada sağ olan ninesinin adı Şerife ismi konulmuş. Hacıların Kel Ahmet ile evlenecek olan Şerife, Arzıman Azbay'ın anasıdır... Küçük kızı Nimet ise önce Yörüklerden birine vardı. Kocası Cihan Harbinde kalınca Daldalların Deli Veyis oğlu Süleyman'ın ikinci eşi olacaktır; yani Akgalak Çapar Mehmet Dadak'ın annesi...

    Ali Usta'nın oğullarına gelince... Küçüğünün adı İsmail, dört çocuğunun da en küçüğü oluyor, 1892'de doğdu. Veyislerin Ramazan kızı Fatma ile evlendi. Burada ciddi akrabalık bağlarını hatırlatmak gerek... Evvela, İsmail'in halası Şerife Emiralanoğlu Hacıahmetlerin Ahmet'e varmıştı, bunu unutmayalım. Şerife Hanım, oğlu Veli'yi Veyislerin Ramazan'ın büyük kızı Aliye ile everdi... Şu durumda Berber Ali Usta'nın oğlu İsmail, halaoğlusu Veli ile bacanak oldu...

    Henüz çoluk çocuk yoktu, Cihan Harbi patlak verdi. Şehit olduğu haberi Çanakkale'den geldi. Köyü Belirlenemeyen Afyonlu Çanakkale Şehitleri listesindeki şu bilgiler onunla örtüşüyor: "Afyonlu Ali oğlu İsmail; 2. Kolordu, 2. Fırka, 16. Alay, 2. Tabur Piyade Eri iken 19 Haziran 1915 günü, Anafartalar Muharebelerinde şehit oldu."

        Deli Berber

    İsmail parantezini kapatıp Berber Ali Usta'nın büyük oğlu Mehmet ile devam edeceğiz. Çocuklarının içinde en büyük olan Mehmet, 1883 yılında doğdu. Ümmühan Hanım ile evlendi. İki kız üç erkek, beş çocukları oldu. Kızlar en büyük ve en küçük, üç oğlan ise bunların arasındadır. Oğlanlardan birine babası Ali'nin adını, birine şehit kardeşi İsmail'in adını, üçüncüsüne de Emin adını verdi; fakat üç oğlunun hiç biri yaşamadı, çocukken vefat ettiler... 

    Büyük kızı Havva 1906 yılında doğdu. Tongulların Hasan oğlu Ahmet eşi oldu. Orada doğan bir kızı Zehra, ileride Con Ahmet Aydın'ın eşi olacaktır... 1913 Yılında doğan küçük kızının adını Ayşe koydular. Ümmühan Hanımın ana adı oluyor Ayşe... Hacımahmutlardan Manda Ahmet'in eşi oldu...

    Berber Ali Usta, bütün mesleki birikim ve hünerini tek oğlu Mehmet'e miras olarak bırakacaktı. Bunun için küçüklüğünden itibaren onu yetiştirmekte titizlik gösterdi. Kendisi, Eğret halkı tarafından kimseye verilmeyen 'Usta' ünvanının hakkını vermişti, içi rahattı. Oğlunun da bu düzeye layık biri olmasını istiyordu. Verdiği emeğin karşılığı, onun ölümünden yıllar sonra alındı; Oğlu Mehmet de usta berber olarak toplumda saygın bir yer edindi. 'Goca Berber' bazen de 'Deli Berber' diye anılıyordu... Deliliğini gençliğinde bir nebze eşkıya olarak takılmasına da bağlıyorlar. İyi tüfek kullanmayı ve attığını vurmayı bu döneme borçluymuş. Havaya atılan parayı vuracak kadar iyi nişancı olduğunu söylüyorlar…

    Goca Berber küçük kızı Ayşe'yi Manda Ahmet'e vermişti. Ali, Fadime ve Emin adında üç torununu doğurduktan sonra kızı 1938'de vefat etti. 'Anaları sağ iken babanın çocuklarını bir gözü görür, anaları öldükten sonra o gözü de görmezmiş' diye Eğret'te yaygın bir söz var. Manda Ahmet tekrar evleniyor, üvey ana filan derken, Deli Berber torunlarını öylece bırakmayıp yanına alıyor. Zaten kız torunu ufakken vefat ediyor, geride kalan Ali ile Emin'in bakım ve büyütülmesi artık ona ait olacak...

    Torunlarından Ali, babası Ali Usta'nın hem de küçükken ölen kendi oğlunun adı; Emin de yine küçük ölmüş oğlunun adıdır. Bu minval üzere Deliberber 1960, eşi Ümmühan Hanım ise 1961'de peş peşe vefat ettiler... 

    Esasında Manda Ahmet oğlu olarak, Ali ve Emin Öztürk'ü Hacımahmutlarda ele alacağız; lakin bunlar daha çok 'Berberlerin Ali' ve 'Berberlerin Emin' olarak bilinmektedirler. Dedeleri Deli Berber tarafından büyütüldükleri için öyle biliniyorlar. Ayrıca Berber Ali Usta'dan bugüne kalan yadigar, sadece onlar ve çocuklarıdır...

    Berberlerin Ali ve Emin'in çocuklarına verdikleri isimlerde Berberler sülalesinin izleri de takip edilebilir. 'Deli Ali' lakaplı Berberlerin Ali; büyük oğluna, anasının emmisi Çanakkale şehidi ve kendi dayısı İsmail adını veriyor. Kızlarının büyüğüne anası Deli Berber kızı Ayşe; küçüğüne de yine Deli Berber kızı, teyzesi Havva'nın adlarını koyuyor... Berberlerin Emin ise oğluna dedesi Deli Berberin adı olan Mehmet, kızına da ninesi Deli Berberin eşi Ümmühan adını koymuş... 
    Deli Ali ile onun torunu, yani Fişek oğlu Ali Öztürk, Berber Ali Ustanın adını taşıyorlar. Berberlerin Eminin oğlu Cingen Mehmet ile onun iki torunu Mehmet Öztürk'ler de Deli Berberin adına miraslar...


    Berberler

    Berber Ali Ustanın nesli, oğlu Deli Berberin kızından bugüne devam ediyor. Mesleği ve ustalığı da 150 yıl sonra bugün hala sürdürülüyor. Bildiği her şeyi oğlu Mehmet'e öğreten Ali Usta bu dünyadan göçtü gitti. Oğlu da ustalığını kendine saklamadı, adam yetiştirdi. 

    Deli Berberin yetiştirdiği üç meşhur berber var; Omarcıkların Berberüseyin (Hüseyin Sağlam), Takgasların Berberüseyin (Hüseyin Öncül) ve Tingildeklerin Hacapdılla (Abdullah Kasal). Hacapdılla kanalı kendisinin ölümüyle birlikte tıkanıyor. Takgasların Berberüseyin, Göçmen Süleyman oğlu Sami Sancak'ı yetiştirdi.

    Omarcıkların Berberüseyin; Ali Ustadan Deli Berbere, ondan da kendisine miras kalan mesleğin öğretimi konusunda adeta bir okul oluyor. Önce kardeşi Şükrü Sağlam ile Göçmen Süleyman oğlu Ali Sancak'ı yetiştirmeye başlıyor. Şükrü ile Ali askere gidince Böbülerin Ahmet Kabadayı'yı yanına alıyor. O çalışırken bir yandan da oğlu Yahya Sağlam'ı işliyor. Kabadayı ustalaşınca kendi teşvikiyle ona dükkan açıyor. Berber Ahmet, dükkanında Turabilerden Mehmet Külte'yi yetiştiriyor. Kendisi İzmir'e taşınınca ustalaşmış olan Berber Mehmet devam ettiriyor işi. Bu arada Berberüseyinin kanalından da Berber Yahya devam ediyor... Berber Mehmetin emekliliğine yakın oğlu Hüseyin Külte yetişmeye başlıyor. 

    Hasılı kelam, Berber Ali Ustanın torunları Berberler sülalesini devam ettirirken; 150 yıllık mesleğini de zincirin son halkası olarak Berber Hüseyin Külte sürdürüyor.


 

20 Mayıs 2022

Eyüpler

     

    Tanzimattan önceki dönem, 19. yüzyılın ilk çeyreği... Afyonlu Demirci Eyüp her yılki yolculuk için hazırlıklara başlanmasını istedi. Atalarının mesleği demirciliğin yanında malcılık da yapıyordu. Baharda yaylım için hayvanları bol otlu çayırlara, yaylalara çıkarırdı. Son yıllarda, Kütahya mıntıkasındaki yaylaklara alışmışlardı; bu sene de Hacıbeyli köyünde yazı geçirmeyi planlamıştı.

    Çoluk çocuk, sürüleri de önlerine katarak yukarı doğru gitmeye başladılar. Hayvan, yayıla yayıla gittiği için yavaş ilerliyorlardı. İkinci günün molasını Eğret'te verdiler. Geceyi burada geçireceklerdi.

    Odada hoşbeşten sonra Eğret'te kalması yönünde teklif geldi. Kendisini odada ağırlayanlar köyün büyükleriydi. Sohbetin konusu doğal olarak hayvan ve hayvancılığa kaydığında misafirleri Demirci Eyüp'ün bu konuda ne kadar yetkin olduğunu anlamışlardı. On parmağında on marifet bir adam vardı karşılarında; demirci, çoban, nalbant, baytar, ileşber... Yaylım bol diye Hacıbeyli'ye gideceğine burada kalsındı. Dağsa dağ, aha koca İblak; mera ise mera, her taraf çayırdı. Başka yerde buradan iyisini mi bulacaktı. İsterse köye de yerleşsin, dilerse ağıl da yapsın!

    Kabul ettiği bu teklifin çocuklarını, torunlarını ve torunlarının torunlarını Eğretli yapacağını Eyüp nereden bilecekti ki... İki oğlunun isimleri Ahmet ve Mehmet... 

    Oğlu Ahmet'i Ayşe ile everdi. Gelini Ayşe de bir başka Eyüp'ün, Mollahmetlerden Ali oğlu Eyüp'ün kızıdır... Mollahmetlerin kızı Ayşe Hanım sayesinde Afyonlu Ahmet'in Eğretlileşme süreci hızlanacaktır...

    Küçük oğlu Mehmet'e de Kara Mehmet dendiğini biliyoruz; onu da başka bir Ayşe ile everdi. İleride Yahyalar dalını oluşturacak Kara Mehmet'i bırakıp ağabeyi Ahmet'ten devam edeceğiz.

    Yalnız buraya kadar anlattıklarımızın belgesel bir karşılığı yok, tamamen Eyüplerin bugünkü torunları arasında anlatılanların derlenmesinden oluşuyor. Bununla beraber, yazının bundan sonrası 1904 kayıtlarında belgelendirilmiş bilgilere dayanır...

    Eyüpoğlu Ahmet ile Ayşe Hanım'ın çocukları yaş sırasına göre; Halil, Şerife, Eyüp ve Ayşe'dir. Anlaşılacağı üzere Eyüp, hem Demirci hem de Mollahmetoğlu olan babaların adıdır... Sadece birinin adı öyle olsaydı, ileride sülaleye belki Eyüpler demezlerdi; ikisi de Eyüp olunca bu sülale ismi kaçınılmaz oldu... 

    Kızlarına koydukları isimlerden annelerinin adının da Ayşe ve Şerife olduğuna dair tahmin yürütebiliriz. Bu kızların büyüğü Şerife'yi, Emirhanoğlu Hüseyin'e verdiler; İşofun ninesidir... Küçük kızı Ayşe'yi de o sırada Eğret'e yeni gelen Türkmenoğlu Halil'e verdiler. Ayşe Hanım, Yumruklar ile Yörüğoğluların ninesidir...

    DERVİŞ HALİL

    Aslında kayıtlarda Halil adındaki bu oğlu görünmüyor. 1904 Kayıtları tutulduğu sırada vefat ettiği ve oğlu olmadığı için hiç bir belgede adına rastlanmayan Halil'e 'Derviş' diyorlardı. Derviş Halil'in Satı ve Ayşe adlı iki hanımla evlendiği anlaşılıyor. Yalnız bu hanımlarının kimlerden olduğu tabi ki bilinmiyor... 

    Dervişhalilin beş kızı oldu. Büyük kızı Ayşe, Küpelilerin İbrahim'in ilk eşi oldu. Onun doğumundan sonra vefat ettiği oğlu 'Küçükmehmet' olarak tanınacak ve Patlakların Çete Mehmet Patlar'ın kayınpederi olacaktır... 

    Dervişin ikinci kızı Fatma, önce Çorcalıoğlu Mehmet'e vardı. Orada Godalömer, Eyüp ve Büzükhalilin anası oldu. Eşinin vefatından sonra Tongulların Hasan'a vardı; fakat asıl etkisi ilk Çorcalılardadır, kendi babasının lakabını çocuklarına Devrimbeşler olarak taşımış oldu... 1943 Yılında vefat etti...

    Üçüncü kızının adı Havva... 1866 Yılında doğan Havva, Söylemezoğlu İbrahim'e vardı. Yıllar geçtikçe Gıbış, Gociban ve Dıkma kardeşlerin ninesi olacaktır; 1941'de vefat etti...

    1868 Yılında doğan dördüncü kızına Zeliha adını koydular. Zeliha da Hatiboğlu İbrahim'e vardı. O da ileride  Gobakların  Çerçimehmet, Halil İbrahim ve Hasan'ın anaları olacaktır; 1952'de öldü...

    Ve 1883 doğumlu Fadime adındaki en küçük kızını, Türkmenoğlu Ahmet'e verdiler. Fadime'nin halası Ayşe, aynı zamanda kaynanası oldu. Bu Fadime, ileride Ali Efe ile Halil Efenin anası olacaktır; 1968 yılında vefat etti...

    Eğret halkınca Eyüpler diye bilinen sülale, resmi belgelere Dervişoğlu diye kaydedilmiş. Buna sebep olarak Dervişhalil gösteriliyor. Şu durumda Dervişhalil, hem kendi sülalesinin hem de Çorcalıların Devrimbeşler (Devrişmehmetler) kolunun lakabının değişmesinde baş aktör kabul edilebilir... 

    DERVİŞOĞLU EYÜP

    Anıtkaya'daki Eyüpler sülalesini oluşturan ana dal, Eyüboğlu Ahmet'in küçük oğludur. Dedesinin adını alan Eyüp, 1840 yılında doğdu.  Araplardan Sarı Mustafa kızı Ümmühan ile evlendi...

    Ümmühan Hanımdan biraz bahsetmek gerek. Sarımustafanın tek kızı Ümmühan, aslında Araplarla da alakası olan Gavasların Mahmut'a varmıştı. Bir kızları olduktan sonra Mahmut ölünce, Ümmühan Hanım o vaziyette Dervişlerin Eyüp'e geldi. Tay gelen Kezban, ileride Hacımahmutoğlu İbrahim ile evlenip Gambırarifin anası olacaktır...

    Ümmühan hanım ile Eyüp'ün de iki kız, üç erkek olmak üzere beş çocukları oldu; Satı, Şerife, Ahmet, Halil ve İsmail... 

    Kızlar oğlanların büyüğüdür. 1879 Doğumlu Satı'ya 'Gara Satı' derlerdi. Gocalilerin Ali ile evlenen Satı Hanım Şekeralinin ve Arapırmızanın anası oluyor, 1959 yılında vefat etti... Eyüp'ün diğer kızı Şerife ise Hassönlerin Hacı Hasan'ın ilk hanımıdır, Halil doğduktan sonra 1899'da vefat etti... 

    Eyüp'ün oğullarına gelince... Büyüğü 1888 yılında doğdu ve doğal olarak dedesi Ahmet'in adını koydular... Ahmet'e nasılsa geri döneceğiz; önce küçük kardeşlerine bakalım... Ortanca Eyüboğlunun adı Halil'dir, 1891 yılında doğdu. Askere gittiğinde evlenmemişti. Bu dönem, hiç bitmeyen savaş yıllarına rastlıyor. Çanakkale cephesindeydi. Şehit olması kayıtlara şöyle işlenmiş: "Eyüp oğlu, 1891 doğumlu Halil; Birinci Kolordu, Birinci Fırka, Yetmişinci Alay, Birinci Tabur Piyade Eri iken, 20 Nisan 1915'te Seddülbahir Muharebelerinde şehit oldu."   

    Halil böyle... En küçükleri İsmail ise 1895'te doğdu. İsmail ismi üzerinde duralım. Eyüplerin geçmişinde bu adda kimse yok. İsmail'in annesi Ümmühan Hanım, Araplar sülalesine bu lakabı kazandıran Sarı Mustafa'nın kızıydı. Bu Mustafa'nın belgelerdeki künyesi 'İsmail oğlu Sarı Mustafa' diye yazılıyor. Yani Ümmühan Hanımın dedesinin adı oluyor İsmail... O da abisi gibi evlenmeye fırsatı olmadan kendini Cihan Harbi fırtınasında buldu. Hangi cephede vuruştuğu bilinmiyor; lakin İsmail de 1. Dünya Savaşı şehitlerinden...

    Ahmetçavuş

    Şimdi şehitlerin abisi, 1888 yılında doğan Ahmet'e geri dönelim... Askerde kazanılan rütbeler, terhis olduktan sonra sivil hayatta lakap olarak o kişiye yapışıp kalır. Bu yüzden çok sayıda 'Çavuş' lakaplı kişi vardır. Eyüp oğlu Ahmet de onlardan, Eğret'teki birkaç 'Ahmetçavuş'tan biridir.  

    Ahmetçavuş, Selimlerden Ahmet kızı Fatı (Fatma) ile evlendi. Fatı Hanım Keçimehmetin halası olur; ayrıyeten anası Şerife tarafından da Çorcalılara dayanır. 

    Ahmetçavuş ile Fatı'nın biri kız, dört çocukları oldu. Kızlarına, ninesinin adı olan Ümmühan ismini koydular. Ümmühan, Bidakge lakaplı Gasapların Resul Eser'in eşi olacaktır; 1999'da vefat etti... 

    1951 Yılında Eyüplerin Ahmetçavuş vefat etti. Eşi Fatı Hanım ise 1966 yılında rahmetli oldu... Üç oğlu üzerinden bugünün Eyüplerine uzanacağız...

    1. Eyüp

    Ahmetçavuş 1907'de doğan büyük oğluna kendi babasının adını koydu. Bu aynı zamanda, iki Eyüp dedenin dört kuşak sonraki adını sürdüren torunu oldu. Gasapların Ömer kızı Refiye ile evlendi. Refiye Hanım, Bidakgenin ablası olması sebebiyle, bir bakıma değişik usulü yapmış oldular. Ayrıca bu evlilikle Eyüp; İdirizlerden Dedemısdık, Güdüklerden Yeşilhafız ve Patlaklardan Sağırömer ile bacanak oldular...

    Eyüplerin Eyüp 1975 yılında, eşi Refiye Hanım ise 1990 yılında vefat ettiler... Çocuklarına gelince...

    Refiye Hanım ile Eyüp'ün bir kız, beş oğlan olmak üzere altı çocuğu var. Kızına kendi anneannesi olan Şerife adını koydu. Şerife Hanım, Daldalların Gocayörük olarak bilinen Mevlüt Honça'nın eşi olacaktır; 2020 yılında vefat etti...

    Hopalı
    Bundan sonra pek isim takibi yapamayacağız. Eyüp'ün büyük oğlunun adı Halil İbrahim, ama 'Hopalı' derlerdi. Askerliğini nerede yaptıysa insanlara oranın lakabını takıyorlar, Halil İbrahim'e bu yüzden Hopalı demişler... 

    Devrimbeşlerden Göde Mehmet kızı Münevvere ile evlendi. Biri erkek üçü kız, dört çocukları oldu. Büyük kızı Mali Müşavir Saynur, İzmir'de yaşıyor...  

    Ortanca kızı Günay, Ordulu Muhammet ile evlendi. Üçü kız biri oğlan olmak üzere dört çocuğu var. Kızları Efil, Eda ve Ezgi evli ve birer oğulları var. Ezgi, ailesiyle İstanbul'da yaşıyor. Tek oğlu ve en küçükleri Doğuşcan ile birlikte halen İzmir'de yaşıyorlar...

    Hopalının küçük kızı Burçin, Uşaklı Mustafa ile evlendi; Nil ve Tuna adlarında iki çocuklarıyla yurtdışında yaşıyorlar.

    Dört kardeşin üç numarası ve ailenin tek oğlu Ahmet, Göztepe Spor Kulübünde profesyonel futbolculuk yaptı. İzmirli Seher Hanımla evlendi, bir kızıyla bir oğlu var. Kızı Simge Nil İzmirli İlke Bey ile evli olup yurtdışında yaşıyorlar... Oğlu İbrahim Kutay kendisi gibi spor çevresinde yetişti. Galatasaray'da futbol oynadı, sonrasında Spor ve Menejerlik eğitimi aldı. Halen İzmir'de yaşıyor...

    Veysel
    İkinci oğlu Veysel, 1937 yılında doğdu. Hacapdıramanlardan Refiye Hanım ile evlendi. İki oğulları var; Anıtkaya dışından evlenen büyük oğlunun iki kızı var.  Veysel 2011 yılında vefat etti, çocukları İzmir'de yerleşikler...

    Fevzi
    Eyüplerin Eyüp'ün 1939'da doğan ortanca oğlunun adı Fevzi... İzmirli Nuriye Hanım ile evlendi. Murat, Ersin ve Göksel isimlerinde üç oğlu var. Murat ve Göksel de Anıtkaya dışından evliler, halen İzmir'de oturuyorlar... Babaları Fevzi ise 2023 yılında vefat etti...

    İsmet
    Dördüncü oğlu İsmet de Aydınlı Hatice Hanım ile evlendi. Nalan, Refiye ve Hülya adlarında üç kızı da öğretmendir. Tek oğlu Levent evli ve iki çocuk babası... İsmet Dirlik'in dört çocuğundan sadece Hülya Ankaralı bir beyle evlendi; diğerlerinin eşleri İzmirli'dir...

    İzzet
    Eyüplerin Eyüpün en küçük oğlu İzzet, Garadellerin Hödükhaliban kızı Ayşe ile evlendi. Çiğdem, Eyüp ve Selma adlarında iki kızları ve bir oğulları var. 

    Çiğdem, Yahyaların Ahmet Diril ile evli... Bu evlilikteki akrabalık sarmalı dikkat çekmeyecek gibi değil. Bir defa Çiğdem'in anasıyla Ahmet'in babası, kuşak farkıyla ve iki koldan teyze çocuğu oluyorlar... Ayrıca Yahyalar ile Eyüpler dipte Dervişoğlu paydasında birleşiyorlar...

    Küçük kızı Selma da Kayserili bir beyle evlendi... Oğlu Eyüp ise bekar, İzmir'de yaşıyorlar...

 

    2. Ortaköylü Mustafa

    Ahmetçavuşun 1909 yılında doğan ortanca oğlunun adı Mustafa... Berberoğlu Murat kızı Firdevs ile evlendi. Firdevs Hanım Takgasların Kel Ömer'in kardeşidir. 1934 Yılında bir oğlu olunca, Cihan Harbi şehidi amcası İsmail'in adını koydu. İsmail yaşına girdiğinde Firdevs Hanım 1935'te vefat etti. Sonra Mustafa Olucak'tan Emine Hanım'la ikinci evliliğini yaptı. Emine Hanımdan da iki kız bir oğlu oldu. Evi barkı, düzeni Eğret'te idi; ama eşi Emine Hanımın da Olucak'ta azımsanmayacak bir mal varlığı bulunuyordu. Tarlaların ekilip biçilmesi, diğer işlerin yürütülmesi gerektiğinden Mustafa neredeyse her gün Olucak'a gitmek durumundaydı. İki köy arasında mekik dokuyordu. Bu sebeple adı 'Ortaköylü'ye çıktı... Bazı bazı 'Araköylü' dedikleri de olurdu.

    Ortaköylü olana kadar birkaç evliliği daha var Mustafa'nın; lakin onlardan geleceğe yansıyacak bir netice alamadı. Kendisi 1970, Olucaklı Emine Hanım ise 1988 yılında vefat ettiler. Araköylünün iki hanımından çocuklarına bakalım...

    Firdevs Hanım'dan tek çocuğu İsmail, Turabilerin Salih kızı Şerife ile evlendi. Şerife Hanım, Turabilerin Salih Külte ile Berber Mehmet Külte'nin halalarıdır. Bir oğlu ile bir kızları var. Nuray Altıntaş-Yalnızsaray'a gelin gitti...
    Oğullarının adı Tahsin. Olucak'tan Sevcihan Hanım ile evlendi. Hastane aşçısı olarak çalışıp emekli olduktan sonra mesleğini sürdürüyor. Anıtkaya'da adaşı olmadığı halde illa ki 'Aşçı Tahsin' diye anılır. Bu adla bir de dükkanı var, ayrıca toplu törenlere yemek yapar. Neşesini yanından ayırmaz, her gittiği yere onu da götürür; bu yüzden vardığı yer hareketlenir... 
    Aşçı Tahsin'in dört kız iki oğlu var. Kızları; Gülerman, Aggaşların Birol Akkaş eşi; Firdevs, Garaömerlerin Adem oğlu Ömer Kök eşi; Şerife, Dombeylinin Hasan oğlu Hakan Okutan eşi; Elvan, Tatıresillerin Orhan oğlu Resul Omak eşidir... Büyük oğlu tabi ki dedesi İsmail adını aldı. Mandaların Ahmet kızı Fatma ile evlenen İsmail'in Tahsin Gükhan adında bir oğlu var. Aşçı Tahsin'in küçük oğlunun adı ise Yasin...
    Aşçıtahsinin annesi Şerife Hanım 2013 yılında, babası İsmail ise 2020 yılında vefat ettiler...

    Ortaköylü Mustafa'nın Emine Hanım'dan çocuklarına gelince... İki kız, bir oğlu oldu. 1940 Doğumlu büyük kızına, merhum eşi Firdevs adını koydu; lakin kızı Firdevs de uzun yaşamadı, 1952'de öldü. Diğer kızının adı Ayşe... Ayşe de Başkimseli Yörük Ali oğlu Hayrettin'e vardı... 

    Emine Hanımın tek oğlunun adı Ahmet'tir. Olucak'tan Çırak kızı Hayriye Hanım ile evlendi. Bir oğlu dört kızı var. Kızları; Yasemin, Yozgatlı; Tuba, Eskişehirli; Fatma, Konyalı beylerle evlendiler. Olucak'ta kalan sadece Emine oldu. Ahmet'in oğlu Ramazan, Olucak'tan Yasemin ile evlendi; Ahmet ve Alper adlarında iki oğlu var. İzmir'e yerleşikler...  

    3. Kokulu Mehmet

    Eyüplerin Ahmetçavuşun küçük oğlu Mehmet 1929 yılında doğdu, 'Kokulu' lakabıyla biliniyordu. Kekliklerin Kelali kızı Feride Hanım ile evlendi. Aslen İlyenli olan Feride Hanım, Haro Ahmet'in de yeğenidir.

    Feride ile Kokulunun iki kız dört oğlan, altı çocuğu oldu. Kızlarından Aynur çocuklarının en büyüğü, Fatma (Fatı) da en küçüğüdür. Oğlanların isimleri Ahmet, Adem, Mürsel ve Ali... 

    Kokulu, ailesiyle birlikte Aydın'a taşındığı için erkek çocuklarının evlilikleri de ona göre oldu. Kızlar ise Aynur Ambanaz'a gitti, Fatma da Haro Ahmet'in gelini oldu... 

    Büyük oğlu Ahmet, Ağrılı Herdem ile evlendi. Üç oğlan, iki kız çocuğu var.  Mehmet ve Mustafa Anıtkaya dışından evlendiler. Ayşe ve diğer kız kardeşi de Anıtkaya dışına gelin oldu. Herdem Hanım 2024 başında vefat etti, Ahmet ve çocukları Aydın'da yerleşik... 

    Kokulunun Adem Aydınlı Yıldız ile evlendi, İzmir'de oturuyor. Feride ve Ferdi adlarında, bir kız bir oğlan, iki çocuğu var...

    Mürsel, Antalyalı Fatma ile evlendi. Üç tane oğlu var. Okan ile Gökhan evli, küçükleri ise bekar...

    En küçükleri Ali de Anıtkaya dışından bir hanımla evlendi. Biri erkek biri kız olan ikiz çocukları var... 

    Kokulunun oğlanlar, Anıtkaya'dan taşındıktan sonra doğal olarak memleketlerinden koptular. Evliliklerini de ona göre yaptılar, aynı şekilde onların çocukları da hep Anıtkaya dışından evlendiler. Adem İzmir'e, diğerleri Aydın'a tamamen yerleşti. Kokulu Mehmet 2003, eşi Feride Hanım ise 2013 yılında  Aydın'da vefat ettiler...

    İki asır kadar önce Hacıbeyli'de yaylama niyetiyle yola çıkan Eyüp, Eğretli ileri gelenlerin teklifine hayır diyemeyip oraya yerleşti. Çocukları ilk zamanlarda Afyon ile bağını koparmadı; ama her yeni nesilde o bağlar zayıfladı. Bu arada Eyüpler sülalesi 'Dervişoğlu' adıyla tam olarak Eğretli oldu. Çıkan bir yangında nüfus kütükleri yanınca, Afyon ile kağıt üstünde de olsa bağ kalmadı. Dediklerine göre Demirci Eyüp Dedenin evi Asmalı Kahve civarındaymış...

    Eğretli olan Eyüpler, 1934 Soyadı uygulamasında kendilerine DİRLİK soy ismini aldılar. Yukarıdaki süreçten de anlaşılacağı üzere, Anıtkaya'da sadece Aşçı Tahsin Dirlik kaldı.


18 Mayıs 2022

Gocamatlar

     
    Kuzey-Güney ekseninde Gödeşlerin evin tam denginde Gocamatların (Koca Ahmet) evi var. Sırt sırta vermiş bu evlerin kapıları birbirine paralel iki ayrı sokağa bakıyor. Kuşbakışıyla onların aynı yurdun iki parçası olduğu hemen anlaşılır. Zamanında öyleymiş zaten. 

    Olayı Garamusaoğlu Ali hikayesinde anlatmıştık, hatırlayalım: Karamusaoğlu Ali 1847'de vefat etti. Oğlu yoktu; ikisi evli beş kızı vardı. Büyük kızlarının ikincisi Ayşe, Turaçoğlu Mustafa'nın eşiydi ve ondan torunları ileride Tingildekler/Gödeşler olarak bilinecekler. Ali merhumun büyük kızı Havva ise 'Demirci Eyüpoğlu Ahmet bin Ahmet'in eşiydi. Damat Ahmet oğlu Ahmet, sıcağı sıcağına mahkemeye başvurarak, kayınpederi Karamusaoğlu Ali'nin ölmeden sekiz sene evvel evini barkını kendisine sattığını iddia ediyor. Dam, samanlık, ev, avludan oluşan bu yurt öyle bir tarif ediliyor ki, Gocamatların ev işaret edildiğini hemen anlıyorsunuz... İddiasına şahit olarak o günün Muhtarı ile Turabilerin atası Sarı Salih'i gösteriyor. Böylece Demirci Eyüpoğullarından Ahmet oğlu Ahmet, kayınpederinin evine yerleşmiş oluyor.

    Demirci Eyüp'ün hikayesi ayrı bir konu, onun torunu Ahmet oğlu Ahmet'le devam edeceğiz. Dedesi Eyüp'ün vefatından sonra, künyesinde 'Demircieyüpoğlu' ibaresine rastlanmıyor. Belgelerde 'Koca Ahmet oğlu Ahmet' diye adı geçiyor. 

    Kayınpederi Ali'nin evi aldıktan kısa bir süre sonra eşi Havva da vefat ediyor. Terekeden anlaşıldığına göre, Havva Hanımdan Şerife adında bir kızı var. Bir yıl sonra, 1849'da Kocaahmet oğlu Ahmet kendisi de vefat ediyor. İşte onun terekesinden yeni bilgiler öğreniyoruz. Meğer Kocaametin Ahmet, Havva Hanım ile birlikte Şerife adında bir hanımla daha evliymiş. Ondan da İbrahim ve Ali adlarında iki oğlu var. Babaları öldüğünde yaşları küçük olduğu için; bunlara dayıları Kasap Veli vasi tayin ediliyor. Kasap Veli ile kardeşi Şerife Hanım hakkında başka bilgi yok. 

    Üç kardeşten Şerife ve Ali'nin akıbeti hakkında da malumatımız bulunmuyor. Yalnız İbrahim ile günümüz Gocamatlarına adım adım yaklaşacağız... Burada dikkat çekici husus İbrahim'in Şerife Hanımdan gösterilmesidir. Oysa 1831 kayıtlarında Garamusaoğlu Ali'nin hanesine, onun torunu olarak kaydedilmişti; hatta doğum tarihi de 1829 idi... Bunu belgeler arasındaki karışıklığa yorup, hikayeye devam edelim.

    İbrahim, önce Dudu Hanım ile evleniyor; ondan Ahmet adında bir oğlu var. İkinci hanımına geçmeden evvel Dudu Hanım'ı konuşmak gerek. Bilallerin dedesi Mehmet Ali ve Tekeli Nuri Taşkın'ın ninesi Atike ile kardeşler. Kısaca, önce Dudu Sonra da Satı Hanım ile evleniyor ve ondan da Şerife, Ali, Havva ve Hüseyin doğuyor. Baştan beri tekrar edegelen bu isimler kulağa tanıdık gelmelidir. Belki yeni bir isim olarak Hüseyin var, o da ilk eşi Dudu Hanım'ın baba adıdır... 

    Gocamatların İbrahim'in kızları; Şerife, Hadımoğlu İbrahim eşi; Havva da Selimlerin Yunus eşi olacaktır. Burada dikkat çekici husus, bu iki kardeşin kendilerinden otuz yaş daha büyük kimselerle evlenmiş olmasıdır. Yalnız Şerife Hanım, Hadımoğludan önce Arapoğlu Ahmet Hasan eşiymiş hatta orada Osman adında bir oğlu olmuş. Bütün bunlardan sonra Hadımoğluya vardığı için yaş farkı normaldir...

    İbrahim oğlu Ahmet

    İbrahim'in oğullarına gelince... İlk eşi Dudu Hanımdan olan büyük oğluna babasının adı olan Ahmet ismini koydu. Ahmet kızı Ayşe ile evlendi ve 1884 yılında Ayşe ismini koydukları bir kızları oldu. Bu kız 4-5 yaşlarındayken, askerde olan babası Ahmet'in ölüm haberi geldi. 1889 Yılında Yemen'deki yerli isyanında çok Osmanlı askeri şehit olmuştu. Ahmet de o şehitlerin arasında olabilir... 

    Tereke durumunu bildiren mahkeme kararının ilgili kısmı şöyle: "... Eğret köyü sakinlerinden ve silah altında iken bir süre önce birliğinde vefat eden Koca Ahmed oğlu Ahmed bin İbrahim bin Ahmed’in veraseti nikahlı eşi Ahmed kızı Aişe ve vâlidesi Hüseyin kızı Dudu ve babası İbrahim bin Ahmed ile küçük kızı Aişe’ye ait olduğu..."  Ahmet'in vefatından sonra eşi Ayşe'nin akıbeti hakkında bir bilgi yok. Yalnız o vakitlerde küçük olan kızı Ayşe, ileride Şemşilerin Abdullah eşi olacaktır...

    İbrahim oğlu Hüseyin

    İbrahim'in ortanca oğlu Hüseyin 1860 yılında doğdu. Körselimlerden Ali kızı Kezban ile evlendi. Kezban Hanım, Gocaguliz ve  Bakkal Seydi'nin halası olup ana tarafından da Veyislere dayanır... 

    Hüseyin ile Kezban Hanımın; 1891 yılında Ayşe, 1897 yılında Azime ve 1903 yılında Ahmet adını koyacakları üç çocukları oldu... 

    1911 Yılında mahkemeye başvuran Hüseyin, Dervişoğlu İsa adında birinden davacı oldu; Üyükyolundaki dört dönüm tarlasına müdaheleyle hak iddia ediyordu. Mahkemede tarlanın kendisine ait olduğunu savunan İsa'ya karşı Hüseyin belgeyle geldi. 1865 Tarihli tapu senedini ibraz etti; buna göre tarla, babası İbrahim'den kendisine intikal etmiş, ona da babası Ahmet'ten kalmıştı. Üstelik son 20 yıldır vergisini de ödüyordu. Davayı kazandı. Kararda tarla şöyle tarif ediliyor: "...Hüyük Yolu’nda şarkan Söylemez oğlu Mehmed, garben kepez, şimalen Arap oğlu Hüseyin ve cenûben tarik ile mahdût dört dönüm arazisinde..."

    Gocahmetoğlu Hüseyin'in 1920 yılından önce vefat ettiği kaydedilmiş, ama kesin ölüm tarihi net değil. Bununla beraber eşi Kezban Hanım uzun yıllar da yaşamış ve 1947 yılında oğlu Ahmet'in evinde vefat etmiş...

    Çocuklarına dönelim... 'Eşe' dedikleri büyük kızı Ayşe, önce Doğvellerin Veli'ye vardı; O Cihan harbinden dönemeyince Hacıların Kel Ali ile evlendi. Veli ile Kelali hala-dayı çocukları oluyor. Eşe'nin bunlarla evlenmesinde şüphesiz Kezban Nine'nin etkisi var; çünkü onun anası Veyislerdendi ve Doğveller de Veyislerin bir kolu... 

    Küçük kızları Azime'nin evlilik kaydı bulunmuyor. Bu duruma, kız Eğret dışına gelin olduğu durumlarda rastlanıyor. Gocamatların bugünkü torunları; zaman zaman Afyon'dan gelen bazı akrabalarının olduğunu, Kelalilerde ve Gocamatlarda konakladıklarını, 'dayı' ve 'teyze' diye hitaplar edildiğini söylediler. Hatırladıkları o akrabalar, Afyon'a gelin giden Azime halalarının çocukları olabilir. Cumhuriyet dönemine intikal eden kayıtlarda ise Azime Halanın ismi Hatice olarak görülüyor ve ölüm kaydı da düşülmemiş. Bu gibi durumlar Eğret dışına gelin olanlar için çok tanıdık...

    Tek oğlu Ahmet'e geldik. Son dönemde Gocamat (Koca Ahmet) olarak bilinen kişidir. Selimlerden Yunus'un kızı Havva ile evlendi. Havva Hanım ile Ahmet hala-dayı çocuklarıdır. Bir kız ve bir oğulları var; Kazım ile Hatice... Onların hikayesine geliyoruz, öncesinde Gocamatınkini kapatalım... Eşi Havva Hanım 1965 yılında vefat etti. Gocamat ise bizim kuşağa kendini hatırlatacak kadar daha yaşadı ve 1979 yılında öldü...

    Kızı Hatice Esmenin Osman eşi oldu. Osman'ın anası Esma Selimlerden, babası Ahmet ise Gödeşlerden. Selimlerle akrabalık malum, Gödeşlerle akrabalık içinse başa dönmek yeterli olur... 

    Gocamatın oğlunun adı Kazım idi, 1930 yılında doğdu... Böbülerin Ömer kızı Emine ile evlendi. Tatıresilin Mahmut Omak ve Sarasanın Ahmet Dadak ile bacanak oldular...  Böbüler demek, bir ucundan Veyisler demektir... Bir kız, dört oğulları oldu. Kıza ninesi Kezban'ın adı konuldu. Kezban, Boduoğlunun Ömer eşidir... 

    Oğullarının isimleri; Ramazan, Hüseyin, Ali ve Ahmet'tir. Ramazan, Anıtkaya dışından evlendi. Kağan ve Gökhan adlarında iki oğlu var, İzmir'de oturuyor... Gocamatların Anıtkaya'da oturan tek ferdi Hüseyin, Gebeceler'den evlendi, tek oğlunun adı Ayhan... Oğlanların üçüncüsü Ali, Danalardan İbrahim (Asker) kızı Sevcan ile evlendi. Emre ve Merve isimlerinde iki çocuğu var ve İzmir'de oturuyor... 

    Kazım en küçük oğlu Ahmet'i, çocuğu olmayan kardeşi Hatice'ye (Esmenin Osman'a) evlatlık vermiş. Ahmet de Corukların Ahmet kızı Hatice ile evlendi. Sevgi, Osman ve Esma Duru olmak üzere üç çocuğu var. Ahmet'in çocuklarından Osman'ın adı 'Esmenin Osman'a işaret eder. Fakat küçük kızının adındaki Esma daha manidardır; çünkü Esmenin Osmanın anası olan Esnanların kızı Esma Hanımın hatırasını yaşatma adına, bu ismi taşıyan tek ferttir... Ahmet Afyon'da yerleşik olmasına rağmen yazları Anıtkaya'da geçiriyor...

    Gocamatın Kazım 1994 yılında vefat etti... Eşi Emine Hanım ise 2008 yılında öldü...


    İbrahim oğlu Halil (Ali) 

    Abisi Hüseyin ile aralarında yedi yaş var, 1867'de doğdu. Babaları sağ olmayan kardeşlerin büyüğü genelde aile reisi olarak başa yazılır; fakat burada Koca Ahmet oğlu İbrahim'in çocuklarının aile reisi olarak Halil yazılmış. Şerife Hanım ile evli olan Halil'in hemen hemen Gocamatla aynı yaşta Şerife adında bir de kızı var... 

    Bu kızı Şerife'nin kısa hayat serencâmesine kısmen vâkıfız. 1902 Yılında doğdu. Alemdaroğlu Abdülkadir'e vardı.  Alemdaroğlu Mehmet'in oğlu olan Abdülkadir'i tam olarak tarif etmek gerekirse; Tellal Hüseyin'in yeğenidir... Abdülkadir ile Şerife, aralarında kan bağı olmasa da akrabadırlar. Hatırlanacağı üzere Şerife Hanımın İbrahim Dedesi önce Bilaller/Tekelilerden Dudu Hanımla evlenmişti... Mihrioğluların ninesi Mihri Hanım da oğlunu Tekelilerin kızı Habibe ile evermiş... Yani Gocamatların İbrahim ile Mihrioğluların İbrahim kuşak farkıyla bacanaklar... Alemdaroğlu Abdülkadir'in anası Kezban da işte Mihri Hanımın kızıdır; akrabalık, Tekeliler/Bilaller paydasında...

    Şerife Hanım ile Abdülkadir'in 1928 yılında bir oğulları oldu, adını Halil koydular. Bu, Gocamatların Halil'in adıdır... Fakat Halil çok yaşamadı, iki yaşındayken öldü. Ardından babası Abdülkadir de 1931'de vefat etti... Gocamatların Halil kızı Şerife de 1935 yılında vefat edince, bir aile tarih sahnesinden çekildi... Şerife Hanımın ölmeden önce Kızılyel soyadını aldığını belgelerden öğreniyoruz...

    Eski kütükte Halil ile ilgili bütün bilgiler bu kadar.  Aile reisi olarak görünen Halil'in demek ki daha yetkin bir özelliği var, acaba ne?

    İçlerinde Ramazan Tektaş'ın da olduğu kaynaklardan öğrendiğime göre, Gocamatın Miralay rütbesinde subay olan bir amcası vardı. Ali ismindeki bu amca, savaşlarla dolu o yıllarda bazen Eğret'e gelir, bir kaç gün kalıp tekrar birliğinin başına dönerdi. Hatta böyle izin dönemlerinde köyün çocuklarını toplar, meydanda talim yaptırırmış. Tam olarak bunun zamanı konusunda bir fikir vermesi açısından belirtelim; içlerinde Tatıresil ve Çakırmehmetin de bulunduğu bu çocuklar 1908-1909 doğumlular. Gocamat onlara nazaran daha büyük olduğu için talimlere katılmıyor. Demek ki, hazır bir subay da bulmuşken, çocuklar bu durumu oyuna çeviriyorlardı. Neyse... 

    Cumhuriyet döneminde, Gocamata bir kağıt geliyor, amcası Ali'nin vefat ettiğini ve varis olarak da kendisinin göründüğünü bildiren... Bizimki Ankara'ya varıyor, amcasının evi olduğu söylenen adresi buluyor. Bir kadın açıyor kapıyı ve resmi nikahlı olmasa da merhumun karısı olduğunu söylüyor. Vazife gereği bulunduğu Bursa'da bir çiftliği ve Ankara'daki bu ev var, mal varlığı olarak. Kadın çiftliği, Gocamat da evi alacak şekilde paylaşıyorlar... 

    Evin bedelini Hükümetten alıp Eğret'e dönüyor. Dönüyor ama; Şemşilerdeki kuzeni Ayşe ile Kelalideki ablası Eşe; 'Biz de emmimizin varisleriyiz' diyerek elindeki kalan parayı alıyorlar. Bir yıl sonra Ankara'ya tekrar gittiğinde evin yıkılıp yerine koca bir banka dikildiğini görmüş Gocamat... Ankara'nın başkent olarak hızla biçimlendiği yıllarmış...

    Eski kütükte Koca Ahmetoğlu ailesinin reisi,1867 doğumlu İbrahim oğlu Halil olarak kaydedilen kişinin, Miralay Ali Amca olduğu düşünülüyor. Sülale geçmişinde ve bugününde Halil ismine rastlanmazken, ta Karamusaoğlu Ali'den beri her kuşakta bir Ali'nin varlığı bu düşünceyi destekliyor.

    1934 Soyadı Kanununa yetişseydi, Eğret'te kalan abisi Koca Ahmetlerin İbrahim oğlu Hüseyin'in çocukları gibi; Gocamatlar sülalesinin reisi olarak kendisi de TEKTAŞ soyadını alır mıydı ki?


16 Mayıs 2022

Hz Musa

     Ahmet KABADAYI
    [Geçtiğimiz Ramazan'da Berber Ahmet'in bana bıraktığı yazılardan biri de budur. Odalardaki okumalarda, sohbetlerde temellenen bu konu; zamanla aşağıdaki haliyle yazıya dökülmüş. Bugünün şartlarında kolayca ulaşılabilecek Hz. Musa menkıbelerini, Berber'in tatlı üslubundan okumak herkese iyi gelecek.]

    FİRAVUNUN SARAYINDA BÜYÜMESİ

    Mısır'ın eski yerlileri olan Kıbti kavmi yıldızlara, putlara tapar; Hz. Yakup ve Yusuf (as)ın dini üzere yaşayan İsrailoğullarını hakir görürlerdi. Firavunlar, yani Mısır hükümdarları da onları ağır ve meşakkatli işlerde esir gibi kullanırlar, onların günden güne çoğalmalarından endişelenirlerdi.

    İsrailoğulları, Kıbti kavminin muamelelerinden ve hükümdarlarının ağır tekliflerinden bezmiş usanmıştı. Atalarının eski yurdu olan Kenan diyarına gitmek istiyorlar; lakin bir türlü Mısır'dan çıkamıyorlardı. İsrailoğulları oniki kabile idi. Her kabile Hz. Yakup'un oğullarından birine mensup idi ve hepsinin ayrı lideri vardı. Birisinin kuvveti altında toplanıp birleşseler, yekvücut olsalar kendilerini esaretten kurtarabilirlerdi.

    O sırada bir kahin Firavuna 'İsrailoğullarından bir çocuk doğacak ve senin devletin zeval bulacak' diye haber vermişti. Firavun bundan ürküp her tarafa cellatlar gönderdi ve İsrailoğullarından dünyaya gelen erkek çocukları öldürtmeye başladı. 

    Musa (as) da o sene dünyaya gelmişti. Annesi onu bir sandık içine koyup Nil nehrine bıraktı. Firavunun hanımı Hz. Asiye, sandığı görüp aldırdı. Açtığında içindeki çocuğu görünce çok sevindi. Musa (as) için pek çok süt annesi getirtti; fakat Musa (as) hiç birinden süt emmedi.

    Annesi onu Nil'e bıraktıktan sonra takip etmişti. Firavunun sarayına alındığını ve süt anne arandığını öğrenince kendisi gelip talip oldu. Musa (as) ondan süt emmeye başladı. Annesi, gerçeği belli etmeden, kendi oğlunu Firavunun sarayında emzirip büyüttü.

    Musa (as) gençlik çağına ulaşınca başına gelen bir hadiseden dolayı Mısır'dan ayrıldı. Arap Yarımadası tarafına geçip Medyen'e gitti. Orada Şuayp (as)ın kızıyla evlendi. On sene orada kaldıktan sonra ailesini alıp Mısır'a dönerken Tur Dağında Allah Teala onu kelamıyla taltif buyurdu ve kendisine peygamberlik verdi. Sonra Mısır'a gelip büyük kardeşi Harun (as) ile görüştü...

    FİRAVUNU İMANA DAVETİ VE ÂSA MUCİZESİ

    Hz. Musa ve Harun (as) Firavunun yanına gittiler. 'Alemlerin rabbi olan Allahu Teala bize peygamberlik verdi ve bizi dinine davet etmemiz için sana gönderdi' deyip onu hak dine davet ettiler ve 'İsrailoğullarını bırak onları alalım, atalarımızın eski vatanı olan Kenan diyarına (Filistin'e) gidelim' dediler. O zaman Firavun gazaba gelip (haşa) 'Mısır'da benden başka ilah yoktur, eğer benden başka Rab ve ilah tanırsan seni zindana atarım!' diye Hz. Musa'yı korkutmak istedi. 

    O vakit Musa (as) asasını yere bıraktı, asa hemen büyük bir ejderha olup hareket etmeye başladı. Firavun 'Kahinin haber verdiği çocuk bu olmasın' diyerek endişeye düştü. Etrafındaki adamlarına 'Musa büyük bir sihirbazdır, Mısır devletini ele geçirmek ister' dedi. O devirde sihirbazlık pek revaçta idi. Firavunun emriyle her tarafa haber gönderildi, ne kadar sihirbaz varsa getirildi. Kıbtilerin bayram gününde bir meydanda toplanacağı ilan edildi. 

    On gün boyunca Mısır ahalisi orada toplandı. Sihirbazlar meydana çıkıp 'Firavunun izzeti ve hakkı için biz galip olacağız' diyerek sihir aletlerini (iplerini ve değneklerini) ortaya attılar ve bir takım yılanlar geziyormuş gibi gösterdiler. Musa (as) da hemen asasını bıraktı. Asa  büyük bir ejderha olup onların alet ve edevatını yutuverdi. Sihirbazlar bir de baktılar ki ne ip ne değnek kalmış. Halbuki Hz. Musa'nın yaptığı bir sihir olsaydı, onların ip ve değnek gibi alet ve edevatı mevcut kalmalı idi. 'Bu, mutlaka insan gücü dışında bir mucizedir' dediler ve Hz. Musa'ya iman ettiler. 

    Firavun buna çok kızdı ve 'Meğer Musa sizin ustanızmış. Evvelce onunla anlaşmışsınız ve İsrailoğulları ile birlikte Mısır'ı zabtetmeye karar vermişsiniz. Ama ben ellerinizi ve ayaklarınızı kestirip sizi hurma dallarına astıracağım!' dedi. Onlar da 'Biz Musa'nın Rabbine iman ettik, ancak O'nun affını ve merhametini isteriz.' dediler.

    KIZILDENİZ'İ GEÇMESİ

    Musa (as) pek çok mucizeler göstermesine rağmen Firavun iman etmedi. Nısırlıların bir kısmı ise 'Musa'ya bu kadar fırsat verilmesin, insanların zihinlerini karıştırıyor' diyerek Firavunu tahrik ediyorlardı. Benî İsrail kabilelerinin hepsi Hz. Musa'ya tabi olarak tek vücut olmuşlar ve kendilerini esaretten kurtarabilecekleri bir hale gelmişlerdi. İşte bundan dolayı Firavun da bir ara İsrailoğullarının Mısır'dan çıkıp gitmelerine ruhsat vermişti. Sonra pişman oldu. 

    Musa (as) bir vakit tayin ederek bütün Benî İsraili geceleyin Mısır'dan çıkarıp Kızıldeniz'in kenarına götürdü. Firavun bunu duyunca hemen askerleriyle peşlerine düştü ve sabahleyin onlara yaklaştı. O zaman Musa (as) asasıyla denize vurdu; deniz yarılıp oniki yol açıldı, oniki kabilenin her biri bir yoldan gitti. Açılan yollardan Firavun da ordusuyla girip onları takip etti. İsrailoğullarının tamamı Kızıldeniz'i geçince deniz suları birden eski haline döndü ve Firavun askerleriyle beraber boğuldu. Böylece Musa (as) düşmanlarına karşı zafer buldu, Benî İsrail ile beraber Kenan diyarına gitmek için yola düştü.

    Musa (as) ve kabilesi Mısır'dan Kenan diyarına giderken yolda Amalika kavminden bazılarının yurduna uğradılar, onların öküz heykeline taptıklarını gördüler. İsrailoğulları her ne kadar Hz. Musa'ya tabi olmuşlarsa da gözleri Mısır'da iken buna benzer heykellere, putlara alışmış ve zihinlerinde henüz Allahu Teala'nın birliği yerleşmemiş olduğundan o kavmin öküz heykellerine meylettiler. Hemen peygamberlerine 'Ya Musa bize de onların ilahları gibi bir ilah bul' dediler. 

    Hz. Musa, 'Siz cahil bir kavimsiniz! Onların dini batıldır. Allah'tan başka ilah olur mu! Siz Allahu Teala Hazretlerinin verdiği nimetin kadrini ve şükrünü bilmiyorsunuz. O sizi başka kavimlerden üstün kıldı. Firavun size eziyet edip oğullarınızı keserken Allah sizi kurtardı.' diye nasihat etti. 

    KENAN İLİNE GELMESİ

    Musa (as) ve kabilesi Mısır'dan Kenan diyarına gelince orada Eriha beldesine doğru gittiler; fakat buralar Amalika kavminden bir takım zorbaların elinde olduğundan onları muharebe ile çıkarmak gerekiyordu. İsrailoğulları 'Biz o zorba kavimle savaşamayız' diyerek geri çekildiler. 

    Hz. Musa onlara gücendi. Bu sebeple Tih sahrasına düştüler ve orada kırk sene dolaştılar, bir tarafa çıkıp gidemediler. Mısır'da iken çektikleri onca eziyet ve sefaleti unuttular. 'Keşke Mısır'dan çıkmasaydık' demeye başladılar. 

    Tih sahrasında bulunurlarken Cenabı Hak onlara kudret helvası gönderir ve selva kuşu (bıldırcın) eti indirirdi. Onlar da bu yiyeceklerle geçinip giderlerdi. Bir zaman sonra helva ve bıldırcın etinden usandılar, 'Biz bakla ve soğan gibi hububat ve sebze isteriz' dediler. Hz. Musa bu isteklerini reddetti ve kardeşi Harun (as)ı yerine vekil bırakıp Allahu Teala'nın emri ile Tur dağına gitti.

    Benî İsrail, Mısır'da iken düğün bayram diye Kıbti kavminden emanet olarak altından yapılmış bir takım süs ve eşyalar almışlar; fakat ansızın Mısır'dan çıkınca onları sahiplerine verememişlerdi. Tih sahrasında ise köy kasaba olmadığından altın ve gümüşün itibarı yoktu. Bu yüzden bu emanet ziynetleri kendilerine yük ediyor, taşıyıp duruyorlardı.

    İçlerinde Samiri adında bir münafık vardı. Bir gün onları aldatıp altınları toplatarak hepsini ateşe koyup eritti ve altından bir buzağı heykeli yaptı. Bu heykel buzağı gibi ses çıkarırdı. Onlara 'İşte sizin ilahınız ve Musa'nın ilahı budur. Musa onu arayıp bulmak için Tur'a gitti. Geliniz, buna tapınız.' dedi. Onlar da buzağıya tapmaya başladılar. Harun (as) her ne kadar nasihat ettiyse de kulak asmadılar. 'Musa gelinceye kadar biz buzağıdan vazgeçmeyiz' dediler. 

    TEVRAT'IN İNDİRİLMESİ

    Allahu Teala, Hz. Musa'ya bir Kitap indirmeyi murat ettiğinde, Onu Tur dağına davet buyurdu. Musa (as) kırk gün Tur'da yalnız başına ibadet etti. Vasıtasız olarak Cenabı Hakk'ın kelamını işitti. İşte o vakit ona Tevrat-ı Şerif nazil oldu. 

    Musa (as) Tur'dan gelince Benî İsrailin buzağıya taptığını gördü. Onlara çok kızdı. Samiri'yi kovdu, buzağı heykelini yaktıktan sonra denize attı. Harun (as)a 'Niçin bunları gözetmedin de Samri'ye aldandılar!' diye sordu. Harun (as) 'O kadar nasihat ettim, dinlemediler. Az kalsın beni öldüreceklerdi.' diye özür beyan etti. Buzağıya tapmış olanlar da pişman oldular, yalvardılar ve günahlarına tövbe istiğfar eylediler. 

    Bundan sonra Hz. Musa kendisine Hz. Allah tarafından indirilen Tevrat-ı Şerifi ortaya koydu. İsrailoğulları onu kabullenmekten, onda kendilerine yükletilen mükellefiyetler ve hükümlere göre amel etmekten kaçındılar. Bunun üzerine Tur dağı başlarının üzerine kaldırıldı. Önlerinden kendilerine bir ateş gönderildi, arkalarından tuzlu bir deniz getirildi. 

    Onlara 'Size verdiğimiz şeyi kuvvetle tutunuz, ona sımsıkı sarılınız ve söz dinleyiniz. Ya bunu kabul eder ve size emrettiğim şeyleri yaparsınız ya da şu dağ üzerinize bırakılacaktır yahut şu denizde boğulacaksınız veya şu ateşte yakılacaksınız.' denildi. İsrailoğulları kendileri için kaçılacak yer olmadığını görünce bunu kabullenmek zorunda kaldılar. Tevrat'ın hükümleriyle amel etmeye başladılar. Allah'ın birliği akidesini güçlükle kalplerine yerleştirebildiler.

    Önce Harun (as) dünyadan göçmüştü. Vakti gelince Musa (as) da; Yusuf (as)ın oğlu Efrayim'in soyundan Yuşa (as)ı yerine halife tayin ettikten sonra kendisi de ahirete irtihal etti. Hz. Musa'nın şeriatı, Hz. İsa'ya kadar devam etti. İkisinin arasında gelip geçen peygamberler hep Musa (as)ın şeriatı ile amel etmek üzere gönderildiler.


12 Mayıs 2022

Çatallar

     

    Büyük dedenin adı bilinmiyor, alabildiğine zengin. O günün zenginlik ölçüsü tarla takga, mal maşat... Tarlası da çok, koyun sürüleri de kalabalık. Ak koyun sürüsü ayrı, kara koyun sürüsü ayrı. Yine o günün anlayışına göre soyu sürdüren erkek evlat, kız çocuğunu kıymeti oğlan kadar değil. Oğlun yoksa, sahip olduğun onca mal mülkün de değersizleşiyor.

    Kafası biraz büyükçeymiş dedenin, profilden baktığında törpülenmiş iki deve hörgücü gibi... Yahut Çatalüyük gibi... Bu yüzden 'Çatal kafalı' diyorlarmış. Durdukça bu yakıştırma 'Çatal'a dönüşmüş, çocuklarına da 'Çatallar' denilmiş.

    Günümüzde otantik direğinin bir kısmı ayakta kalabilmiş meşhur serenli kuyuyu yaptıran Çatal, bu kişi olmalı. Çatalların Guyu değil de 'Çatalınguyu' denmesi de manidar. O mevki hala bu isimle biliniyor.

    Çatal, variyetli biri; amma oğlu yok. Yedi kızı olmuş. Peki oğlu yoksa, Çatallar nasıl hala varlığını sürdürüyor? Bakalım...

    Yedi kızının her birini baş göz ediyor. Tabi kızlar gelin oldukları evin hanımı oluyorlar ve doğal olarak o sülalede eriyorlar. İşte yedi kızın istikameti:

  1. Hacımahmutlar (Yusuf'un ilk eşi, Fatma ve Satı'nın anası): Adı Ayşe, Kumpir Hasan'ın ninesi (Anneannesi)...
  2. Omarcıklar (Azizin Apiller, Sağırmahmutlar): Ümmühan, merhum Nursi'nin büyük ninesi.
  3. Hacımahmutlar: İsmihan, Körmustafanın ninesi.
  4. Hüseyin: Hüseyin'in sülalesi ve eşi Çatal kızının adı bilinmiyor. Oğlu İsmail'e 'Küçükismailoğlu' deniliyor ve 'Çatallar' diye biliniyorlar. Veyisler/Daldalların büyük dedesi Halil'in eşlerinden biri olan Asiye Çatal kızı olabilir.
  5. Hacızekeriyeler: 'Çataloğlu' olarak bilinen Hacı Zekeriya'nın babası Halil İbrahim'in dedesinin eşi. Adı bilinmiyor... Çocuğu olmayınca eşini, kendi elleriyle Çanlılardan bir kadınla everdi.
  6. Afyon'a gitti. Adı ve Afyon'da kimlere gelin olduğu bilinmiyor.
  7. Şerife: Afyon'dan iç güveyisi olarak gelen Yahya'nın eşi. 

    Çatalların geçmişine dair dinlediğimiz biraz hikaye, biraz efsane, biraz masal özelliği gösteren olay bu şekilde... Her söylenenin gerçeklik payı var; fakat gerçeğin bir kısmını yansıtıyorlar. Bir kere, Küçükismailoğlu olarak kaydedilen hanede erkek çocuklar var. Bunların içinde sadece kızı olanlar da bulunuyor, kaç taneyse artık... Yukarıda bildirilen yerlere gelin olan kızlar gerçek... İçlerinden bazıları kardeş; ama yedi kızın yedisi birbirinin kardeşi değil... Her bir söylenen doğru, lakin birleştirildiklerinde gerçeğin bütünüyle çelişebiliyorlar. 

    Çatal Dedenin, günümüzdeki temsilcileri olarak Çatallar sülalesini sürdüren torunları, en sondaki Şerife adlı kızından geliyorlar. İçgüveyisi Yahya ile Şerife'den...

    İçgüveyisi Yahya'yı anlamak için biraz duralım... Öteden beri Eğret, merkezi bir yerleşim yeri olarak görülmüş. Cuma namazı kılınan bir camiye sahip olduğundan, imamlık ve hatiplik kadrosu boş tutulmuyor. Özellikle son dönemde Afyon medreselerinde yetişen talebelerin imamlıkta kavrulmaları için Eğret İmamlığına rağbet ettiği de biliniyor. Bu yüzden Afyon'da çok sayıda 'Eğret İmamzade' künyeli kişiden söz ediliyor... 1820'li yıllarda Eğret İmamı, Afyonlu İbrahim Efendi adında birisidir. Görev süresi dolunca yerine başka bir imam atanıyor; ama İbrahim Efendi Eğret'ten ayrılmıyor... Üç oğlu var; Mehmet, Yusuf ve Yahya... Mehmet'i bilmiyoruz; ancak Yusuf ile Yahya Eğret'ten evleniyorlar. Hem de bacanaklar, Küçükismailoğullarının kızlarını alıyorlar. Yani Çatalların... Yusuf Ayşe, Yahya da Şerife ile evleniyor. Aslen Eğretli olmadıkları için içgüveyisi denilebilir tabii... Söylemezoğlu Salih'in eşi ile Kinislerin Mehmet eşi iki kardeş, işte bu Yusuf'un kızlarıdırlar. Yahya'nın macerası devam ediyor...

    Yahya ile Şerife'nin üç kız, iki oğlu var. Yalnız, bu evlilikten sonra kimse iç güveyisi demiyor, artık O 'Yahya Ağa'dır. 1881 Yılında öldükten sonra tereke kaydında aynen şu ifade yazıyor: 'Hacı Yahya Ağa ibni İbrahim'... Oğlanların ablaları Hanife, Hatice ve Emine... O sırada yetişkin olan bu kızların evli olmaları ihtimali yüksek. Öyle iseler kimlere gelin oldular, bilinmiyor... İbrahim ve Mehmet adlarındaki oğlanların küçüğü Mehmet, Afyon'da medrese eğitimine yönlendirildi. Mehmet'in çocukları İbişler sülalesini oluşturdu. Büyük oğul İbrahim çocukları ise Çatallar...

    İbrahim, 1867 yılında doğdu. Kendisine bu isim verilmesinin sebebi, dedesi Eğret eski İmamı İbrahim Efendidir... Patlaklardan Ahmet kızı Hafize ile evlendi. Bu evlilik onu; Hacılar/Yetimlerden Ahmet, Hamzaoğlu Hasan, Delikızların Mustafa (Hamsinci) ile bacanak yapacaktır.

    Hafize Hanımdan İki kız beş oğlan, yedi çocuğu oldu. Yaş sırasına göre çocukları; Yahya, Mehmet Cemal, Şerife, Ömer, İsmail, Atike, Mustafa'dır. Torunlarının ifadesine göre, En küçükler Mustafa ile Atike arasında adı bilinmeyen ve lakabı 'Işık' olan bir oğlan daha vardı. 

    Eşi Hafize Hanım sağ iken, Güdükismailoğlu İbrahim bir evlilik daha yaptı. Ayşe adlı bu hanımı, büyük oğlu Yahya ile bir emsaldı. Hacıbeylili Gürcüler sülalesinden olan Ayşe, iri yapılı olduğundan 'Ayıgarı' diye bilinirdi.  Bu hanımından da İbrahim ve Mehmet adında iki oğlu oldu. Ayşe Hanım üçüncü çocuğuna da hamiledir... Ayşe Hanım ve çocuklarını bu halde bırakıp Çataloğlu İbrahim'in büyük çocuklarına geri dönerek ayrıntıya inelim...