14 Eylül 2022

Delinoriler

     

    Delinorilerle Hakkıların kardeş çocukları olduğu, aslen Eğretli oldukları halde her ne sebep olduysa Afyon'a göçtükleri anlatılıyor. Yine anlatıldığına göre, bir süre sonra Afyon'daki düzen de bozuluyor ve tekrar Eğret'e dönüyorlar. Bütün bu anlatılanların yazılı bir kaynağı olmadığı için belgelendiremiyoruz. Örneğin daha Afyon'a gitmeden önce bu aile kimdi, kimlerdendi, lakapları neydi... Bütün bu sorular cevapsız... Yine de hikayeye bir yerinden başlamak zorundayız.

    Afyon'da iki oğlu dünyaya geliyor, isimleri Hasan ve Hakkı... Bu iki oğlan ile birlikte sülale iki ana dala ayrılacak. O maceraya başlamadan önce, bu oğlanların babası Afyon'da vefat ettiğinde birlikler miydi, yoksa ayrı mı yaşıyorlardı pek bilinmiyor; ama babalarının vefatından sonra ayrı oldukları kesin... Çünkü birbirlerinden ayrı hareket ediyorlar... Afyon'daki hayatlarına dair de sağlıklı bilgi yok... Büyüklerinin hayal meyal anlattıklarının bazılarını, şimdi torunları yine hayal meyal naklediyorlar. Demircileriçi'nde bir evden, Paşa Hamamı yanındaki başka bir evden, mandalardan, mandıra yerinden, Erkmen'deki bahçelerden bölük börçük söz ediliyor. Gerçi son dönemlere kadar Erkmen'deki bahçenin ekip kaldırıldığı hatırlanıyor; lakin belgeye dayalı somut bilgi olmayınca her şey havada kalıyor...

    DELİNORİLER

    Hasan 1870'lerde doğdu. Orada evlendikten sonra işleri bu sefer de Afyon'da bozuluyor. Yahut bilmediğimiz başka sebeplerden ötürü, pılıyı pırtıyı sarıp ata yurdu Eğret'e geri dönüyor. Burada Hasan ile Fatma Hanımın üç oğlu oluyor: Mehmet, Nuri ve Hasan... Büyük ve küçük oğlanlar hakkında yeterli bilgi yok, ortancaya geçelim...

    Delinori

    Ortanca Nuri, sülalenin bir dalına adını verdi. Asrın başında doğan Nuri'ye neden 'Deli' sıfatı layık görüldü, az çok tahmin edilebilir. Deli dolu, delikanlı, gözükara, çabuk parlayanlara genelde öyle diyorlar. Bu yüzden Eğret'te bu yakıştırmaya çok başvurulmuş...

    Delinori önce Garadelilerden Emine adında bir hanımla evlenmiş, çocuk yok. Onun vefatı sonrasında başka bir Emine Hanım ile evleniyor. Bu ikincisi Afyonlu... Çünkü 30-40 yıllık Afyon'a yerleşme süreci, orayla güçlü bir bağ kurma fırsatı vermiş... 

    İkinci eşi Emine Hanımdan beş çocuğu var, bunların üçü kız: Fadime, Hatice ve Zeliha... Büyük kızına kendi anasının adını vermiş; Fadime, Amcaların Godal (Yusuf Özdemir) eşi oldu. İleride Delibıdık ile Yörükmevlütün kaynanası olacaktır; 1967'de öldü... Ortanca kızının adı Hatice... Yakınları sert ve otoriter oluşundan dolayı ona 'Çete' derlermiş.  Tingildeklerin İncemehmet eşi oldu, 2003'te vefat etti... Küçük kız Zeliha'ya gelince... Hacariflerin Kelahmete vardı ve 1993'te vefat etti... İki oğlu ise Mehmet ve Ahmet...

    Beş çocuktan sonra Emine Hanım vefat etti. Delinori yine Afyonlu başka bir Emine Hanımla tekrar evlendi... Evlendi, ama bir müddet sonra 1950'de kendisi vefat etti... Son eşi Emine Hanımın son zamanlarında yalnızken ölmekten korktuğu, Paşanın Hüseyin Yaman'ın eşi Ümmühan'a 'Aman Ümmühanım, ne olur sığırı sürdükten sonra beni bir yokla, ölür kalırım...' dediği söyleniyor. Onların sığıreğleğindeki evine her sabah mutlaka uğrar bakarmış Ümmühan Nine... 1961 Yılında yine bir sabah sığırı sürdükten sonra girip bakıyor ki, Emine Nine vefat etmiş...

    Gulaksız

    Şimdi iki oğlana geliyoruz... Büyüğünün adı, büyük dededen yadigar Mehmet oldu. Delinorinin oğlu olarak onda da biraz 'delilik' vardı. Lakin onun deliliği kendisine lakap olacak seviyede değildi. Ona 'Gulaksız' dediler... Kafasının iki yanındaki kulakları sağlamdı; ama işitme zorluğu çekiyordu. (Sonradan iyice ağırlaşan kulakları yüzünden, yaşlılığında sürekli kafasını sallardı.)

    Gulaksız, gençliğinde deliliğiyle ünlü olduğu kadar, malvarlığı olarak da variyetli birisiymiş. Belki deliliğinin bir sebebi de bundan kaynaklı şımarıklık olabilir diyorlar. Çok gösterişli atları varmış. Onlarla Afyon'a yolcu taşımacılığı yaparmış; o günün posta minibüsleri gibi düşünülebilir... Bir Gulaksızın atlar bir de Yenimısdığınkiler hep dillerdeymiş...

    Gulaksız Mehmet, önce Sıntırların Kelhasanın kardeşi Hatice ile evlendi. Bir çocukları oldu lakin çocuk tazeyken öldü. Tam bu sırada Hatice'nin üstüne İdirizlerden Mustafa kızı Şerife'yi aldı. Bunun üzerine Hatice ile ayrılacaklar ve Hatice Ümmetlerin Bekir ile evlenecek, daha sonra da Garacagarısı diye bilinecektir... İkinci eşi Şerife'den çocuğu olmadan ayrıldılar. Şerife de daha sonra Arzıların Ahmet eşi olacaktır...

    Aynı yıllarda bir başka Şerife'nin hikayesi de Afyon'da yaşanıyordu. Aslen şimdiki Beşkardeşlerden olan Bekir, kızı Şerife'yi Şuhut Atlıhisar'a gelin ediyor. Maddi olarak zengin bir aile gelini olmakla her şey yolunda giderken bir de oğlu oluyor, adı Hasan... Lakin kocası üstüne ikinci bir eş alınca, bunu kendine yediremiyor. Hasan'ın elinden tuttuğu gibi doğru Afyon'a, babasının evine varıyor... Şöyle olur, böyle olur dedilerse de kocasına dönmeye ikna edemiyorlar. Demircileriçi'ndeki babasının evinde de iki oğlan iki kız var... Yine de bir kere dönmem dedi ya, artık yolundan dönmeyecek... 

    Bir tarafıyla Afyonlu olan Gulaksız, istikrarsız aile hayatı bir yana, çalımlı atlarıyla Eğret-Afyon arasında postacılığı düzenli olarak sürdürmekte... O zaman Afyon'un en canlı iş merkezi Demircileriçi... Her gün mutlaka uğruyor buraya... Bir çocuğuyla dul Bekir kızı Şerife'yi orada tanıyıp kendisine talip oluyor. Orada nikah kıyılıyor, arabaya bindirip getiriyor Eğret'e... Yanlarında küçük Hasan da tay..

    Hasan, 1934 Soyadı uygulamasında KARAGÖZ soy ismiyle kaydedildi. Dolaklar ile Naymelerin evin arasında açtığı bakkal dükkanını bir süre çalıştırdı... Bu arada Patlakların Sağırömer kızı Mediha ile evlendi ve Şeherlioğlu ile bacanak oldular... 1959 Yılında doğan oğullarına Orhan adını koydular. Orhan Karagöz, Afyon'da ikamet ediyor... İki kızlarından Gülnur, Patlakların Davılcı oğlu Mehmet Patlar eşi; Şerife de yine Patlakların Celep oğlu Yusuf Patlar eşi oldu. Yusuf ile Şerife hala-dayı çocuğudurlar... Hasan Karagöz 2004, eşi Mediha ise 2010 yılında vefat ettiler...

    Gulaksız Mehmet ile Şerife Hanımın iki kız, iki de oğlu oldu. Büyük ve küçük çocukları oğlanlar, ortancalar da kızlardır. Önce annesinin adını verdiği bir kızı oldu, bu kızcağız çok yaşamadı. Sonra 1941 yılında bir kızı daha olunca yine Emine adını verdi. Emine, Arapların Ömer eşidir... Nazmiye adını verdiği küçük kızı ise Naymelerin İsmail eşi oldu. 

    Takanori
    1938 Yılında doğan büyük oğluna babasının adı olan Nuri ismini koydu. Arapların Ahmet kızı Muzaffere (Müzef) ile evlenen Nuri'ye zamanla Takanori lakabı takıldı. Bunun sebebi bir film karakterinin adıyla benzeşiyor olması... Fakat bu lakap onunla o kadar bütünleşti ki, kendisinden bahsederken başa 'Taka' kelimesi mutlaka eklendi. Hatta sonra sonra, adını bile söylemeden direk 'Taka' dendiğinde O anlaşılıyordu.

    Başka bir şey daha oldu... O filmdeki 'Taka Nuri' karakteri Karadenizli idi ve lakap olarak kullanılan 'taka' sözcüğü de gerçek anlamını ifade ediyordu. Karadeniz'de küçük teknelere taka diyorlar, bu yüzden adama o lakap takılmıştı... Oysa bizim Takanori ile, 'taka' kelimesinin anlamı büsbütün değişti... Takanori, bir küçük otobüsle yolcu taşımacılığına başladı. Günahı boynuna, birilerinin sabotesiyle araç bozuldu ve hurdaya çıktı. Bundan sonra Nuri, hep kırık dökük araçlarla kamyonculuk yaptı. Gücü yettiği için onları alabiliyor, onlar da sık sık arızalanıyordu. Takanori'nin bu kamyonlar sebebiyle, Anıtkaya'da 'taka' kelimesi eski araç manasında kullanılmaya başlandı. Hala da öyledir...

    Takanori ile Müzef Hanımın iki oğlu, iki kızı oldu. Büyük oğlu resmiyette Ayhan diye kaydedilmiş olsa da herkesçe adı Bekir olarak bilinirdi. Bu isim Takanın ana-dedesinin adıdır... Bekir, 1976'da delikanlılığa adım attığı çağda kanser illetinden vefat etti... İki kızı, geriye kalan tek oğlu Ahmet'in küçükleridir. Büyük kızı Zehra, anneannesinin adını almış; Arapların Gözelalinin oğlu Şükrü Tok eşi oldu. Küçük kızı Halime ise, yine Araplardan Ömer Dayısının oğlu Mevlüt Tok eşidir...

    Tek oğulları Ahmet, ana-dedesi Arapların Ahmet'in adını almış. Bilallerin Mısdığın demirci dükkanında çalıştı. Akgalak Çapar Mehmet'in kızı Vildan ile evlendi. Uzun süre şoförlük yaptı. Takanori kahve açtığında O el işinde şoförlüğe devam ediyordu. Babasına kahve işleri de ağır gelmeye başlayınca şoförlüğü bırakıp işinin başına geçti. Bundan sonra 'Kahveci Ahmet' diye bilinecektir.... Bu yıllarda bir dönem Mahalle Muhtarlığı yaptı. Şimdi kahveciliğin yanında inşaat malzemeleri ticareti de yapıyor.

    Kahveci Ahmet'in üç kız bir oğlu oldu. Kızları Betül, Şerife Muzaffere.... Oğluna, genç yaşta ölen abisi Bekir'in adını verdi.

    Fahrettin
    Gulaksız Mehmet'in küçük oğlu, 1947 yılında doğan Fahrettin... Bu isim, Gulaksızın askerdeki komutanı bir Yarbayın adıymış...  Fahrettin, Anıtkaya'dan erken ayrılıyor... 16 Yaşında Afyon'a gelmiş... 

    Büyük Kalecikli Elif/Sultan (nüfusta Sultan geçiyor) ile evleniyor. Fikriye ve Fikret adında iki çocukları olmuş. Fikriye Erkmen'e gelin olmuş... 

    Fikret Mılıklar/Çatkuyulu bir hanımla evlenmiş. Merve, Fahrettin ve Sultan adında üç çocukları var.

    Gulaksız oğlu Fahrettin 16 yaşından beri yerleştiği Afyon'da ikamet ediyor. Kulağındaki işitme cihazını işaret ederek 'Gulaksızın oğlu olduğun için mi... Irsi mi yoksa?' diye takıldım... 'Yok' dedi, 'O, motorun gürültüsüne fazla maruz kalmanın hatırası...'

    Babası Gulaksız Mehmet, Motorlu taşıtlar çıkınca at arabasıyla taşımacılığı bıraktı. Kendince bakkal dükkanı açtı. Yazları dükkkanını harmanyerlerine taşıyordu. Daha sonra küçük dükkanında ayakkabı tamiriyle iştigal etti. Lastik yemeni ve mes yamarken yine de bisküvi, sorma şeker gibi bazı şeyler de satmaya devam etti. Dükkanında en çok dikkatimi çeken şeyler; sinek ilacı doldurulmuş bir çanakta yüzen sinek cenazeleri, o cenazelerin hayattayken üzerine nokta nokta pisledikleri bisküviler, arada sırada Gulaksızın burnuna çektiği şey (enfiye denilen tütün tozuymuş, sonradan öğrendik) ve durmaksızın kafasını sallamasıydı... Gulaksız 1985 yılında vefat etti...

    Kümük

    Delinorinin, Gulaksızın küçüğü olan oğlunun adı Ahmet idi. Burnunun basık olmasından dolayı 'Kümük' lakabı takılmıştı. (İki oğlunun da birinin kulak, diğerinin burun ile ilgili lakaplanması ayrıca enteresan...) 

    Afyonlu bir hanımla evlendiği söyleniyor/biliniyor; ama o hanımın kimliğine dair başka bilgi yok. Adını bile bilmiyoruz... Muzaffere adında bir kızı, Yusuf ve Ahmet adında iki oğlu olduktan sonra Kümük 1949 yılında vefat ediyor. Galiba aynı dönemde eşi de vefat etmiş, çünkü üç çocuğun kimsesiz kaldığını söylüyorlar...

    Üç yetimin yakınları, yani Kümüğün kardeşleri; Fadime, Hatice, Zeliha ve Gulaksız ne yapacaklarsa yapacaklar artık... Muzaffere'yi Afyon'a gelin ediyorlar. Yusuf biraz aklı erer olduğundan Hatice Halası yanına alıyor. Ahmet çok küçük olduğu için yetiştirme yurduna veriliyor.

    Çete Halasının yanında büyüyen Yusuf'u, onun kızı Kerime ile everiyorlar. Afyon'a yerleşen Kümüğün Yusuf'un 1960 yılında Tayfun, 1964 yılında Zehra ve 1967 yılında Zerrin adını verdiği üç çocuğu oluyor. Kendisini 1981'de ilk defa gördüğümde içimden 'Takanori'ye ne kadar benziyor' diye geçirmiştim. Emmioğlu olduklarını ne bileyim...

    Kızları Zehra ve Zerrin'i Afyon'da gelin ettiler. Tayfun, Şuhutlu bir hanımla evlendi. Askeri Fabrikadan emekli oldu ve halen Afyon'a yerleşik.

    Yusuf'un küçüğü, Yetiştirme Yurdunda büyüyen Ahmet, Kayseri'den evlendi. Onun da iki kız bir oğlu oldu. Kızları Afyonlu Mermercilerle evli... Kendileri bir oğluyla beraber Antalya'da yaşıyorlar.

     Delinori 1934 Soyadı Kanunu çıktıktan sonra BAŞAĞAÇ soyadını almış. Sebebi bilinmiyor, bir süre sonra iki oğlu Gulaksız Mehmet ve Kümük Ahmet'in zoruyla  ARGUNŞAH olarak değiştiriyorlar. Şimdi bu ailenin fertlerinin soyadı bu...




11 Eylül 2022

Öküzüm Ahara Düştü


    Bu başlık atılalı yirmi günden fazla oldu. Olayı dinlediğim akşam 'Tamam, yazının başlığı böyle olacak' demiş ve bunu yanımdakilere ilan etmişim.

    Aslında Kuyudaki Çobana eklemlenmesi gereken bir olay, şimdilik burada dursun bakalım.

    Konu nasıl oraya geldiyse, Almalı çeşmelerini konuşuyorduk... Belki asıl mevzu kuyulardı, sonra çeşmelere kaydı ve Dağdaki çeşmelerden söz açıldı. Her neyse, işte tam da burada o olayı anlattı... Berber Emmim anlattı biz güldük.

    Berber Ahmet, henüz berber değil, çocuk daha. Belki kuzu gütme deneyimi yaşanmamış... 1950'li yılların sonu olmalı. Abisinin aklı başında... Bunu da onun yanına katmışlar, doğru Dağa öküz gütmeye... 

    Abisinin aklı başında da olsa... Ne de olsa çocuk bunlar, kilometrelerce uzaktaki bir yere gönderilmeleri garip karşılanabilir; ama bugünün mantığıyla düşünmemek lazım. O yıllarda Dağ panayır gibi, köylünün yarısı orada mal güdüyor. Güvenlik sorunu yok yani...

    Önlerinde dört beş çift öküz varmış. İki kardeş oynaya çevire güdüyorlar. Demek ki daha harman başlamamış, Mayıs ayı filan olabilir. Yoksa iş gayıt vakti Dağda gütme mi olurmuş...

    O kadar kalabalığın yanında, köyün sığır sürülerinin de Dağda olduğunu unutmamak lazım. Üç sığırın her birinin yayıldığı mevkiler var. Birbirine karışmamak için o mevkilerden pek ayrılmıyorlar. Her sığırın öğleyin sulanacağı çeşmeler belirlenmiş, sürü kendi çeşmesine gidiyor. Yani, sığır gütmenin bile bir sistemi oluşturulmuş. Yine de Dağ çok kalabalık... Bu hem iyi, hem kötü...

    Almalı'daki iki çeşmede Buñar mahallesi sığırı sulanıyor. O yıllarda iki çeşme varmış orada. Galiba şimdi birisi diñmiş, birinin de yeri değişmiş... Bizimkiler de öküzlerini sulamak için vakti kolluyorlar, sığır oralardayken uğramamak lazım...

    Yukarı çeşmenin müsait olduğu bir vakit sürüyorlar öküzleri bayıra... O çeşmenin konumu biraz dengesiz diye söyleniyor. Her ne kadar aharların pozisyonu düzgün bir zemine oturtulmuşsa da arazinin kendisi meyilli. Sonuçta orası dağ... Üstelik koca sığır sürüsünün geliş gidişiyle aharların etrafı iyice bozuluyor, çamur oluyor...

    Öküzün birisi, yüksek tarafından ahara yanaşmaya çalışırken... Nasıl olduysa ayağı kayıyor, bir dizi aharın keninden dengilip hoop!... Öküz aharda tuş olmuş, karnı göğe bakıyor... Ne olduğunu anlamayan şaşkın hayvan can havliyle debelendikçe yerleşiyor ahara... Sair zamanda o biçimde koyman mümkün değil... Bir müddet bacaklarını debeledikten sonra bundan da vazgeçiyor, herhalde sırtı tabana oturdu; ama burnundan solumaya devam ediyor...

    Olan şuydu; sığırın çiğnemesinden oluşan çamur, arazinin engebesiyle birleşince kaygan bir zemin oluştu. O su içerken başka bir öküz geldi onu boynuzladı. Ağır vücutlu hayvan dengesini kaybetti ve sonuç bu... Fakat bunları düşünecek zaman değil, nasıl olduysa oldu... Öküzü ahardan çıkarmak lazım... Bu iki çocuğun hakından gelebileceği bir şey değil... Gerçi çocuk değil, büyük de olsalar onu çıkaramazlar... Yarım tonluk hayvan... Bir de hayvan, bacaklarıyla bir yerden güç alacak durumda olsa, belki onun yardımıyla becerebilirler; ama o da yok...

    Bu arada Ahmet Kabadayı başlıyor ağlamaya... Abisi onu mu sustursun, kurtarmak için elinden birşey gelmediği öküzle mi ilgilensin... İki kardeş, çaresizce beklemekten bir sonuç çıkmayacağı iyice anlaşılınca, az yukarıdaki büyüklerden yardım isteme fikri oluştu. Öyle ya, ortalık onca kalabalıkken niye bekleşiyorlardı ki!... Yalnız, Hasan Hüseyin başkalarından yardım istemeyi büyüklüğüne yediremedi; Ahmet'i yolladı imdata...

    Yanlarına vardığında sekiz on kişilik topluluk meselenin ciddiyetini hemen anladı. Gerçi ne olup bittiği tam idrak edilemedi, lakin iki gözü iki çeşme Böbülerin Ahmet, panik halindeydi. Hıçkırıkları arasında; Ahar!... Ağam!... Düştü!.. Kaydı!... Öküz!... gibi bir şeyler söylüyordu... Çeşmeye varana kadar durmayıp koştular.

    Öküzü o halde görünce mesele anlaşıldı. Ama bu koca hayvan buraya nasıl girmişti, bu gövde ahara nasıl sığmıştı, nasıl sırtüstü yatmayı başarmıştı... Sorunun daha çetrefillisi, nasıl çıkarılacaktı... Allahtan kalabalıktılar. Boynuzundan burnundan, kulağından kuyruğundan, tutabildikleri her yanına el attılar. İte kaka, çeke sürüye öküzü ayaklandırdılar...

    Öküz sersemlemişti; Ahmet sustu, Hasan Hüseyin rahatladı, millet dağıldı... Kazazede öküz, varıp öteye çöktü, boş bakışlarla geviş getirmeye başladı. Sırtında, kalçalarında ve kaburgalarında bere izleri vardı... O bereler uzun süre kaybolmadı. Zaten hayvan, o senenin kışında öldü. 

    Öküzü düştüğü ahardan çıkaranların kimler olduğunu sordum, Berber Emmim birkaçını hatırladı: Kahveci Süleyman Yırgal, Kelsaleğin Şaban Azbay, Bilallerin Salim Kaynar, Çulluların Mehmet Azbay, Hamdinin Süleyman Dadak...

    Berber Ahmet'in dışında, olayın kahramanlarının tamamı vefat etmiş... Almalı çeşmeleri hala yaşıyor mu bilinmez... Dağın böğrü, taş ocağı diye bir kaç yerinden yarılmış vaziyette... Köyün sığırı dağılalı çok oldu... Çocuklarımıza 'Aha öküz budur!' diye göstereceğimiz bir öküz bile kalmadı...

    'Öküz ahara mı düşermiş!' itirazını edeceklere diyecek bir şeyimiz yok...

    Hayat çok garip ve zaman çok hızlı...



Bolvadinli Çakallar

 
    Bolvadin kökenli Çakaloğulları 20. yüzyıl başında Eğret'te üç kardeş olarak görünüyorlar. Aile reisi de en küçükleri... Zaten bu üç kardeşin en küçükleri ile iki abisinin babaları farklı. Bundan şunu anlayabiliriz; Eğret'e Bolvadin'den gelen asıl Çakaloğlu Ahmet idi... Yahut gelen çocuklar adını ondan almışlardı...

    Emine Hanım, Mustafa isimli bir bey ile evliydi ve 1874 doğumlu Hüseyin ile 1877 doğumlu Bekir olmak üzere iki oğulları vardı. Eşi Mustafa ölünce Çakaloğlu Ahmet'e vardı. Bu evlilikten de 1884 yılında Halil dünyaya geldi. Bolvadinli Çakallar diye bahsedilen işte bu üç kardeştir. Tek tek inceleyelim...

    Halil

    Evin reisi olduğu için en küçük kardeş Halil'den başlayalım... Ballıcalı Rabia Hanım ile evlendi. Doğum yeri olarak yazılan Ballıca'nın tam olarak neresi olduğu anlaşılamadı... Ve Bolvadinli Çakaloğlu Halil, henüz çoluk çocuğu olmamışken vefat ediyor. Bundan sonra Rabia Hanım'a ne oldu bilinmiyor.

    Irafan

    Çakaloğlu Halil'in karınkardeşlerinin büyüğü Hüseyin ise, Şaşdımoğlu Halil'in kızı Arife ile evlendi. Arife Hanım, Uykucuömer ile Ömeronbaşının dedelerinin kardeşi oluyor... 1912 Yılında doğan kızlarına Emine adını koydular; çünkü bu, Bolvadinli kardeşlerin ana adı idi... Emine henüz taze çocuk iken Arife Hanım vefat etti... (Bu  kız Şaşdım dayısının yanında büyüyecek ve 1946 yılında orada vefat edecektir...)

    Bu durumda Hüseyin, tekrar evlendi. Yeni eşi Mollahmetler/Müdüroğlulardan Hafize Hanımdır... Artık bundan sonra Hüseyin'e 'Irafan' denilecek ve Hafize Hanımdan doğan çocukları da 'Irafanlar' olacaktır... At, eşek, katır gibi binek hayvanlarında  bir yürüyüş sitili rahvanın Eğret'teki söylenişi ırafan oluyor... Bunun birine neden lakap olduğu hususunda hiç bir fikrim yok...

    Irafan ile Hafize Hanımın bir kızı ile dört oğlu oldu. İsimlerini Arife, Ali, Kamil, Hasan ve Mehmet koydular... İlk hanımının adı olan Arife ismini koyduğu tek kızı Bayramgazili Kelveli eşi oldu. Oğlu Veli Rıza'dan torunu olan Ergün Erol, Yörüğoğluların Lütfi damadıdır...

    Büyük oğlu Ali 1927 yılında doğdu. Erken dönemde Eğret'ten ayrılıp İzmir'e göçtü. İnşaatlarda çalıştığı için 'Beton Ali' diyorlardı. Hiç evlenmedi, bekar olarak 2006 yılında öldü...

    İkinci oğlunun adını Kamil koyması, Hafize Hanımın Çanakkale şehidi abisi sebebiyledir... Kısaca 'Irafanın Kamil' yahut 'Deli kamil' diye bilindi. 1929 Yılında doğdu... Paşanın Hüseyin kızı Ayşe ile evlendi; Müdüroğlunun Çapar ve Dolağın Ahmet ile bacanak oldular... Uzun yıllar köyde orada burada çalıştı, mesela o vakitler hasadı yapılmakta olan üzüm bağlarının bekçiliğini yaptı. Hüseyin ve Birgül adlarında bir oğluyla bir kızı oldu. İkisi de Mılıklar'dan evlenen bu kardeşlerin çocukları olmadı, evlat edindiler... Halen İzmir'de yaşıyorlar... Irafanın Kamil, kendisi 1996 yılında vefat etmiş...

    Irafanın üçüncü oğlu Hasan ise Çullugızının kızı Selime ile evlendi. Çullugızı Şerife aşağıda anlatılacağı üzere, aslında emmioğlusu Alosmançavuşun eşidir. Ancak bu kızı Selime önceki eşinden... Erken dönemde İzmir'e taşındılar, orada iki kızıyla iki oğlu oldu. Selime Hanım 2020'de vefat etti, çocukları halen İzmir'de yaşıyorlar... 

    En küçük oğlu Mehmet 1941 yılında doğdu. Başarısız kalmış bir kız kaçırma olayından sonra Anıtkaya'yı terk etmek zorunda kalmış. İzmir'de Manisalı Yüksel Hanımla evlenmiş, çocukları olmamış, evlat edinmişler. Yüksel Hanım 2015, Irafanın Mehmet de 2017 yılında vefat etmişler...

    Eşi Hafize Hanımın etkisiyle olsa gerek Soyadı uygulamasında SIMSIKI soyadını almışlar. 'Irafan Dayı' 1949'da vefat ettikten sonraki yıl, 1950'den itibaren bunu DALGALI/DALGALIOĞLU ile değiştirmişler... Tabi şimdi Anıtkaya'da kimse kalmadığı için bu soyisim bilinmiyor...

    Bekir

    Üç kardeşin ortancası Bekir'e gelelim... 1877 Yılında doğmuştu. Omarcıklardan Ömer kızı Ümmühan ile evlendi. Ümmühan Hanım, Dikhasanın halası oluyor. (Ona Emetinin Dik Hasan demelerinin sebebi de bu Ümmühan Hanımın anası yani Hasan Kaya'nın ninesidir. Çünkü aslen Cingenalilerden bu hanımın adı Ümmetullah/Ümmü/Emeti'dir.)... Emeti kızı Ümmühan ile Bolvadinli Bekir'in 1910 yılında bir kızları oldu, adını Emine koydular; bu Bekir'in ana adıydı. 1912 Doğumlu ikinci kızlarına da Kezban adını verdiler. Daha sonra Mustafa adında bir oğulları oldu... Üç çocuktan sonra Ümmühan Hanım vefat etti. 

    Bekir'i üç öksüzüyle şimdilik başbaşa bırakalım ve başka bir hikayenin izini sürelim...

    Tekirgızıları incelerken Himmetoğlu Hasan'ın Kelhasan lakaplı oğlundan söz edilmişti. Arapkızı Kezban ile evlenen Kelhasanın, Kadir ve Ömer adında iki oğlu olmuşken Cihan Harbine katılmış ve Çanakkale'de şehit olmuştu. İki oğluyla dul kalan Arapkızı bir müddet böyle idare etti. Büyük oğlu Kadir zaten hasdacaktı, çok yaşamadı. Ömer'iyle tek başınaydı... Kocaya varıp onun bakım ve koruması altında olmalıydı; lakin önünde hukuki bir engel vardı. Her ne kadar eşinin şehit olduğu biliniyorsa da bunun resmen kayıtlara geçirilmesi gerekiyordu, zira o kadar şehidin kaydı henüz tutulmamıştı. Bunun için mahkemeye başvurdu, eşinin şehit olduğunu şahitlerin ifadesiyle kayıtlara geçirdi. Şahitleri de kendisiyle aynı birlikten iki Halil idi; biri Çolömerlerin Halilçavuş (Şampaya babası), ikincisi de Müdüroğluların Halilçavuş (Muzaffere babası)... Yıl 1920...

      (Bu mahkeme kararını Arapkızı saklamış. Kocaman bir kağıda yazılı böyle bir belgeyi muhafaza etmek kolay değil, katlamak gerek. Öyle olunca katlanan yerlerinden kırılıp yırtılmış. O yırtığı iğne iplikle dikip tutturmuş, yine de atmamış bir kenara. Çocukları da bir nişan gibi saklamışlar. Torunu Kadir Haykır, onu bir sancağı çıkarır gibi ufak bir sandıktan çıkardı. Amcası Halil Haykır'ın mektep sandığıymış. Hasılı kelam Arapkızı Kezban Hanım'ın kocası Kel Hasanın şehadetini tescillettiği bu belge hala bir onur nişanı gibi saklanıyor.)

    Bekir'i üç öksüzle başbaşa bırakmıştık... 1920 Yılına gelindiğinde Kızları 10 ve 8, oğlu ise 5 yaşındaydı. Kendisi gibi bir oğluyla dul kalan Arapkızı Kezban Hanım ile evlenmesinin önünde artık bir engel yoktu. Evlendiler... Yıllar sonra Arapnine (çocuklar ona böyle seslenirlerdi) deyesiymiş ki 'Benimki de şans işte; ilk kocam Kelhasan, ikincisi Kelbekir!..'

    Kelbekirin çocuklar da bir yandan büyüdüler... Büyük kızı Emine İlyen (Üçlerkayası)na gelin oldu. Küçük kızı Kezban ise Selimlerden Samancı İsmail eşi oldu. Mustafa'ya gelince... Bunun için başka bir hikayeye geri dönmek gerekecek...

    Şaşdımoğlu Mustafa, Müdüroğlulardan Ümmühan Hanım ile evlenmiş, Çolömerlerin Halilçavuş ve İdirizlerin Gambırtevfik ile bacanak olmuşlardı. Üç kız bir oğulları varken Şaşdımoğlu vefat etti. Bu sırada dört çocuğun sonuncusu Ömer çok küçüktü...

    Yeñimısdık
    Ablaları gelin olan ve kendisi de büyüyen Bekir'in oğlu Mustafa evlenecek çağdaydı... O sırada Şaşdımoğlu Mustafa'dan dul kalan dört çocuklu Ümmühan Hanım ile everdiler. Mustafa'nın babası Bekir esasen yabancıydı, amma Mustafa'yı everirken çok da yabancılık çekmeyeceği birine veriyorlardı. Şaşdımlar Mustafa'nın yabancısı sayılmazdı; çünkü Hüseyin Emmisinin Hanımı Arife, yeni vefat eden Şaşdımoğlu Mustafa'nın halasıydı. Ayrıyeten Müdüroğlulara da yabancı değildi; zira Hüseyin Emmisinin ikinci Hanımı Hafize de onlardandı... Hazır bir eve içgüveyisi olarak gelmişti... Evin önceki beyi ile aynı adı taşıdığı için lakabı da hemen hemen hazırdı: 'Yenimısdık'...

    Yeñimısdığın üvey kızları gelin edilirken de akrabalık bağları gözetildi. Mesela büyük kız Ratibe, Samancının Halil ile evlendirilmişti; Halil, Yeñimısdığın öz yeğeni... Dahası var, Gocabıyık Halil'in ninesi İsmihan ile, yukarıda sözü edilen Arapkızının ilk kocası Himmetoğlu Kelhasan kardeş...

    Ümmühan Hanım ile Yeñimısdığın da çocukları oldu. 1941'de Hayriye, 1943'te Muzaffere ve 1945'te Sare... Büyük kız Hayriye, henüz gelin olmadan Altıntaş yakınlarında bir kazada 1953'te vefat etti... Muzaffere, Cingenalilerin Süleyman Saçan eşi; Sare de Hacıların İbrahim Azbay eşidir...

    1965 Yılında Ümmühan Hanım vefat ettikten sonra Yeñimısdık, tekrar evlendi; ikinci hanımı Olucaklı Ayşe... Ondan çocuğu olmadı; ama Ayşe Hanımla bir kız bir oğlu tay gelmişti...  Kızı Nuran, Ösüzömerin Halil İbrahim Acar eşidir. Oğlunun adı Azim... Cücelerin Aziz kızı Emine ile evlendi. Erken dönemde İzmir'e yerleşen Azim'in Olucak'ta da bir evi varmış ve belli aralıklarla gelip gidiyormuş.

    Yeñimısdık, uzun yıllar bakkalcılıkla iştigal etti. Belki de Şaşdımlar sülalesinde çok görülen bakkalcılık alışkanlığı bulaştı kendisine... Dükkanın sol tarafındaki direkten sarkan pamuk ipleri ve tesbih şekerleri... Toz şeker çuvalını boşalttığı sandığın üzerine oturmuş, hiç eksik olmayan misafirleri... Teraziyle satışta hep fazla tartan cömertliği... Son zamanlarında, işitme zorluğu çekenlere mahsus bir ritimle başını boynundan hafifçe sallamasıyla çocuk hafızasında yer etmişti... 

    Lakabını hiç sevmez ve bundan hoşlanmadığını belli ederdi. Hacca gittikten sonra 'Hacıdede' diye hitap ettiğimizde bundan ne derece hoşnut olduğunu keşfettik. Asıl keşfimiz, bunun bize daha fazla günaşık, daha fazla şeker ve gofret olarak döndüğünü anlamamızdır. Bunun ekmeğini birkaç yıl yedik... Sonra biz büyüdük, Hacıdede 1998'de, 83 yaşındayken rahmetli oldu... Eşi Olucaklı Ayşe Hanım ise 2008 yılında vefat etti...

    
    Gambırömer
    Arapkızı Kezban ile tay gelen Ömer vardı bir de... Bu yetim çocuğun başına da gelmeyen kalmadı. Dambeşten düştüğü yetmiyormuş gibi, ağır bir şey gelip kafasına isabet etti. Bu kazadan sonra sakatlandı, sırtında oluşan kamburluk sebebiyle lakabı 'Gambırömer' kaldı.

    Gambörömer de büyüdü. Selimlerden Gocaguliz (Ali Osman Uysal) kızı Hafize ile evlendi, böylece Omarcıkların Bödü Mehmet, Daldalların Gocayörük ve Halit ile de bacanak oldular. Hafize ile Gambırömerin 1950 yılında bir oğulları olunca adını Kadir koydular. Bu isim, Gambırömerin küçükken ölen abisinin adıydı. 'İncegadir' dediler ve bu ona lakap oldu. Daha yaygın lakabı ise 'Gambırömerin Gadir'...

    İncegadir, bir zaman dedesi Gocagulizden kalan yerde ayakkabı dükkanı açtı. Önünde oturur saz çalardı... Fazla yürütemedi o işi... Takgasların Cılımısdık kızı Huriye ile evlendi. Bir kız, üç oğlu oldu. Kızına ninesi Arapkızının ismi olan Kezban adını koydu. Kezban, Tekelilerin İbilinin oğlu Cengiz Taşkın eşidir. Gambırömer ve Gocagulizin adlarının yadigarı iki oğlu Ömer ve Osman erken vefat ettiler. Küçük oğlu Fatih, Hassönler/Şekeralilerin Ali kızı Azime ile evlendi. Ömer, Ernur ve Ela isimli üç çocuğu var.

    Gambırömer esasında Himmetoğlu Hasan'ın çocuğu olduğu için, 1934 Soyadı uygulamasında Tekirgızılarla aynı soyismi alarak HAYKIR soy adını kullandı. Kendisi 1974 yılında vefat etti; Gambırömerin eşi Hafize Hanım ise 2009'da öldü...

    Halil Haykır
    Kelbekir ile Arapkızının taygelenlerinin serencamesi böyle...  Ayrıca kendilerinin iki oğulları daha oldu. İlkinin adını Ali Osman, ikincisininkini Halil koydular. Bu isme bir anlam bulmak gerekirse, Kelbekirin karınkardeşi Bolvadinli Çakaloğlu Halil akla gelir. Evlenip genç yaşta vefat etmişti...  

    1924 Yılında doğup amcasının adını alan Halil, Gavalcıların Bokuşak kızı Fatı ile evlendi. Erken dönemde İzmir'e yerleştiler. Bekir ve Yılmaz adında iki oğlu oldu. Ayrıca 1953 ve 1964 yıllarında oğulları doğmuş. Bokuşağın adı olan Ahmet ismini verdiği bu oğlanlar yaşını görmeden ölünce bu isimde ısrarcı olmamışlar... Kendisi 2003 ve eşi Fatma Hanım 2007 yılında İzmir'de vefat ettiler...

    Dedesi Kelbekirin yadigarı olarak Bekir ismini alan büyük oğlu, Yahyaların Gocamat kızı Ünzile ile evlendi. İki kızı bir oğlu var, İzmir'e yerleşikler...

    Küçük oğlu Yılmaz, Omarcıklardan Arabeciler Hasan kızı ile evlendi. Fatma ve Betül adında iki kızları oldu; onlar da İzmir'de oturuyorlar...

    Ali Osman Çavuş
    Büyük oğlu Ali Osman 1922 yılında doğdu... Askerlikteki durumu sebebiyle 'Ali Osman Çavuş' olarak lakaplandı. Diğer bir lakabı da 'Kör Alosman'dı... Bir zaman Anıtkaya'da gözlük taksan 'kör' derlerdi, Ali Osman'a da gözünü kıstığı için öyle demişlerdir; gözleri sağlamdı diye biliyorum...

    Alosmançavuş da Çullugızı Şerife'ye içgüveyisi girdi. Bunda annesi Arapkızının etkisi olabilir. 'Çullularla Arapkızının ne alakası var' diyecekler için yine bir hikayeye dönmek gerekiyor...

    Arapselimin dört oğlundan en küçüğü Mehmet, Başkimse imamıydı. Yunan, giderken Hocayı şehit etti. Yetim kalan oğlu Selim büyüyünce Çullu kızı Şerife ile everdiler. Aziz, Safiye, Selime ve Mehmet adında dört çocuğu olduktan sonra Selim de vefat etti. Çullugızı Şerife dört yetimiyle dul kaldı ve anası evine döndü... İşte bu dört yetim, Arapkızının dayıoğlusu yetimleridir. Çünkü Başkimse imamı Mehmet Hoca, Arapkızının öz dayısı oluyor. Bu yüzden yeğenleriyle birlikte dul kalan Çullugızını, kendi oğlu Ali Osman'a aldı. Doğru ifade ile söyleyelim; Alosman Çavuşu everip gelini Çullugızının evine yerleştirdi...

    Alosman Çavuş ile Çullugızının Bekir, Selim ve İbrahim adında üç oğlu oldu... Çok zebillik çektiler... Sığır-buzağı güttüler... Koşum hayvanları yoktu; her yaz boyunduruğun bir gözüne inek, diğerine eşek koşarlardı. Bununla beraber nadir de olsa yüzüne yerleştirdiği neşesi Alosman Çavuşa yakışırdı. Lakin hayvanlara karşı tavrı farklıydı, çoğu zaman bütün öfkesini onlardan çıkarır sanırdınız. Kış günlerinde malları sulamaya çıkardığında sokağı onun sesi doldururdu. Mal maşata bağırmadığı bir gün hatırlamıyorum... Alosman Çavuş, 1985, eşi Çullugızı Şerife hanım ise on sene sonra 1995 yılında vefat ettiler...

    Oğullarının üçü de İzmir'e yerleştiler; ama evlilikleri İzmir'deki Anıtkayalılarla oldu. Büyük oğlu Bekir, Yılıklardan Zele ile evlendi. Gülşen, Levent ve Bülent adlarını verdikleri üç çocukları oldu. Üçü de Anıtkaya dışından evlendiler. Gülşen, aslen Üsküplü Osman ile; Levent, Afyonlu Fatma ile ve Bülent de İzmirli Selen ile... Bekir 2021'de vefat etti, cenazesi Anıtkaya'ya defnedildi; çocukları İzmir'de yerleşikler...

    Alosmançavuşun ortanca oğlu Selim, Gobakların Körhalil kızı Aynur ile evlendi. Selim böylece Apdıramanlardan Kelhasanın oğlu Muzaffer Kirkit ile bacanak oldu. Yalnız burada ondan daha önemli bir duruma dikkat çekmeden olmaz. Aynur Hanımın annesi Makbule, Halimenin Mehmetin kızıdır, yani Halise Ninenin... Selim'in adını aldığı, Başkimse İmamının oğlu Selim ile Halise Nine kardeş. Hepsi Arapselimin torunları, Arapkızı da dahil...

    Aynur ile Selim'in bir kızı bir oğlu var. Çullugızının adını verdikleri kızları Şerife Anıtkaya dışına gelin oldu... Oğullarının adı Onur. Arabın Muhittin Zenger kızı ile evlendi. İremnur, Aynur ve Zeynep adlı üç kızı var. Çocukları ve kendisi İzmir'e yerleşik olan Selim, yılın bir kısmını Anıtkaya'da geçiriyor...

    Çullugızı ile Alosman Çavuşun en küçük oğulları İbrahim 1955 yılında doğdu. Bilallerin Demircimısdık kızı Ümmühan ile evlendi. Eselerin Yusuf oğlu İsa Eminç ile bacanak oldular. Bir kız, iki oğulları oldu. Kızları Ayla, Hacariflerin Arif Varlı eşidir. Büyük oğluna babası Alosman Çavuşun adının Ali'sini isim olarak verdiler. Ispartalı Melek ile evlenen Ali'nin Azra ve İbrahim adında iki çocuğu var. Kınimısdık adı olan Mustafa ismini verdikleri ikinci oğulları bekar.

    Alosmançavuşun en küçük oğlu İbrahim, abisi Bekir'den de önce, 2016 yılında öldü. Çocukları şimdi İzmir'de yerleşikler...

    Bolvadinli Çakaloğlu Kelbekir, küçük oğlu Halil iki yaşındayken 1926'da vefat etti. Eşi Arapkızı Kezban Hanım ise nerdeyse yarım asır sonra, 1970'te öldü... Kelbekirin oğlu Yenimısdık ve Arapkızıyla müşterek oğulları Halil ve Ali Osman, Arapkızının oğlu Kambur Ömer'in soyadı olan HAYKIR'ı aldılar. Şimdi onların çocukları ve torunları ve çocuklarının torunları bu soy ismini kullanıyorlar...



07 Eylül 2022

Şaşdımoğlu Hüseyin

    Kocatepe Gazetesi *

    Gazetecilikle ne zaman tanıştınız?
    Eskiden Ferah Kahvesi vardı. Memurlar, o kahveye gider sohbet ederlerdi. Ben de Köy Enstitüsü’nden sonra Fethibey’de öğretmen olarak çalışmaya başladım. Ferah Kahvesi’nde ilköğretim müfettişlerinden Süleyman Çalışkan’la tanıştım. Tanıştıktan sonra ailece görüşmeye de devam ettik. Görüş alışverişi yaptık. Atatürk İlkeleri’ne o zaman da sahip çıkıyorduk. Bu siyasi tavırlarımız var. Uzun Çarşı’da Halk Partisi İl Binası vardı. Oraya Hasan Akkuş başkan yardımcısı, Asım Yılmaz İl Başkanı dışında kimse girip çıkamazdı. Tahkikat Komisyonu var. Tahkikat Komisyonu terör estiriyor. Bana da arkadaşlar ‘Sakın konuşma, durum çok kötü’ diyenler oldu. Süleyman Çalışkan ile çalışmalarımız devam etti, 27 Mayıs oldu. 27 Mayıs olduğunda ben Öğretmenler Derneği Yönetim Kurulu Üyesi’ydim. Milli Birlik Komitesi Üyeleri geldi Afyonkarahisar’a. Mehmet Özgüneş ve iki kişi daha geldi. ‘Öğretmenler Lokali’nde bir konuşma yapacaklar’ dediler. Öğretmenler Lokali, şimdiki Kızılay Binası’nın üst katı. Toplantı başladı, ‘söz almak isteyen var mı’ dediler. O anda bana ‘buyrun’ dediler. Sonra biz konuşma yapmaya başladık. Türkiye’de bir kalkınma hamlesi yapılması gerekir. Biz bunu gerekli görüyoruz. Bunun için de tasfiye edilen subayların bu alanda yararlanılması gerekir. Köy-Kentler gibi bir proje anlattım. Tasfiye edilen subaylar, 5 bin kişiydi. Türkiye’de 5 bin merkez olmak üzere köylerden kalkınma hamlesinin başlaması yönünde bir konuşma yaptım. Köylerin, çevrelerindeki köylerle birlikte her türlü sosyal ihtiyaçlarını karşılayacak merkezler kurulmasını önerdim. İyi dediler. Bana bir broşür hazırlama görevi verdiler. Bir broşür hazırlamaya başladım. Dönemin valisine ‘Hüseyin broşür hazırlıyor’ demişler. Vali de ‘gelsin görelim’ demiş. Vali’nin yanına gittim. 8-10 sayfa bir şey yaptım. Biraz daha geliştirmemi istedi. Onun dediği gibi gözden geçirdim. O dönemde 24 saat olarak çalıştım. Bir taraftan öğretmenlik yaptım, bir taraftan broşür var. Bu nedenle o tarihte bronşit hastalığına yakalandım. 1961’de ağır bir bronşit geçirdim. İstanbul’da Validebağı Provantoryumu’na gönderdiler. Beslenme programı uygulandı. Askerlik uygulaması var, 80 bin kişi askerlik yapamamış. Birikmiş. Bir ay daha kalmam gerekiyor Provartoryum’da, o zaman da askerliğe geç kalacağım. Bronşit kalıcı oldu, geçmedi. İki yıldır yine tedavi altındayım. Çok kuvvetli ilaçlarım var.


    Broşür çalışması devam etti bir yandan…
    Çarşıda görülen ilan panoları var. Postane’nin önünde, Oruçoğlu Çarşısı’nın önünde, Anıtpark’ın önünde Süleyman ile ben pano yaptırdık. Buralarda Devrim ile ilgili çıkmış yazıları asıyorduk. Gazete ve dergilerde çıkan yazıları asıyorduk. Yazıları panolara asarken Süleyman Çalışkan ‘Biz kendimiz de yazabiliriz’ dedi.


    Sizin başka görevleriniz de var mıydı?
    Kurucu Meclis toplanacak, bir açık hava toplantısı yapılacak, bir de kapalı salon toplantısı yapılacak. Sene 1961’de, ben miting yapmak üzere görevlendirildim. 7 yıllık öğretmenim. O miting, buranın tarihinde öyle bir miting olmadı. Meydan doldu, Uzun Çarşı, İstasyon Caddesi her taraf tıklım tıklım oldu. Afyonkarahisar’da böyle bir miting görmedim. O mitingin tek konuşmacısı benim. 27 Mayıs’ı anlatacağım. İyi kötü bir şeyler anlattım. Süleyman da Şafak Sineması’nda konuştu. Anlaşıldı ki biz 27 Mayıs’ın koordinatörü durumundayız. Her şey bize bırakılmış, Valilik’e gelir genelgeler, biz de gereken neyse yaparız. Köy ekipleri oluşturduk. Diyanetten bir kişi, öğretmen ve muhtar yer aldı bu ekiplerde. Süleyman Konya’ya, memleketine gitti, ben tek burada kaldım. Halkevi Başkanıyım, Öğretmenler Derneği Başkanıyım, 27 Mayıs’ın koordine ediyorum ve yazarlık yapıyorum. Yazarlık, o panolardan başladı.


    İlk olarak hangi gazetede yazdınız?
    Gazete olarak Gençliğin Sesi vardı, orada yazmaya başladım. Günlük gazeteydi. Gençliğin Sesi’nde bir köşe yazmaya başladım. Rifat Seloğlu ve Muammer Yalvaç’ın gazetesiydi. Devrim’i destekler nitelikte bir gazeteydi. O süreçte gazeteciliğe ve köşe yazarlığına başlamış olduk. Yazılarım dolayısıyla Belediye ile anlaşmazlığa düştüm. Belediye Başkanı, Vali. Hem Devrim ile ilgili çalışmalar yapıyoruz, hem de şehirdeki özellikle kabzımallarla uğraşıyordum. Ben kendimi saklamak için mahlas kullanmaya başladım. O zaman Belediye binası olarak kullanılan binada toplantı düzenledi. Baktım orada 22 gazeteci var. Belediye tenkitlerini anlatıyor. Biraz laf etti. Ben bir şey demedim, sustum. Nusret Koçoğlu söz aldı. O söz aldıktan sonra ortam değişti. İl yönetimi ile ilgili eleştirilerde bulundu. Rahmetli Koçoğlu’nun görüşleri hakim oldu. Eleştiri daha genişledi. Diğer gazete Afyon Haber’di. Onlar Demokrat Partiliydi. Gençliğin Sesi 4 sayfaydı. Gazete olarak ne zaman kapandı bilmiyorum ama bizim gazeteciliğimiz devam etti. Bir taraftan çalışmalarımız da devam ediyor.


    Gençliğin Sesi adı gibi miydi?
    Sempatik bir gazeteydi, Gençliğin Sesi. Temiz bir gazeteydi. O devirde Jop diye bir gazete de vardı. O gazetede de yazdım. Jopçu’yu herkes tanır. Jopçu’nun hiçbir işi yok. Asıl adı Mehmet Tokman. Jopçu, 1 yaprak haftalık gazete çıkarır. Kimlerden kendisine yardım gelebileceğini hesaplar. Onlara atıflar yapar. Şiirlerini bırakır, geri kalan bölümleri ben doldururum. Orada yazdım. Ali Türk, Birlik gazetesini çıkarırdı. Birlik gazetesi, bazen yetiştiremezdi, ben Kadınana’ya gelmiştim, bana rica ederdi. Ben yazardım. Benim ismim geçmezdi.


    İbrahim Küçükkurt’la tanıştınız sonra… İbrahim Küçükkurt’la tanışmamız nasıl oldu?
    İbrahim ile tanışmamız YÜNTAŞ üzerinden oldu. Eskişehir’de matbaalarını sel basmıştı. Afyonkarahisar’a gelmişti. Orada (harfler) çamurlar içinde. Onları yıkayıp dizgiye veriyorlar. Her taraf çamur içinde. Şimdiki sistem yok, elle diziyorlar. İbrahim, Afyonkarahisar’a geldi. YÜNTAŞ toplantısı yapıldı ama sendika başkanı Emin Dikmen’i kimse deviremiyor. Buraya Balıkesir’den geldi. Kimse onu yıkamıyor. Kooperatif kuruyor, bir kooperatif toplantısında İbrahim, konuşma yaptı. Köylülüğe hakaret etti gibi anladım. Gençliğin Sesi gazetesinde iç sayfa hariç tam sayfa buna ayırdım. Birinci sayfadan sonda 4’e de aktarmışımdır.


    Bu yazıdan sonra karşılaştınız mı İbrahim Küçükkurt’la?
    Yabuz Apartmanı’nın hisse senedi gelmişti. Karşılıklı iki daire YÜNTAŞ’ın. Ben götürdüm verdim. ‘Hoş geldin’ dedi. Çay kahve söyledi. Ondan sonra ayrılmadık bir daha. 1960’lı yıllarda. O konuşmadan sonra dargınlık yaşamadık hiç. Zaman zaman onunla da işbirliği yaptık. O entellektüel bir çevrenin adamıdır. Ben hiçbir zaman görev istiyorum dememişimdir. Sümer’den Kadınana’ya tayinim Atatürk Anıtı Yaptırma Derneği’nin faaliyetine yetişemediğim içindi. Üçüncü adam bendim. ‘Rahatlasın, bize zaman ayırsın’ düşüncesiyle çift öğretim olan okula tayinim çıkarılmıştı.


    Dargınlık olmadığı gibi dostluk devam etti değil mi?
    Matbaadaki harflerin o şekilde dizilmesi beni çok üzmüştü. Ben o sırada Halkevleri adına Taşpınar dergisini çıkarıyorum. Taşpınar dergisini Küçükkurt’ların matbaasına bastırdım. Çevre’yi çıkarmaya başladık.


    Çevre, nasıl bir dergiydi?
    Çevre Dergisi çıkardık. Acar Matbaası’na verdik. Yazıları verdik, yetişmedi onların dediği saatte. Nöbeti bana bıraktılar. Sabaha kadar matbaacı ve ben. Çevre çıktı. Açık bir siyasi görüşü yoktu. Tarafsız bir dergiydi. Kendi çevremiz ve kalkınma ile ilgili bir dergiydi. O derginin orta sayfasını ben yapıyorum. H.Şen’dir oradaki yazılarımdaki imza. O zaman askeri Vali yönetiyor Afyonkarahisar’ı. Çevre’deki yazımı askeri Vali’ye şikayet etmişler. Vali topluyor hepimizi. Matbaada da derginin bazı yerlerini boşaltıyorlar. Şikayete konu yerleri çıkarıyorlar. Gazetecileri çağırıyor. Vali köpürüyor. Oysa ben vilayetin nasıl kalkınması gerektiğini söylüyorum.
    Çevre Dergisi, bir müddet çıktı. ‘Günlük yapalım’ dedi İbrahim. İsim bulmaya çalışıyorlar. ‘Kocatepe var’ dedim. Telif hakkı var dediler, telif hakkının olmadığını söyledim. O zaman benim teklifim kabul edildi. 27 Ağustos’ta çıkacak, bunun duyurusu yapıldı. Bir gecikme oldu, 30 Ağustos’a kaldı. Hedef, Afyon’un kurtuluşu yaş günü olmak üzere Kocatepe’yi yayın hayatına sokmaktı. 3 günlük bir erteleme oldu. O günden bugüne Kocatepeli olduk.
    Kocatepe’deki çalışmalarımda genel bir özetleme yapardım. 3-4 gazete alırdık. 3-4 gazeteyi okuduktan sonra kendim bir metin yazardım. Özenle çalışırdım.


    Her gün köşe yazısı yazar mıydınız?
    Her gün yazıyordum. Hiç aksatmadım. 12 Eylül 1980 darbesine kadar yazdım. 1981’e kadar. Bir gün Nurettin Ersin, komutanlık yaptı. Takışık durumdaydık. O da İbrahim’e çok güvenirdi. Ama Ersin ile ben anlaşamayız, onlar 27 Mayıs’a karşıdır.
Nurettin Ersin, Afyonkarahisar’dan giderken gazeteye uğramış. Şükrü Küçükkurt aradı beni, ‘ağabey bir şey diyeceğim, ama nasıl söyleyeceğimi bilemiyorum’ dedi. ‘Ne olacak, söyle’ dedim. Meğer Nurettin Ersin, ‘Arkadaşlık falan dinlemem, gazeteyi kapatırım’ demiş. Musa Seyirci ile benim yazmamamı istemiş. Arkasından da ben gözaltına alındım. Bir hafta karakolda nezarette kaldım. Sonra oradan Ankara Emniyeti’ne gönderdiler. Oradan en erken koğuşa gidenlerden biri oluyorum. Sendikal çalışmalarım nedeniyle hakkımda dava açıldı. 5 ay kaldım Mamak’ta. Vali, Milli Eğitim’e ‘çağırın ve hemen emekli edin’ demiş. Sıkıyönetim benim işime son verdi. Çalıştırması sakıncalıdır dedi, 1402 diye bilinen uygulamayla işime son verdi. Sonra mesleğe dönüş hakkı tanındı. Ben dönmedim göreve. Emekli oldum. Zaman zaman emekli olduktan sonra da yazdım.


    Tutuklanma gerekçeniz neydi?
    Genel Kongre’de doğaçlama olarak konuşmalarım var. 4 konuşma yapmışım. Marksist-Leninist propaganda yapmak, TÖB-DER. Onu kitap haline getiriyor TÖB-DER. O kitaptan bakıyorlar, 4 tane konuşma var. İddianame hâlâ vardır bende. Askeri Yargıtay bozdu. İkinci kez suçlu bulundum. Askeri Yargıtay kesin bozma yaptı. Beraat ettim. İşimi de kaybettim. Oysa benim konuşmalarım, vatanseverlik üzerineydi. Ben memleketimin Sevr anlaşmasına doğru sürüklendiğini fark ederek buna karşı çıktım.


    Kocatepe Gazetesi’nde hangi konuları gündeme getirmiştiniz?
    Genelde ideallerimi, güncel olayları yazdım. Bir dizi yazı hazırladım. Uygarlığa Doğru dizisini yaptım. Zaman zaman da arkadaşlarıma anlatırım. Birçok araştırma yaptım. Kocatepe Parkı’nın yapılması, yukarıdaki tepelerin Milli Park olması, Hıdırlık’ın iyileştirilmesi gibi konuları gündeme getirdim. Kocatepe’de sabaha karşı 5’te program yapılmasını önerdim.


    Kitap yazmayı düşündünüz mü?
    Kitap yazmayı düşünmedim. Hâlâ düşünmem.


    Soyadınızın “Şenşaştımoğlu” olmasının da ilginç bir hikâyesi var. Nedir bu hikâye?
    1960 İhtilali’nden sonra Belediye Başkanlığı’nı eleştirirken ‘Şaştımoğlu’ mahlasını kullandım. Benim babama Şaştım Halil derler. Ben de ‘Şaştım’ın oğlu’ olurum. Babamın lakabını mahlas olarak kullanıyorum. O toplantıda Vali, bana ‘Kendini saklama, senin yazın belli olmaz mı’ dedi. Benim mahlasım çok benimsendi. Memur, esnaf beni Şaştımoğlu olarak biliyor. Rahmetli Hukuk Doktoru Ahmet Şensoy, beni tanırdı. ‘Senin soyadını değiştirelim’dedi. Mahkemeye gittik. 1964-1965’ti. Soyadı tahsisi için gittik. Şen mi olacak, Şaştımoğlu mu? ‘Şenşaştımoğlu’ olsun dediler. Benim soyadımın mahkeme kararına göre Şen Şaştımoğlu yazılması gerekir. ‘Dil bakımından soyadı ayrı yazılmaz’ dediler. Şen olan soyadım Şenşaştımoğlu olarak değişti. 1960 İhtilali’nden sonra yapılacak mitingde ‘Hüseyin Şen’ görevlidir denildi. O zaman soyadım Şen’di.


    Hüseyin Şenşaştımoğlu, ne zaman doğdu?
    Nüfus cüzdanımda 5 Mart 1934, Afyon yazılı. Oysa ben Anıtkayalı, o gün için Eğretli’yim. Babam o köyün tek okumuş-yazmış insanı. Ayrıntılara önem verir, gelişigüzel davranmaz.
    7 yaş zorunluluğu vardı. Biz 6 yaş grubu olarak 3 arkadaş fahri olarak okuma yazma öğrendik ama yaşımız tutmadığı için kaydedilmedik. O sene bir yaş gitti. Bir yaş da evlenme muamelesine gittiğim zaman, burada bir nüfus müdürü vardı, çok incelerdi. Bakıyor orada doğum 1934. O zamana kadar 1935 doğumluyum. 1934 doğumlu olsam kaydım olacak, bir sene önce mezun olacağım. Bir sene önce Köy Enstitüsü’ne girip Köy Enstitüsü olarak mezun olacağım. Ben 1935 doğumlu olarak mezun oluyorum, 1955’te evlenme muamelesine başladığım zaman 1934 oluyor.


    Köy Enstitüsü’ne nasıl başladınız?
    Eğret’de ilkokula başladım. Köy Enstitüsü’ne 1948’de girdim. Ben okumak istiyordum. Fakat babam, ağabeyim okumama karşıydı. Bir 27 Ağustos günü, Afyon’un kurtuluşuna gidiyorum diye yola çıktım. Trenle Akşehir’e, Akşehir’den de Yalvaç’a gittim, öğretmenimi buldum. Okumak istiyorum dedim. Babama mektup yazmış, gelsin okutacağım demiş. Geldik, Konya Sarayönü’ne Pratik Ziraat Okulu’na vermek istediler. Olmadı. Sanat Okulu’na vermek istediler. Buraya okumaya geleceğim, geri çevirdiler beni. Köyde kaldık. Susuz Osmaniye’ye mal satardık. Orada Emin Çavuş diye bir tanıdığımız var. Emin Çavuş’un yanına Salih Hoca diye bir eğitmen gelmiş. Salih Hoca’ya Çifteler Köy Enstitüsü’nden Sekterer geliyor. Onu ziyarete geliyor. ‘Buralarda kimse yok mu’ diyor Salih Hoca’ya. Emin Çavuş, babam köyden dönerken durduruyor ve durumu anlatıyor. Babam geldi, ‘seni göndereceğiz’ dediler. Babam Eskişehir’e götürdü. Hamidiye’ye gittik bulduk okulu. Banyo yaptırdılar. İmtihan yaptılar. 1948’de birinci sınıfa başladım. Bizim Hamidiye’de 800 dolaylarında öğrenci var. Mahmudiye resmen ilçe olunca orası kapatıldı. Bizim köylerde olmamız gerekiyordu. Mahmudiye kapatılınca oradan bizim okula gelenler oldu. Bizim okulda da dağıtım oldu. Ben o arada, yaz tatilinde beni çağırdılar. Böyle bir tayin olmayınca Yalvaç’a gittim. Bayrama rastg eldi. Bayram sonu okula geldi. Arefe günü Arifiye grubuna verilmişim, benim yerime orada olan bir kişiyi göndermişler. Ben Çifteler’de kaldım.


    İvriz’e gittiniz sonra…
    Sonra Konya İvriz’e tayinim çıktı. Konya Ereğlisi’nin Toroslar yamacında, yanında herhangi bir köy olmayan bir köy bu. Ertesi gün işe başladım. 1952’de oldu. 5’inci sınıfa başlamış oluyorum. Son sınıf olarak oraya gidiyorum, ancak mezun olmuyorum. Şubat ayında bir kanun çıkıyor, Köy Enstitüleri’nin kaldırılmasıyla ilgili. Köy Enstitüleri kapatılıyor. Adı ilköğretim okulu oldu. İlköğretim okulları 6 yıl. Bir sene de oradan gitti. İki sene boyunca son sınıf olduk. Konya’dan 1954’te doğrudan ikmale kalmadan mezun oldum.
Afyonkarahisar’a geldim. Bütün buradaki memur kadrosu Ferah Kahvehanesi’ne çıktı. Benim tayinim geldi. Benim tayinim Recep Yaşacak’ın da çalıştığı Fethibey’e çıkmış. Öğrenci kaydı yapalım. Recep’in yazısıyla 18 Ağustos’ta göreve başladım. Recep Bey oranın müdürü. Benim göreve başladığım yazıyı Milli Eğitim’e bildirdi. Fethibey’de stajyerliğimiz kalktı. O sene ben merkeze geldim. Kazım Bozkurt diye bir arkadaşım vardı, Köy Enstitüsü’nde bizden büyüktü. Kalp hastasıydı, ağır hastalığı dolayısıyla yanında birisi olması gerek. Yanına bir destek arıyor. Sen gelirsen ben de gelirim dedi. Tayinimizin yapılmasını istedim. İkimizi birden Namık Kemal İlköğretim Okulu’na verdiler. İki sene orada çalıştıktan sonra Sümer’e gittik. Sümer’i de açan kadro içindeyim, o da benim yanıma geldi. Nereye gitsek beraber oluyoruz. O hastalanınca Ankara’ya, İstanbul’a götürdüm.


    Kadrolu başyazarlık da yaptınız, değil mi?
    İkaz gazetesi, Afyon Haber, Gençliğin Sesi, Birlik birleşti. Gazeteler, Birlik adıyla birleşti. O Birlik gazetesinin başyazarlığına beni getirdiler. Birleşilen gazetede Birlik adıyla çıkan bütün yazılar bana aittir. Birlik gazetesinin altında Birlik gazetesinin imzası olan bütün yazılar benim görüşlerimi yansıtır. Patronlar kendi aralarında anlaşamadılar, ilanları kim tutarsa o aldı. Dolayısıyla Birlik yürümedi. Diğer ortaklar alamıyor. Tahmin ediyorum bir sene sonra Birlik dağıldı. 4 ortak var, resmi ilanları birlikte paylaşmaları lazım. Ama kim ağır basıyorsa o ay ilanı o aldı. Benim 150 lira aylığım var. O zamana göre bayağı iyi para. Ancak tahakkuk etmedi. Ücretimi almadığım halde çalışmaya devam ediyorum. Bir gazetede ilk kez ayrı bir ücret var. Tahakkuk etmemiş, ama bu önemli bir ayrıntı. Başyazarlık ücreti bağladılar, oldu ya da olmadı ayrı bir şey. Kendi aralarında güvensizlik nedeniyle bu iş yürümedi.


    * Bu Mülakat ilk kez Kocatepe Gazetesinin 3 Ocak 2013 tarihli nüshasında yayınlanmış olup, vefatının haber verildiği 25 Nisan 2021 tarihli nüshada tekrar yer verilmiştir.


Saşdımlar

     
    Kendisinden Şaşdımoğlu olarak bahsedilen ilk kişi, kayıtlara yansıdığı kadarıyla 'Şaşdımoğlu Ömer' görünüyor. O halde 'Şaşdım' lakabı takılan kişi, onun babası Halil kabul edilmelidir. Sülalenin tarihini 'Şaşdım Halil'den başlatacağız...

    Neden böyle bir lakap takıldığı hususunda doyurucu cevap yok. Çok büyük bir ihtimalle fazla kullandığı bu söz, yakıştırma yoluyla üzerine kaldı. Bununla beraber Ziyaddin Şen'den nakledilen bir hikaye var: Babası Halil, dükkancılık yaptığı dönemde at arabasıyla mal taşırken hep aynı güzergahı kullanıyor. Fakat bir aksilik hep aynı yerde bunu buluyor; yolun bir noktasına geldiğinde arabanın tekeri çıkıyor, hop mal ortalığa dökülüyor, yumurtalar kırılıyor filan... Bir değil, iki değil, her zaman... Ve hep aynı yerde... Şapkası elinde, eli belinde şaşkın şakın beklerken durumu soranlara izah edemiyor ve 'Valla şaştım kaldım' diyor... Gayet inandırıcı bir hikaye, ama şöyle bir problem var ki bu Halil Şen'in babası da kayıtlarda 'Şaşdımoğlu Ömer' olarak yazılı... Bu olayı yaşayan kişi olsa olsa Ziyaddin Şen'in büyük dedesi olan Birinci Halil'dir... Bu yüzden Şaşdım Halil diyoruz...

    Şaşdım Halil, İsmihan Hanım ile evliydi. Karı kocanın kimlerden oldukları, doğum tarihleri, ana-baba adları gibi temel bilgilere hakim değiliz. Sadece isimlerini öğrendiğimiz sınırlı kaynak, çocuklarının kütük kaydından ibarettir.



    Şaşdım Halil ile İsmihan Hanımın kayıtlara geçen bir oğlu ve bir kızı var. Kızının adı Arife ve 1879 yılında doğmuş... Arife'yi, aslen Bolvadinli Çakaloğlu Hüseyin'e veriyorlar. Bu Bolvadinli Çakallar, önemli bir düğüm noktası olacak, hatırda tutulsun... Yalnız Çakaloğlu Hüseyin ikinci bir eş olarak Mollahmetlerin Mahmut kızı Hafize'yi de alıyor. Hafize Irafanın halasıdır. Dolayısıyla bu Bolvadinli Çakalların Mollaahmetler/Sıntırlar/Müdüroğlular ile belirgin bir bağı ortaya çıkıyor. Bu bağlantılar ileride lazım olacak... Şimdilik unutmayacağımız şey, Şaşdım Halil'in kızı Arife Bolvadinli Çakal Hüseyin eşi oldu...

    Şaşdım Halil'in oğlu Ömer, kızkardeşi Arife'den daha büyük; 1874 yılında doğmuş... Kendisinin lakabı kayıtlara 'Şaşdımıoğlu Ömer' olarak geçmiş... Ali Kızı Emine ile evlendi... Emine Hanım Bükürlerdenmiş; kütük düzenlendiği sırada anası babası sağ olmadığından tam olarak kimliğini belirleyemedik... Aşağıda çocuklarını ayrı ayrı ele alacağız. Şaşdımoğlu Ömer Cihan Harbi yıllarında vefat etti, eşi Emine Hanım ise yirmi yıl kadar sonra, 1937'de öldü...

    Ömer ile Emine Hanımın iki oğlu iki kızı oldu. Kızları İsmihan ve Hayriye en küçükleridir; İsmihan 1908 yılında doğdu. Kendisine ninesinin  adını verdikleri de bir başka husus... İsmihan'ı, ana tarafından akrabası olan Bükürlerin Mehmet oğlu Mustafa'ya verdiler. Bu Mustafa, Bükürün Ali'nin emmioğlusu oluyor... Feride adını koydukları bir kızı doğduktan sonra eşi Mustafa 1931'de vefat etti. Feride yanında  olduğu halde Sağırların Ali Osman Hoca'ya vardı... 1911'de doğan küçük kızı Hayriye ise Mollahmetlerin Ahmet oğlu Mehmet Ali eşi oldu; lafı dolandırmaya gerek yok, bu Mehmet Ali, Müdüroğludur. Hayriye Hanım taze bir oğlu varken 1935'te, yani annesinden önce vefat etti...

    ŞAŞDIMOĞLU MUSTAFA

    Kızların iki abisi var demiştik... Büyüğü Mustafa 1896 yılında doğdu. Mollahmetler/Müdüroğlulardan Ahmet kızı Ümmühan ile evlendi. Yani Müdüroğlu ile değişik usulü evlenmiş oldular.  Ayrıca Mustafa, Çolömerlerin Halilçavış ve İdirizlerin Gambırtevfik ile bacanak oldular... 

    Üç kızı ve bir oğlu oldu. Kızlar; Ratibe, Samancıların Gocabıyık Halil eşi; Halime, Arapların Deveci İsmail eşi; Ümmühan ise Hassönlerin Aşşıkhalil ilk eşi oldular... 

    Tek oğluna kendi babasının adını koydu. Böylece Şaşdımoğlu Ömer'in ismi iki nesil sonraya aktarılmış oldu. Lakin Şaşdımoğlu Mustafa, oğlu küçükken 1936 yılında vefat etti. Dul kalan Ümmühan Hanım, Bolvadinli Çakaloğlu Bekir'in büyük oğlu Mustafa ile evlendi. Ümmühan Hanıma içgüveyisi olan Mustafa, 'Yenimısdık' olarak tanınacaktır. Ümmühan Hanımın Yenimısdıktan olan çocukları başka bir yazının konusu... Yalnız Ümmühan Şen olarak 1965 yılında vefat ettiğini belirtip küçük Ömer'den devam edelim...

    Ömer Onbaşı
    1934 Yılında doğdu, büyüyüp askere gidince aldığı 'Onbaşı' rütbesi, döndüğünde onun lakabı oldu. 'Ömeronbaşı' denildiğinde akla ondan başkası gelmezdi. İdirizlerin Gambırtevfik kızı Hasibe ile evlenerek; Şampayaların Ahmet Salman, Gocagulakların Halil Kalkan ve Yeşilömerlerin Veysel Fidan ile bacanak oldular... Bu arada Ömeronbaşı ile Hasibe Hanımın teyze çocukları olduğunu unutmayalım.

    Üçü kız olmak üzere beş çocukları oldu. 1958 Yılında doğan ilk kızlarına Hayriye ismini koydular. Bu, Ömeronbaşının Yenimısdıktan olup dört beş yıl önce bir kazada vefat eden kardeşinin adıydı. Yeşilömerlerin Cemil Fidan eşi oldu. İkinci kızlarına, Onbaşının ninesi adı olan Emine ismini verdiler; O da Gağşakların Veysel Kalkan eşidir. Üçüncü kızları Beyhan, çocuklarının en küçüğüdür; 1976 doğumlu... Anıtkaya dışına, Eskişehir'e gelin edildi...

    Ömeronbaşının oğlanlara gelince... Büyük oğluna, Dedesi Şaşdımoğlu Mustafa'nın adını verdiler. Karacahmetli Ayşe Hanım ile evlenen Mustafa, orada Tarım Kredi Kooperatifinde çalışıp emekli oldu ve oraya yerleşti. Ömer ve Fatih adında iki oğlu var. Şadımoğlu Ömer ve Ömeronbaşıdan sonra üçüncü kuşak Ömer Şen Karacahmet'te...

    Onbaşının küçük oğlu Selami, daha önce ölen abisinin adını ona vermişler... Çavdarlılı Nimet Hanım ile evlendi. Bir süre İzmir'de bulunduktan sonra Anıtkaya'ya döndü. Çeşitli işlerle meşguliyetini sürdürüyor. Bir kız, bir oğlu var. Kendi annesinin adını verdiği kızı Hasibe, Anıtkaya dışına gelin olmuş; oğlunun adı ise Yasin...

    Ömeronbaşı uzun yıllar Anıtkaya İlkokulunda çalıştı ve oradan emekli oldu. Bu sebeple 'Hademe Ömer' olarak da bilinirdi. Emekliliğinde epeyce bir süre kahvecilik yaptı. Selami İzmir'den dönünce kahveyi ona bırakıp kendini tamamen emekli etti. İlgili, bilgili ve bildiğini anlatmayı seven biriydi. Konuşurken  hal ve makama uygun olarak bazen matrak ve neşeli, bazen de ciddi bir tavır takınır; ama ne olursa olsun kendini dinletirdi. 2011 Yılında vefat etti, eşi Hasibe Hanım ise 2020'de öldü...

    ŞAŞDIM HALİL

    Şaşdımoğlu Ömer'in küçük oğludur. 1903 Yılında doğdu... Dedesinin adı verilen Halil, ilk 'Şaşdım' zannediliyor. Oysa bunun böyle olmadığını izah etmiştik... Hacımahmutlardan Hüseyin kızı Azime ile evlendi. Hacımahmutlarla kurulan bu ilk bağlantı ileride geliştirilecektir; ama Azime Hanım, anası kanalıyla Arapselimin de torunu olur. Ayrıca Arapkızı olarak bilinen ablası Kezban önce Himmetoğlu Hasan, sonra Bolvadinli Çakaloğlu Bekir eşi olacaktır. Yani Şaşdım Halil, Azime Hanım ile evlenerek Arapselimler, Hacımahmutlar, Tekirgızılar ve Bolvadinli Çakallarla da akrabalık bağı hazırlanmış oldu... 

    Şaşdım ile Azime Hanımın bir oğulları dünyaya geldi. Dedesi Şaşdımoğlu Ömer'in adını verdikleri bu çocuktan sonra Azime Hanım çok yaşamadı. Şaşdım Halil tekrar evlendi; ama biz şimdi öksüz oğlu Ömer'den devam edelim...

    Uykucu Ömer
    1921 Yılında doğan Ömer, zaman geçtikçe 'Uykucu' lakabıyla tanındı ve o lakapla bütünleşti. Sağırların Ali Osman Hoca kızı Huriye/Hayriye ile evlendi. Ali Osman Hoca, Uykucunun halasıyla evlenmişti; ama Huriye Hanım, halasından değil önceki eşindendir. Ayrıca Huriye Hanımla evlenerek Çillioğlanın Hüseyin Ayas Hoca ile de bacanak oldular... 

    Uykucunun, 1952'de Ahmet ve 1955'te Kadir adını koyacağı iki oğlu oldu. 1942 Yılında bir de kızları olmuştu, ona anası Azime'nin adını verdi; lakin kız yedi yaşındayken öldü...

     Ahmet, Hacımahmutlardan Garaçaylının kızı Şerife ile evlendi. Afyon'a yerleşti. Zeynel, Dilek ve Ömer adlarında üç çocuğu oldu. Dilek, Anıtkaya dışına gelin oldu. Büyük oğlu Zeynel, Corukların Mehmet kızı Hatice ile evlendi; Canahmet ve Melisa adlarında iki çocuğu var... Dedesi Uykucunun adını alan Ömer ise Anıtkaya dışından evlendi. Uykucunun Ahmet ve çocukları halen Afyon'a yerleşikler, ama bir ayakları sürekli Anıtkaya'da...

    Küçük oğlu Kadir, Yörüklerin Habeşahmet kızı Hatice ile evlendi. Esasen Hatice Hanım ile teyze çocukları olurlar, çünkü anneleri bababir kardeş. (Ali Osman Hocanın kızları...) Kadir de İzmir'e yerleşti. İki oğlan, üç kız çocukları oldu; Halil, Mesut, Azime, Huriye, Mesudiye... Beşi de Anıtkaya dışından evlendi veya gelin oldular...

    Uykucu Ömer, uzun süre bakkal dükkanı çalıştırdı, ayakkabı tamiriyle meşgul oldu. Okumayı ve anlatmayı seven biriydi. Burnunun ucuna kadar indirdiği gözlüklerinin üzerinden karşısındakine bakarak bir şeyler anlattığı haliyle aklımda kalmış. Eşi Huriye Hanımın 1983 yılında vefatından sonra bir müddet daha yaşadı, sonra kendisi de 1998 yılında göçtü...

    Oğlu Ömer'in anası Azime Hanımın vefatından sonra Şaşdım Halil tekrar evlendi. İkinci eşinin adı Ümmühan'dır... Demirdelen Yahya kızı Ümmühan Hanım, Afyon kökenli  Garamehmetlere dayanan Sarısatının kızıdır ve Şavalgadirin kardeşidir. Önce Hacahmetlerin Sarışükrünün abisi İbrahim'e varmıştı. Kocası öldükten sonra dul kalınca Şaşdım ile evlendi. Bu durumda Çapıtçıhafız, Ayımevlüt, Tingildeklerinosman ve Gödecinahmet; Şaşdım Halil ile bacanak oluyorlar...

    İkinci evliliğinden, biri kız olmak üzere dört çocuğu daha oldu. Kızına, ilk eşinin hatırası olarak Azime adını verdi. Azime, Hacıların Mantarosmanın eşi oldu...

    Hacı Mevlüt
    Büyük oğlu Mevlüt 1931 yılında doğdu. Hacıların Çapıtçı Hafız kızı, yani teyzesinin kzı Fahriye ile evlendi... Fahriye Hanım ile evlenince Mevlüt, Hacapdıramanların Hacı Abdil oğlu Yakup ile bacanak oldu... 

    Mevlüt ile Fahriye'nin iki kızı, iki oğlu oldu. Kızları Hüsniye ve Arife Afyon'a gelin oldular. Küçük kızının ismi dikkat çekicidir. Hatırlanacağı üzere Mevlüt'in dedesi olan Şaşdımoğlu Ömer'in kardeşi Arife vardı... Dört nesil sonra hatırlanıp adı canlandırılıyor...

    Oğullarının adı Yaşar ve Ramazan... Yaşar, Ayımevlüdün Cemil kızı Saide ile evlendi. Saide'nin ninesi Sare ile Yaşar'ın iki ninesi Ümmühan ve Hacer kardeş... Afyon'a yerleşikler; İkbal, İlham ve İlker adlarında üç oğulları var... Ramazan ise Karacahmet'ten evlendi, bir kız bir oğlu var, Anıtkaya'da yaşıyor..

    Şaşdımoğlu Hacı Mevlüt, erken dönemde Afyon'a yerleşti. Bakkal dükkanında ufak çaplı ticaretle meşgul oldu. Cumartesi günleri Eğret Pazarı münasebetiyle bu ticaretin bir ayağını Anıtkaya'da sürdürdü. O günlerde özellikle varillerle getirdiği yağın ölçüm tartımı çok ilginç gelirdi bize. Tellilerin Halil'in, varilin musluğuna dayadığı ölçeği ağzına kadar dolduruşu, fazlalık yağın alttaki havuza dökülüşü, huninin müşteri yağ tenekesine itinayla yerleştirilişi ve bir damlasını bile yere dökmeden ölçülen yağın tenekeye doldurulması... Bütün bunlar neden dikkatimi çekiyordu bilmiyorum... Hesabı, kızıla çalan sakalı ve güleryüzüyle masada oturan Hacı Mevlüt ile hallederdiniz... 

    Hacımevlüt 1998, eşi Fahriye Hanım ise 2010 yılında vefat ettiler. Şimdi baba mesleği bakkalcılığı Afyon'da Yaşar, Anıtkaya'da Ramazan devam ettiriyorlar...

    Hüseyin Şenşaşdımoğlu
    Şaşdım Halil'in Ümmühan Hanımdan ortanca oğlu Hüseyin 1934 yılında doğdu. Küçük yaşından itibaren okuma arzusunun önünde hiç bir engel duramadı. Köy Enstitüsünde okuyan ilk ve tek Eğretlidir. 

    1955 Yılında Afyonlu bir doktor kızı olan Şükriye Hanım ile evlendi. Çocukları olmadı. 1980 yılına kadar çeşitli okullarda öğretmen olarak çalıştı. 1960'ta başlayan gazetecilik hayatını, eğitimcilik ve memuriyetle paralel olarak sürdürdü. Bu arada gayette aktif bir siyasi hayatı vardı. 1980 sonrasında bunu sivil toplum kuruluşlarında yürüttü. 24 Nisan 2021 günü kendisi, bir kaç ay sonra da eşi vefat ettiler... Bir mülakatta soyadının hikayesini şöyle anlatmış:

1960 İhtilali’nden sonra Belediye Başkanlığı’nı eleştirirken ‘Şaştımoğlu’ mahlasını kullandım. Benim babama Şaştım Halil derler. Ben de ‘Şaştım’ın oğlu’ olurum. Babamın lakabını mahlas olarak kullanıyorum. O toplantıda Vali, bana ‘Kendini saklama, senin yazın belli olmaz mı’ dedi. Benim mahlasım çok benimsendi. Memur, esnaf beni Şaştımoğlu olarak biliyor. Rahmetli Hukuk Doktoru Ahmet Şensoy, beni tanırdı. ‘Senin soyadını değiştirelim’dedi. Mahkemeye gittik. 1964-1965’ti. Soyadı tahsisi için gittik. Şen mi olacak, Şaştımoğlu mu? ‘Şenşaştımoğlu’ olsun dediler. Benim soyadımın mahkeme kararına göre Şen Şaştımoğlu yazılması gerekir. ‘Dil bakımından soyadı ayrı yazılmaz’ dediler. Şen olan soyadım Şenşaştımoğlu olarak değişti. 


    Ziyaeddin Şen
    Şaşdım Halil'in en küçük oğludur; 1944 Yılında doğdu. Yılıkların Mevlüt kızı Hüsniye ile evlendi. İki kız, iki oğulları oldu. Büyük kızı Esin Yahyaların İbrahim oğluyla, küçük kızı Solmaz ise Ovalılardan Celil'in torunuyla evlendi.

    Büyük oğluna kendi babasının adı olan Halil ismini verdi. Samancıların Halil kızı Ümmühan ile everdi Halil'i... Gocabıyık Halil'in eşi Ratibe, Şaşdımoğlu Mustafa'nın kızıydı... Kısaca bu evliliğin iki tarafındakiler, Şaşdım Mustafa ile Şaşdım Halil'in torunlarıdır...

    Halil ilk zamanlarda Anıtkaya'da bir demirci-kaynakçı dükkanı açtı. Bir kaç yıl çalıştıktan sonra taşındı... Ziyaeddin adında bir oğlu ve Canan adında bir kızı var... Canan Anıtkaya dışına gelin oldu. Ziyaeddin ise Yahyaların İsmail kızı Sena ile evlendi. 

    Küçük oğlu Yılmaz 1967 yılında doğdu. Hacapdıramanlardan Şeytanahmetin Ömer kızı Fatma ile evlendi. Onun da üç çocuğu var: Öznur, Halil ve Barış... Öznur, Cücelerin Mevlüt oğlu Aziz Öncül eşidir... 

    Anıtkaya-Afyon hattında bir süre minibüs çalıştırıp yolcu taşımacılığı da yapan Ziyaeddin, asıl meslek olarak bakkallığıyla tanındı. Son günlerine kadar dükkanı kapatmadı... Kendisi 2017, eşi Hüsniye Hanım ise 2018 yılında peş peşe vefat ettiler...

    Şaşdım Halil 65 yaşındayken, 1968 yılında vefat etti. Eşi Ümmühan Hanım, kocasının ölümünden sonra sekiz yıl daha yaşadı ve 1976 yılında bu dünyadan ayrıldı...

    Şaşdımlar sülalesinde Halil, Ömer ve Mustafa isimleri baştan itibaren varlığını sürdürüyor. 1934 Soyadı uygulaması ile ŞEN soy ismi kullanılıyor...



03 Eylül 2022

Kediveliler

 


    Eski defterdeki iki Hacımahmutoğlu hanesinin ikincisinde, yani Hacımahmutoğlu Ahmet hanesinde büyük oğlanın adı Veli idi. Bu isme, sülalenin her iki hanesinde de rastlanıyor. Hacımahmutoğlu Mehmet'in Veli, delikanlılık çağında öldüğü anlaşılıyor. Ahmet'in çocuklarından Manavlarda ve Sakızcılarda da halen Veli adını taşıyan kişilerle karşılaşabilirsiniz. Demek ki daha köklü bir geçmişi var Veli adının...

    1820 Yılında doğan Ahmet oğlu Veli, ileride Kediveliler lakabının verilmesinde etkin olan ilk Veli olabilir... Evliliği ve ailesi hakkında bilgimiz yok, tek bildiğimiz Hüseyin adında bir oğlu olduğu ve onun da Ayşe Hanım ile evlendiği... Ayşe Hanım'ın kimliği hakkında elde bir veri yok; lakin Hacımahmutların diğer hanesi olan Mehmet'in terekesinde ismi yazılı Ayşe Hanım olduğu düşünülüyor... İşte Kediveliler, Hüseyin ile Ayşe'nin bu evliliğinden sonra belirginleşiyor...

    KEDİVELİLER

    İki oğulları var, Veli ve Mustafa... (Bir de Fatma adında kızları var; Eğret dışına Akören'e gelin gittiği için kayıtlarda görünmüyor.)...  Büyük oğlu 1876 yılında doğdu ve o zamanın geçerli uygulaması olarak dedesinin adını aldı. Hatiboğlu İbrahim kızı Kezban ile evlendi. Kezban Hanım, Gobakların Çerçi Mehmet, Halil İbrahim ve Hasan'ın ablasıdır. 

    Veli ile Kezban'ın bir kız iki erkek çocukları oldu. Ninesinin adını koydukları kızı Ayşe, Çakırmehmetin eşi oldu. Çakırlar da esasında Hatiboğlu olduğundan bu evlilikteki akrabalık  belirgindir... 

    Tam olarak zamanı bilinmiyor; Veli vefat ettikten sonra Kezban Hanım, yetimleriyle başbaşa kalınca, zorunluluktan başka biriyle tekrar evlendi. Eğretli ve hatta Afyonlu olmayan bu kişiden Şefika adında bir kızı daha oldu. Aslen Doğu illerinden birisinden olan o adam bir süre sonra Kezban Hanımı ve Eğret'i terk etti. İşte o küçük Şefika da Kirtyusufun (Yusuf Aydın) eşi oldu... Biz Kedivelinin oğlanlara bakalım...

    Çolak Hüseyin

    Büyük oğlu 1913 yılında doğdu ve ona dedesinin adı olan Hüseyin ismini koydular. Yunan gittikten sonra bulduğu bir toplu tabancayı oynarken onun patlaması sonucu üç parmağı koptu. Bu olaydan sonra lakabı Çolak Hüseyin kaldı. Gademalinin büyük kızı Emine ile evlendi ve böylece Sıntırların Kelhasan, Şeherlioğlu ve Corukların Köriban ile bacanak oldular... 

    Çolağüseyin ile Emine Hanımın bir kız bir oğlu oldu. Kızı, ninesinin adını alan Kezban'dır. Gambırarifin kardeşi Dilsiz Mahmut'un oğlu İbrahim eşi oldu. Dilsiz de Hacımahmutlardan olduğu için, Kezban ile İbrahim'inki akraba evliliği oluyor... 

    Kediveli
    Oğluna doğal olarak dedesinin adını koydular. Önceki Veli'lerin hangisinde bu lakap kullanıldığı kesin değil; ama Çolağüseyinin oğlu Veli, Kediveli olarak bilindi. Göçmen Süleymanın kızı Münevvere ile evlendi. Erken dönemde Afyon'a göçtü. İki oğlu bir kızı var; Hüseyin, Ahmet ve Emine... 

    Onların en küçüğü olan Emine, ninesinin adını taşır. Afyonlu Dombeycilerden İbrahim ile evlendi... Meryem, Osman ve Veli adında üç çocuklarında Kedivelinin adı seçilebilir...

    Kedivelinin büyük oğlu, doğal olarak dedesi Çolağüseyinin adını aldı. Boyalılı Huriye Hanım ile evlenen Hüseyin'in Münevvere, Veli ve Murat adlarında üç çocuğu var.  Münevvere Afyonlu Süleyman ile evli... Veli de Afyonlu Meryem ile evlendi; Merve, Hüseyin ve Beytullah adlarında üç çocukları var... Murat, Afyonlu Atike ile evlendi, Hüseyin ve Enes adlarında iki oğul babasıdır...  Hüseyin Ildız, halen Afyon'da Mahalle Muhtarıdır...

    Kedivelinin küçük oğlu ise Ahmet... Şimbilemin kızı Fadime ile evlendi. İkisi de Hacımahmutlardan olduğu unutulmamalı. Ayrıca, anneleri kanalıyla hem Sağırlardan hem  Omarcıklardan da akrabalıkları var... Onların çocukları da Hülya, Veli ve Fatih'tir... Hülya, Çolağüseyinin Mevlüt oğlu İbrahim Ildız eşidir... Veli, Elpirekli Zeynep ile evlendi; Halime Ecrin, Fatma Miray ve Elif adlarında üç kızı var... Fatih ise Serbanlı Büşra ile evli olup Aysima adında bir kızı var... Afyon'da oturuyorlar... Kedivelinin eşi Münevvere Hanım 2015 yılında vefat etti...

    ***

    Kezban ve Veli'nin doğumundan sonra Çolağüseyinin eşi Emine Hanım 1941'de vefat etti. İkinci defa Dilsiz kızı İsmihan ile evlendi. Dilsiz (Mahmut Öztürk)ün Hacımahmutlardan olduğunu belirtmiştik; fakat burada daha önemli bir husus var, Çolağüseyinin ilk ve ikinci eşi hala dayı çocuğu olurlar... 

    Yine bu ikinci evliliği dolayısıyla Timitiri Arif ve Cavanın Çatlak (Abdullah Er) ile de bacanak oldular. İsmihan Hanım ile evliliğinden altı çocuğu oldu, bunların biri kızdır. İsmi Emine olan bu tek kızları Timitiri oğlu Hayrettin eşi oldu. (Teyze çocukları)

    İsmihan Hanımdan oğullarına gelince... Büyük oğlunun adı Emin... Daha İlkokul yıllarında ortaya çıkan işitme kaybı sebebiyle 'Sağıremin' diye lakaplandı. Hatta sırf bu yüzden okuldan kaydı silindi. Garapaçalardan Körşükrü kızı Fadime ile evlenince Sakaların Resul ve Araphüseyinin Battal ile bacanak oldular... Ayşe, Yasemin ve Hüseyin adlarında üç çocuğundan sonra Fadime Hanım 1985'te vefat etti. Bolvadinli bir hanımla tekrar evlendi, ondan da Emrah adında bir oğlu olduktan sonra boşandılar. Birlikte Anıtkaya'da yaşadıkları oğlu Emrah 2022 yılında intiharla vefat etti. Sağıremin şimdi yalnız yaşıyor...

    Çolağüseyin, İsmihan Hanımdan ikinci oğluna Mahmut adını verdi. Bu, kayınpederi Dilsizin ismidir. Karacaahmetli Aysel Hanım ile evlendi. Mahmut da erken dönemde Afyon'a yerleşenlerden... Üç oğlu ve bir kızı oldu. Büyük oğlu Hüseyin, Ümmühan Hanım ile evlendi, bir kız bir oğlu var. Halen Şuhut PTT'de çalışıyor... Ortanca oğlu Metin, Döğerli bir hanımla evlendi, üç kızı var. Afyon'da Türkçe Öğretmenidir... Küçük oğlu İsmail de Afyon'dan Sultan Hanımla evlendi ve orada yaşıyor. İki kızı var... Mahmut'un tek kızı Dilek, Anıtkaya dışına gelin oldu...

    Çolağüseyinin oğlanların ortancası Mevlüt 1956 yılında doğdu. Gobakların Derviş kızı Sare ile evlendi. Hatırlanacağı üzere Mevlüt'ün ninesi Kezban Hanımın Gobaklardan olduğunu söylemiştik. İşte o Kezban Hanım, Derviş İbramın halasıdır. Kısaca Mevüt ile Sare, bir kuşak öncesinden hala-dayı çocukları denilebilir. İbrahim ve Şenay adını verdikleri iki çocukları oldu. Şenay Anıtkaya dışına gelin oldu. İbrahim'i ise Kediveli oğlu Ahmet'in kızı Hülya ile everdiler. İbrahim'in Mevlüt Talha ve Ahmet adında iki oğlu var, Afyon'da yerleşikler... Bununla beraber Mevlüt, Anıtkaya'da çiftçilik de yapıyor...

    İsmihan hanımdan dördüncü oğluna Veysel adını koydular. Veysel Karani'den seken 'Garani' ismi, Çolağüseyinin Veysel'e lakap oldu. Vefatına kadar ismi söylenmedi hep Garani diye anıldı, hala da öyle biliniyor... Cavaların Abdullah kızı, yani teyzesinin kızı Ayşe Hanım ile evlendi. İki oğlu bir kızı oldu. Melek, Gavurarif oğlu Fatih Önkal eşidir... Oğullarına babalarının isimlerini verdiler. Hüseyin, askerlik vazifesi sırasında 2012'de vefat etti. Anıtkaya'nın son dönem şehitleri arasında yerini aldı. Abdullah ise; Ahmet > Veli > Hüseyin > Veli > Hüseyin > Veysel > Abdullah zincirini, son halka olarak Anıtkaya'da sürdürüyor... Hacı Veysel Garani ise 2019 yılında vefat etti...

    Çolağüseyin ile İsmihan Hanımın en küçük oğulları, 1968 doğumlu Mehmet 'Atom' lkabıyla tanınır. Minyon tipi ve çok hareketli kişiliği sebebiyle bir dönemin çizgi film karakteri Atom Karınca'dan esinlenerek bu yakıştırma yapılmış... Karacahmetli Şerife Hanım ile evlendi, Mahmut Abisi ile bacanaktır... Bir oğlu bir kızı olunca, onlara ana babasının adlarını koydu. Bütün kardeşlerinin çocuklarında babası Hüseyin'in adını görebilirsiniz; ama annesi İsmihan'ın adı yalnız Atom Mehmet'in kızında yaşıyor... İsmihan Kocaelili bir beyle evlendi, Hüseyin ise Afyonlu İkranur ile... Şerife Duru adında bir kızı var... Atom da oğlu ve torunuyla halen Afyon'da yaşıyor...

    Kediveli oğlu Çolağüseyin 1986 yılında vefat etti. Altı çocuğunun anası, ikinci eşi İsmihan Hanım ise ondan çok sonra, 2022'de öldü...

    İbrahim Ildız

    Hacımahmutlardan Veli ile Kezban'ın ikinci oğlu İbrahim 1917'de doğdu... Manasının derinliğine inecek olursak bu isim, Kezban Hanımın babası, Gobakoğlu şehit İbrahim'in adıdır... 

    Tellilerin Goca Hasan kızı İsmihan ile evlendi. Burada duraklamak lazım... Tellilerle Kediveliler Hacımahmutlardan, birinci bağ... Telli Halilin eşi Fatma, Gobak Hasanın kızı... Veli eşi Kezban, Gobak Hasanın torunu... Kısaca söylemek gerekirse; İbrahim'in adını aldığı ana-dedesi ile, İsmihan'ın ninesi kardeş... Böyle bir yakınlık var yani...

    Boyundan dolayı 'Uzun İsmihan' diye bilinen İsmihan Hanım ile İbrahim'in on tane çocuğu oldu. Bunların dördü erkektir. Kızlar; Kezban, Gasapların Araphüseyin oğlu Mevlüt eşi; Zele, Mihrioğluların Ahmet eşi; Züla, Patlakların Çeteoğlu Muhittin eşi; Hacer, Tırılların Aziz eşi; Sevcihan, Gecegonduların Mehmet eşi; Ayşe, Tevfiklerin Metin eşidir...

    1948 Yılında doğan büyük oğluna babasının adı olan Veli ismini koydu. Bolvadinli Şerife Hanım ile evlenen Veli'nin Dilek ve Yasemin adlı iki kızı da Anıtkaya dışına gelin oldular.

    İkinci oğlu Ramazan, Gobakların Kel Şaban kızı Sunay ile evlenerek İbişlerin Yakup ile bacanak oldu. Nursen, İbrahim ve Şaban adlarında üç çocuğu var. 

    Ramazan'ın küçüğü Tahsin, çocuğu olmayan Şeherlioğlu Ali ile evli Teyzesi Feride'ye evlatlık verildi. Dayısı Gocaguş (Mevlüt Öztürk) kızı Emine ile evlenen Tahsin'in de Ali, Feride ve Yasin olmak üzere üç çocuğu var. Tahsin ile Ramazan'ın imam olduklarını da belirtmeliyiz...

    En küçük oğlu Adem ise, büyük abisi Veli gibi Bolvadin'den Rüveyda Hanım ile evlendi. Onun da üç çocuğu var; isimleri Emine, İbrahim ve Gamze'dir... İbrahim Ildız'ın dört oğlu da Anıtkaya dışına yerleştiler. Büyükleri Veli Ildız, 2022'de vefat etti...

    Kedivelinin İbrahim 1993, eşi Uzunismihan ise 1995 yılında vefat ettiler...

    Hacımahmutların Hüseyin oğlu Veli çocukları olan Çolağüseyin ve İbrahim kardeşler, 1934 Soyadı uygulamasında diğer Hacımahmutoğulları gibi ÖZTÜRK soyadını aldıkları anlaşılıyor. Sonra nedendir bilinmez, YILDIZ'da karar kılmışlar. Gazilerinki ile karışıklık olunca 1960'lı yıllarda bugünkü ILDIZ soyismi nihai olarak yerleşmiş...

    

27 Ağustos 2022

Yav Hazırlıksız Filan...

 

    Çantadan evrak dosyasını çıkardı, kağıtları bir kaç kez alt üst etti; lakin bulamadı. Bana verdi, bir de ben baktım, hayır...  Yoktu. Son yazdıklarını İzmir'de unutmuş Berber Emmim... Epeyi hayıflandı. 'Fotoğrafını çekip gönderirsin' dedim. Çocuklar telefonla nasıl fotoğraf çekeceğini, o fotoğrafı birine nasıl göndereceğini gösterdiler...

    Ertesi gün tuttuğu yeni notlarla geldi... Ortam biraz kalabalıktı, aldım onları pek üzerinde durmadım. Dereden tepeden konuşurken aklıma geldi, ortalığa '27 Ağustos Cumartesi günü Dr. Selami Kurt'un tebliği var, ben gideceğim; isterseniz beraberce gideriz' diye bir teklif sundum.

     Haberi kısaca özetledim. Türk Tarih Kurumu Büyük Taarruzun 100. yılı münasebetiyle üç gün sürecek bir sempozyum düzenlemiş. Türkiye'nin her yerinden yüzden fazla akademisyen geliyor. Protokol konuşmalarından sonra Prof. Dr. İlber Ortaylı'nın konuşması ilk gün... Ertesi günkü bildirilerden biri de Selami Bey'den... 'Adını Anıtkaya Şehitliğine Altın Harflerle Yazdırmış Türk Süvarisi: Binbaşı Galip ve Silah Arkadaşları'.. İlk günkü programa katılamayız: ama ertesi gün boşuz...

    Benim teklife pek ilgi gösteren olmadı... Biri müstesna... Berber Emmim heyecanlandı 'Unutturma da gidelim' dedi... 'Eğer düşündüğüm konu ise, Selami Bey buna uzun zamandır hazırlanıyordu. Merak ediyorum, dinleyelim. Köyümüzün konuşulacağı yerde bulunmamız icap eder. Ayrıca Selami Beye sürpriz yapmış oluruz, hem şaşırır, hem sevinir...'

    Geceden sözleştiğimiz gibi, sabahleyin kendisini almaya gittim. Bu arada şu da bilinsin, bu katılım için gece oğluyla Köye dönmeyip Afyon'da kalmıştı... Neyse, çıkmamıza yakın 'Ara da sor bakalım, programda bir değişiklik var mı? İptal, tehir gibi şeyler olabilir, işi sağlama alalım' dedim. Böyle organizasyonlarda her şey planlandığı gibi gitmeyebilir. Aksamalar, teklemeler olağandır...

    Aradı, her şey yolundaymış, belirlenen saatte onların oturumu başlayacakmış... Her şey yolundaymış amma... Bizim plan bozuldu... Kendi ellerimizle sürprizi bozmuş olduk yani... Hesaba göre añıstadan varacaktık... Ben bunları düşünürken Berber Emmim telefonu elime tutuşturdu, Selami Bey yer tarifi verecekti... Sesinde memnuniyet izleri vardı... Yer tarifinden sonra '... Hem Berber Amcanın katkısıyla sunum güzelleşir...' gibisinden söylediklerini Berber duymuyor tabi... Ben de varana kadar añmadım kendisine... Bozulan sürprizin yerine, yenisi gelmişti kendiliğinden... Sadece adres değişti...

    Vardık... İçten bir sevinçle karşıladı Selami Bey, sağolsun... Oturum Başkanına ve arkadaşlarına 'Anıtkaya'nın canlı tarihi Berber Ahmet'i takdim etti. Bildirisinde kendisine de söz vermek istediğinden filan söz etti... Biraz konuştuk...

    Berber Emmi meselenin nereye varacağını fark ettiğinde, çoktan salondaki yerimizi almıştık. 'Yav hazırlığımız da yok...' filan diye söyleniyor, ama... 

    Selami Beyden önceki sunumları herkes uslu uslu dinledi. Onlar da efendice anlattılar, dinledik, alkışladık... Sıra beklediğimiz sunuma gelirken yeni dinleyiciler de salona girdi, ortalık hareketlenmeye başladı.

    Şöyle oldu: Selami Bey kürsüye çıktığı sırada Oturum Başkanı kısa bilgilendirme konuşması yaptı. Bu arada Berber Emmiden de söz etti... Emmim aynı modda 'Yav hazırlıksız filan..' Tabi sadece ben duyuyorum bunları... Selami Bey'in sunum konusu, kendi yaşadığı topraklar olduğu için; coşkusu beden diline ve ses tonuna yansıyor. Bu yüzden daha sözlerinin başında gerek Başkan ve gerekse katılımcılar ile etkileşimli bir sohbete döndü iş. O ana kadar bir robot soğukkanlılığıyla konuşmacıları dinleyen bizler, birden programın bir parçası oluverdik. Bunda Selami Beyin sıcak üslubunun büyük etkisi vardı...

    Bildirisinin sonuna doğru, Başkan isteyen herkese söz verdi. Yüzüncü Yılın resmi/soğuk sempozyumu birden sımsıcak bir panel/sohbete dönüşüvermişti.

    Süre çoktan aşılmış olmasına rağmen yine de 'Canlı Tarihi' kürsüye çağırdı. Oraya giderken hala 'Yav hazırlıksız filan...' diye hafif sesle söyleniyordu...

    Adam 'hazırlıksız filan...' ama, hiç de öyle kürsüye yabancı gibi durmuyor... Dinleyici koltuğunda bulunanların psikolojisini bildiğinden olsa gerek, kısa konuştu... Alkışlarla yerine otururken, bu sefer de 'Keşke haberim olaydı' diyordu...

    Oldum olası yazdıklarının, anlattıklarının önemsiz/lüzumsuz şeyler olduğunu düşünür. Kaç kere 'Sen anlattıklarının kıymetini bilmiyorsun, her kelimesi bizim için önemli' dediysem de hala aynı kafada. Yemekten sonra Selami Bey, 'Ne dediğinin önemi yok, bugün o kürsüye çıkmış olman mühimdir' dediğinde  cevap olarak  'Yav hazırlıksız filan...' diye mırıldanıyordu.

    26 Ağustos 2022 günü Atatürk Kongre Merkezi'nde İlber Ortaylı'yı dinleyemedik. Ancak ertesi gün kürsüde Berber Emmim vardı...

    Kongre Merkezinden ayrılırken Dr. Selami Kurt, 'Bugün burada yaşananlar güzel bir yazı konusu olur artık' dediyse de... Duymazdan geldim...