Anadolu'ya geldikten sonra Türkmen/Yörüklerin temelli yerleşik hayata geçiş süreçleri çok uzun sürmüş. Bir yere yerleşseler bile orayı sadece kışı geçirmek için uygun görmüş, yaz için başka yerler aramışlar. Bu yüzden yaylak ve kışlak (yayla/kışla) olmak üzere ikili yerleşim modelini kendilerine yakıştırmışlar ve yayladan kışlaya, kışladan yaylaya göçüp durmuşlar.
Daha geriye gidildiğinde tabi ki hepsinin kökeni Türkmen/Yörüktür; ama 16. yüzyıl ikinci yarısında yedi hanelik Türkmen ahalisinin konup Eğret'e dahil olduğu kayıtlarda var. Bu hadiseden sonra da toplu ve bireysel Yörük hanelerinin Eğret'e katılımı devam etmiş. Onlar tamamen yerleşik hayatı benimsedikleri için Eğretli Yörük olmuşlar. Ama başka Yörükler de var...
Başka Yörükler de var, çünkü Yörüklerin yayla tercihlerinden biri de İlbulak Dağı'dır. Özellikle Ege'nin bunaltıcı yazlarından muzdarip olanlar bu serin selamet yaylaya yönelmişler. Bir kere gördükten sonra oralardan vazgeçemiyorlar, Eğret Muhtarı ve halkıyla iyi ilişkiler kurarak sonraki yılda orada yaylamayı garantiye alıyorlarmış. Havası, çeşmeleri kadar yaylımıyla da farklıymış İblak... Bir şiirinde Ömer Salman bu durumu şu iki dizede özetlemiş:
"Soğuk olur Almalı’nın suları"
"Hasret çeker aşiretler burları"
Eğretliler kendi yerli Yörükleri ile İblak'a yaylamaya gelenleri karıştırmamak için onlara 'Aşiret Yörüğü' demişler. Hangi aşiret mensubu olduklarının bir önemi yok, göçer ise böyle adlandırmışlar.
Genellikle Ege (İzmir, Aydın, Muğla, Manisa) tarafı Yörükleri İlbak'ı tercih ediyormuş, ama başka taraflardan yaylamaya gelenlerden de söz ediliyor. Yaylaya çıkma ve kışlaya dönme zamanlarında Eğret köy içi, geçip giden göçerlere sahne olurmuş. Bunlar Egeli olup Eğret'in daha ötesinde yaylamayı tercih edenler olabileceği gibi, Eskişehir/Emirdağ istikametinden gelip İblak'a konan Yörükler de olabilir...
Köyün kuzeydoğusunda, Çayırlar yolu üzerindeki iki çeşme, kesin tarihi bilinmeyecek kadar eski bir zamanda yapılmış. Soğuk ve gür suyuyla bilinen bu çifte çeşmeyi, göç yolları üzerinde olduğu için Yörüklerin yaptırdığı anlatılıyor. Bu yüzden çeşmeye ve o mevkiye eskiden beri 'Yürükçeşmesi' deniliyor.
O güzergahı kullanan Yörükler köy içinden geçip gidiyorlar. Dediğimiz gibi; bunlar yayla yolunda da olabilirler, dönüş yolunda da... Halkın çok ilgisini çekermiş onların geçişi... Eğretliler koyunu keçiyi zaten biliyorlar, yüze yakın sürü var köyde... Asıl ilginç gelen boyunlarında çanları, eğri büğrü bedenleriyle kızıl develer... Geçit resmi izler gibi, durup bu alaya bakarlarmış... Çan sesleri, tangıltı tongultular, meleyişler, anırmalar, höykürmeler birbirine karışır; bu hay huy arasında sokaklarda tozu dumana katarlarmış...
Geçiş sırasında tabi ki Muhtarlıktan izin alınıyor... Bunca büyük sürünün hiç bir yere takılmadan yağ gibi akıp gitmesi mümkün değil. Elbette hayvanlar yanaştığı bütün aharları boşaltıyor, orada burada gördüğü bütün yeşilliklere sunuyor vs. Böyle şeyler kaçınılmaz... Ancak sürü başındakilerle Eğretliler arasında da bazı sürtüşmeler yaşanırmış. Bu gibi durumlarda kabahatliyi aramadan, büyükler araya girip yatıştırırlarmış ortalığı. Katar köyü terk edene kadar curcuna devam edermiş. Çok da uzak değil, 60'lı yıllara kadar böyle Yörük geçişleri normalden sayılırmış...
Yaz başındaki yayla göçüyle sonbahardaki dönüş göçü, aynı güzergahta birbirinin tersi istikamette yaşanıyor. Eylül sonu, Ekim başı gibi dönüş başlıyormuş. 1953 Yılının Ekim başında Körüslüoğlu Garaömerin oğlanlar ters çekmekte. Daha doğrusu büyük oğlu Mustafa Kök, yanına küçük kardeşi Ahmet'i almış artlı önlü ters götürüyorlar. O sırada göç yolunda bulunan Yörüklerle Bunar mevkiinde karşılaşmışlar. Henüz sekiz dokuz yaşlarında bulunan Ahmet ne de olsa çocuktur, dikkatini tonguldayarak yürüyen develerden alamaz. O haldeyken araba sarsılınca düşüp tekerin altında kalır ve orada can verir. Garaömer'in bir kaç ay sonra doğacak küçük oğluna, Yörüklerin develerine bakarken ölen abisinin hatırasına Ahmet Kök adını verirler.
Ya, işte böyle acı hatıralara da konu olmuş Yörük göçleri... Aslında Eğret'te kayıtlara geçmiş ilk cinayet Türkmen/Yörüklerle ilgili. 1731 Yılı Mart ayında, yani tam da yaylaya çıkış vaktinde olay Kadı'ya bildirilmiş. Dağa gelen Türkmenlerden beş on genç Eğretli Babaca oğlu İvaz'ı tüfekle sol böğründen yaralayıp öldürmüşler. Arazi yüzünden anlaşmazlık olmuş çıkan kavga böyle sonuçlanmış.
İşin normali dikkat çekmediği ve kayıtlara geçmediği için pek bilinmez. Oysa arada böyle nizalar çekişmeler olsa da genelde Aşiret Yörükleri ile iyi ilişkiler kurulmuş. Çok eski zamanların normalini bilemiyoruz, fakat yakın geçmişte bu böyleymiş. Aradaki kilometrelerce mesafeye rağmen aynı köy halkıymış gibi birlikte yaşamışlar. Hele ağıllardaki çobanlarla sürekli içli dışlılarmış. Nasıl olmasın ki, uzun yaz döneminde İblak ayrı bir köy kadar kalabalıkmış.
Samancı (İsmail Saçak) bir gün çalının kenarında doğum yapmakta olan bir kadını uzaktan farketmiş. Kadın kurtulasıya kadar meydana çıkmamaya, ama oradan da ayrılmamaya karar vermiş. Böylece kuytuda uzun bir bekleme süreci olmuş, çünkü kadın bir türlü doğum yapamıyormuş. Durumun tehlikeye girdiğini anlayınca varıp kadına yardım etmek istemiş. 'Korkma bacım, yardıma geldim' diyerek doğumu yaptırmış, bebeği de kendi ceketine sarıp kadının kucağına vermiş. Bu hareketiyle hem kadının hem de çocuğunun hayatını kurtaran Samancı'yı, uzun yıllar kadının yakınları ziyaret etmiş, ona hürmette kusur etmemişler.
1950'lerden itibaren yayla dönemine denk gelen Ramazanlarda teravih için hoca tutup, Dağ'ı koca bir mescide çevirmişler. Almalı tarafıyla Bahçecik tarafı birbirine uzak olduğundan orası için ayrıca bir Hoca tutulduğu da olmuş... Birlikte oruç açmışlar, yan yana saf tutmuşlar. Ölen olmuş, cenazeyi birlikte defnetmişler. Dağın bir köşesinde 'Yörükmezerleri' diye bilinen o mevkideki kabirler hala bellidir. Bazı ölülerini de getirip Eğret eski kabrine defnetmişler, Bacıdede Seydi Değer'in tuttuğu ölüm defterinde 1968 ve 1971 yıllarına ait böyle iki kayıt var. Eğret halkı ile Yörüklerin samimi ilişkisini göstermesi açısından bu kayıtlar önemlidir...
Köy tüzel kişiliğine, yani Muhtarlığa ücretini ödemek suretiyle ruhsatlı olarak İblak'a gelip konan Aşiret Yörüklerinin 1956-57 yılı yaylama faaliyetlerinin kaydını biliyoruz. Buna göre, kimin nerede, ne kadar süreyle ve kaç paraya yaylayacağı karar defterine yazılmış. Bunların çoğunluğu eskiden beri buranın müdavimi olan tanıdık Yörükler olduğu anlaşılıyor. Yine de sıradışı hallerin yaşandığı da oluyormuş.
1956 Yılının yaz başlarında Gedik ve Kuşkaya mevkiine konmuşlar. Galiba ücret konusunda anlaşmazlık çıkmış, Muhtar Tıraka (Abdurrahman Zenger) bunları kaldırmak istemiş. Yörükler uyanıklık edip İl Veterinerlik Müdürlüğüne dilekçe vererek hayvanlarının şap olduğunu, baytar gönderip muayene edilmesini istemişler. Muayene sonucunda karantina kararı çıkmış. Adamlar muradına ermiş, Veterinerliğin çektiği kordon içinde kalmak, yani buradan ayrılmamak zaten temel amaçlarıydı. Yalnız Tıraka da pes edecek değil, derhal İhtiyar Heyetini toplayarak Baytarın çektiği kordon içinin otlakiye ücretini 1800 lira olarak belirleyip tahsilat yoluna gitmiş. Neticede kimin kazandığı belli değil, fakat hayvanların kordon dışına çıkıp çıkmadığını kontrol amacıyla, Esenin Hasan Eminç ile Kemiğin Abdullah Öter vazifelendirilmişler. Allah bilir, bekçilerin raporuna göre sık sık ceza da kesmiştir. Aynı yılın Eylül ayında bu aşiretleri oturdukları mevkiden kaldırmak için Jandarma çağırmışlar. Üstelik Jandarmaları at arabasıyla getirip götürmesi için Tongulun Ahmet Yiğit'i kiralamışlar. Hasılı Gedik'e oturan İbrahim Gökmen adlı Aşiret Yörüğünü Jandarma zoruyla yerinden gıyneşdirebilmişler...
1957 Yılında alınan karardan, Aşiretlere tahsis edilen mevkilerin ayrıntılı olarak belirlendiği anlaşılıyor: "Doğusu Resulbaba; kuzeyi
ormana elli metre kala; batısı … oğlu Tarlası, ormana elli metre kala; güneyi Tavuk Kümesi, Eminoğlu Tarlası, Üç Kuyular, Geyik Yalağı... " Hudutları böylece belirlenen alan; Ahmet
Alaylı, Ali Yanç, Süleyman Dönmez, Hüseyin Yanç, Süleyman Çimen, Osman Kaykaç, Ese
Yanç adlı Aşiret Yörüklerine üçbin dörtyüz liraya 3,5 aylığına kiralanmış. Almalı bölgesindeki bu yörük yerleşimlerinde hiç problem yaşanmamış. Bunda başta adı yazılı Ahmet Alaylı'nın etkisi olduğu sanılıyor. Çünkü Garaahmet lakabıyla bilinen bu Aşiret Yörüğü, 1940'lı yıllardan beri gelip hep Almalı'ya konarmış...
Aşiret Yörüklerine bazı mevkileri kiralama yolu, 1958 yılında belediye kurulmasıyla sekteye uğramış. Bir kaç yıl onlara kiralamak yerine, aynı parayı kasaba halkından tahsil ederek kendi hayvanlarımız yayılsın istenmiş. Bu yönteme yasal engel çıktıktan sonra 1961'den itibaren yine Aşiret Yörüklerine dönülmüş. Bundan sonra da Yörükler İblak'ta yaylamaya devam etmişler, ama eski tadı kalmamış. Bununla beraber 1990'ların sonunda bir kaç çadırlık Aşiretin Keçiyatakları civarına konduğunu hatırlıyorum. Anıtkaya ile iyi ilişkileri vardı...
Galiba şimdilerde Aşiret Yörüğü de kalmadı. Antalya, Mersin taraflarında bir kaç hane varsa da onlar Torosları tercih ediyorlar. Hani yoktur da, kaldıysa bir kaç çadır ahalisi, Ege'den kalkıp yaylamak amacıyla İblak'a gelse barınabilir mi? Mümkün değil...
Fotoğraf: Süleyman Salman