06 Ocak 2023

Galgancılar

 
    1830'larda Eğret'te halkın Ayanoğlular diye çağırdığı bir sülale bulunmuyordu. Bu adlandırmaya ilk defa bundan 50 yıl kadar sonra rastlanacak. 1880'li yıllarda Ayanoğlu Halil denilecek kişinin çocukları bizi 20. yüzyılın Galgancılarına götürecek.



    Ayşe Hanım ile evli olan Ayanoğlu Halil'in eşi kimlerden olduğu bilinmiyor. On yıl arayla iki çocukları var. Büyük olan kızları 1850 yılında doğuyor, adı Şerife... Şerife'yi Selimoğlu Ali'ye veriyorlar. Bu, Selimler ile Ayanoğluların ilk irtibatı mı bilinmez. Şurası kesin ki, Şerife Hanımın kızı Atike, Çerkez Muhacir Hamza'ya vardıktan sonra ileride Hamzaların ninesi olacaktır. Yani Hamzalar, bir yanıyla Ayanoğlulardan... 

    Ayanoğlu Halil'in tek oğlu Hasan 1860 yılında doğdu. Yine Ayanoğlulardan Ahmet kızı Ayşe ile evlendi. Ayşe Hanım, tam olarak Garahmet ve Gabaoğlanın halalarıdır... Bir başka durum, Hasan ile Ayşe'nin emmi çocuğu olma ihtimalidir... Ayşe Hanım, 1946 yılında vefat etti...

    Ayanoğlu Hasan'dan bahsederken insanlar 'Kel Hasan' derlermiş ve bu onun lakabı olarak böylece yerleşmiş... Söz lakaba gelmişken nasıl 'Galgancı' olunduğuna değinelim.

    Galgancılar lakabının oluşum zamanı, yerleşmesi ve kimleri içine aldığı tam bilinmiyor. Kelhasan ve çocuklarına böyle denildiği anlatılıyor... Başka bir rivayet de yalnız büyük oğlu Mehmet'e Galgancılar denildiği yönünde... Lakabın ortaya çıkış hikayesine bakılırsa, her iki söylenti de mantıklı gibi görünüyor... Kıtık zamanları... İstiklal Harbi yılları da olabilir, Cihan Harbinden önceki dönem de... Milletin bulduğuyla karnını doyurduğu yokluk yılları... Taze devedikeninin yenilebilir sapına galgan deniliyor. Boyu iki metrenin üzerine çıkabildiği için dikene bu isim verilmiş... Çaresiz kalan Ayanoğlular galganları soyup soyup yerlermiş, tıpkı kartlaşmış marul sapı yer gibi... Bu sebeple lakapları 'Galgancılar' olarak kalmış...

    Kelhasan ile Ayşe hanımın üç çocukları oldu, ikisi oğlan biri kız; Mehmet, Şerife ve Seydi Ahmet... 1878'de doğan kızları Şerife, Garamusaoğlu Ahmet eşi oldu. Bu, Gödeş Ahmet'tir ve Şerife Hanım ileride Gödeşin Mısdık ve Halil'in anaları olacaktır. Yalnız daha oraya gelmeden önce söylenmesi gereken bir şey var... Gödeşlerle Ayanoğluların ilk akrabalık bağlantısı bu değildi. Gödecahmetin halası Ayşe (Turec) Hanım, Ayanoğlu Halil'e varmıştı... Bundan sonra da Gödeşler ile Ayanoğlular arasında münasebet devam edecek...

    Vak Vak Mehmet

    Ayanoğlu Kel Hasan'ın büyük oğlu 1872 yılında doğdu. Adını Mehmet koydular. Bir başka Ayanoğlu Halil kızı Şerife ile evlendi. Şerife Hanım, Garahmetin kardeşi, yani dayısının kızıdır; ama ondan başka dayısının üç kızı daha var. Yani Mehmet'in üç de bacanağı oldu: Hacapdıramanların Abdurrahman (Cıldırın dedesi); ilk evliliği itibariyle Cingenalilerin İbrahim ve ikinci evliliği itibariyle Godalömer ; Çatalların Yahya (Bodoğlunun emmisi)...

    Kelhasanın Mehmet'e bir dönemden sonra 'Vak Vak' dediler. Ördek sesini takliden takılan bu lakabın, Mehmet'e ördek benzetmesiyle doğrudan alakası var. Anlatılana göre; Muhtarlığa ait bir bahçeyi kiralıyor Mehmet. Beylik Bahçesi gibi bir yer, ama Beylik Bahçesi değil. Herhalde İlkokulun olduğu yerlerdeymiş burası... Tam olarak bahçe de değil... O zamanlar kanal açılmadığından Eğret Çayının yatağı geniş, etrafı sulak çayır, bataklık gibi bir şeymiş. Bu yüzden ekip dikmeye pek uygun olmayan bu yeri kiralayan Mehmet'le dalga geçmeye başlamışlar. 'Oğlum sen ördek misin, suyun içinde ne işin var!' gibi masumane takılmalar sonradan alaylı ifadelere dönmüş ve basbayağı onu gördükleri yerde ördek sesi çıkarmaya başlamışlar. Böylece Mehmet'in lakabı 'Vakvak' kalmış...

    Vakvak ile Şerife Hanımın ikisi kız üçü oğlan olmak üzere beş çocukları oldu. Yaş sırasına göre isimleri; İbrahim, Osman, Fadik, Halil ve Ayşe'dir. Büyük kızı Fadik, Hacımuratların Sağırmehmet eşi oldu. Fadik Hanımın anası Garahmetlerden olduğunu hatırlayalım, bir de Sağırmehmetin bir kardeşi Garahmetlere gelin oldu. Hasılı, Hacımuratlarla Ayanoğlular bağı da kuvvetlidir... Küçük kızı Ayşe ise Vakvak yeğeni Tırılhasanın eşi olacaktır...

    Vakvak Mehmet'in oğullarına gelelim. En büyüğü 1903'te doğan İbrahim hakkında bilgi yok; evlenmeden 1937 yılında vefat etmiş... İbrahim'den bir yıl sonra babası Vakvak da vefat edecek. Annesi Şerife Hanım daha uzun yıllar yaşayacak ve 1964'te vefat edecektir... 

    Osman
    Ortanca oğlu Osman 1913 yılında doğdu... Kürtosmanın Musa kızı Emine ile evlendi. Emine Hanım, Demircisalek ile Kelyusufun kardeşidir. Ayrıca Vakvakın Osman, Emine Hanım ile evlenmekle Cingenali (Ali Saçan) ile bacanak oldu. Hatırlanacağı üzere Hanife teyzesi, Godalömere varmadan önce Cingenalilerin İbrahim eşiydi... 

    Osman ile Emine Hanımın da yine ikisi kız üçü oğlan olmak üzere beş çocukları oldu. İsimleri; Fadik, Mehmet, Celal, İbrahim ve Şerife'dir...  Büyük kızı Fadik, Gağşakların Hasan eşi; küçük kızı Şerife de Hacıguycunun Ahmet Mola eşi oldu... Ayrıca taze çocukken vefat eden iki kızları daha varmış. 1940 Yılında doğan Halime, yalına girmeden ölmüş. Onun ölümünden sonra 1943'te doğan kızlarına yine Halime adını koymuşlar. İkinci Halime yaşına girmiş; ama o kadar işte, 1944'te o da ölmüş... 

    Büyük oğlu, 1938 yılında doğdu, ona dedesi Vakvak adı olan Mehmet ismini koydu. Sakaların Abdurrahman kızı İsmihan ile evlenen Mehmet, erken dönemde İzmir'e yerleşti. Üç oğlu oldu; büyüğü 1959 doğumlu Ahmet'tir. Gıbışmehmet kızı Ratibe ile evlenen Ahmet, Gocibanın Apil Özen ile bacanak oldular... Halen İzmir'e yerleşikler...

    1940 Doğumlu Celal, Takgasların Berberhüseyin kızı Eşe ile evlendi. Dilsizin Hasan Veli, Sakaların Halil ve Timitirinin Şükrü Celal'ın bacanaklarıdır. Osman, Metin ve Cüneyt adlarında üç oğlu var. Osman, Takgasların Kelömerin Mahmut kızı Kerime ile evlendi. Kardeşlerinin eşleri ise Anıtkaya dışından. Hepsi de İzmir'de oturuyorlar. Metin'in oğlu Gökhan Aytar 2022'de vefat etti... Dedesi Celal Aytar ise 1995'te ölmüştü...

    1943 Yılında doğan küçük oğlu İbrahim'dir. Bu isimden ısrarla vazgeçilmediği anlaşılıyor; çünkü genç yaşta ölen büyük amcası da aynı adı taşıyordu. İbrahim Afyon'a yerleşti ve orada Cingenalinin, yani teyzesinin kızıyla evlendi. Mesleği demircilikti, halen Afyon'da yerleşik... 

    Vakvak oğlu Osman 1983 yılında, karısı Tığlıların Emine ise 1987 yılında vefat ettiler...

    Halil
    Vakvak Mehmet'in küçük oğlu Halil, Velciklerin Hasan kızı Raziye ile evlendi. Raziye Hanım, Gugukların Ramazan'ın kardeşidir... Raziye Hanım ile evlenmekle Vakvakın Halil; Ümmünün Seydi ve Manda Ahmet ile bacanak oldular.

    Üçü kız ikisi oğlan olmak üzere beş çocukları oldu. Yaş ve isimlerine göre şöyle sıralanırlar: Satı, Mehmet, Fadime, Esma ve Hasan... Büyük kızı Satı, Deliahmetin Emin; ortanca kızı Fadime, Şeytanhasanın Asım; küçük kızı Esma da Gağşakların Hasan oğlu Osman eşi oldular. 

    Büyük oğlu, 1947 doğumlu Mehmet, tabi ki Vakvak dedesinin adını aldı, 'Dımbili Mehmet' lakabı takıldı.. İdirizlerden Gıdakömer kızı Sema ile evlendi ve Arzıların Çavuşmehmet ile bacanak oldular. Erken dönemde İzmir'e göçen Mehmet'in Halil ve Dilek adlarında bir kız ve bir oğlu oldu. Dilek, Anıtkaya dışından bir bey ile evlendi. Halil ise Hassönlerin Körmısdıfanın Kazım kızı Emine ile evlendi... Halen İzmir'de yerleşikler...

    Küçük oğlu Hasan 1962 yılında doğdu. 'Vırrik Hasan' derlerdi, İzmir'e en son giden Galgancı oldu. Gavalcılardan Goşumcu Halil kızı Fatma ile evlendi. Dondurmacı Halil ve Gıvığın Ferit ile bacanak oldular... Vırrik Hasan'ın da bir kız ve bir oğlu oldu. Oğlu Halil vefat etti, kızının adı Dilek... İzmir'de oturuyorlar...

    Vakvak oğlu Halil 1991 yılında, eşi Raziye Hanım ise 2001 yılında vefat ettiler...


    Seydi Ahmet

    Ayanoğlu Kel Hasan'ın küçük oğlu Seydi Ahmet ile büyük oğlu Vakvak arasında neredeyse yirmi sene var. Seydi Ahmet 1891 yılında doğdu. Ön ismi olan 'Seydi'den, çocuğun adında Karacahmet etkisini anlayabiliriz. Adak adanmış -yahut o günün tabiriyle- Karacahmet Sultan'a 'satılmış' olabilir. Ayanoğlularda sık rastlanan Ahmet ismine Seydi eklenmesinin başka izahı yok. 

    Seydi Ahmet, Gademlerin Sarımehmet kızı Hatice ile evlendi. Hatice Hanım, Banguşosmanın kardeşidir. Ayrıca Kedimehmetin Ahmetçavuş ile de bacanak oldular... İlk çocukları oğlan olunca dedesi Kelhasanın adını koyuyorlar. Başka çocukları olmayacak; çünkü Seydi Ahmet, harpte kalıyor. Harp dediğin Cihan Harbi olsa gerek... Hasan'ın doğum tarihi de 1912'dir...

    Hasan'a geçmeden önce annesi Hatice Hanıma bakalım... 1930'dan sonra Jandarma Kumandanı Aydınlı Delimehmetin üçüncü eşi oldu. İlk iki hanımından Haydar Acar ve Ösüzömerin babaları olan Delimehmet ile Hatice Hanımın çocukları olmadı. 1974 yılında vefat ettiğinde, Delimehmetin 'Acar' soyadını taşıyordu...

    Tırıl Hasan
    Asabi, çabuk parlayıp sinirlenen bir yapısı olduğu için Hasan'a 'Tırıl' lakabı takılıyor. Fakat bu lakaplamanın tam olarak hangi vakte denk geldiği bilinmiyor. Şu bir gerçek, Galgancılar sülale adı Vakvak emmisi tarafında kalıyor ve bir dönemden sonra Hasan tarafına 'Tırıllar' deniliyor. Oysa Hasan, Galgancılarla alakasını kesmiş değil. Hatta amcasının kızı Ayşe ile evleniyor, yani dışlanma filan da yok...

    Lakabın yerleşmesi 1934 Soyadı uygulamasından sonraya taşınabilir. Şöyle ki... Soyadları dağıtılırken memurlar köye ellerinde bir listeyle geliyorlar. Muhtar odasına yerleşip, ona Öztürk soyadını verdikten sonra Muhtarın kılavuzluğunda listedeki kelimeleri ailelere veriyorlar. Bütün köylerdeki uygulama böyle... Kimse canının istediği soy adını alamıyor yani, ancak listeden seçebilirsin. O yıllarda dil devrimi bahane edilerek 'öztürkçe' sözcüklerin dışına çıkılması istenilmiyor. Herkes gidip listeye bakıyor ve uygun birşeyleri kaydettiriyor... Hasan gitmemiş... Herhalde liste de tükenmiş. Memur Muhtara sormuş, ne yazalım diye... O sırada Muhtar da Hafız Mehmet... 'Yav o biraz gızaktır, 'Gızak' yazıverelim' diye teklif etmiş. İş biraz karaktere dokunduğundan memur bunu kabul etmemiş... Hafız 'Eyi o zaman 'Tırıl' yazalım madem' demiş... Memur buna da yanaşmamış, en sonunda 'Tırık'ta karar kılmışlar. Soy ismi öyle kaydetmişler, ama Hasan'ın lakabı 'Tırıl' olarak kalmış... Böyle anlatılıyor...

    Tırıl Hasan'ın iki oğlu oldu. Büyüğüne babasının adı olan Seydi Ahmet, küçüğüne de Aziz ismini verdi. 

    Seydi Ahmet
    Büyük oğlu Seydi Ahmet, 1944 yılında doğdu. Gadıngızların Ahmetçavuşun kızı Refiye ile evlendi. Refiye Hanımın anasıyla Seydi Ahmet'in ninesi kardeş oluyorlar. Seydi Ahmet Refiye Hanım ile evlenince; İdirizlerin Gıdakömer (Ömer İdis), Hacızekeriyelerin Mustafa Çelebi ve Böbülerin Gocasan (Hasan Kabadayı) ile bacanak oldular.

    Biri kız üçü erkek, dört çocukları oldu; isimleri Hasan, Ahmet, Şerife ve Mehmet'tir... Şerife, Gadıngızların Aladdin oğlu Ahmet Şık eşidir. Nineler kardeş ve aynı zamanda hala-dayı çocukları...

    Oğlanlara gelince... Büyük oğlu Hasan, 1964 yılında doğdu. Sağlık alanında tahsil gördü, Trabzonlu Cemile Hanım ile evlendi. Oğuzhan adında bir oğlu var. Son görev yeri olan İzmir'e emeklilik sonrası yerleşti, halen orada oturuyor... 1989 Yılında doğan Oğuzhan ise Turgutlulu Elif Hanım ile evlenmiş, Almanya'da ikamet ediyorlar...

    Ortanca oğlu Ahmet 1967 doğumlu. Yumrukların  Halil kızı Züfrem ile evlendi ve Tekirgızıların Alaaddin Haykır ile bacanak oldular... Ahmet de erken dönemde İzmir'e yerleşti. Uğur ve Rabia adlarında bir oğlu ve bir kızı oldu. Rabia, Anıtkaya dışından bir bey ile evlendi. Uğur da Anıtkaya dışından evlendi. Asker idi, taze bir çocuğu vardı. 2022 Yılında görevi sırasında birden rahatsızlandı, kurtulamadı...

    Seydi Ahmet'in en küçük oğlu Mehmet, Kantinlerin Haciban kzı Meryem ile evlendi. Şemşilerin Mehmet Şık, Guycuların Adem Mola ve Gödenlerin Mehmet Dadak ile bacanak oldular. Rabia, Bilge, Eylül ve Ezgi olmak üzere dört kızı var ve Afyon'da oturuyorlar...

    Tırılın Aziz 
    Tırıl Hasan'ın küçük oğlu Aziz, 1952 yılında doğdu. Kasketini başında kırkbeş derecelik açıyla tutabilmesi ve hiç kaybetmediği neşesiyle tanınır... İbrahim Ildız/Uzun İsmihan kızı Hacer ile evlendi. Bacanakları; Araphüseyinin Mevlüt Eser; Mihrioğluların Ahmet Eşit; Çetenin Muhittin Patlar; Gecegondunun Mehmet Omak; Tevfiklerin Metin İdis...

    Tırılın Aziz'in bir oğlu ve bir kızı oldu; Zeki ve Ayşe... Ayşe, Halimeninmehmetin Hidayet oğlu Tuğrul Kıy eşidir.

    Zeki, Kirpitçilerin Mehmetin kızıyla evlendi. Hacer ve Ceyda adında iki kızı var; Anıtkaya'da yaşıyor. Galgancılar ve Tırılların oğulları içinde Anıtkaya'ya yerleşik tek fert gibi duruyor...

    Tırılhasan 1981 yılında vefat etti. Eşi Ayşe Hanımın vefatı daha sonradır, 2008'de öldü...

    ***

    Ayanoğlu Halil... Kel Hasan... Galgancılar... Vakvak Mehmet... Tırıl Hasan... Bu macerada alınabilecek en uygun soy isim 'Kalkan' kaptırılıyor. Vakvak çocukları AYTAR, Tırıl Hasan ise TIRIK soyadını alıyor. Tırılın İzmir'e yerleşen torunları Hasan ve Ahmet, bu saçmalığa son verip ALPEREN olarak soyisimlerini değiştiriyor... 



02 Ocak 2023

Hamzalar


    1830-40 Arası Eğret ahalisini tespit eden kayıtlarda Çerkez Muhacir bulunmuyor. Demek ki 1840'tan sonraki bir tarihte Eğret'e geldiler... Civardaki Çerkez köylerinden ayrılmış olabilirler mi?... Eğret bölgesine sistemli Çerkez iskanı, 1864'te Sarıcova ve 1885'te Voçapşiye (Yenice) köyleriyle gerçekleşiyor. Bizim aradığımız Mehmet Ali için, 1885 çok geç bir tarih. Sarıcova Çerkezlerinden ayrılmış olsa, bu bilgi bir şekilde günümüze ulaşırdı... Eğret'e geliş daha önceki yıllarda gerçekleşmiş olmalı...

    Kırım Savaşından sonra Kafkas göçü yoğunlaşmaya başladı. Dikkat çekici bir Çerkez nüfus 1858-59 yıllarında Kütahya bölgesine yerleştirildi. Alınan bütün önlemlere rağmen yerli halk ile Muhacir Çerkezler arasında istenmeyen tatsızlıklar yaşandı. Bunun üzerine Muhacirlerin içinde zorunlu iskana karşı çıkıp bireysel olarak yeni yerleşim yerlerine gidişler yaşandığı bilgisi var... Bu bilgi, Çerkez Muhacir Mehmet Ali'nin Eğret'e geliş hikayesiyle tarihsel olarak da uyumluluk gösteriyor.


   Muhacir Mehmet Ali'nin Eğret'e gelişiyle ilgili hiç bir ayrıntıya vakıf değiliz. Yanında birinin olup olmadığı, yaşı, maddi durumu... Bir şekilde Eğret'e yerleşti; ama kök salabilmesi için önce tutunacak bir dala ihtiyacı vardı. Bir eşe, bir yuvaya...

    ***

    Hamzaoğlu Hasan, Tongullar diye adlandırılan sülalenin atasıdır... Uzun süre oğlu olmadı, nesli kızları vasıtasıyla devam etti. En sonunda kendi adını taşıyan Hamzaoğlu Hasan künyeli torununun oğlu da ölünce, Hamzaoğlu adı anılmaz oldu... Tongullar adı ise 20. yüzyılda, Hamzaoğlu Hasan'ın gelininin lakabı olarak ortaya çıkmış ve yerleşmiştir...

    ***

    Muhacir Mehmet Ali, Hamzaoğlu Hasan'ın kızı Ümmühan ile evlenerek Eğretli oldu. Dört tane oğulları oldu; 1874'te Hüseyin, 1880'de Hamza, 1885'te Osman ve 1893 yılında Hasan dünyaya geldi... Hüseyin, babasının adı; Hasan, Ümmühan Hanımın babasının, Hamza da dedesinin adı oluyor... (Mehmet Ali'nin baba adı Hüseyin olduğuyla ilgili elde bir belge yok. İlk oğlunun adından yola çıkarak böyle bir tahmin yürüttük.) Hamza sayesinde, Hamzaoğlular sülalesi kendine yeni bir adres bulmuş oldu; Çerkez Muhacir Mehmet Ali'nin çocukları, artık Hamzalar diye anılacaktı...

   Mehmet Ali yirminci yüzyılı göremedi... Eşi Ümmühan Hanım da öyle... Hamzaların dört kardeş, gerçi en küçükleri bile yetişkin sayılırdı; ama yaşın kaç olursa olsun, anan baban öldüğünde öksüz yetimsindir...

    Büyük oğlu Hüseyin önce Demirdelenlerin Osman kızı Halime ile evlendi. Halime Hanım Hayta Mahmut'un ablasıdır... Sonra Abdullah kızı Hafize ile evlendi, Hafize Hanımın kimlerden olduğunu bilemedik; Eğret dışından gibi görünüyor... İki hanımından da çocuğu olmadı ve Hamzaların Hüseyin, Cihan Harbi yıllarında bu halde vefat etti. Eşi Halime Hanım, kendisi gibi dul olan Arapların Hüseyin'e vardı; Hilmi Tok'un anası olacaktır... Diğer eşi Hafize'nin akıbeti bilinmiyor...

    Hamzaların Osman'ın evlilik kaydı bulunmuyor, Cihan Harbinde şehit olduğu düşünülüyor. En küçük kardeş Hasan ise evlenmeye fırsat bulamadı ve Çanakkale Cephesinde Birinci Alay, Üçüncü Tabur, Onbirinci Bölük eri iken 8 Nisan 1915 günü Seddülbahir Muharebesinde şehit oldu...

    Hamzaların Hamza

    Muhacir Mehmet Ali'nin çocuklarına Hamzalar denilmesine asıl sebep, ikinci oğlu Hamza olduğu düşünülüyor. Hamzaoğlu Hasan kızı Ümmühan Hanımın bu oğluna dedesinin adı olan Hamza ismini koymasıyla bu lakaplamanın önü açılmış oldu. 

    Hamza, 1880 yılında doğdu. Selimoğlu Ali kızı Atike ile evlendi. Selimlerin atası kabul edilen Selimoğlu Hacı Ali'nin torununun kızı olan Atike Hanım, anası itibariyle de Galgancılardandır...  (O sırada henüz Galgancılar yok, Ayanoğlu diyorlar; fakat daha eski sülale adı Hacıkocalardır.) Daha doğru bir ifadeyle Atike Hanım, anası tarafından Temtemhalilin torunudur...  Çerkez Muhacir Mehmet Ali'ye Hamzaların Hasan kızı Ümmühan Hanım vasıtasıyla sağlanan ilk dayanaktan sonra, ikinci önemli destek Atike Hanım dolayısıyla gelmiş oldu. Hem Selimler hem de Ayanoğlularla bağlantılı Atike Hanım ile evlenmekle Eğretlileşme süreci hız kazandı...

    Dört çocukları oldu Hamza ile Atike Hanımın. Süleyman, Ümmühan, Alime ve Mehmet Ali... Annesinin adını verdiği büyük kızının doğum yılı 1910... Ümmühan, Azizin Apilhocanın eşi olacaktır... Alime ise 1915 yılında doğmuş ve gelinlik çağa gelmeden 1928'de vefat etmiş...

    Eşi Atike Hanım, 1952 yılında 71 yaşındayken ölmüş. Hamza'nın ne zaman öldüğüne dair bilgi yok... İki oğlu vasıtasıyla Hamzalar, bugünlere bağlanacak...

    Terzi Süleyman
    Hamza'nın büyük oğlu Süleyman 1902 yılında doğdu. Veyislerin Böbüdede oğlu Hasan Hüseyin'in kızı Azime ile evlendi. Azime Hanım, Süleyman'a göre yaşça daha büyüktür. Bu durumun açıklaması var: Azime Hanım, Selimoğlu Ali'nin Ali Osman eşiydi... Ali Osman Cihan Harbinde şehit olunca, görümcesi Atike Hanım, Azime'yi çok beğenmiş olmalı ki kendi oğluna aldı. Azime'nin yeni eşi, yani görümcesinin oğlu, Hamza oğlu Süleyman'dır... Kısacası Süleyman'ı, dayısının dul eşiyle everdiler; yaş farkının sebebi bu...

    Azime Hanım, Böbüdedenin torunu; yalnız anası itibariyle de Söylemezlere bağlanır, yani Tongullara... Hatırlanacağı üzere Süleyman'ın Ümmühan Ninesi (Hamzaoğlu Hasan kızı) da Tongullardandı... Bir başka akrabalık bağı olarak belirtmek lazım; Hamzaların Süleyman böylece Böbülerin dedesi Mazinin Ömer Kabadayı ve Daldalların Sarı Hasan Dadak ile bacanak oldular...

    Ali Osman ve Ali adında iki oğulları oldu. Yalnız onlardan önce 1917 yılında Şerife doğmuş, 1931'de vefat etmiş; 1921 yılında Ayşe doğmuş, o da 1930'da ölmüştü...  Ali Osman, şehit dayının adıydı; Ali de Atike Hanımın babası adı... Bu dönemde Hamzaların Süleyman terzilik yapıyordu; 'Terzi Süleyman' demelerinin sebebi böyle... Dükkanı, Dayıların ev civarındaymış... 

    1932'deki Azime Hanımın vefatıyla düzen bozuluyor... Afyonlu Emine Hanımla ikinci evliliğini yapıyor. Büyük ihtimal, Eğret'te yapamıyor Emine Hanım ve Afyon'a taşınıyorlar. Hamzaların Süleyman kolu, artık Afyon'da devam edecek... Orada kendisi 1946'da vefat etti. Afyonlu karısı Emine Hanım ise uzun yıllar sonra 1947'de öldü...

    Haliyle oğlanlar da Afyonlu hanımlarla evlendiler. 1926 Doğumlu Ali Osman, Nezahat Hanımla evlendi. Süleyman, Erman, Ayfer ve Gülgun adlarını verdikleri iki oğluyla iki kızı oldu... Ayfer yaşını doldurmadan öldü... Uzun süre Adliye Başkatibi olarak görev yapan Ali Osman, ne kadar Afyon'a yerleşmiş olsa da Eğretli akrabalarıyla bağını koparmadı. 1966 Yılında vefat etti. Eşi Nezahat Hanım ise 1971'de öldü... Büyük oğlu Süleyman Kaya, öğretmen oldu; küçük oğlu Erman Kaya ise, bir dönem DP Afyon İl Başkanıydı...

    Süleyman'ın küçük oğlu Ali 1930 yılında doğmuştu. Babası gibi terzi idi, sonra Askeri Fabrikada çalıştı...  Afyonlu Naciye Hanım ile evlendi. İki oğlu ve bir kızları oldu. Büyük oğlu Ahmet 1957'de doğmuştu, 2019'da vefat etti... Süleyman oğlu Ali kendisi ise 1998'de öldü...

    İki oğlu vefat etti; ama Hamzaların Terzi Süleyman'ın torunları halen Afyon'da yaşıyorlar...

    Mehmet Ali
    Hamzaların Hamza'nın küçük oğlu 1912 yılında dünyaya geldi. Dedesinin adı olan Mehmet Ali ismini verdiler. Elli yıl önce Eğret'e gelen Çerkez Muhacir Mehmet Ali'nin torunu Hamza oğlu Mehmet Ali, Hamzaların Eğret'te kalan dalının atasıdır...

    Mehmet Ali, Şekeralinin kardeşi Emine ile nişanlıydı. Düğüne kalkıldı, çeyiz asıldı, derken Emine Hanım vefat etti... Sonra Hacılardan Hatice ile evlendi. Hatice Hanım; Kelsalek, Çapıtçıhafız, Kelidiriz ve Kelarzımanın kardeşi; hatta Kelarzımanın ikizidir... Hatice Hanım ile evlenerek Hacıemirlah ve Guycuların Osman (Garaburun babası) ile bacanak oldular...

    Üçü kız üçü oğlan, altı çocukları oldu. Yaş sırasına isimleri; Alime, Şerife, Hamza, Adem, Azime ve Süleyman'dır... 1930 Yılında doğan Alime, beş yaşında öldü... Şerife, Kinislerin Kumpirhasanın Mısdan eşi; Azime, Kelidirizin Demirci Ziya eşi oldu. Azime ile Ziya, hala-dayı çocukları...

    Mehmet Ali'nin büyük oğlu 1941 yılında doğdu. Adını Hamza koydular, bunun neye karşılık geldiğini biliyoruz. Gobakların Hasan kızı Zele/Zeliha ile evlendi. Zele Hanım, Gocayusufun kardeşidir. Ayrıca Hamzaların Hamza, Zele Hanımla evlenerek Tuna Hüseyin/İbrahim Kayır ve Uncu Osman Çetin ile bacanak oldular... Hamza'nın çocuğu olmadı, kardeşi Ademhocanın küçük oğlu Ali'yi evlat edindi.  Dıkmanın oğlu Şefmehmet kızı Sabire ile evlendi Ali... Dıkma, Söylemezlerden; eşi, Kelsalek kızı; Şefin eşi Böbülerden... Bu evlilikteki akrabalık sarmalı anlaşılabiliyor mu?... Hatice, Zele, Hamza ve Mehmet adlarında dört çocuğu olan Ali, bugün Hamzaların Anıtkaya'daki tek temsilcisi durumundadır... Hamzaların Hamza 2013 yılında, eşi Zele Hanım ise 2020'de vefat ettiler...

    Mehmet Ali'nin ortanca oğlu Adem, 1945 yılında doğdu. İlim tahsil edip hocalık yaptığı için 'Adem Hoca' olarak bilinir. Bundan daha önce Canalinin kızı Ümmühan ile evlendi ve Böbülerin Veli ve Gıdilerin İban (İbrahim Asan) ile bacanak oldular... Mehmet, Ahmet, Ali ve Rukiye olmak üzere dört çocukları oldu. Bu dönemde İzmir'e yerleştiler. Ali'yi Hamza abisine evlatlık verdi. Rukiye Konyalı bir beyle evlendi. Büyük oğlu Mehmet hukuk okudu ve Konyalı Cemile Hanım ile evlendi. Hatice Kübra, Muhammet ve Furkan adlarında üç çocuğu var... Ortanca oğlu Ahmet ise Çolakların Salim kızı Neslihan ile evlendi; Adem ve Salim adında iki oğlu var... Çocukları/torunlarıyla Ademhoca halen İzmir'de...

    Hamzaların Mehmet Ali'nin küçük oğlu Süleyman 1953 yılında doğdu. Hacılardan Şerafettin kızı Satı ile evlendi. Satı Hanım, dayısının torunu oluyor... Erken dönemde Isparta'ya yerleşti. Betül ve Emre adlarında bir kızı ve bir oğlu oldu. Kızı, Demirciziyanın oğlu İdris eşidir (hala-dayı çocukları)... Oğlu Emre ise Isparta'dan evlendi... Çocuklarını evlendirip gelin etmeden önce 2006'da anaları Satı Hanım vefat etmişti... Süleyman sonradan ikinci defa evlendi. Halen Isparta'da oturuyor...

    Üç oğlanın babaları Mehmet Ali 1971 yılında vefat etti. Hanımı Hatice ise kendisinden onbeş yıl sonra, 1986'da öldü...

    Çerkez Muhacir Mehmet Ali ile 1860'larda başlayan Hamzaların hikayesinde durum bu... 1934 Soyadı uygulamasında KAYA soy ismini aldılar.



30 Aralık 2022

Selimoğlu Ali

     
    Günümüzde bir karşılığı olmadığı için ailenin adını olduğu gibi başlığa çektim. Diğer yandan bu başlığı açma  mecburiyeti vardı; çünkü Galgancılar ve Hamzaları açıklayabilmek için bu aileye uğramak lazım. Belki sülaleyi isimlendirme konusunda bir şeyler yapılabilirdi; ama dedim ya bugüne ulaşamadığı için somutlaştıramıyoruz.

    Selimoğlu Ali yerine Galgancılar desek, olmaz; zira Galgancılar değil. Hamzalar demek de uygun düşmez, onların da ayrı macerası var... Bununla beraber her iki sülaleyle de yakın ilişkisi var. Temtemin adının Ali olduğunu teyit edebilseydik, 'İşte Selimoğlu Ali O'dur... Bunlar da Temtemlerdir'  hükmünü verirdik; lakin onu da yapamıyoruz. Bütün bu sebeplerden, başlık Selimoğlu Ali olarak kalsın... Şu bir gerçek; Selimoğlu Ali, Sudeposunun ardındaki aralıkla doğrudan ilgili...


    1843 Yılında ölen Selimoğlu Ali'nin varisleri arasında yedi oğlu ve dört kızı vardı. Konumuzu teşkil eden Selimoğlu Ali, 1843'te vefat eden Selimoğlu Hacı Ali'nin torunu oluyor. Kimden? Oğlu, Osman'dan... (Selimlerin her dalında Ali isminin yaygınlığı normal karşılanmalı; çünkü hepsi Selimoğlu Hacı Ali'nin torunları.)

    Selimlerin Hacı Ali oğlu Osman 1813 yılında doğdu. Bütün Selimler efradı gibi O da 'orta boylu' olarak tarif edilmiş. 1839 Yılında redif askeri olarak kaydı yapıldı, babası vefat ettiğinde askerdeydi yani. Zaten bu bilgileri edinmemizi sağlayan belge de Osman asker olduğu için düzenlenmiş... Babasının cenazesinde bulunamamış; ama bir kaç yıl içinde Eğret'e geri döndüğü anlaşılıyor. Çünkü 1846 yılında bir çocuğu doğuyor... Öncesine bakalım...

    Selimoğlu Osman, Emine Hanım ile evlendi. Eşinin kimlerden olduğu bilinmiyor. Ne zaman evlendikleri, ilk çocuklarının ne zaman doğduğu gibi bilgiler de malumumuz değil. Tek bildiğimiz, kayıtlara geçen ilk çocuğunun 1846 doğumlu olmasıdır. Tabi oğlu doğduğunda Osman'ın 33 yaşında olduğunu unutmamak lazım. Hatta kızı doğduğunda da 46'ydı... O günün şartlarına göre otuz yaş üstü geçkin kabul ediliyor. Geçkin dönemde çocuk sahibi olma durumunu Osman'ın oğlunda da göreceğiz...

    Başka çocukları vardıysa da bilmediğimiz için bir oğlu ve bir kızından bahsedeceğiz. 1846'da doğan oğluna babasının adı olan Ali; 1859 doğumlu kızına da annesinin adı Fatma ismini koydu. Fatma, Selimoğlu Hasan eşi oldu; ileride Paşagızıların Egekemal-Egehasan kardeşlerin ninesi olacaktır. 

    1846'da doğan Ali, sözünü ettiğimiz Selimoğlu Ali'dir... Ayanoğlu Halil kızı Şerife ile evlendi. (O vakitler sülaleye Ayanoğlu değil, Hacıkocaoğlu diyorlardı.) Şerife Hanımın babası Halil olduğu gibi, dedesinin adı da Halil... Bu Hacıkocaların Halil oğlu Halil'in hiç oğlu olmamış. Bilinen iki kızı var, biri Şerife... Diğerinin adı da Cennet imiş ve Karacahmet'e gelin olmuş... Hiç oğlu olmayan Halil oğlu Halil'e Temtem diyorlarmış. Yani Selimoğlu Ali Onun kızını alınca, Hacıkocalar/Temtemler/Ayanoğlularla bağ kurulmuş oldu...

    Bir kız ve üç oğlu oldu. 1881 Yılında Atike, 1893'te Ali Osman, 1911'de İsmail ve 1913 yılında Abdullah doğdular... Dört çocuk, yaklaşık otuz yıl aralığında dünyaya geliyor ve en küçük Abdullah doğduğunda; Selimoğlu Ali 67, Şerife Hanım ise 63 yaşındalar...

    Büyük çocukları Atike'yi, Çerkez Muhacir Mehmet Ali'nin oğlu Hamza'ya veriyorlar. Yani bugünkü Hamzaların dedesine... Haliyle Atike Hanım da Hamzaların ninesi olacak... Hamzalarla ilk bağlantı bu, arkası gelecek...

    Büyük oğlunda kendi dedesiyle babasının adını birleştirmiş... Ali Osman'ı Veyislerden Hasan Hüseyin kızı Azime ile evlendiriyor. Böylece Ali Osman, Böbülerin dedesi Mazinin Ömer ve Daldalların Sarasan (Hasan Dadak) ile bacanak oluyorlar... Yani yaşasaydı Ali Osman onlarla bacanak olacaktı; ama ömrü yetmiyor... Selimoğlu Ali Osman'ın Cihan Harbi şehitlerinden biri olduğu sanılıyor... Henüz çocukları olmamıştı...

    O günlerin yaygın adetlerinden biri olarak, dul kadını ölenin kardeşine verme durumu da mümkün değildi; çünkü İsmail ile Abdullah daha 3-4 yaşındaydılar... Bunun yerine benzer bir şey yaşandı; Atike Hanım, dul gelinleri Azime'yi kendi oğlu Süleyman'a aldı. Dayısından dul kalan Azime ile aralarında 10 yaş fark vardı... Neticede Hamzaların Süleyman, Mazinin Ömer ve Sarasan ile bacanak oldu... Azime Hanım ise Hamzaların Ademhoca ve DP eski İl Başkanı Erman Kaya'nın nineleri olacaktır... Selimoğlu Ali'nin Hamzalarla işte böyle bir bağı var... Ayrıca Hamzalara 'Çilli Aliler' denmesinin bir sebebi de bu bağ olabilir.

    Küçük oğlanlar İsmail ve Abdullah'ın akıbeti bilinmiyor, onların hakkında bugünlere yansıyan bir şey yok. Cihan Harbi hengamesinde ölüp gittiler belki de... Aynı yıllarda anaları Ayanoğlulardan Şerife Hanım da vefat ediyor. Babaları Selimoğlu Ali ise 1928 yılında vefat ettiğinde 82 yaşındaydı... Ondan geriye torunları Hamzalar kaldı. Her bir Ali Kaya'da Selimoğlu Ali'nin hatırası vardır... 




29 Aralık 2022

Omarcıkoğlu Hasan

 
    1867 Yılında Omarcıkoğlu Mehmet vefat ettiğinde çocuklarının hepsi yetişkindi. En küçük oğlu Hasan da öyle... Yalnız mal paylaşımı yargı kanalıyla yapıldığına göre oğullardan biri askerde olduğunu düşünebiliriz; bu, çok büyük ihtimalle, küçük oğlu Hasan'dı...


    Şu durumda Omarcıkoğlu Hasan'ın doğum tarihini gösteren bir belge bulunmuyor. 1840'ta henüz doğmadığı kesin ama... Yine bir tahminle söyleyecek olursak; 1845-50 arasında doğmuş olmalıdır...

    Hasan, Akörenli Ümmühan ile evlendi. Ümmühan Hanıma daha o zamandan 'Etli Ümmühan' diyorlar. Çünkü; iri yarı, güçlü kuvvetli bir kadınmış. Hatta Akören'den Eğret'e gelin gelirken ilginç bir şey gözlemlemişler. Tek eliyle bir koyunu kaldırıp atın terkisine atmış...

    Babası Omarcıkoğlu Mehmet öldüğünde Hasan'ın iki oğlu vardı; Ahmet ve İbrahim İzzet... Başka çocukları olduysa da bilgimiz yok. O iki oğlu üzerinden Omarcıkoğlu Hasan'ı inceleyeceğiz...

    AHMET ÇAVUŞ

    Büyük oğlu Ahmet, 1864 yılında doğdu. 'Ahmetçavuş' olarak bilinmesinin sebebi askerlik yaparkenki durumu olabilir. Cihan Harbine katıldığına dair söylentiler var; ama savaş başladığında 50 yaşında olduğu düşünülürse, pek inandırıcı durmuyor. Tabi o dönemde nice inanılmaz olaylar yaşandı; ama 1913 ve 1915'te çocukları doğduğu için çavuşluğunu önceki dönemde yaptığı askerlik sırasında kazanmıştır diye düşünmeliyiz...

    Ahmetçavuş Mehmet kızı Hafize ile evlendi. Hafize Hanım, günümüze nesli ulaşmayan Çalıkların kızı olarak görülüyor. Bu bilgiye temkinli yaklaşmakla beraber; eğer doğruysa Hafize Hanım, Gödemehmetin eşi Emine Hanım vardı, onun dedesinin kardeşidir... 1884'te Havva ve 1892 yılında İsmihan adını verdikleri iki kızları oldu... 

    Hafize Hanımın üstüne ikinci eş olarak Dervişoğlu Mehmet kızı Gülsüm'ü aldı.  Gülsüm Hanım, kısaca Yahyalardandır... Gülsüm Hanımla evliliği sonucu Gağşakların Gocagulak ve Omarcıkoğlu Abdullah ile bacanak oldular... Gülsüm Hanımdan da beş çocuğu oldu; 1907'de Refiye ve Hasan Hamdi (ikiz olmalılar), 1911'de Ümmühan, 1913'te Zehra ve 1915'te Mahmut...

    Ahmetçavuş 1921 veya 22'de Yunanlar tarafından öldürüldü. O'nu öldürenlerin Çerkez çeteler olduğu da söyleniyor. Dinlediklerime göre Ahmetçavuş durumu kabullenemiyor ve işgalcilere karşı bir şeyler yapılması gerektiğini düşünüyor. Bu konuda halkı örgütlemeye çalışıyor. Tabi tarihte her zaman kahramanlık hikayeleri yaşanmıyor... Denildiğine göre Ahmetçavuşu öz yeğeni (kardeşinin kızı) ihbar etmiş. Bacanağı Gocagulak ile aynı gün şehit ediliyor; yalnız Ahmetçavuşun Olucak'ta öldürüldüğünü söyleyenler de var. Eğer Gocagulak ile aynı gün öldürüldüyse, olayın faili Yunanlar değil, işbirlikçi çetelerdir; çünkü Gocagulak ile Boduoğlunun babası, aynı gün çetelerce öldürüldüğü kesin...

    Ahmetçavuştan sonra ilk ölen ikinci eşi Gülsüm Hanım oldu. 1938 Yılında ölen Gülsüm'den yedi yıl sonra da eşi Hafize hanım vefat etti. Son yıllarında Hafize Hanıma 'Omarcıkların Kör Nine' derlermiş...

    Ahmetçavuşun Körnineden büyük kızı Havva, Güdükmehmetin eşi oldu. Güdükahmetin anasıdır, 1968 yılında öldü... Küçüğü İsmihan'ı ise Emiralanoğlu/Hacıahmetlerin Ahmet'e verdiler. Çocukları olmadı, İlyenli Veli'yi evlat edindiler. Deliveli lakaplı bu oğlanın kızı, Ahmetçavuşun Sağırmahmuttan torunu Ziya eşi olarak evine dönecektir. Bu arada çocuğu olmayan İsmihan Hanım 1961 yılında vefat etti... İkinci hanımından büyük kızı Refiye Olucak'a gelin gitti. Ortanca Ümmühan, Tatıresilin; küçük Zehra ise Hacapdıramanların Lomcu Hoca eşi oldu... Şimdi iki oğluna gelebiliriz...

    Hasan Hamdi

    Ahmetçavuşun büyük oğlu Hasan Hamdi 1907 yılında doğdu. İsmindeki 'Hamdi' halk tarafından kullanılmadı, Ona kısaca 'Ahmetçavuşun Hasan' derlerdi. Daha Kelibana satılmadan önce, Eski Hamam yerinde oturuyordu. Mesleğinin marangozluk olduğu, orada bir dükkanının bulunduğu söyleniyor. Ayrıca çok fazla evlendiği için 'Dokuzgarılı' lakabı takılmış; biz, beş çocuğunun anası olan sadece ikisine bakacağız.

    Ahmetçavuşun Hasan, önce Sakalardan Fadime ile evlendi. Fadime Hanım Kelbekirin kardeşidir... Hakkıların Kadir ve Garahmetlerin Sarışükrü ile de bacanak oldular... Fadime Hanımdan Ahmet ve Mevlüt adında iki oğlu olduktan sonra ayrıldılar. Kendisi Olucaklı Muhsine Hanım ile evlenirken, Fadime Hanım da Tekelilerin Kadir'e vardı... İkinci Hanımından da İbrahim, Rahmi ve Mürsel adlarında üç oğlu daha oldu... Ahmetçavuşunhasan böylece 1961 yılında vefat etti... 

    Büyük oğlu Ahmet 1939 yılında doğdu. Olucaklı Güngör ile evlendi, erken dönemde Kütahya'ya yerleşti. Beş çocuğunun büyüğü Hasan Ulviye Hanımla evlendi, Murat ve Esra adında iki çocuğu var... İkincisi Ömer ise Müvevvere ile evlendi, Onun da Emre ve Betül adlarında iki çocuğu var... Üçüncü oğullarının adı Hüseyin idi, Mılıklar/Çatkuyulu Ayşe Hanım ile evlendi. Ahmet ve Onur adlarında iki oğlu oldu; ama Ahmet erken vefat etti. Sonra Hüseyin kendisi de vefat edince, eşi Ayşe Hanım Afyon'a taşında. Şimdi torunu Ahmet (Ahmetçavuşun adı) ile birlikte yaşıyor... Dördüncü oğlu Ahmet, Hatice Hanım ile evlendi, bir kız bir oğlu var... En küçük oğlu Mustafa hakkında bilgi edinilemedi... Hüseyin'in dul eşi dışında, Ahmet'in bütün çocuk ve torunları Kütahya'ya yerleşik...

    Fadime Hanımdan küçük oğlu Mevlüt, 1940 yılında doğdu. Ahmet Abisinin aksine İzmir'e yerleşti. Avganın kızı Emsal ile evlendi, belki İzmir'e yönelmesinin sebebi budur. Hasan adını verdiği bir oğluyla Mersiye ve Serpil olmak üzere iki de kızı oldu. Halen İzmir'de yerleşikler...

    Ahmetçavuşun Hasan'ın, Muhsine Hanımdan da üç oğlu daha olmuştu. Onların büyüğü İbrahim 1948 yılında doğdu. Belki de annesinin tesiriyle Olucak'tan evlendi. Evlenir evlenmez Kütahya'ya yerleştiler. Zeki, Hasan, Resul ve Fahri olmak üzere dört oğulları oldu. Hasan ile Resul Antalya'dalar; Zeki Kütahya'ya yerleşik, Fahri ise vefat etti...

    Rahmi, 1949 doğumlu... Anıtkaya dışından evlendi ve Ankara'ya yerleşti. Hasan, Ayşe ve Türkan adlarında üç çocuğu var....

    Ahmetçavuşun Hasanın en küçük oğlu Mürsel, Kuyucaklı bir hanımla evlendi. Hasan ve Kamile adlı bir kız ve bir oğlu oldu; İzmir'de yaşıyorlar...

    Sağır Mahmut

    Ahmetçavuşun yedi çocuğunun en küçüğü Mahmut 1915 yılında doğdu... 'Sağır Mahmut' diye bilinirdi...Oğulları işitme engelli olduğu için bu lakap verilmiş olabilir; çünkü bundan sonra aileye de Sağırmahmutlar denilecek... Gocagulak kızı Ayşe ile evlendi, eşiyle teyze çocuğu oluyorlar. Ayrıca Sağırmahmut, Sağıroğlu Mehmet ile de bacanak oldu...

    İkisi kız ikisi oğlan, dört çocukları oldu. Yaş sırasına göre isimleri Halil, Gülsüm, Ziya ve Hüsniye'dir... Aslında iki oğlu daha olmuş, ama küçük yaşta ölmüşler. 1950'de doğan Aziz iki, 1960'ta doğan Seydi Ahmet ise  beş yaşındayken vefat etmişler... Kızların büyüğü Gülsüm, Tekirgızıların Mevlüt oğlu Osman Haykır; küçüğü Hüsniye de Yonuzların İsmail Yonat eşi oldular... 

    Büyük oğlu Halil, Sağıroğlu Mehmet'in kızı Fadime ile evlendi, teyze çocukları... Ramazan, Muhsine ve Ayşe olmak üzere iki kız bir oğulları oldu. Muhsine, Çilmahmutun Hasan oğlu Mahmut Omak eşidir. Ayşe ise Anıtkaya dışına gelin oldu... 1964 Yılında doğan oğlu Ramazan, Buruşakların Cemal kızı Meryem ile evlendi; Arzıların Akgabak Ömer ile de bacanak oldular. Halil ve Mehmet isimlerinde iki oğlu olan Ramazan 2020'de vefat etti...

    Sağırmahmutun küçük oğlu Ziya ise Deliveli kızı Sultan ile evlendi. Sultan Hanım ile Ziya arasında, kan bağına dayanmasa da bir akrabalık var... Yukarıda bahsetmiştik, özetle; Sağırmahmutun, Körnineden olma İsmihan adındaki ablası Emiralaanoğlu Ahmet'e verilmişti. Onların çocukları olmayınca başka bir köyden Deliveliyi evlat edindiler. Vakti gelince Onu Guldurarifin kızı Emine ile everdiler. İşte Sultan Hanım bu evlilikten doğdu... Sözün kısası, Ziya'nın babası ile Sultan'ın nineliği kardeş... (Deliveli 1952'de ölünce Emine Hanım, Kemiğin Abdullah'a vardı.)

    Ziya ile Sultan Hanımın ikisi oğlan ikisi kız, dört çocukları oldu. Yaş sırasına göre isimleri; Mahmut, Emine, İsmihan ve Ahmet'tir... Dört çocuğun isimlerinin her biri, geçmişteki büyüklerin birine karşılık geliyor... Büyük kızı Emine, Yahyalardan Abdullah Diril; küçük kızı İsmihan da Eyüpçetinin İbrahimhoca oğlu Aydın Çetin eşi oldular... 

    Ziya'nın büyük oğlu Mahmut, Arzıların Ali İhsan kızı Sultan ile evlendi. Mahmut ve Ziya adında iki oğlu var... Küçük oğlu Ahmet ise Kumartaşlı İsmihan ile evlendi; Ziya, Emre ve Ömer Faruk adlarında üç çocuğu var... 

    Sağırmahmut 1984 yılında, eşi Ayşe Hanım ise 1997'de vefat ettiler. Kendisinin 1984 1 Hazirandaki vefatını, aynı zamanda kiracısı olan Öğretmen Mevlüt Ergin şöyle anlatıyor: “Sağır Mahmut amca bir gece kalp krizi geçirmişti. Yasin okudum. Yasin bitti. Sadakallahülazim dememle birlikte gözlerini gözlerime dikip "pufff!.." diyerek son nefesini vermişti.“

    Ziya 2006 yılında vefat etti. Büyük oğulları Halil Afyon'da oturuyor, oğlu Ramazan zaten 2020'de ölmüştü... Sağırmahmutun, dolayısıyla Ahmetçavuşun  Anıtkaya'daki ocağını tüttüren kişi sadece Mahmut Arslan'dır...

 

    İBRAHİM İZZET

    Omarcıkoğlu Hasan'ın küçük oğlu, 1867 yılında doğdu. Adını İbrahim İzzet olarak kaydettirdiler; ön adı pek kullanılmadı, millet Onu 'Aziz' bildi... Aziz, Mustafa kızı Hanife ile evlendi. Hanife Hanımın kimlerden olduğu bilinmiyor; Arapselimoğlu Abdurrahman ile bacanak oldukları tahmini var... 

    Omarcıkların Aziz Cihan harbi yıllarında hayattaymış, tam tarihi bilinmese de işgalden önce vefat ettiği sanılıyor. Eşi Hanife Hanım ise 1937 yılında ölmüş...

    Aziz'in biri oğlan üçü kız, dört çocuğu oldu. Yaş sırasına göre isimleri; Feride, Dudu, Ümmühan ve Abdullah'tır... Küçükler Abdullah ile Ümmühan'ın ikiz olduğu bildirildi. Büyük kızı, 1900 doğumlu Feride İzmir'e gitti, evlendiyse de çocuğu olmadı; 1985'te orada öldüğü kaydedilmiş... Ortanca kızı Dudu 1902'de doğdu. Evlilik kaydı bulunmuyor, hakkında kimsenin bilgisi de olmadığı için küçük yaşta vefat ettiği düşünülüyor... En küçükleri, 1908 yılında doğan Ümmühan ise Kemiklerin Abdullah eşi oldu; Kemiğin Süleyman'ın anası, Nursi Öter'in ninesidir... 

    Azizin Apil Hoca

    Tek oğlu Abdullah, 1908 yılında doğdu. 'Apil' diye bilinirdi, ilim tahsilinden sonra 'Apil Hoca' oldu; tam künyesi 'Azizin Apil Hoca'dır... Apilhoca, Hamzaların Hamza kızı Ümmühan ile evlendi. Ümmühan Hanım, kısaca Ademhocanın halasıdır...

    Apilhocanın üç kızı oldu; Satı, Emine ve Pakize... Satı, Omarcıkların Kelapdılla (Abdullah Sağlam) eşi oldu. Ortanca kızı Emine, Kemiklerin Ali eşi olarak Ümmühan halasının gelini oldu (Nursi anası)... Küçük kızı Pakize ise yine Omarcıklardan Berberşükrü eşi oldu...

    Azizin Apil Hocaya ait mezar taşında 'Abdil Aslan, Ölüm Tarihi 1964' yazıyor... Eşi Ümmühan Hanım ise on yıl sonra, 1974'te vefat etmiş...

    ***

    Omarcıkoğlu Hasan'ın çocukları/torunları, 1934 Soyadı uygulamasında 'ASLAN/ARSLAN' soy ismini aldılar...



26 Aralık 2022

Bu da Geçer

    
    Doğum ile ölüm birbirinin tamamlayıcısı iki arkadaş.... Biri olmayınca diğeri de olmuyor... Doğmuyorsan ölmüyorsun; doğduysan öleceksin... Bu beylik lafları hep konuşur dururuz, dahası binlerce yıldır binlerce filozofun konusu olmuş... Konuşulmuş yazılmış, ne yaşam anlaşılabilmiş, ne de ölüme çare bulunmuş... Bulunacak gibi de değil zaten...

    Her su selasında, her tabut omuzlayışımızda ve her musalla karşısında saf tutuşumuzda bu gerçekle bir kere daha yüzleşiyoruz... Sonra, devam... Dünyanın, insanları allem kallem kendine bağlaması gibi anlaşılmaz bir yeteneği var. Bu cazibeden kendini kurtarabilen yok gibi...

    Son zamanlarda Eğret ve Eğretlilerin son iki asırlık macerasına fazlaca girdik. Bu, yaklaşık 10-15 nesil demek... Neler yaşanmış neler. Her anlamda zirveye çıkmışlar, dibi görmüşler; sefalet de var zenginlik de, bereketi de görmüşler yokluğu da... Neticede bugün yoklar... Yarın için de biz yokuz. Bizi kendine esir eden dünyanın da aslının olmadığını, günümüz ifadesiyle yaşadıklarımızın tamamen sanal olduğunu ne başkasına anlatabilirim ne kendime... Nice düşünür bunun izahını yapmaya çalışmış, ama nafile... Birazcık gerçeği görür gibi olduğumuzda dünya hemen yularımızdan çekiyor kendine doğru...

    'Bu da geçer Ya Hu!' sözüne kaynaklık ettiği söylenen bir hikaye var; durumumuzu iyi anlatıyor. Kısa bir aramayla internette bulunabilir...

Dervişin biri, uzun ve yorucu bir yolculuktan sonra bir köye varır. Karşısına çıkanlara kendisine yardım edecek, karnını doyuracak ve altına döşek serecek biri olup olmadığını sorar. Köylüler kendilerinin de fakir olduklarını, evlerinin küçük olduğunu söyler ve Şakir diye birinin çiftliğini tarif edip oraya gitmesini tavsiye ederler.

Derviş yola koyulur, birkaç köylüye daha rastlar. Onların anlattıklarından Şakir'in bölgenin en zengin kişilerinden biri olduğunu anlar. Aslında başka bir Zengin daha vardır. Haddad adındaki bu zenginin çiftliğine değil de Şakir Ağa'nınkine gitmesini tavsiye ederler.

Derviş, Şakir’in çiftliğine varır. Hakikaten çok iyi karşılanır, iyi misafir edilir. Yer içer, dinlenir. Şakir de ailesi de hem misafirperver hem de gönlü geniş insanlardır…

Yola koyulma vakti gelip Derviş Şakir’e teşekkür ederken, “Böyle zengin olduğun için hep şükr et.” der. Şakir ise şöyle cevap verir: “Hiçbir şey olduğu gibi kalmaz. Bazen dışardan görünenler, gerçeğin ta kendisi değildir. Bu da geçer…”

Derviş, Şakir Ağa'nın çiftliğinden ayrıldıktan sonra bu söz hakkında uzun uzun düşünür. Bir kaç yıl sonra dervişin yolu yine aynı bölgeye düşer. Şakir’i hatırlar, bir uğramaya karar verir. Yolda rastladığı köylüler ile sohbet ederken Şakir'i sorar. “Haa o Şakir mi?” der köylüler, “O iyice fakirledi, şimdi Haddad Ağa’nın yanında çalışıyor.”

Derviş hemen Haddad’ın çiftliğine gider, Şakir’i bulur. Eski dostu yaşlanmıştır, üzerinde eski püskü urbalar vardır. Üç yıl önceki bir sel felaketinde bütün sığırları telef olmuş, evi yıkılmıştır. Toprakları da işlenemez hale geldiği için tek çare olarak selden hiç zarar görmemiş ve biraz daha zenginleşmiş olan Haddad’ın yanında çalışmak kalmıştır. Şakir ve ailesi üç yıldır Haddad’ın hizmetkarıdır.

Şakir bu kez Derviş’i son derece mütevazi olan evinde misafir eder. Kıt kanaat yemeğini onunla paylaşır… Derviş vedalaşırken Şakir’e olup bitenlerden ötürü ne kadar üzgün olduğunu söyler... Şakir ise sakindir: "Üzülecek bir şey yok… Unutma, bu da geçer…”

Derviş gezmeye devam eder ve yedi yıl sonra yolu yine o bölgeden geçmektedir. Şaşkınlık içinde olup biteni öğrenir. Haddad birkaç yıl önce ölmüş, ailesi olmadığı için de bütün varını yoğunu en sadık hizmetkarı ve eski dostu Şakir’e bırakmıştır. Şakir Haddad’ın konağında oturmaktadır, kocaman arazileri ve binlerce sığırı ile yine yörenin en zengin insanıdır.

Derviş eski dostunu iyi gördüğü için ne kadar sevindiğini söyler ve yine aynı cevabı alır: “Bu da geçer…”

Bir zaman sonra Derviş yine Şakir’i arar. Ona bir tepeyi işaret ederler. Tepede Şakir’in mezarı vardır ve taşında şu yazılıdır: “Bu da geçer…”

Derviş, “Ölümün nesi geçecek?” diye söylene söylene gider. Ertesi yıl Şakir’in mezarını ziyaret etmek için geri döner; ama ortada ne tepe vardır ne de mezar. Büyük bir sel gelmiş, tepeyi önüne katıp götürmüş; Şakir’den geriye bir iz dahi kalmamıştır…

O aralar ülkenin sultanı, kendisi için çok değişik bir yüzük yapılmasını ister. Öyle bir yüzük ki, mutsuz olduğunda umudunu tazelesin, mutlu olduğunda ise kendisini mutluluğun tembelliğine kaptırmaması gerektiğini hatırlatsın… Hiç kimse Sultanı tatmin edecek böyle bir yüzük yapamaz. Sultanın adamları da Derviş’ten yardım isterler. Derviş, Sultanın kuyumcusuna hitaben bir mektup yazıp verir. Kısa bir süre sonra yüzük Sultan’a sunulur. Sultan önce bir şey anlamaz; çünkü son derece sade bir yüzüktür bu. Sonra üzerindeki yazıya gözü takılır, biraz düşünür ve yüzüne büyük bir mutluluk ışığı yayılır: “Bu da geçer” yazmaktadır.

‘Bu da geçer Ya Hû’ sözünün aslı bundan bin küsür sene önceye , Bizans dönemine uzanır. Bizanslılar fena bir işe uğradıkları zaman ‘Bu da geçer’ manasına gelen ‘k’afto ta perasi’ derlermiş. İbare Selçuklular zamanında İran taraflarına geçer; ama Farsçalaşıp ‘in niz beguzered’ olur. Osmanlılar devrinde Türkçe söylenip ‘bu da geçer’ yapılır. Derken tekkelerde ve dergâhlarda da benimsenir ve sonuna ‘Ya Allah’ manasına gelen bir ‘Ya Hû’ ilave edilip ‘Bu da geçer Yâ Hû’ halinde kalıplaşır…

    Aslında bu menkıbenin bir kaç sembolle örgülendiği dikkat çekiyor. İyi yürekli Ağanın adı Şakir ve Derviş ona bu zenginliği için Allah'a şükretmesini tavsiye ederken Onun ismine atıfta bulunuyor. Çünkü Şakir, şükür eden demektir. Yani Şakir Ağa biraz da şükrettiği için zengin olmuştur. Malın bereketini artıran şeylerden biri de şükür olduğu vurgulanmış... Ne kadar şükredersen et, Allah zenginliği kaybetmeni dilemişse bunun önüne geçemezsin. Nitekim Haddad'a hizmetkar olacak kadar düşüyor... Haddad demirci manasına gelir; bir anlamı da muhafız, koruyucu demektir. İnsan bu dünyadaki zenginliğinin asıl sahibi değil, ancak muhafızı olduğu bu isimle anlatılmak istenmiş. Öyle de oluyor ve Haddad öldükten sonra, emanetindeki mal mülk tekrar Şakir'e geçiyor... Çünkü Şakir şükrediyor... Amma onun da geçici olduğunu, o kadar mal mülk arasında Şakir'in sadece bir mezar sahibi olarak karşımıza çıkmasından anlıyoruz... O kadarcığının bile yalan olduğunu ise mezarın yok oluşundan...

    İki asırdır Eğret'te yaşananlardan çıkarılacak sonuç: Tarla tokat, mal maşat, çoluk çocuk sendedir. Eker biçer, kaldırır harmana yığarsın... Bir muhalif rüzgar(*) gelir, harmanın yerinde yeller eser... 

    'Biz insanlar arasında günleri, imtihan gereği döndürür dururuz' (Âl-i İmran / 140)


  (*) rüzgar: günler, zamane


25 Aralık 2022

Tekeliler (Taşkın)

 
    Tekelioğlu Ahmet'in Eğret'e gelen ilk Tekeli olduğu düşünülüyor. 1820 Doğumlu Hüseyin ve 1826 doğumlu Hasan olmak üzere iki oğlu var. Bunlar büyük ihtimal Eğret'te doğdular.

    Tekeliler sülalesini oluşturacak iki oğulun büyüğü olan Hüseyin ana dalını hatırlayalım; iki kızı ve bir oğlu oldu, Mehmet Ali, Dudu ve Atike... Mehmet Ali'nin iki kız kardeşinden biri olan Dudu, Gocahmet (Ahmet Tektaş)ın dedesinin ilk eşiydi. Dudu'nun küçüğü Atike ise Taşkın/Tekelilerin ninesi olacak, deyip bırakmıştık.


    Kaldığımız yerden, Tekelioğlu Hüseyin kızı Atike'den devam edelim. Atike Hanım, 1845 yılında doğdu. Tekelioğlu Hasan ile evlendi... Burada durup Atike'nin Tekelioğlu Ahmet Dedesine kadar başa dönmek gerekiyor...

    Tekelioğlu Ahmet'in küçük oğlu Hasan, abisinden 5-6 yaş daha küçük. 1831 Kayıtlarında böyle görünüyor; ama daha sonrasına sarkan bir bilgi bulunmuyor. Onunla ilgili kayıtlarda oluşan bu boşluğu, diğer yan belgelerdeki ipuçlarından yola çıkarak doldurmaya çalışıyoruz. Bu bilgi desteğinin çoğunluğu, Hüseyin Abisinin kızı Atike'nin kayıtlarından geliyor... 

    Hüseyin kızı Atike'nin Hasan ile evlendiği kaydedilmiş; ancak 1904 kayıtları tutulurken bu Hasan hayatta olmadığı için onun kimliğini bilmiyoruz. Bugünkü torunlarının ifadesine göre Hasan da Tekelioğlu imiş... 1831'de görülebilen Tekelioğlu Hasan, Atike Hanımın emmisidir... Yaklaşık 70 yıl arayla tutulan iki kayıttaki iki farklı Hasan birleştirildiğinde baba-oğul oldukları düşünülebilir.  Aynı ismi taşıyan baba oğulları daha önce de gördük; bunun bir sebebi dedesinin (anasının babası) adını almış olmasıdır... Başka sebeplerle de oğluna aynı ismi verme durumları olabiliyor... Hasılı kelam, Atike Hanım ile eşi Tekelioğlu Hasan emmi çocukları oluyorlar...

    Atike Hanımın 1845 yılında doğduğundan yola çıkarak Tekelioğlu Hasan ile emsal olduklarına hükmedebiliriz. Ölen kalan varsa bilmiyoruz, bildiğimiz tek oğulları oluyor. Yirminci yüzyılın başına gelindiğinde Tekelioğlu Hasan vefat etmişti... Eşi Tekelikızı Atike Hanım ise hayattaydı, çocuklarının ve torunlarının macerasına uzun süre daha nezaret edecek ve 1934 yılında doksan yaşında vefat edecektir...

    Tekelioğlu İbili

    Tek oğulları 1881 yılında doğdu, adını İbrahim koydular; ama ona 'İbili' diyorlardı. Danalardan Hüseyin kızı Fadime ile evlendi. Fadime Hanımı şöyle tanımlayabiliriz; Dana Mehmet (Duran)ın dedesinin kardeşidir... 

    İbili ile Fadime'nin biri kız ikisi oğlan, üç çocukları oldu. İsimleri; Nuri, Şerife ve Kadir'dir... Nuri'nin 1901 yılında doğduğu kaydedilmiş; ancak Şerife ile Kadir'in kayıtlar tutulduğu sırada henüz doğmadıkları anlaşılıyor. Bundan, onların 1910 sonrasında doğduklarını anlayabiliriz. İbili öldüğünde en küçükleri Kadir'in henüz kırklı olduğuna dair bir söylenti var. Bu söylenti, Kadir'in doğum tarihi olarak 1915-16'ya kadar götürür...

    Bana anlatılan o söylentiye göre; Cihan Harbinde Tekelioğlu İbrahim tekrar askere alındı. Seferberlik ilan edildiği için redif, yedek herkes askerdi çünkü... Bir cepheye nakil sırasında tren İhsaniye'ye gelince Kadir atlamaya karar verdi. Arkadaşlarına, çocuklarını görüp hemen döneceğini, katara en kötü ihtimalle Konya'da tekrar katılacağını söyledi... Düşüncesi böyleydi ve trenden atladı... Daha ilk adımda tasarısı sona erdi... Başı o şiddetle bir taşa çarpınca orada can verdi... Beride, Eğret'te İbilinin taze oğlu Kadir'in bitmeyen çığırtısı, babasının cenazesi eve gelince birden susuverdi...

    Cihan harbinde dul kalan Fadime Hanım üç çocuğunu yalnız büyüttü. Kızı Şerife Körüslerin Mustafa oğlu Mehmet eşi oldu. Garaömerin kardeşi olan Mehmet de Çanakkale şehidinin oğluydu. Ayrıca dipte Körüslerin Ninesi vasıtasıyla Tekeliler arasında hazır kurulmuş bir bağ da vardı... İbilinin kızı Şerife Hanım, Körüslüoğlu Mehmet'e varınca; Körüslerin Emin Kök'ün anası, Meşhur Ahmet Sağlam ile Moruk Üzeyir Dalgıç'ın da anneanneleri olacaktır...  

    Fadime Hanım kocasının şehadetinden sonra otuz yıldan fazla çocuklarının başında kaldı, 1949 yılında ruhunu teslim etti... Biz İbilinin iki oğlundan Tekelilere bakmaya devam edelim...

    1. Nuri

    Büyük oğlu Nuri 1901 yılında dünyaya geldi. Tekirgızıların Halil kızı Şerife ile evlendi. Sonradan kendisine 'Gambırşerif' lakabı takılan Şerife Hanım ile evliliklerinden üçü kız üçü oğlan olmak üzere altı çocukları dünyaya geldi. Ancak ikisi de 1940'ta ölen Mahmut ve Atike adında iki çocukları daha vardı... Hayatta kalanların isimleri Fadime, Sabire, İbrahim, Şükrü, Mahmut ve Hatice'dir... Nuri Taşkın 1975, sekiz çocuğun anası Gambırşerif ise 1978 yılında vefat ettiler...

    1923 Yılında doğan büyük kızına kendi anasının adı olan Fadime ismini koydu. Saf derecesinde engelliydi, bu yüzden 'Delifadime' derlerdi. Bazı olaylara türkü yakar, düğünlerde bu türküleri tef çalarak söylerdi. Bunun dışında ilginç deyişlemeleri de vardı. Hiç evlenmedi, 1996'da bekar öldü... 

    Ortanca kızı Sabire 1930'da doğdu. Aydınlı Delimehmetin oğlu Haydar Acar'a vardı... 'Garasabire' diye lakaplanmıştı, 1979 yılında vefat etti... 

    Küçük kızı Hatice de Hacapdıramanların Kazım Selek eşi oldu... Üç kızdan sonra Tekelilerin Delinorinin üç oğluna sıra geldi... 

    Gocabıyık İbram

    Üç oğlunun büyüğüne babası Tekelioğlu İbrahim'in adını verdi. 1931 Yılında doğan İbrahim büyüyünce bıyıkları da büyüdü... 'Gocabıyık İbram' diye bilinen İbrahim, önce Veyislerden Doğvelinin kızı Neslihan ile evlendi; ayrıldılar... İkinci olarak, İdirizlerin Dedemısdık kızı Raike ile evlendi; 1950 yılında oğlu Halil dünyaya geldi... Raike Hanımla da ayrıldıktan sonra, üçüncü olarak Eyiceli Ayşe Hanımı aldı. Ayşe Hanımdan da Nuri, Gülşen ve Asım isimlerinde üç çocuğu oldu...

    Tekelilerin Gocabıyık İbramın tek kızı Gülşen, Arzılardan Öterömerin oğlu Nurettin Tüblek eşi oldu... 

    Büyük oğlu Halil, 1950 yılında doğdu. Çatallardan Kırtümmet kızı Müzeyyen ile evlendi. Erken dönemde İzmir'e yerleşti. Ceyhan adını verdiği oğlu İzmir'den evlendi. Onun da Büşra adında bir kızı var ve İzmir'de oturuyorlar... Müzeyyen Hanım 2012'de vefat etti... Tekelinin Halil, bu dönemde sık sık Anıtkaya'ya gelirdi; 2018 yılında kendisi de vefat etti...

    Ortanca oğlu Nurettin 1956 yılında doğdu. Eyiceli Huziye ile evlendi. Huziye Hanımla teyze çocuğu oluyorlar... 1981 yılında doğan ilk oğluna Efrahim adını verdi. Sonra Nurettin de İzmir'e yerleşti ve orada Gökhan adını koyduğu ikinci oğlu dünyaya geldi. Halen İzmir'de oturuyorlar...

    Gocabıyığın küçük oğlu Asım ise 1964 doğumlu... Bekçirofinin kızı Muhsine ile evlendi. İbrahim, Ayşe, Berna ve Ruhi isimlerini verdikleri iki oğlu ve iki kızları oldu. Tekelinin Asım, Anıtkaya'dan hiç ayrılmadı...

    Gocabıyık İbrahim Taşkın 2001 yılında vefat etti; eşi Ayşe hanım ise 2017 yılında öldü...

    Tekelinin Şükrü

    Nuri'nin üç oğlunun ortancası Şükrü 1932 yılında doğdu. Danaların Hüseyin kızı Fadime ile evlendi. Şükrü'nün Fadime ninesi ile, Fadime'nin Mehmet dedesi kardeş olduğunu hatırlayalım... 

    Erken dönemde İzmir'e taşındılar. Şükrü, titiz yaşantısıyla bilinirdi; ütüsüz giymez, traşsız çıkmaz, hesapsız basmazdı. Her hali sanki görünmez bir intizam üzerine bina edilmiş gibiydi...

    Meral, Recai ve Cem isimlerinde bir kız ve iki oğlu oldu. Meral, Anıtkaya dışından bir beyle evlendi. Recai, Mardakların Hasan kızı Eşe'yi aldı. Meltem ve Nuri isimli iki çocuğu var... Cem ise Çakırların Muharrem kızı Fadime ile evlendi. Fadime'nin anası Şahsene de Tekelilerden... Cem'in de bir kızı ve bir oğlu var; Kurmay ve Çağla...

    Tekelinin Şükrü 2016, eşi Fadime Hanım ise 2017 yılında peş peşe vefat ettiler... Çocukları İzmir'de oturuyorlar...

    Tekelinin Mahmut

    Nuri'nin küçük oğlu Mahmut 1939'da doğdu; aynı yıllarda ölen abisinin adını vermişler... Apdıramanların Yenialinin kızı Nadide ile evlendi. Hafızın Hayrettin Öztürk, Hacıeminin Mürsel As ve Bilallerin Salim Kaynar ile bacanak oldular...

    Mahmut da İzmir'e göçtü. İki kızı ve bir oğlu oldu; isimleri Şerife, Hüsniye ve Ömer'dir... Büyük kızı Şerife, Paşagızıların Ahmet Ege eşidir. Küçük kızı Hüsniye ise Anıtkaya dışından bir beyle evlendi. 

    Ömer de Seydilerli bir hanımla evlendi. 1985 Yılında bir kızı dünyaya gelince annesinin adı olan Nadide ismini koymuş. Yavrucağın mezar taşındaki şu ibare dikkat çekici: 'Ömer Kızı Nadide Taşkın D.1985 - Ö.1985'... On yıl sonra da Ömer Taşkın kendisi vefat ediyor...

    Nadide Hanım 2010 yılında öldü, Tekelinin Mahmut ise 2016'da...

    2. Kadir

    Tekelioğlu İbilinin küçük oğlu Kadir, babası öldüğünde kırklıydı. 1915 Yılında doğdu... Bir de... adına bakılırsa, Kadir gecesinde doğmuş olabilir. Eğer öyleyse tam olarak doğum tarihi 7 Ağustos 1915'tir... Hatta bu hesaba göre babasının ölüm tarihi bile çıkarılabilir... Tabi bu resmi kayıtlardaki tarihlemeler ne kadar güvenilir, orası ayrı...

    Hacımuratların Sağırmehmet kızı Fadime ile evlendi. Fadime Hanımdan iki çocuğu olduysa da yaşamadılar. Gerekçesi bu oldu ve Fadime Hanım ile ayrıldılar... İkinci olarak, bu sefer Sakaların Ali kızı Fadime ile evlendi. Bu ikinci eşi Fadime Hanım da Omarcıkların Ahmetçavuşun Hasan'dan boşanmıştı...

    Tekelilerin Kadir'in çocukları, ikinci hanımı Sakaların Fadime'dendir; lakin ayrılmış olsalar bile çocukları ilk eşi Yetimlerin Fadime'ye ölene kadar saygı göstermişler. Ona da 'ana' der, her daim hürmetle ziyaret ederlermiş... 

    Neticede Kadir, bu ikinci evliliği yoluyla Hakkıların Kadir ve Hacahmetlerin Sarışükrü ile bacanak oldular... 'Fort Gadir' diye de lakaplanan Kadir Taşkın, 1977 yılında 62 yaşındayken vefat etti... Eşi Fadime Hanım ise 1996'da öldü...

    Çocuklarına bakacak olursak, iki oğluyla iki kızı oldu; Bunların yaş sırasına göre isimleri; Ruhi, Şahsenem, İbrahim ve Fadime'dir... Büyük kızı Şahsene Çakırların Muharrem Erdem eşidir... Küçük kızının adını Fadime koymakla; anasının, eşinin ve kızının adı Fadime olması gibi ilginç bir durum oluştu... O zincirin en küçük halkası Fadime de Göçmensüleyman oğlu Şeref Sancak eşi oldu...

    Bekçi Rofi

    Kadir'in büyük oğlu 1943 yılında doğdu. Adını Ruhi koydular; ama onun ismi konusunda Anıtkaya'da hiç bir zaman birlik sağlanamadı; bazı kayıtlarda Rafi olarak yazılsa da halk ikisine de itibar etmeyip 'Rofi' dedi. Gece Bekçisi olarak görev yapmaya başladıktan sonra da lakabı 'Bekçi Rofi' oldu ve öylece oturdu... 

    Bekçirofi ilginç bir kişiliğe sahipti. Duygusallığın en doruğunda, öfkenin en doruğunda; ciddiyetin en doruğunda, komikliğin en doruğunda; dürüstlüğün en doruğunda, zulmün en doruğundaydı... Asıl ilginç olanı ise bütün bu ruhsal durumlar arasında çok çabuk geçişkenlik yaşayabilmesiydi. Sicim gibi gözyaşı dökerken hemen bir anda kahkahayla boğulabilirdi... Sakin sakin muhabbet ederken hemen sinirlenip köpürebilirdi. Bütün bunları aynı dakika içinde sergilerken görürsün; ama katiyen yapmacık diyemezsin... Öyle bir adamdı...

    Rofi önce Sağıroğlunun kızı Muhsine ile evlendi. Sağıroğlu Süleyman kardeşi olan Muhsine Hanım 1965'te vefat ettikten sonra Tekirgızıların Davılcıhasan  kızı Aliye ile evlendi. Terlemezlerin Osman ve Danaların İbrahim ile bacanak oldular...

    Bekçirofi ile Aliye Hanımın ikisi kız ikisi oğlan, dört çocukları oldu. Yaş sırasına göre bunların isimleri; Mürsel, Muhsine, Meral ve Kadir'dir... 

    Büyük kızı Muhsine, Tekelinin Asım eşi; küçük kızı Meral ise Körüslerin Emin oğlu Mehmet eşidir...

    Büyük oğlu Mürsel, 1968 yılında doğdu. Güdüğizzetin Nuri kızı Fatma ile evlendi. Vazife icabı gittiği Fethiye'ye yerleşti. Kevser, Aliye, Asena, Ahmet Ruhi adında dört çocuğu var ve halen Fethiye'de yaşıyorlar...

    Bekçinin küçük oğlu Kadir, Hassönlerden  Orhan kızı Azime ile evlendi. Aliyenur, Hilal ve Ruhi Cenk adlarında üç çocuğu bulunuyor. Kadir halen Anıtkaya'da yaşıyor...

    Bekçirofi bekçilikten emekli oldu, uzun yıllar böyle geçti. Mahalle Muhtarlığı yaptı... Hacca gitti, dönüşte mevlüt yemeğinde rahatsızlandı. Tedavi olduysa da eski sağlığına bir daha kavuşamadı; ama 2020'de vefat ettiğinde hala ayaktaydı...

    İbili

    Tekelilerin Kadir, küçük oğlu 1952 yılında doğduğunda ona, hiç görmediği babasının adı olan İbrahim ismini koydu. Nasıl ki dedesine hiç ismiyle hitap etmedilerse, torun İbrahim'e de adıyla hitap eden olmadı; 'İbili' olarak bilindi... 

    İbili, Genişlerli Mukadder Hanım ile evlendi, Afyon'a yerleşti. Cengiz, Kadir ve Engin adında üç oğlu var. Büyük oğlu Cengiz, Gambırömerin Kadir kızı Kezban ile evlendi. Mukadder, Fatma ve Ömer adında üç çocuğu var... Ortanca oğlu Kadir, Garaömerlerin Adem kızı Emine ile evlendi; İbrahim, Burak ve Gökhan adında üç oğlu var... Küçük oğlu Engin de Yozgatlı Havva ile evlendi; Ahmet Tarık ve Metin Mert olmak üzere iki oğlu var.

    İbili ve çocukları halen Afyon'da yerleşik olsalar da kendisi Anıtkaya'dan büsbütün kopmuş değil; sık sık gelip gidiyor...

    Tekelioğlu Ahmet'in, Hasan'dan günümüze uzanan çocukları, 1934 Soyadı uygulamasından itibaren TAŞKIN soy ismini kullanıyorlar....



21 Aralık 2022

Keçeaayyt!

    
    İster koşum hayvanı olsun isterse kümes hayvanı... Yahut sütü, eti, yünü için baktığı koyun sürüleri, sağmal inekleri... Her türlü hayvanı kendinden biri gibi bilirdi eskiler. Tarlasıyla helalleşen, ağaçlarla konuşan, çiçeklerle muhabbet eden, mahsulüyle dertleşen bu insanların hayvanlara başka türlü davranması beklenemezdi elbette... Her zaman onlarla iletişim halinde olmak zorundaydı zaten...

    Bir insan varmış gibi karşınızdaki hayvanla konuşmak, dışardan bakanlar için tuhaf gelebilir. Oysa sıradan bir şeydir. Bugün de evcil hayvanlarla konuşmuyor muyuz? Boş ver evde beslediklerimizi, yem verirken tavukla culukla konuşulmaz mı? Sularken mesela, danalarla iki çift laf etmek yok mu?...

    Normal bir insanla konuşur gibi derin mevzulara girecek değilsin tabi ki... Hatta konuşma dilimizdeki sözleri de söylemek gerekmez. Bir hayvana söyleneceklerin anlamlı olması da gerekmez. Önemli olan ağzından çıkan sesin hayvan tarafından algılanması ve senin istediğini yerine getirmesidir. Hayvanla iletişim ancak bu kadar olur; o söylediğimiz seslere de ünlem deriz. Sesimizin tonuna göre hayvan, anlayacağını anlar... 

    Çocukluğumun Anıtkaya'sındaki hayvanları çağırma ünlemlerini düşündüm; o zamanlar gayet sıradan gelen şeyler, kırk yıllık mesafeden bakınca çok ilginç görünüyor... 

    Elinde yem kabıyla ortaya çıktığında, sağdan soldan koşturan tavuklar etrafına toplanmaya başlar. Her şeye rağmen durumdan haberdar olmayan serseri ruhlu tavuklar için alrma ihtiyaç vardır.  

    - Gee! Dik! Dik! Dik! Dik!... Gee! Cik! Cik! Cik! Cik!... Gee! Cü! Cü! Cü!... Bu alarmı     duyan tavuk, horuz iki eli kanda olsa yetişir... Sepilenen yemleri iki dakikada toplayan tavuk ahalisinin her biri tekrar işinin başına dönüp eşinmeye devam eder... Alarm merkezinde 'dikdik cikcik'lerden önce 'gelin' manasına gelen o 'Gee'yi niye başa koyardık, bilmiyorum. O olmasa tavuklar yine de koşar gelirdi herhal... 

    Tavukların orada bulunmasını istemiyorsan bu sefer sertçe 'kişt!' dersin. Canın çok sıkkınsa sesinin tonu iyice yükselir ve ağzından çıkan ses 'kişe!'ye dönüşür. Esasında bu bir fiildir, adına da 'kişelemek' denir... 'Kimin tavuğuna kişt demişim?' mecazı buraya dayanıyor... Tavuğu çağırırken ayrı, çevirirken ayrı, kovalarken ayrı söz kullanıyorsun...

    Taka Nuri rahmetli, yüzüne konan sineği bir eliyle ürkütürken, bir yandan da 'kişe heyy!' diye söylenirdi... Yok, bu kuru kuruya söylenme değil, 'Len bunca işin arasında bir de sizinle mi uğraşacağım!' yakınmasıydı. Manzarayı düşün; İki parmağının arasında sigara sıkıştırılmış sol avucunu masa üstündeki domino taşlarına siper etmişsin. Rakibin sert, sağ elinle yerden taş çekiyorsun. O kadar bunalmışsın ki yandaki çay buz olmuş... Sence de bu durumda 'kişe heyy!' az bile değil mi...

    Çağırdığın hayvanlar kaz ise dikdikler işe yaramayabilir. Badi! Badi! Badi! dediğinde kazlar toplanıyor. Tıslayarak veya tuhaf gırtlaklarıyla gıgılayarak geliyorlar; ama tavuklar kadar hızlı değiller ve tavuğa göre daha sırnaşık oluyorlar... Onları kovmak için de yine aynı ünlemi kullanıyorsun: Badi!.. Yalnız bu sefer tek 'Badi!' çıkıyor ağzından, çok sert bir 'badi!' bu... İlk hecede vurguyu kaz hemen anlıyor ve derhal uzaklaşıyor oradan... 'Kaz kafalı' filan derler ya, sen bakma onlara... Hayvan senin kullandığın tek kelimeden ne manalar çıkarıp gereğini yapıyor...

    Kümesten çıkıp dama girdiğimizde inekler, danalar, düveler... Yürürtüp sürmek için 'Ho!' diye sesleniyor, yönünü değiştirmek çevirmek içinse 'dü!' deniliyor. Elbette hayvan bu seslenişlerin ne demek olduğunu gayet iyi biliyor. Bu yüzden 'dü demek' diye bir fiil geliştirilmiş, malları çevirmek anlamında kullanılıyor. Yalnız arazide böyle dümdüz 'dü' denilmiyor. Kelimenin sonuna dudaklar pafıldatılarak bir kaç tane b sesi ekleniyor... Yazması zor, ama deneyelim; 'dübvbvbvb!' gibi bir ses çıkararak o hayvanlara dü demiş oluyorsun.

    O sesi çıkararak hayvanlara dü demek, herkes için kolay olmayabilir. Mayıstan itibaren kavurucu sıcaklara bazı dudaklar dayanamıyor, hemen yalama oluyor. Yalama, uçuk gibi bir çeşit dudak rahatsızlığı. Yalama Şükrü'ye bu lakap takılmasının sebebi de bu... Ondan Başka Yörüklerin Habeş ve Paşanın Ömer de yaz aylarında yalama hastalığından muzdarip olurmuş. Ekşi, tuzlu, soğuk, sıcak... istediğini yiyemiyorsun, dudağın sızlıyor. Çekirdeğini pırtlatarak domates ısıramıyorsun mesela... Hatta rahat rahat konuşamıyorsun bile... Alt üst dudak birbirine değdiğinde müthiş bir sızlama. Ağız tadıyla hayvanlara 'dübvbvbvb!' bile diyemiyorsun... 

    Paşanın Ömer Rahmetli sığır güdüyor. O vakit sığırın içinde dombeyler de var. Hacapdıramanların, Hatiplerin, Böbülerin dombeyler filan bitmemiş daha... Gocagediğin üstünde kendisi... Derede de Apak var, ne yapıyorsa... Bir ara dombeyler kaybolmuş. Sığır yerli yerinde, ama dombeyler çekmiş gitmiş... Apağa soruyor gördün mü diye; ama dudakları yalama olduğu için 'dıngey' diyor. 'Dombey' dese kanayacak dudakları... Apak da durumun farkında, şeytanlık edip ona sihirli kelimeyi söyletme derdinde. Anlamazlıktan gelip 'Neyi?' diye soruya soruyla karşılık veriyor... Bir kaç kere sorduğu 'Dıngeyleri gördüñ ñü?' sorusuna Apak'tan hep 'Neyi?' karşılığı gelince sinirleniyor Paşa:
    - 'Dombeyleri len dombeyleri! Al bu dudakları da...' diye devam ediyor, kanayan dudaklarını göstererek... Apak'ta keyifli kahkahalar... Paşanın Ömer dü demeye cesaret edemezken, ağzını doldura doldura dombey deyince patlatıyor dudakları...

    Yazması zor bir ünlem de atlar için söylenirdi. Aslında beygirleri durdurmak için yapılacak işlem basit; terbiyeleri çekerken 'Biiişşş!' diyorsun onlar duruyor zaten. Arabayı çekerken durup dinlenme fırsatını niye kaçırsın ki hayvan, 'Biiişşş!'  sesini duyunca anında duruyor... Ama olur mu, illa artistlik yapacağız ya tuhaf bir şey söylerdik 'duurbbisss!' gibi bir şeydi. Hayret, hayvan o komutu da dinler, zınk diye dururdu.... Atları ve tayları çağırma sesi bana pek eğlenceli görünürdü. Sahibi 'Gah! gah! gah!' diye çağırdığında onlar da gelirdi. Artık bu gahgah'ları nasıl anlıyorlarsa...

    Eşeği durdurmak için 'çüşş!' demek yeterlidir. Eşek de olsa hayvana kabalık etmez, durması gerektiği yerde çüşş derdik. Bugün argoda çokça kullanılıyor bu kelime, insanlar birbirlerine öyle diyorlar... Biz sadece eşeklere söylerdik ve katiyyen hakaret anlamı gütmezdik... Eşeği çevirmek için de 'kırt!' derdik. Ona kızgınlığımızı da belirtmek istersek, tonlamayı değiştirir ve kelimeyi biraz uzatırdık: 'kıırrt!'... Her şeye rağmen söz dinlemediyse değneği burnuna  dokundurmuş olabilirim... Ama genelde normal bir eşek kırt deyince uzaklaşır... 

    Macur Ali'ye denk gelen normal bir eşek değilmiş demek ki. Rahmetli, harmanı savurup çeci yığmış... Denenin başına bir şey gelmesin diye çecin başında yatıyor o gece... Bir ara kalkmış, bir eşek... Bir kaç kere kırt demiş, gitmemiş hayvan. Kütür kütür arpa var, iki üç sert 'kıırrrt!'a pabuç mu bıraksın... Ama Macur Ali ondan daha inatçı, tutmuş bunu; sabaha kadar 200 demir deneyi eve taşıtmış sırtında...  Beş demirlik bir talisi atsa eşeğin sırtına her seferinde, sabaha kadar 40-50 kere gelip gitmiş harmandan eve... Eşşekcağız, ne yiyebildiyse boğazına cizmiş yani...

    At, eşek, öküz, manda... Bunları koşumda veya binekte yürütmek ve sürmek için de 'deeeeh!' deniliyor. Bazan bu 'deha!' veya 'dehaha!' gibi değişik biçimlere de bürünebilir. Deh demek, hayvanı yürütmek anlamında fiile dönüşmüş. Anıtkaya'da ise 'datdemek' ve 'datdevemek' gibi değişik anlamlar kazandığından söz etmiştik... 

    Öküzleri durdurma ünlemini unuttuk. 'Dooha!' deyince öküzler duruyordu. Arabada, düğende ve çiftte bu böyleydi... Yalnız düğen sürerken hayvanları durdurmak için 'dooha!' komutunu verirken, örendirenin götünü düğene tak tak diye vurduklarını hatırlıyorum. Herhalde o öküzler öyle alıştırılmıştı... Yeni nesilin dilinde pelesenk olan 'oha!' ünlemi, bizim öküz durdurma sözünden bozma olmalı. Vallahi ne yalan söyleyeyim; vara yoğa söyledikleri bu 'oha!'lar , bizim öküzlere dediğimiz 'doha!'dan daha sevimsiz geliyor...

    Köpekleri, onların büyüklüğüne göre 'mah! mah! mah!'...  'bah! bah! bah!'...  'gıdik! gıdik! gıdik!'... 'bırik! bırik! bırik!' gibi seslenişlerle çağırabilirsiniz. Nasıl alıştırıldıysa ona göre bu seslenişlerden birini duyunca köpek mutlaka gelir. Sokak köpekleri genellikle 'mah! mah! mah!' sesine koşar, alacağını aldıktan sonra çeker gider... Onları kovmak için ise 'oşt!' dersin gider... Gitmelidir, olmazsa taşa başvurursun. Bununla beraber 'get!' diye daha yumuşak; 'tet!' diye orta kıvamda kovma seslenmeleri de vardır... Bir de 'kısgırmak' var... Anıtkaya'ya özel bu fiil 'kıs! kıs! kıs!' sesinden türetilmiş. Bu, köpeğe 'saldır, ısır, boğ' gibi manalara gelen bir tür emirdir; emri duyan azgın köpek, karşıda kim varsa (insan, hayvan) ona saldırır... Normal insanlardan beklenen bir ünlem değildir bu 'kıs! kıs! kıs!'lar...

    Kediler nispeten daha sevimli hayvanlar olduğu için belki onlara nezaket kuralları çerçevesinde seslenilir. 'Pisi! pisi! pisi!'... 'Pisem! pisem! pisem!' Bunlar çağırma ve sevme sözcükleri... İstenmeyen şeyler yapıyorsa kovalaman gerekir. O zaman nezaket işe yaramaz, olanca haşinliğini sesine yansıtarak 'pisssst!' diye haykırırsın...

    Haykırmak sözcüğünün anlamını tek başına 'keçeaayyyt!' ünleminde bulabilirsin. Bu, istenmeyen tarafa yönelmiş keçiyi çevirme seslenmesidir. Bu sesi duyan halberi keçi ziyana gidebilir mi... Keçi kelimesi çekilmiş, uzatılmış, şişirilmiş ve bu hale gelmiş. Yalnızsanız bu kelimeyi telaffuz etmeye çalışın, çok eğlencelidir... Koyunu çevirme ve sürme ünlemi keçiye göre daha sakin ve yumuşak; 'yiissst! çık! çık! çık!'... 'yiissst! çık! çık! çık!'...

    Haşinlik deyince, şiddet, öfke bir yana... Başta söylediğimiz gibi hayvanlarını kendinin bir parçası gibi görür, onlara insan muamelesi yapmaktan da çekinmezdi... O kadar ki onları evladı gibi görürdü. 'Dur kızım' 'dur oğlum' diye sevgi ve şefkat yüklü sesiyle onları sakinleştirmeye çalıştığı da bir başka gerçektir... Nallama, tarama, yarayı tımar etme, sağma, kırkma, yıkama ve bunlar gibi işlemlerde hayvanın rahat durması için bu şefkatli sese ihtiyaç var...

    Bazen hayvanlarla ilişkilerde resmiyet gerekebilir. O zaman onlara cins ismiyle hitap edersin; inek, dana, malak, koyun, eşek, culuk, kedi gibi... İşin içinde resmiyet olduğuna göre, hayvan orada istenmiyordur. Yani işin içinde kibarca kovma var; 'Kırt!' demiyorsun da 'eşek!' diyorsun; hayvan gidiyor... Gider mi gerçekten bilmem; İresil Hoca merhum öyle yaparmış. Ördeğe 'ördek!' dermiş mesela, kediye 'kedi!'... Horozun gitmesini istediğinde 'horuz!' dermiş... Belki de 'pissst!' demenin hayvancağıza kötü muamele olduğunu düşündüğünden onu 'kedi!' diye kovmayı daha insani buluyordu....

    Hayvanlarla iletişimimizde bunların çoğuna hala başvuruyor olabiliriz. Lakin bir kısmının yıllar öncesinin Anıtkaya'sında kaldığını kabul etmek zorundayız...