18 Mayıs 2020

Portreler (Unutulmaz Simalar)

    

Nasipse burada Eğret insanlarından, hafızalarda yer edinenlerini değişik kalemlerden okuyacaksınız.

 

        Gocasan - Hasan Kabadayı

        Deli Fadime - Fadime Taşkın

        Gambır Muhtar - Ahmet Öncül

        Con Ahmet

        Gırkalı Ahmet

        Kör Hoca

        ......

 

Köy Odası, Soluklan Biraz

    Belki 20 yıl oldu, bir münasebetle Eğret köy odaları hakkında kısa bir değerlendirme yapmıştım. Ayrıntıya girme fırsatı bulana kadar, şimdilik kaydıyla o yazıyı buraya bırakıyorum. 31.12.2020


    KÖY ODALARI

    Köy odaları sohbet etmek için en uygun yerlerdir. Bu sohbetler çoğu zaman dedikoduya dönüşür. Dedikodu konusunda erkekler kadınları aratmazlar. Buralarda sık sık çay demlenir. Namaz vakitlerinde topluca camiye gidilir. Buraları asıl vazifelerini geceleri yaparlar. Uzun kış gecelerinde yatsı namazından sonra toplanılır. Konuşulur, çay içilir, gülünür, eğlenilir. Gece yarısına doğru, karınlar acıkınca, köfte yapılır, kaz pişirilir. Bir şekilde yenilir, içilir, sohbet devam eder. Bazan sabaha kadar oturulur. Vakit geçirmek için oyunlar oynanır. En çok oynanan oyun “yüzük”tür. İki takım halinde oynanan bu oyunun sonunda yenilen takım herkese bir şeyler ısmarlar. Eğer dışarıda kar varsa tel helvası çekilir. Bu, uzun süren zahmetli bir iştir. Zaten uzun gecelerde insanlara uzun sürecek işler lazımdır. Tel helvası, bir çeşit pişmaniyedir.


    KÖY ODASINDA ADAP

    Günümüzde pek uygulanmasa da eskiden köy odalarında oturmanın da bir adabı varmış. Kahvehanelerin, televizyonun bulunmadığı yıllarda herkes odalara giremez, girse bile istediği yere oturamaz, çoluk çocuk sahibi insanlar bile ancak hizmet etmek şartıyla odada bulunabilirlermiş.

    Böyle zamanlarda herkesin yaşına ve konumuna göre devamlı oturduğu bir köşe, ufak tefek eşyalarını veya kitaplarını koyabileceği bir dolabı bulunur, odadakilerin saygılı ve imrenir bakışları arasında konuşur, sigarasını içer, çay demleyip cemaate ikram ederlermiş. Kesinlikle her isteyen, istediği gibi oturamaz, konuşamaz, hatta kalkıp gidemezmiş. Çünkü izinsiz yapılan her hareket saygısızlık sayılırmış. O zamanlar da mutlaka sohbetler edilir, tartışmalar yapılır, eğlenceler düzenlenirdi. Yeter ki karşılıklı saygı sınırları içinde olsun. Günlük olaylarla ilgili görüş alış verişinde bulunulur, herkesi ilgilendiren durumlar değerlendirilir, gençlere tavsiyelerde bulunulurdu. Sahip olunulan çeşitli malların karşılaştırması yapılarak iddiaya girilir, övünülür, hasılı her şeyden bir eğlence çıkarmanın yolları aranırdı.

    Bugün odalarda yaşanmış bazı olaylar, fıkra gibi, hikaye gibi hala anlatılmaktadır. Bu anekdotlardan biri şöyledir:

    Bundan en az bir asır evvel, belki de daha uzun zaman önce, maddi durumu hallice olanlar işlerinde yardımcı olması amacıyla hizmetçi bulundururlarmış. Bu hizmetçilerin zenci olanlarına “arap” denir. Yine bir akşam köy odasının birinde, sohbet dönüp dolaşıp araplara gelir. Herkes kendi arabının maharetlerini anlatarak övünmektedir. “Senin arap tembel, benim arap daha çalışkan.” gibi takılmalarla eğlenilmektedir.

    Cemaatten biri “Benim arap çok hızlıdır ve ben onu çok iyi tanırım. Nerede ne iş yaptığını bilirim. İnanmazsanız, deneyelim.” der. Arabına dönerek “Oğlum, bıçağımı evde unutmuşum. Eve git, yengene söyle, bıçağı versin. Al, getir.” Arap çıkar ve o gittikten sonra sahibi anlatmaya başlar: “Benim arap çıktı. Ayakkabılarını giyiyor. Sokağa çıktı. Köşeye vardı. Sağa döndü. Koca kapıdan girdi. Yengesini çağırıyor. Bıçağı aldı. Koşuyor. Şimdi kapının önünde.” der ve bağırır: “Oğlum arap.” Arap o anda kapıdan girerek bıçağı sahibine uzatır. Herkes şaşkın ve takdir dolu gözlerle araba bakarak aferin demektedir.

    Orada bulunan başka bir Arap sahibi de kendi arabının ne kadar dakik olduğunu anlatmak ister. Onun rakibinden neyi eksiktir? Altta kalmak istemez ve hemen atılır. “O da bir şey mi? Benim arap seninkinden daha hızlıdır. İsterseniz bir imtihan edelim.” der. Arabını çağırarak, ağızlığını evde unuttuğunu, eve gidip yengesinden ağızlığı alıp getirmesini söyler. Arap çıktıktan sonra kasılarak gururla etrafına bakınır ve söylenmeye başlar. Şuraya vardı, buraya vardı, eve gitti diye sırasıyla anlatır ve sonunda “Gelmiş olmalı. Oğlum arap” diye bağırır. Arap “Buyur efendim.” diyerek içeri girer. Herkesin ağzı bir karış açık kalır. Sahibi sevinçli ve gururludur. “Aferin oğlum, getirdin mi ağızlığı?” diye sorar. Arap, “Hayır efendim, daha gidemedim çünkü ayakkabımın tekini bulamadım.” cevabını verir. Odada bir kahkaha tufanı kopar.

***

     Bu ve buna benzer olaylar o zamanki oda hayatında bolca yaşanır. Kış mevsimi bazen eğlenceli, bazen kederli ama her zaman birbiriyle paylaşarak dolu dolu yaşanırmış.

 

Mevki İsimleri


    Anıtkaya’da köyiçinde ve arazideki bazı yerlere verilen isimler gayet anlamlıdır. Yani rastgele öyle denmiş değildir. Mesela zamanında köyün ortak malı damızlık atların bağlandığı bir binanın bulunduğu yere Aygırane denmektedir.

    Oldukça etkileyici hikayesi bugüne kadar ulaşmış isimlendirmeler vardır; Atmezeri gibi, Esgi Eğret gibi. Anlamı çözülemeyen isimlendirmeler de vardır; Fasılğüyüğü, Eripara gibi.

    Arazideki isimlendirmeler ise genel olarak orada bulunan su kaynağının ismiyle anılır. Su kaynağı dediğimiz de kuyu veya çeşme oluyor. Bu isimlendirmelerde çoğunlukla onu yaptıran hayırseverin adı kullanılır. Hacamediñ Guyu, Emirlah Çeşmesi gibi. Bazan da o suyun niteliğini duyarız; Çirçir, Körguyu gibi.

    Arazi isimlendirmelerinde o bölgede çok yetişen bitkinin adı bulunabilir: Arpalık, Mantarlık, Kirezlik, Almalı gibi.

    Bir nişan gibi orada bulunan bir varlığı yansıtan arazi isimleri de vardır: İnnê, Buñar, Mandıra, Gayalâ, Gaymaktekgesi vs.

    Arazinin coğrafi özelliğini yansıtan isimlere de rastlanır: Daştarla, Gayraklı, Kepez, Topraklık, Akgaya vb.

    Bir başka kategori de kendisine yakın yerleşim yeri veya o istikameti gösteren isimlendirmelerdir. Bunlara örnek olarak Macurgırı, Dandırgırı, Kötayolu söylenebilir.

    İsimlendirmelerin daha iyi anlaşılabilmesi için Anıtkaya / Eğret köy ve arazisini kabaca gösteren bir uydu görüntüsü, bu görüntü üzerine işlenmiş mevki isimlerini ve son olarak bu isimlerin tamamını gösteren bir listeyi görmek gerek.

Ağıllâñaltı - Akgaya - Akyokuş - Alacalâ - Alagır - Almalı - Añyol - Arpalık - Atmezeri - Aygırâne - Azadardı 

Badcarası - Badcecik - Balaban - Bayramgucağı - BeylikBadcası - Buñar - Buñarıñüsdü 

Çalıyayla - Çatalüyük - ÇatalıñGuyu - Çayırlâ - Çayırözü - Çerkezgırı - Çirçir - ÇolağıñÇeşme - ÇorbeciGuyusu 

Dandırgırı - Daştarla - Dipçatalüyük - Doñuzbuñarı 

EmirlahÇeşmesi - Êripara 

Gabarçukuru - Gademguyusu - Gaklık - Gapıyeri - GarannıkDere - GavasGuyusu - Gayalâ - GaymakTekgesi - Gaynıyokuşu - Gayraklı - Gedik - Gızılcıközü - Gızıldere - Gızılyar - Gocabayır - Gocadere - Gocagedik - Gocagır - Göğemderesi 

HacamediñGuyu - HacarifiñGuyu - Hanıñarası 

IraziyeniñGuyu - İnnêñüsdü - İsgileyolu 

Keçiyatakları - Kepez - Kirezlik - Körguyu - Kötâyolu - Küpeli 

Macurgırı - Malbazarı - Maldepesi - Olcakgırı - Omarcık - Örennê  

Söğütcük - Şamlı - Şeeryolu 

Topraklık - TüfekciGuyusu 

Uluyol - Uzundere - Üçgözköprü - Üyüğaltı - Üyükyolu 

Yarıkgaya - Yataklâ - Yörükçeşmesi - Yörükdüzü/yüzü - Yörükgediği - Zéncirliguyu

Etnografya Müzesi

 

  proje safhasında hazırlanıyor...

Bitki Örtüsü , Eğret Florası

       Anıtkaya'nın ne kadar geniş bir yerleşim yeri üzerine kurulduğunu ve tarım arazisinin de ne denli geniş bir alana yayıldığını yazmıştım. Kuzeyindeki macur köyleri oluşmadan önce bu tarım arazisi daha genişmiş. İskan Komisyonu bu geniş arazi üzerine iki muhacir köyü yerleştirmek için karar kılıyor. 93 Harbi denilen 1878 Rus Harbinden sonraki göçte yaşanan bu durum dan o köylerin şimdiki arazisi de Eğret'in imiş.
    Bu genişlikte bir arazinin tamamı ekilebilir değil. Saban ve pullukla, hayvan gücü ile sürülebilen yerler ancak tarla olarak kullanılmış. Böyle olunca kuyu ve çeşme başlarında geniş bir alan mera olarak ayrılmış. Arazideki yollar iki araba geçecek şekilde geniş tutulmuş, ayrıyeten yolun iki yanında koyun sürüsü geçebilecek şekilde boşluklar bırakılmış. Tarla aralarındaki añlar yine gerektiğinde bir araba geçecek kadar geniş tutulmuştur. 
     Bütün bunların dışında özellikle tepelerde pullukla zor sürülecek gırañlar hiç tarım için düşünülmemiş öylece boş bırakılmıştır. Gocagır ve Kepez mevkilerinde bu gırañlardan çok fazla vardır. Bir de bozkır şeklinde, düz arazi olarak gırañlar vardır ki buna da en iyi örnek Alagır mevkidir.
      Kuzeyde, iki Macur arasında, Çayırlar denen mevkide geniş bir sulak alan uzun süre çayır olarak kullanılmış, hayvanların kışlık ot ihtiyacı buradan karşılanmıştır.
       İlbulak (İblak) Dağının kuzeye bakan eteklerinde çok geniş bir alan meşeliktir. Bodur meşe ağaçlarından oluşan bu bölge hem otlak hem de orman olarak günümüzde de hala kullanılmaktadır. Her bölgede rastlanabilecek bitki ve ağaç türlerinin yanısıra buralara has isim, renk ve biçimde bitki türleri de vardır.
    Bugün ise traktör ve makine gücünün yaygınlaşmasıyla hem añlar daralmıştır hem de yollar. Kuyu başlarındaki açık alanlardan sonra kuyular bile yok olmuş durumdadır. Tepelerdeki gırañlar hemen hemen bitmiş, traktör zirveye çıkarak orayı da sürmüştür. Alagır ise bütün harmanyerleriyle birlikte parsellenerek imara açılmış durumdadır. Çayırlar, belki otuz yıldır suların çekilmesine paralel olarak bir bir sürülmüş tamamı tarlaya dönüştürülmüştür.
       Şu halde o arazi yapısına has olan bir sürü ot çeşidi de ortadan kalkmaya başlamıştır. Gırañda, añda, dağda vb. her yerdeki otu, çiçeği, dikeni, çalıyı, ağacı mümkün olduğu kadar tanıtmaya çalışacağım. Hiç olmazsa ona Eğret'te verilen adı kaydetsek buna bile değer diye düşünüyorum.

Büyük Taarruzda Eğret


    Sakarya Zaferinden sonra kış ayları boyunca Yunanlılar bulundukları yerlere iyice yerleşip durumlarını güçlendirmeyi ve ergeç patlayacak büyük hesaplaşmaya hazırlanmayı planladılar ve bu planı uyguladılar. Büyük Taarruz’un başladığı andaki pozisyonları, bir yıldan fazladır bulundukları pozisyondu.

    Eğret’in taarruz öncesi  ve taarruz sırasındaki durumunu en sağlıklı olarak Keşif Uçaklarının günlük raporlarından öğreniyoruz. Buna göre; 26 Haziran 1922’de Eğret’te bir süvari alayı ve dört topçu bataryası bulunduğu, Ağustos başında bir tümen bulunduğu, 17 Ağustos uçuşlarında bölgede Yunan kuvvetlerinin durumunda bir değişiklik olmadığı belirtiliyor. Bunlardan Eğret’in aynı zamanda bir geçit merkezi gibi kullanıldığı, sürekli olmasa da bir sirkülasyonun bulunduğu anlaşılabilir.

    Hava keşfinde tespit edilen Eğret’teki Yunan tümeni, Düşman 2.Kolordusunun 7. tümeniydi. Komutan Trikopis, Taarruz hazırlıklarını ve işin ciddiyetini fark edemediği için tedbir olarak Eğret’teki bu 7. Tümeni 25 Ağustosta Balmahmut’a doğru yürüyüşe çıkardı ve Hastanelerdeki hastaları İzmir’e nekletti. Taarruza karşı aldığı tedbir bu kadardı.

    Büyük Taarruz planı bu pozisyon esasına göre yapılmıştı. Temel hedef düşmanı imha etmekti. Buna göre asıl hücum Afyon’un Güneybatısından yapılacak, Kuzeydoğuda ise düşmanı oylama ve onun asıl cepheye yardıma inmesini engellemeye yönelik hücumlar yapılacaktı. Eğret’teki ihtiyat kuvvetlerinin güneye inmesini engellemek ve kaçış güzergahı olan bu bölgede düşmana mümkün olduğu kadar fazla zayiat verdirmek amaçlanıyordu. Ayrıca asıl çarpışmanın yapılacağı yere doğru düşman kaçışının kontrol altında tutulması ve baskınlarla bu yönlendirmenin yapılması da bir başka amaçtı.

    BÜYÜK TAARRUZ BAŞLIYOR

1.GÜN

    26 Ağustos sabahı başlayan taarruz planı işliyordu. Bu planı bozacak bir etken olarak bir gün önce Eğret’ten ayrılan 7. Tümen kullanılabilirdi ama Trikopis tümenin alaylarını parçalayarak kendi kendine bu tümeni etkisizleştirmişti. Ayrıca yönetim konusunda Ordu Komutanıyla aralarında büyük ihtilaf çıkmış, kuzeyde ihtiyattaki diğer iki tümeni kullanamaz olmuştu. Bütün bunlardan habersiz Türk ordusu, taarruzu ilk günde planladığı gibi yaptı. Zaten planı sekteye uğratacak bir hereketliliğin kuzeydeki düşman ihtiyatlarında bulunmadığı, gün boyunca yapılan keşif uçuşlarından anlaşılmıştı.

2.GÜN

    27 Ağustos başlayan şiddetli taarruzlar karşısında Trikopis, ihtiyattaki güçlerinin yetiştirilmesini istediyse de Hacı Enesti, Diyenis’e kuzeyden hücum emri vermişti. Trikopis çaresizce öğlen saat 13.00’te Afyon’u boşaltıp kuzeye doğru kaçmaya başladı.

    Süvari Kolordusu keşif kolları İlbulak Dağına çıktıklarında oranın temiz olduğunu fakat Eğret’te büyükçe düşman ordugahının varlığını rapor ettiler. Yarın sabah bu düşmana baskın için hemen plan yapıldı. Kolordu Karargahı Olucak’ta bulunacak. 2. Tümen gece yürüyüp sabah baskın yaparak öğleden sonra İlbulak’a geri dönecek. 14. Tümen ise 2.Tümeni takip edecek ama Eğret kuzeyindeki düşmanla çarpışıp İlbulak’a geri dönecekti.

3.GÜN

    Plana uygun olarak 2. Tümen harekete geçtiğinde saat 18.45’ti. Gece yarısı Olucak’ı geçtikten sonra arkadaki iki alay çalılıkta yolunu şaşırarak öndekilerden koptu ve sağ taraftan Çatalçeşme’ye doğru yöneldi.  Sabahleyin Çatalçeşme-Bayramgazi arasında, Afyon’dan Kütahya’ya doğru kaçmakta olan bir otomobil koluna rastladılar. Muhafızlarını öldürüp çoğunu ele geçirdiler ama; arkadan gelen düşman piyadelerinin hücumu karşısında geri çekilmek zorunda kaldılar. Bu piyadelerin başında meğer dün Afyon’u boşaltıp kaçmaya başlayan Trikopis varmış ve oralarda yeni bir mevziye tutunmaya çalışıyormuş.

EĞRET BASKINI

    Bu arada Eğret’e ulaşan Tümen komutanı ile bu tümenin iki alayı daha önce gözlenen düşman çadırlı ordugahını basmış, düşman telaşla savunmaya başlamıştır. Sonradan anlaşılıyor ki buradaki düşman kuvvetleri 2. Kolordudan geriye kalan 9. ve 13. tümenler ile Kolordu Karargahıdır. General Diyenis’in de orada olduğu ve çadırının isabet aldığını anılarından öğreniyoruz. Yunan Ordusunun iki önemli Komutanı, aynı gün Eğret’te Süvari Kolordumuzun 2. Tümeni tarafından aciz bırakılıyor. Görevini tamamlayarak İlbulak’a çekilen 2.Tümen orada diğer iki alayıyla tekrar birleşerek Olucak’a geçmiştir. Bu çarpışmalarla, düşman yeni bir mevzi tutmayı başaramamış ve kaçışı hezimete dönüşmüştür. Bununla beraber 2. Tümenin zayiatı da fazlaca olmuştur.

    Başka bir kaynakta Eğret Baskını şu şekilde anlatılır: “2. Süvari Tümeninin 13. Süvari Alayı Eğret yoluna geldiğinde, yürüyüş halindeki Yunan ordusuna bağlı bazı birlikler ile Yedeksubay Eğitim Merkezi öğrencilerine baskın şeklinde taarruz etmiştir. Neye uğradığını şaşıran Yunanlılar 100 ölü bırakarak dağıldılar. Bu saldırıda 5’i subay 30 esir alınmış, düşman araçları tahrip edilmiştir. Yunan Kuvvetlerine destek amacıyla yakında bulunan 9. İhtiyat Tümeni, bir topçu desteğiyle 13. Süvari alayına karşı taarruz başlatmıştır. Bu bölgedeki şiddetli muharebeler neticesinde Yunan kuvvetlerine ağır kayıplar verdiren 13. Süvari Alayından 17 Subay ve 176 er şehit olmuş, 2 subay 32 er yaralanmıştır. Şehitler arasında Alay Komutanı Binbaşı Galip de vardır. 13. Süvari Alayı bu baskın sonucunda Yunanlılara zaman kaybettirmiş, Büyük Taarruza katılan Türk birliklerine zaman kazandırmıştır.”

    Komutanını da şehit veren 13. Alay sonraları “İntihar Alayı” olarak anılmaya başladı.

    BU TAŞ!

    Süvari Kolordu Komutanı Fahrettin Paşa diyor ki: Bu günün saygıdeğer şehitleri için Eğret yakınında bir anıt yaptırdım, Karayolları idaresi yolu yaparken bu anıtı yeni Türkçe harflerle yazılı mermerlerle yenileştirmek kadirbilirliğini göstermiştir, o taraf köylüler her sene yıl dönüm gününde orada toplanarak dua ediyorlar. Süvarilerin cirit oynadıkları söylentisine bu şanlı şehit ruhlarının gülümsediklerine şüphe edilemez.”

    Paşanın bahsettiği anıt, dört yönlü bir dikli taştır. “Bu taş…” diye başlayarak anıtın niçin dikildiği anlatıldıktan sonra şehitlerin adları sıralanıp dua ile bitirilir. Yeni harflerle yazılan mermer plaka hemen ardında durmaktadır. Yıldönümünde, 28 Ağustosta yapılan törene Eğretliler şenlik der.

    Peki, plana göre 2. Tümeni takip edecek bir de 14. Tümen vardı, ona ne oldu? O Eğret taraflarına ulaşamadı çünkü gece karanlığında bir de düşman birlikleriyle karşılaşmamak için yolunu uzattı, Olucak’a ancak sabah varabildi. Daha sonra 2.Tümen de gelince Karargah Beşkarış’a taşındı. Türk süvarileri yaptıkları bu manevra ve muharebelerle tarihi bir rol oynamıştır. Neticede Diyenis’in kolordusu dağıtılmış, İlbulak kuzeyindeki Trikopis grubu ile güneydeki Franko grubunun birleşmesi önlenmiştir.

    GAVUR BUNARA GELDİ

    28 Ağustos uçuş görevi için verilen emir şöyleydi: “Afyon-Altıntaş-Kütahya şose ve yollarındaki faaliyetlerin tesbiti, Yunan savunma hazırlıklarının incelenmesi, düzensiz ricat eden Yunan kıtalarının bombalanması ve bildirilerin atılması…” Bu emir gereği yapılan hava keşfinin raporuna göre ise durum şöyleydi:

    Yenilgiye uğrayan Yunan birlikleri genel olarak batı istikametinde düzensiz çekilerek Eğret bölgesine kadar gelmişlerdi. 11.30’da yapılan keşif, Eğret’i geçen ricat halindeki Yunan birliklerinin iki tümen gücünde olduğunu gösteriyordu. Birlikler ve ağırlıkları yolun iki tarafında düzensiz bir şekilde kaçmaktaydı. Saat 12.05’ten sonra Gazlıgöl’den gelen küçük bir kol Eğret’e yaklaşmıştı. Ricat halindeki bütün bu Yunan kuvvetlerinin büyük çoğunluğu Eğret ile Süleyman Boğazı arasında yürüyordu. Çekilen birliğin sonu Eğret’in güneyinde bulunuyordu. Bu yürüyüş kollarına etkili isabetlerle toplam 200 kg bomba atılmış ve makineli tüfek ateşiyle taranmıştır.

    Hava keşif raporunda bahsi geçen yer tam olarak “Buñar” mevkisidir. Acele edilmemesi gerektiğini anlatan ve hala Anıtkaya halkı tarafından kullanılan “Gavur buñara mı geldi?” deyişi tam da bu durumla ilgilidir. Gavur kaçarken Buñardan geçmiştir.

    MECLİS MUHAFIZ TABURU EĞRET’TE

    Baskınlar, hücumlar, manevralar, şehadetler, keşifler, bombalamalar… Hasılı koca bir hengameden sonra ortalık biraz sükunet bulur gibi oldu. Savaş meydanında ne kadar sakinlik olursa artık. Düşman birlikleri Olucak’a doğru çekilirken Eğret Köyüne Meclis Muhafız Taburu girdi. Bu, bir yıl kadar önce 9 manga (80 kişi) olarak kurulmuş, sonra bölük yapılmış ve şimdi ise 900 tüfek ve 7 makineli tüfek gücünde bir birlikti. Görene güven veren bu askerler köyün içinde dolaşırken kendilerine sunulan ekmeğe suya hayır demiyor, bir yandan da insanları teselli ediyorlardı.

    Mezer Böğrünün altından, Hafızın Çeşme tarafından bir şamata yükseldi. Gerilerde kalıp sersemlemiş, belki aklını oynatmış bir Yunan askeri bir kadını dövüyordu. Kadının güğümleri tangır tungur yuvarlanmış, örtmesi toza toprağa bulanmıştı. Atlı olay yerine vardığında Yunanlı, işin sonunu hesap etmekten aciz hala kadını tartaklamakla meşguldü. Az ilerde 5-6 yaşlarında bir erkek çocuk ne yapacağını bilmez halde olanları izliyordu. Atlı bir hışımla atından atlayıp dizginleri çocuğa fırlatarak, gücü kadına yeten şerefsize bir tokat aşketti ki herif nerden geldiğni bilemedi. Sonra adamı, Muhafız Taburunun bu yiğidi tuttu, biraz önce dayak yiyen kadın vurdu, vurdu, vurdu. Hıncını alana kadar dövdü. Bu intikam az önce yenilen dayağın değil, aylarca utanmazca yapılan zulümlerin intikamı gibiydi. Meclis Muhafız Taburu köyde 2 gün kaldı.

4.GÜN

    29 Ağustos uçuş görevi için verilen emir: “Düşman büyük kısmının Eğret bölgesinden kuzeybatı yönüne doğru çekildiği tahmin edilmektedir. Keşif uçuşları Eğret-Altıntaş bölgesinden Hamurköy-Dumlupınar’a doğru yapılacaktır.” Sabah 7.15 ile 8.30 arasında yedi uçuş yapan pilotlar, düşman faaliyetine rastlanmadığını rapor etti.

    Bir önceki gün Karargahına geç gelen 14. Tümenini de alan Süvari Kolordusu Beşkarış’a taşınmıştı. Bugün de orada bulunuyorken; Eğret Baskınında zayiat veren çok yorulan 2. Tümen istirahat için Kürtköyü’ne gönderildi.

    II. Orduya bağlı Mürettep Süvari Tümeni öğleye doğru Geñişler-Kürtköy mıntıkasına gelmişti. Süvari Kolordusundan bir vazife emri aldığı sırada, II. Ordudan telsizle bir emir tebliğ edildi. Aynı zamanda ihtiyaten Garp Cephesi Karargahından bir Kurmay Subayı ile de gönderilen bu emir şöyleydi: “Eğret’teki Meclis Muhafız Taburunu da emrine alarak hemen Kütahya’yı zaptedip, Eskişehir’den çekilecek olan düşmandan evvel İnönü mıntıkasına yetişiniz.”

    Önceki gün Trikopis Resulbaba-İlbulak’ta tutunup mevzi kazanmak istedi ancak Gerek Süvari Kolordusu, gerekse II.Ordunun akınlarıyla bunu başaramadı. Güneydeki Franko güçleriyle birleşme hayali suya düştü. 27-28 akşamı Eğret’te geceleyen Diyenis 2.Kolordusu da bozguna uğradığından onunla irtibatı da kesildi. Franko 1. ve 7. Tümenlerinin bir kısmıyla Dumlupınar’a doğru kaçmayı başardı ama; Trikopis ile Diyenis bu imkanı da bulamadılar. 29 Ağustos itibariyle neredeyse ordusuz kalmışlardı. En dramatik olan Trikopis’in durumuydu: Güneyden I. ; Doğudan 2. ve Kuzeyden Süvari Kolordusu tarafından kuşatılmıştı. Birkaç saatlik yürüyüşle batıya doğru kaçabilirdi ama O, İlbulak’ta gecelemeyi tercih etti.

5.GÜN

    Başkomutanlık ve Batı Cephesi Komutanlığı Karargahı 28 Ağustos öğlesinden beri Afyon’da bulunuyordu. 30 Ağustos günü Fevzi Paşa, Harekat Şubesi Müdürü Şemsettin Bey ile birlikte seher vakti bir otomobille Afyon’dan hareket etti. Arabada Kurmay Binbaşı Cevdet Kerim de vardı. O anlatıyor: “Eğret yoluna koyulduk ve oradan Beşkarış’a geçip önce II. Ordu Komutanı Yakup Şevki Paşa ile görüştü. Takip edilen güzergah; Süvari Kolordusunun 27-28  Ağustos günleri akınlar yaptığı ve sürekli kılıç darbeleri altında kalan düşmanın batıya doğru kaçarken alçakça yakıp yıktığı yerlerden geçiyordu. Üzerlerinden geçtiğimiz yüzlerce otomobil enkazı, düşman cesedi ve diğer hezimet kalıntısı; öz Türk yurdunda zelil düşmanın bıraktığı bu taze harabelerin verdiği üzüntüyü gidermeye yetmiyordu.”

    Öğleden sonra Dumlupınar’da başlayan Başkomutanlık Meydan Muharebesi sonucunda, daha önce buraya kaçabilen 1. ve 7. Tümenlerin bazı kısımlarından oluşan düşmanın asli kuvvetleri perişan oldu. Geride birçok ölü, yaralı ve esir bırakarak; her türlü silah ve aracını terk ederek… 7. Tümen Eğret’te konuşlu iken 25 Ağustosta güneye nakledilen birliktir.

    Bu sabah saat 02’de Pusan’dan hareket eden Mürettep Süvari Tümeninin keşif kollarıyla öğleye doğru Alayunt ve Kütahya kurtarıldı. Tümen gece Kütahya’da kaldı. Bu arada Meclis Muhafız Taburu henüz Eğret’ten Altıntaş’a yürüyüşteydi.

    YANİ?

    Yanisi şu, anlaşılması kolay olsun diye başka bir şekilde aktarmaya çalıştığım Eğret’in kurtuluş öyküsü yine de uzun ve karmaşık oldu. Özetleyecek olursak:

    1.Taarruzdan önce Eğret’in de içinde bulunduğu bölgede Yunanlılar’ın üç tümenlik 2. İhtiyat Kolordusu vardı, Kolordu Komutanı General Diyenis. İlbulak Güneydoğusunda ise 1.Kolordu Komutanı General Trikopis.

    2.Eğret’teki 7.İhtiyat Tümeni 25 Ağustos’ta Güneybatıya kaydırıldı. 27’de Afyon’u boşaltmak zorunda kalan Trikopis, kuvvetleriyle Kütahya istikametine kaçıştayken; Diyenis, elinde kalan 9. ve 13. Tümenlerle batıya yöneldi. İkindi vakti Eğret civarında karargahıyla çadırları kurdurdu, geceyi burada geçirecekti.

    3.Türk Süvari Kolordu Komutanı Fahrettin Paşa, Diyenis’in konduğu ordugahı İlbulak tepesinden tespit ettirince bunlara baskın kararını verdi. Bunun için 2. ve 14. Süvari Tümenlerini görevlendirdi. 2. Tümenin iki alayı yolunu şaşırıp Çatalçeşme-Bayramgazi istikametine yöneldi. 14. Tümen ise gecikti, Olucak’a bile sabah varabildi.

    4. 28 Sabahı Elinde kalan iki alay (1200 kişi) ile 2. Tümen, Diyenis’in 12 bin kişilik kuvvetleriyle ağır çarpıştı, Yunanlıları dağıttı ama bilhassa 13. Alay çok zayiat verdi. Yanlışlıkla sağa yönelen iki alay ise Bayramgazi taraflarında, firardaki Trikopis güçleriyle çarpıştı. Bilhassa Eğret’teki savaşlar, Yunanlıların hızını yavaşlattığı, morallerini bozduğu ve ağır kayıplar verdirdiği için önemlidir. Yunan Ordusunun 30 Ağustosta Dumlupınar’da kafasını uçurmadan önce Eğret’de 28’de beli kırıldı denilebilir.

 

KAYNAKLAR

Büyük Türk Zaferi Afyondan İzmire, Fahri Belen, İstanbul 1970
İstiklal Harbimizde Süvari Kolordusu, Fahrettin Altay, İstanbul 1949
Şu Çılgın Türkler, Turgut Özakman, İstanbul 2005
Kurtuluş Savaşı Hava Harekatı, www.tayyareci.com
Büyük Taarruzda Batı Cephesi Komutanları Ve Şehitleri, Afyon Valiliği, 2013
Büyük Taarruz Ve Turan Taktiği, Abdülkadir Donuk, Tarih Enstitüsü Dergisi sayı 12, İst 1982
Arşiv Belgelerine Göre Büyük Taarruz, Sadık Sarısaman, TOD sayı 25, Mart 2016
On Yıl Savaş Ve Sonrası, Fahrettin Altay, İstanbul 1970
Türk İstiklal Harbi, Cevdet Kerim, İstanbul 1925

Eğreti Takvim




   
    EĞRETİ TAKVİM NEDİR

    Üstteki resim, Eğret'te eskilerin kullandığı takvim. Tabi somut olarak böyle bir takvim yoktu, hiç bir duvarda asılı değildi. Hiç bir kitabın arasından da çıkmadı. Yaklaşık bir metre boyundaki bu takvimi araştırmalar sonucunda oluşturduk. Yazılar şu haliyle okunmuyor ve dolayısıyla birşey anlaşılmıyor. Biraz daha anlaşılsın diye takvimi bölerek birazcık da görüntüyü büyülterek ayrıntılı bir şekilde inceleyeceğiz. 

    Takvim hazırlanırken, duyduklarımı gördüklerimi ve okuduklarımı birleştirdim. Biraz da elektronik dünyada araştırdım, başka yörelerde nasıl oluşmuş, insanlar hangi yakıştırmalarla mevsimleri ifade etmişler, Eğret takvimiyle farklılıklar benzerlikler filan... En sonunda böyle bir şey çıktı ortaya. Reklamcılara büyük bir tablo şeklinde bastırıp, eski dalgalı radyoların ibresi gibi bir zaman göstergesiyle o günün yeni ve eski takvimle hangi vakte denk geldiğinin öğrenileceği bir pano yapmak da hayalimdi; ama kim uğraşacak şimdi. 

    Yine de takvim tam oldu diyemem. Tabloya işlemediğim, duymadığım haberdar olmadığım, aslını bilemediğim başka bilgiler de olabilir. Böyle bir şey tespit edildiğinde bildirilsin ki eklemeler ve düzeltmelerle takvimimizi tamama erdirelim.

    Ayrıca çoğu isimler Eğret'te kullanılmıyor olabilir, özellikle ay isimleri, rüzgar isimleri, kuş göçleri gibi. Bunlar da düzeltilmeye açıktır. Bir başka sayfada da bu takvime bağlı olarak, gün gün köy yerinde neler yaşandığını anlatmaya çalışacağım. Bunlar hep proje safhasında ve gerçekleşmesi başkasının yardımına muhtaç. Bir kişiyle bu işin içinden çıkılmaz. Belki de henüz bu durumda olduğu için takvime bu adı verdik.

    Takvim tablosu okunmuyor ama; üst tarafına dikkat edilirse mor ve yeşil renk olarak ikiye bölündüğü görülecektir. Eğret takviminde de bu böyledir, yıl temelde ikiye bölünmüştür yaz ve kış olarak. İşte tablodaki mor bölüm kış, yeşil bölüm ise yaz mevsimidir.

    Tablonun tam ortasında ise bir başka takvime göre dörde bölünmüş bir mevsim şeridi göze çarpar. Bu mevsimleme sistemi de Eğret'te kullanılmıştır. Bu takvime göre ise;

        22 Aralık - 21 Mart, KIŞ

        22 Mart - 21 Haziran, BAHAR

        22 Haziran - 21 Eylül, YAZ

        22 Eylül - 21 Aralık, GÜZ

    Kahverengi bir kuşak şeklinde görülen satırda, şu anda kullandığımız takvim sistemine göre aylar sıralandı. İkisinin arasında da başka bir sistem var. Yani anlayacağınız, bu takvim tablosunda dört ayrı sistem var. Bu sistemleri tamamen olmasa bile bir kısmıyla mutlaka kullanıyor Eğretli.


        KASIM GÜNLERİ (KIŞ)

        8 Kasım ile 5 Mayıs arasındaki 179 veya 180 günlük süredir. Bu rakam Şubatın 28/29 gün olmasına bağlı olarak değişir. Eski takvime göre Kasım ayının başlangıcı 8 Kasımdır. Ayrıca 8 Kasımla başlayan soğuk bir dönem vardır ve bu döneme "gasım çetirengi" denilmektedir. Yani Kış mevsiminin başlangıç ve bitiş tarihleri ilginç, zira bitiş günü de hıdrellezin bir gün öncesi oluyor.

Kış
   Kış mevsimine Eğret'te daha çok "Kasım" denir. Zaten bu mevsimin başlangıç tarihinin (8 Kasım) eski takvimde 1 Kasıma karşılık gelmesi de buna bağlıdır.

    Uzun tecrübeler sonunda halk hafızasında oluşan bu takvime göre, Kasımın hemen başında ortalama bir hafta süren bir soğuk dönem olur. Belki de soğuklar başladığı için bu mevsime kış adı verildi. Gerçi Gasım Çetirengi denilen bu dönemin hemen ardından yaz mevsimini aratmayan ve Pastırma sıcakları denen bir sıcak dönem yaşanır ama bu kalıcı olmaz, kış gelmiştir bir kere. 

   21 Aralık gündönümüyle birlikte kış kendini hissettirir olur. Artık mevsim bitene, hıdrellez gelene kadar kış Eğret'te çok sert geçer.

    Kış (Kasım)ın ilk 44 günü, dört mevsimlik sisteme göre üç aylık güz mevsiminin son bölümü oluyor. Hemen sonra başlayan Erbain (40) ve Hamsin (50)den oluşmuş 90 günlük kış mevsimi ile 22 Martta başlayan bahar mevsiminin ilk 45 günü bu bölümde yer alır. Hesap ortada: 44 güz + 90 kış + 45 bahar = 179 gün

 

        HIZIR GÜNLERİ (YAZ)

        6 Mayıs Hıdrellez ile başlayıp 7 Kasıma kadar devam eden 186 günlük dönemdir. Hıdrellez ile birlikte havalar ısınmıştır artık. Bu sıcaklıkla birlikte ortalık yeşerir. Hıdır kelimesinin bir anlamı da yeşildir. Ayrıca bu kelimenin değişik söylenişi (Hızır) nedeniyle yılın bu dönemine Hızır Günleri denildiği de olmuştur.

Yaz

    Dörtlü mevsim sistemindeki baharın son kısmı, yaz ve güzün ilk kısmı bu dönemdedir. Bahardaki kırağılar mahsul için risk oluştururken çiftçinin bayramı olan hasat da bu dönemin içindedir.

    Bu dörtlü sistem dediğimiz kış, bahar, yaz, güz mevsimlerini biraz daha ayrıntılı ele almamız gerek sanırım. Buyurun, kış ile başlayalım:



       1. KIŞ (DOKSAN)

        Takvimdeki ilgili mevsimin görüntüsü aşağıda. Sanırım okunabiliyor artık. 22 Aralık - 21 Mart arasını kapsayan 90 günlük süreden dolayı Eğret halkı bu mevsime Doksan der.

    Doksan (Kış) mevsimi, Erbain ve Hamsin olarak iki bölümdür ki bu kelimeler de zaten kırk ve elli demektir. 40 Günlük Erbaine daha çok Zemheri denir. Kışın en sert dönemi olarak iki bölüm de söylenebilir. Bu konuda söylentiler ve tecrübeler değişiktir. Buna karşın zemherinin daha sert olduğu bir gerçek. O kadar ki zemherinin 6'sında (27 Aralık) Gündönümü soğukları meşhurdur. Yine 20'sindeki (10 Ocak) zemheri soğukları namlıdır. Ayrıca 38'indeki (28 Ocak) Ayandon fırtına ve soğukları da çok şiddetli geçer. Ayandon, apaçık don demektir. Don ile birlikte şiddetli kar yağışları bu dönemde olduğundan "Zemheride gomşu gomşuya çıkamaz" denir. Kar yağışı ekinler için beklenen bir durumdur. Çünkü kar örtüsü ekini bir yorgan gibi dondan korur. 

    Zemherinin son günü, yani 30-31 Ocak Zemheri-Hamsin kavgası yaşandığından çok şiddetli geçer. Bu kavganın yanında ikilinin laf dalaşına girdiğine de inanılır. Şu diyalog mesela:  

    H-Sendeki kudret bende olsa ocaktaki aşı dondururum.

    Z-Sen benden de kemsin.

    Ayrıca zemheri son günü 'yarı' diye adlandırılır; çünkü o gün, Kasım günlerinin, yani kış mevsiminin ortasıdır. Bu yüzden kışın yarısı, odunun yarısı, yiyginin yarısı, samanın yarısı, yemin yarısı, otun yarısı vs. bitmiş demektir.

    Hamsin zemheri kadar sert değildir. Her ne kadar soğuk olsa da bunun etkisi zemherideki kadar değildir, zira hamsinde "Daşa daşa guytu olur." Kasım Günlerinin 105, 112 ve 120'sinde cemreler düşer. Bu günler, 20-27 Şubat ve 6 Marta isabet etmektedir. Eğretlilerin "cemilelê" dediği bu olaylarla havaların ısınmaya başladığı hissedilir. Yine bu dönem yaz habercisi leyleklerin geliş günleridir. Güya leylekler "Yüzbeşe varmam, yüzyirmiye galmam" deyesiymiş. İlk cemre vaktiyle birlikte sıcakları beklemek gerektiğini anlatan şu söz de bana ilginç gelir: "Gasım yüz, önü düz." Arpa ekimi genelde şubat ayında yapılır. Şu söz adeta bu işin ne kadar isabetli olduğunu gösterir: "Şubatın arpası, Martın sıpası." Mart ayı ise en dengesiz aydır. Yarısı kış yarısı bahar olan bu ayda şiddetli soğuklar "Kazma kürek sapı" yaktırırken bazan ortaya çıkan güneş de "Mart içeri cingen dışarı" dedirir. Mart başında gelmeye başlayan leylekler artık yumurtlama işini ay sonuna kadar tamamlar. Bu durumu anlatan güzel bir söz: “Mart martladı, leylek yımırtladı.”


         2. BAHAR

    22 Mart ile 21 Haziran arasındaki kıştan yaza geçiş mevsimidir. Ani sıcaklık düşüşleri ile kendini belli eden Mart Dokuzu soğukları bahar mevsiminin ilk günlerini oluşturur. Dokuz gün arayla üç defa ortaya çıkan bu günler; 22 Mart, 1 Nisan ve 9 Nisan günleridir. Halk bunu tekerleme gibi ifade eder: “Mart Dokuzu, Dokuzun Dokuzu, o da olmazsa Otuzu.” Bahar bu soğuklarla başlarken, kış adeta “Daha ölmedim, buradayım” der. Mart Dokuzu soğukları o kadar şiddetlidir ki leylek yumurtalarının donmasına bile yol açabilir.

    Birinci Mart Dokuzu vaktinde oğlaklar kuzulamaya başlar. Turnaların geçişi de bu vakittedir, halk havada uçarken uzaktan gördüğü bu pelikanları leylek olarak bilir. 24-25-26 Mart günlerindeki soğuklara "Can Ali Gışı" denir. Can Ali (Ali Can) bu tarihte öldüğünde öyle sert soğuklar varmış ki cenazesi üç gün kaldırılamamış.

    Üçüncü Mart Dokuzu veya ertesi gününe de "Garaburun Gışı" denir. Çünkü Karaburun (Seydi Ahmet Mola) yeni gırkdığı koyunları 10 Nisandaki sert soğuğa maruz kalıp kırılmıştır. Belirli bir güne sabitlenmese de genelde Nisan içinde “Gavur Küfürü” kutlanır. Kutlama sadece çocuklar tarafından yapılır. Bu gelenekten günümüze kalan iz olarak yumurtayı haşlarken boyama, bunları çimenlerde yuvarlama ve tokuşturarak yeme sayılabilir. Belirli bir günü olmamasının sebebi hesaplamasında gizlidir. Bilindiği gibi bu Hıristiyanların Paskalya Bayramıdır ve 21 Mart ekinoksunu takip eden dolunaydan sonraki pazar günü olarak belirlenmiştir. Martın son haftası ile Nisan sonuna kadar uzayan bir yelpazeye isabet edebilir. Büyük ihtimal, eski Ermeni komşulardan kalan bir kutlama. . " 

    Arpalar, Marttan Mayısa kadar ekilebilir. Kışın ekemeyenler bu dönemde buğday ekebilir. Yazlık buğday denilen bu ekimde vakit ve tav denk düşürülebilirse, kışlık buğday gibi verimli olabilir. Nohut, mısır, mercimek, günaşık (ayçiçeği) Nisan-Mayıs aylarında ekilir. Tarla işlerinin başladığı dönemde birdenbire sıcaklık tekrar düşüverir. Bu “Avril Beşi” soğuğudur. Nisan beşi demektir ve takvimde 18 Nisan olarak belirlenmiştir. Şiddetinden dolayı bu soğuğa “Camızkıran” da denir. “Gorkma hamsin gışından, gork avril beşinden, camızı ayırır eşinden.” Mayısın ilk günlerinde (3 Mayıs) esen soğuk Çiçek Fırtınası, özellikle erken açan meyve çiçeklerini vurduğu için bu adı almıştır.

    6 Mayıs her şeyin değiştiği gündür.  Hızır günlerinin ilki olan bu gün Hıdrellezdir. Kırlara çıkılıp köyün ortak bir sorunu halledilir, yemek yenir, dua edilir. O gün özellikle yabancılara, Hızır (as) olabilir inancıyla iyilik edilmeye çalışılır. Bütün bunlara Hıdrellez Karşılama denir.  Sıcak günlerin başlamasının akabinde tekrar bir soğuk hava dalgası gelir. Hıdrellez Soğukları denen bu dönemin en belirginleri 16 Mayıs Filizgıran ve 25 Mayıs Ülkerdir. İlkinde özellikle yeni sürgün filizler ölür, ikincisinde ise çimlenen nohut ölür, en azından özürlenir; buna ülker vurması denir. Bundan sağ kalanlar, iki hafta sonra 10 Hazirandaki Ülker yıldızının doğumuna denk gelen soğukta vurulabilir.

3. YAZ 

    22 Haziran ile 21 Eylül arasındaki üç aylık dönem yaz mevsimidir. 21 Haziran gündönümüdür. En uzun gündüz ile en kısa gecenin hüküm sürdüğü bu günden sonra her şey değişmeye başlar. Çünkü gün de değişmeye, dönmeye başlayacaktır. Gündüzler kısalmaya, geceler uzamaya döner ve bu ikisinin eşitleneceği 21 Eylüle kadar devam eder. Tam da yaz sonu.

    Gündönümü ile birlikte sıcak esen rüzgarlar tabiatta hakim yeşil rengi sarıya döndürmeye başlar. Bu yüzden çayır otları sararmadan, gündönümü sonrası ilk Cuma ot orakları başlar. Ot işleri bitene kadar Temmuz ortası bulunur. Bu arada Temmuz rüzgarıyla hemen kuruyan mercimek yolunur, ara vermeden Arpa oraklarına girilir. Harman başlamıştır bir kere, yılın en sıcak rüzgarları olan sam yelleriyle olgunlaşan buğdaylar sıradadır. Ağustos sonuna doğru nohut ve Ayçiçeği hasadı da başlayacaktır. 

    Ağustosun ikinci yarısından itibaren özellikle geceleri belirgin bir sıcaklık düşmesi görülür. Bu yüzden “Ağustosun onbeşi yaz, onbeşi kış” derler. Harman sezonuyla birlikte hemen kışın bastırdığını anlatmak için Eğret’te “Añıza basdıñ, gara basdıñ” deyişi de çok meşhur olmuştur.

         Ağustos sonundaki Mihrican fırtınası havaların soğumaya başladığına işarettir. Üç devreden oluştuğuna inanılan bu döneme meyricanlar denir. Ağustos başı (14 Ağustos), ortası (28 Ağustos) ve sonu (14 Eylül) günleri merkez olmak üzere üçer günlük Meyrican (Mihrican)larda kırağı tehlikesi vardır; sebzeler donmaya, leylekler göçmeye bu dönemde başlar. 

       
         4. GÜZ

        Normal takvimde 22 Eylül ile 21 Aralık arasındaki dönem kapsayan mevsim güzdür. Gündüzler hızla kısalmaya başlar ve güz sonundaki en uzun gece ve en kısa gündüz oluşumuna kadar bu devam eder. Bununla birlikte Eylülde azar azar gerçekleşen ısı düşmesi de hızlanır. Daha eski zamanlarda Kasıma kadar sürdüğü belirtilen harman dönemi genellikle Eylül ayında sona erer. Artık insanları harmana bağlayan orada burada kalmış birkaç saman tınazıyla ayçiçeği yığınlarıdır.

         Ekim ayı ile birlikte ekim sezonu da açılır. Bu yılın harmanı ile gelecek yılın ekimi birbirine karışır. Bu yüzden geç kalmamak için “Harman, davran” demişler. Buğday ekin ekmek için Eğret’te yağışa ihtiyaç yoktur. Hatta genelde ekim kuruya yapılır. Bu teknik hemen hemen yalnız Eğret’te kullanılır. Toprak birazcık tavlı olsun yeter. Böylece ekim işleri 8 Kasım çetirengine kadar devam eder. Bununla birlikte Ekim ayı sonunda havanın sertleşmesiyle güz kışa yaklaşır. Bazı yüksek yerlere kar yağabilir. Eğret'te 1847 yılının 8 Kasım gecesinde sıcaklık -12 derece olarak ölçülmüştür. Varın gerisini siz hesap edin. 

         Ekim ayının ilk haftasında boyanıp süslenen koçlar sürüye katılır. Buna koç katımı denir. Tam da bu adla 5 Ekim de koçkatımı fırtınası kendini hissettirir. 1 Kasımda ise Teke katımı olur. Kasımın ilk haftasıyla kırağılar donlar hızlanır. Daha sonra pastırma sıcaklarıyla hava tekrar ısınır. Çetireng arası verilen ekin ekmeye tekrar başlanır. Aralık ayının girmesiyle güzün sonuna gelinirken şiddetli esen fırtınalar yaklaşan kışın haberini verir.


Eğreti Günlük

HIZIR GÜNLERİNİN BAŞLANGICI: HIDRELLEZ

Anıtkaya’da eskiden beri üç takvim kullanıldığını daha önceden resimlerle Eğret Takviminde anlatmıştım. Bunlardan birincisi yaz ve kıştan oluşan iki mevsimlik takvimdir. Yaz mevsimine Hızır günleri denir, 6 Mayıstan 7 Kasıma kadar sürer. Kış mevsimine ise Kasım günleri denir ve 8 Kasımdan 5 Mayısa kadarki süredir.

Halk arasında kullanılan, bilinen ikinci takvim dört mevsimden oluşur.  21 Mart – 20 Haziran arası bahar, 21 Haziran – 20 Eylül yaz, 21 Eylül – 20 Aralık güz, 21 Aralık – 20 Mart kış mevsimidir.

Üçüncü takvim ise şu anda kullandığımız resmi takvimdir. Dört mevsim, 12 aydan oluşur. Aralık-Ocak-Şubat kış, Mart-Nisan-Mayıs ilkbahar, Haziran-Temmuz-Ağustos yaz, Eylül-Ekim-Kasım ise sonbaharı oluşturur. Ben burada, birinci takvimi esas alarak bir nevi Anıtkaya’daki sosyal hayatı ve iş hayatını anlatan bir yıllık çalışma takvimi çıkaracağım. Belki buna günlük de denilebilir. 

HIDRELLEZ KARŞILAMA

Hıdrellez gelmeden yazın gelmeyeceğine inanılan Eğret’te 6 Mayıstan önceki her hava ısınması yanıltıcı olarak kabul edilir bu yüzden tedbir elden bırakılmaz. Giyim kuşama dikkat edilir, çiftçubuk işlerinde yaz başı olarak hep o bu tarih gözetilir.

Aslında Anıtkaya’da yaz mevsiminin yani Hızır günlerinin gelişi bir dini tören yapar gibi kutlanır. Buna Hıdrellez karşılama denir. Karşılanan Hıdrellez midir, yaz mevsimi midir yoksa Hızır isimli dini-efsanevi kişilik midir bilinmez. Belki de bunların hepsinden bir parça vardır Hıdrellez karşılama törenlerinde.

Hızır ile İlyas Peygamberler ölümsüzlük iksirini içtikleri için kıyamete kadar yaşama iznine sahiptirler. Karada yaşayan Hızır ile denizlerde yaşayan İlyas yılın bir gününde buluşup hasret gidermektedir. 6 Mayısta yapılan bu görüşmenin kahramanlarından yola çıkarak güne Hızır-İlyas (Hıdrellez) adı verilir. Hızır (Hıdır) kelimesinin bir anlamı da “yeşil”dir. Yürüyüp geçtiği yerleri yeşillendirdiği için bu ismi almıştır. İlyas ile buluşmaya giderken ayağının değdiği her yer yemyeşil olur. Bu, aynı zamanda bolluk bereketin işaretidir. Hızır gittiği yerlere yeşillikle beraber bereket de götürür. Hele o gün Hızır’la karşılaşıp gönlü hoş tutulursa, duası alınırsa gelecek bir yıllık bereketten tam nasiplenmiş olunur. Çoğu zaman yabancı bir ihtiyar kılığında görünen Hızır’ın insana nasıl görüneceği belli olmaz. İmtihan dünyasında yaşadığımız için en azından 6 Mayıs günü karşılaştığımız herkese iyi davranmalıyız. Çünkü o insan Hızır olabilir. Genellikle yiyecek içecek isteyen kişi eli boş çevrilmemelidir. O gün herkes iyilik timsali kesilmeli, elinden dilinden hep iyilik çıkmalı hiç kimseyi üzmemelidir. Ayrıca mümkün olduğunca cömertlik yapmalı, özellikle başkalarına yiyecek içecek ikramında bulunmalıdır. Hıdrellez karşılamanın özünde yatan efsane budur, bunu bilmeden Anıtkaya/Eğret’teki Hıdrellez karşılama adetinin esprisi ıskalanır.

Bu efsaneye dayanarak Eğret’te 6 Mayıs günü evde durulmaz, kırlara çıkılır. Amaçsız bir kır gezisi değildir bu; Hızır’ı bulma, ona bir iyilik yapıp duasını alma, en azından daha fazla iyilik yapabilme fırsatı bulmaktır. İşte bu arayış, kurumsallaşmış ve zamanla Hıdrellez Karşılama törenleri adını almıştır.

Buna göre önceden ileri gelenler tarafından bir planlama yapılır. Hıdrellez günü kıra çıkılmışken bütün köy yararına bir iş yapılmalıdır. Köprü mü yapılacak, kuyu mu kazılacak, çeşme mi tamir edilecek buna karar verilir. Organizasyon yapılır, görev dağılımı belirlenir, program yapılır. Çalışanlara ve diğer katılımcılara yapılacak ikram için bir gün öncesi, 5 Mayısta hayrata çıkılır. Ayni ve nakdi bağış olarak her şey kabul edilir. Bulgur, yağ, tuz, şeker, ekmek, un, koyun, keçi her şey. Tabi yapılacak iş için her türlü malzeme de sağlanmış olur.

Hıdrellez günü gelir çatar. Gün doğmadan yola çıkılır ve nerede karşılama yapılacaksa oraya varılır. Katılımcıların arasında çocuk bulundurmaya dikkat edilir. Günahsız kimselerin böyle hayırlı bir iş kafilesinde bulunmasından yarar umulur.  Herkes planlandığı gibi işin ucundan tutar.  Yapılacak iş bitene kadar beride koyunlar kesilir yüzülür. Kazanlar kaynar. Genelde etli bulgur pilavıyla un helvası yapılır. İş bitiminde sofra da hazırdır. Yemeğin ardından dua edilir ve biri ezan okur. Cemaatla kılınan namazdan sonra serbest zaman verilir. İkindi gibi köye dönülür. Yetmişli yıllarda katıldığım bir karşılama sanırım Kayraklı çeşmesinin tamiri amacıyla yapılmıştı. Çeşmenin su yolundaki künkleri bulup tamir etmişler ve suyun tekrar çeşmeye gelmesini sağlamışlardı. O kargaşada "Künkleri gunduz dıkamış" sözlerini duyunca bir hayvanın künkleri tıkayabilme durumuna şaşırmıştım. Bahsettikleri kunduzun pülçüklenmiş ağaç kökü olduğunu sonradan öğrenecektim. O gün karaağaçın renginin siyah olmadığı gerçeğiyle de yüzleştim. Meyvesiz ağaca böyle dendiğini de yine yıllar sonra öğrenecektim. O günden aklımda kalan bir başka şey ise Ezanı Yozgun'un okumasıydı. Anlattığım konseptteki son karşılama bu Kayraklı karşılaması olabilir.

Böyle toplu ve organize karşılamaya katılamayanlar da bireysel olarak aileleriyle kırlara çıkar hem işini görür hem de yer içer. Kendince böyle bir Hıdrellez karşılaması yapmış olur. Zira iyilik herkese karşı bir sorumluluktur, aile üyeleri de dahil.

        Tabi bu anlattıklarım 50 yıl öncesinin Anıtkaya’sındaydı. Şimdi Hıdrellez şöyle karşılanıyor. Öğleden sonra ailesini alan Bödünün Çeşme’ye, orada yer yoksa benzer yerlere kendini atıyor. Bir güzel piknik yapılıyor. Güzel Hıdrellez karşılama adetinden geriye kalan bu piknik. Olsun bari, bu da güzel sonuçta. Hıdrellezde piknik olayının Hıdrellez karşılamayla bir ilgisinin bulunmadığını ve bu adetin Afyonlulardan bize sirayet ettiğini söyleyenler de var.

Eğretçe


   Anıtkaya/Eğret Ağzı

    Anıtkaya’da konuşulan Türkçe, diğer bütün bölgelerde olduğu gibi bir kendine haslık arz eder. Fakat böyle bir değişiklik hiçbir zaman ayrı bir şive hüviyetine bürünmez. Batı Türkçesi, içinde, kelimelerin değişik telaffuzundan veya bilinen bir kelimeye yeni bir anlam yükleme şeklinde kendini gösterir.

    700 yıldır Türkçe hakimiyeti var

    Anıtkaya halkının kelimeler üzerindeki bu tasarrufu şüphesiz yakın bir tarihe dayanmıyor. Köyün tarihi belki yedi asra dayandığına göre Türkçe, bu topraklarda en az yedi asırdır işleniyor demektir. Bugün yazı dilinde kullanılmayan ancak Türkçe oldukları bilinen bazı kelimelerin halk ağzında kullanılıyor olması ve bu kullanılışın başka yerlerde görülmemesi bu yörenin Türkçe ile birlikteliğinin ne kadar eski olduğuna güzel bir işarettir.

    Türkçemizde, bazı gerçeklerin değiştiğini anlatan güzel bir söz vardır: “Eski çamlar bardak oldu.” Bugün “bardak” kelimesinin anlamı bellidir. Ama Anıtkaya’da bu kelime daha değişik bir anlamda hala kullanılmaktadır. Çam ağacının içi, oyularak boşaltılır. Üstünden iki, altından bir delik bırakılır ve alttaki delik çam kabuğuyla kapatılır. Islanınca şişecek olan bu kabuktan kapağın açılma ihtimali kalmaz. Kırılma riski olmayan, suyu ısıtmayıp termos vazifesi gören kullanışlı bir su kabı elde edilmiş olur. İşte bu su kabına Anıtkaya’da “bardak” denmektedir. Yukarıdaki sözün anlamı ile bu anlamın benzerliği dikkat çekicidir.

    Eski Türkçe’de kullanılan “bung” kelimesi vardır ki “sıkıntı” anlamına gelir. Bugünkü Türkçe’de bu kelime, “bunamak” ve “bunalmak” kelimelerinde yaşamaktadır. Ancak Anıtkaya’da günümüzde sadece rüzgarsız havalar için kullanılan “bungun” kelimesinin anlamı yukarıdaki kelime ile örtüşmektedir. Görüldüğü gibi Türkçe Anıtkaya toprağına sinmiş ve Anıtkayalılar Türkçe’ye kendi söyleyiş özelliklerini katmışlardır.


    Bu özelliklerden bazılarını tanımaya çalışalım 



    •        Aslında sesli uyumuna uymayan bazı kelimeler Anıtkaya ağzında sesli uyumuna uydurulur:

    dana, dene/tane              horuz/horoz              mezer/mezar

    alma/elma                         halva/helva               hangı/hangi

    hana/hani

    *************************************************************************

    •     Yukarıdaki uygulamanın tam aksine bir işlemle, aslında sesli uyumuna uyan kimi kelimeler özel bir söyleyişle uyumdan çıkarılır:

    taleş/talaş                           tıreş/tıraş                  ağeç/ağaç

    areç/araç                             barec/baraj              yaneşmek/yanaşmak

    bulameç/bulamaç             garec/garaj               garez/garaz

    goley/kolay                         galey/kalay               gale/galat

    arkıdeş/arkadaş

    *************************************************************************

    •     R- ve L- harfleri ile başlayan bazı yabancı kelimelerin başına özel bir sesli harf getirilir. Bu, aynı durumdaki bütün yabancı kelimeler için söz konusu değildir:

    Irmızan/Ramazan             Ercep/Recep              ilman/limon

    Iraf/raf                                 İresil/Resul                Iraziye/Raziye

    Irza/Rıza                              ırıfıdan/rafadan        İrefiye/Rafia

    İlazım/lazım                        ırafan/rahvan            Irabbım/Rabbim

    *************************************************************************

    •    Kelime başındaki çoğu sert sessizler yumuşar. Bu, en çok “k” ve “t” sessizlerinin yumuşaması şeklinde görülür:

    gafa/kafa                              guru/kuru                      garı/karı

    gancık/kancık                      garşı/karşı                     goyun/koyun    

    gaşşık/kaşık                         gurum/kurum               duz/tuz 

    deyze/teyze                          davşan/tavşan               daban/taban     

    darak/tarak                         dartmak/tartmak          desdire/testere 

    bazar/Pazar                         ciban/çıban

    *************************************************************************

    •     İlk heceden sonraki hecelerde bulunan bazı yuvarlak seslilerde düzleşme görülür. Bu, bir bakıma kelimeyi küçük sesli uyuma uydurma gayretidir.

    garpız/karpuz                       gavın/kavun                hamır/hamur

    yamır/yağmur                      yavız/yavuz                  yavıklı/yavuklu

    tavık/tavuk                            gapıt/kaput                  gavız/kavuz

    tabır/tabur                             tapıt/tabut                   sabın/sabun

    *************************************************************************

    •     Anıtkaya’da bazı kişi isimlerinin söylenişinde de çeşitli değişiklikler göze çarpmaktadır. Bu durum bazan ismi sesli uyumuna uydurma gayretinden bazan da sessizlerin benzeşmesinden veya ismi kısaltma arzusundan kaynaklanmaktadır:

    Fatı/Fatma                           Âşa/Ayşe                         İban/İbrahim

    Ellez/İlyas                            Essan/İhsan

    *************************************************************************

    •      -lar, -ler çokluk ekinin sonundaki –r harfi yutulur:

    Çiçeklê büyüdü.                   Çocuklâ gelmiş.               Erkeklê ağlamaz.

    Pulluklâ gırıldı.                     Haberlêde çıkmış.

        Bazı birleşik fiillerdeki –r harfi de aynı şekilde ortada yutulur:

    Durvedim/duruverdim       gelivedilê/geliverdiler

        Bu duruma bazan çekimli fiillerin ortasında da rastlanır:

    dutalâ/tutarlar                       sevêle/severler                 getdilê/getirdiler

    otdum/oturdum                    götdülê/götürdüler

        Bütün bu –r düşmelerinden sonra ortaya çıka sesli harfler yutulmasıyla normalden biraz daha fazla uzatılarak söylenir.

    *************************************************************************

    •     Şimdiki zaman eki olan –yor ekindeki –r harfinin yutulmasıyla çoğu zaman bir hecenin eksiltildiği görülür:

    oturyoz/oturuyoruz                  biliyoz/biliyoruz         gidiyoñuz/gidiyorsunuz

    *************************************************************************

    •     Fiil çekimlerinde 1. tekil şahıs eki olan –m harfi –n ye dönüşür:

    bulurun/bulurum                       döyerin/döverim

    biliyon/biliyorum                       doycen/doyacağım

    *************************************************************************

    •     Gelecek zaman çekiminde ise hece düşmesi görülür:

    sürcen/süreceğim                      sürcez/süreceğiz                    sürcek/sürecek

    sürceñ/süreceksin                   sürceñiz/süreceksiniz          sürceklê/sürecekler

    *************************************************************************

    •     1. tekil şahıs istek kipinin çekiminde özel bir durum görülür:

    gideyim/giden                           satayım/saten                           oturayım/oturen

    Bu kipin 1. çoğul şahıs çekiminde de benzer bir durum vardır:

    Gidelim/gidemiñ                    kalkalım/galkamıñ                 bulalım/bulamıñ

    *************************************************************************

    •       Birinci tekil kişi istek kipinin kullanımında bazan daha garip bir durum gözlenir. Tezlik bildiren birleşik fiil bir de istek kipine dönüştürülürse; ardından bir de soru eki getirilirse... karışık ve komik bir durum oluşur:

    Gatmer bişirivereniñ mi?/ Katmer pişirmemi ister misiniz?             

    Suyu dolduruvereniñ mi?/ Suyu doldurmamı ister misiniz?

    *************************************************************************

    •      -ıp batır kalıbıyla süreklilik bildiren birleşik fiiller yapılır. Bu birleşik fiil yalnız 3. tekil kişi için kullanılır:

    sararıp batır/sararıyor            yörüyüp batır/yürüyor            yatıp batır/yatıp duruyor

    gülüp batır/gülüp duruyor    serip batır/serip duruyor        girip batır/giriyor

    *************************************************************************

    •        Eğret'te konuşulan Türkçe’nin en önemli özelliklerinden biri de “nazal ñ” denilen ve bugünkü alfabemizde yani yazı dilinde gösterilmeyen sese bolca yer verilmesidir. Bu ses genizden çıkan, n ile g sesinin karışımı bir sestir. Biz bu sesi ñ şeklinde gösteriyoruz İçinde bu sesin bulunduğu bazı kelimeler şunlardır:

    beñiz, geñiz, deñiz, doñuz, añ (tarla sınırı), siñir, bildiñ, güldüñüz, añıtmak, buñar (pınar), buñalmak, saña, öñlük, diñelmek, diñmek



*************************************************************************


            ·        Getirmek fiili  “getmek” şeklinde dönüşür. Çekim ise şöyle gerçekleşir:

 

1.kişi

2.kişi

3.kişi

tekil

getdim

getdiñ

getdi

çoğul

getdik

getdiñiz

getdilê

Şimdiki zaman haricindeki kiplerde çekim yukarıdaki gibi iken, şimdiki zamanda fiil kökündeki –r telaffuza iade edilir:

 

1.kişi

2.kişi

3.kişi

tekil

getiryon

getiryoñ

getiryo

çoğul

getiryoz

getiryoñuz

getiryolâ

Getirmek fiili için bahsettiğimiz her husus aynen götürmek fiili için de geçerlidir. Fiil “götmek” biçimine dönüşür.


*************************************************************************

  •             yatmak fiili –sıñ yatsıñ şekliyle özel bir anlama bürünerek yardımcı fiil görevi üstlenir. Bu kullanış genel olarak “işiniñ adı ne” deyiminden sonra sürdürülür.

Mesela yıkanan halı için;  “İşiniñ adı ne gurusuñ yatsıñ.”

dikilen fide için; “İşiniñ adı ne büyüsüñ yatsıñ.”

kaynatılan gölle için; “İşiniñ adı soğusuñ yatsıñ.” denir. Anlaşılacağı üzere bu durum, uzun sürecek, sabır isteyen hallerde ortaya çıkar.

 


*************************************************************************

  •    Kelime başındaki bazı s sesleri z ye dönüşür:

sebep zebep                          sebil – zebil                             sebze – zebze                      sıfır – zıfır                               sıhhıye - zıkıye                       sızı – zızı                              soba - zoba                              sopa - zopa        

                                                        

 ************************************************************************

 

  •  “-dimiydi” şeklinde bir kullanım tam olarak “–diği zaman”, “-dığında” anlamını karşılar. Zarf-fiil yaptığı için doğal olarak fiil köklerine getirilir. Bu ek kümesi  di + mi + i + di  eklerinden oluşur.

bildimiydi – bilirse                                      galkdımıydı – kalktığında

sordumuydu – sorduğu zaman                       gördümüydü – gördüğü vakit

 

******************************************************************************

 

  •  Soru eki “mi” den sonra getirilen “ki” edatı ile soru anlamı pekiştirilir. Normal bir kullanım olan bu duruma Anıtkaya’da bir de “ne” edatı eklenir. Böylece söze “acaba, acep” anlamı bu kullanım ile kazandırılmış olur.

Bubası geldi mi kine?                Öğlene yetişirmi kine?                                        

    Bu şekilde kullanım sadece soru cümlelerine has değildir. Şöyle ifadeleri de sıkça duyabiliriz:

         Dün bunu duymadıydık kine.   Ben vurmadım kine.

 

******************************************************************************

 

  • ·        “-ken” fiilimsi ekine ayrıca bir “-e” getirilip “-kene” haline getirilir

Gelirkene görmüşle.                            Durukana bizimki çıkdı geldi.

 

******************************************************************************

 

  • ·        “-ıp” eki yerine “-e” eki getirilerek zarf-fiil anlamı “-e” ekine yüklenir.

Yemek yiye de öle gelediñiz / Yemek yiyip de öyle gelseydiniz

Düğmeye base de bekliyedik / Düğmeye basıp da bekleseydik

 

******************************************************************************

 

  • ·        “-e kadar” kullanımındaki bu anlam “ deyesiye” kelimesiyle sağlanır

Eve gelen deyesiye tarleye gidediñiz/ Eve gelene kadar tarlaya gitseydiniz.

Ezen okunen deyesiye arabiye yetişiriz/ Ezan okunana kadar arabaya yetişiriz.

  

******************************************************************************


  • "deyesiyecek" kalabıyla karşılaştırma ve tavsiye anlamı ortaya çıkarılır.

            
            Burye gelen deyesiyecek, telefon edediñiz./ Buraya geleceğinize telefon etseydiniz
            Üzüm getiren deyesiyecek, ekmek alediñiz/ Üzüm getireceğinize ekmek alsaydınız.

            

******************************************************************************

 

  • ·        “-ince” fiilimsisinin anlamı “-şın” ekiyle sağlanır.


bilemeyişin – bilemeyince                 oturuşun – oturunca

ayağı gayışın – ayağı kayınca            görüşün - görünce

   

******************************************************************************

  • go- (koy-) fiili yardımcı fiil olarak kullanıldığında "-e go- " biçimini alır ve "işi sürdürme, devam ettirme" anlamını yüklenir. 
            getirego- getirekoy        dutagosuñ- tutakoysun        düşünegoyam- düşünekoyalım

******************************************************************************

  • Çokluk isim tamlamalarında ilk isme getirilen ekler, söyleyişte birleştirilerek özel bir biçim kazanır
sizlerin > sizlêñ            bizlerin > bizlêñ            onların > onnâñ            bunların > bunnâñ

şunların > şonnâñ             Hasanların > Hasannâñ            Hocaların > Hocalâñ
       

******************************************************************************

    • -ip bille biçiminde bir kalıp ifadeyle, bir işin yapılma vakti anlatılır. Bunu yaparken söze, "derhal, hemen, o anda, -diği anda..." gibi anlamlar katılır. 
            Ezen okunup bille sıfrıye otduk / Ezan okunur okunmaz sofraya oturduk.
            Gazı kesip bille tuluk çıkardı / Kazı kesip hemen tulum çıkararak yüzdü.

    ******************************************************************************
    • Bazı kelimelerin ortasındaki ünsüzler çift söylenir. Bu kelimelerin çoğunun 'k' ünsüzüyle bitiyor olması tesadüf olmasa gerek :
            kaşık > gaşşık        aşık > aşşık        küçük > güccük        döşek > döşşek        sapan  > sabban    
            taşak > daşşak       eşek > eşşek       yasak > yassak        başak > başşak        aşağı  > aşşağı

     *****************************************************************************

    • Yabancı dillerden Türkçeye giren bazı sözcüklerde, ikincisi r olan çift ünsüzün arasında dar ünlü türemesi görülür.  

                medrese > medirese        adres adires        radyo > irediyo        kadro > gadiro

                katran gatıran              satranç > satırenç    safta safıra        petrol > petirol

       
     *****************************************************************************
    • İkinci hecesi sert sessizle başlayan bazı kelimelerin ilk hece sonundaki h sesi t' ye dönüşür. Yabancı dillerden Türkçe'ye geçmiş kelimelerde görülen bu durum, o kelimeleri Türkçeleştirme çabası gibi düşünülebilir.
                ihtiyar  > etdiyar            bahtiyar  > batdiyar            sahte  > satde

                bahçe  > batca            bohça  > botca                    bahtım  > batdım

    *****************************************************************************

    • Sözcük içinde ünsüz düşmesiyle ortaya çıkan boşluk, önündeki ünlünün uzatılmasıyla doldurulur.
                  îsan / insan                    ôsüz / öksüz                       dôru  / doğru
                çērek / çeyrek                pēnir / peynir                      ēsik / eksik
                lēlek / leylek

    *****************************************************************************

    • Çift dudak ünsüzü b/p, bazı kelimelerde ilk hecedeki düz ünlüyü yuvarlaklaştırır.
                 büber / biber                   böbek / bebek                      buba  / baba
                popaz / papaz
     

    *****************************************************************************

    • İlk hece sonundaki süreksiz sert sessiz ç, sürekli sert ş'ye dönüşür.
                 bişdim / biçtim                   gaşdı / kaçtı                      saşmek  / saçmak
                goşlam benim / koçlarım benim             geşdi o günnê / geçti o günler


        Yukarıdaki örneklerle gösterilen özellikler Türkçe’nin söylenişinde hemen hemen kurallaşmış değişikliklerdir. Kullanılan dilin özellikleri yukarıda olduğu gibi sadece seslerle ilgili değildir. Bunun yanında ve belki bundan daha önemli, kelimenin ve cümlenin anlamına yönelik özellikler de vardır.