-A-
a-ah: hayır, yok, olmaz, istemiyorum anlamına gelen
ünlem
aba: abla
abalı: köylü
abla: Gelin/görümce veya eltilerin birbirine hitabı.
abô!: şaşma, panik ve korku ünlemi
acabına: acaba
acabola: acaba
acamı: toy, tecrübesiz, eli işe alışmamış (acemi)
acanta: yeni, yepeyeni
acar: şişman,
güçlü kuvvetli, iriyarı kimse.
acarlamak/acarleşmek:
kilo almak, şişmanlamak
accicik: azıcık,
pek az
acı geğrek: Mide
ekşimesi, hazımsızlık sonucu oluşan geğirti.
acıgünek: Baharda
çıkan ve yaprakları yenen acımsı bir ot, güneyik
acı hamır: hamur
mayası, ekşi maya
acık: biraz,
azıcık (azcık)
âcık: işte,
ahacık
acımarıl: yabani
marul, hindiba
acımsak: acı
gibi
acıyan yer ayrı acığan yer ayrı: Yas tutmak acıkmaya engel değildir.
acı yeşil: koyu
yeşil, yaprak yeşili
aç: yoksul,
fakir
açacına: açken,
karnı aç olarak, bir şey yemeden
aç barak: Muhtaç ama onursuz,
başkasına ait yiyeceğe teklifsizce saldıran.
açcek/aşcek: gazoz
kapağı açacağı
açıkaraba: Kamyon
açıkdan: Biraz
sonra
aç köpek tun deler: Açlık insana her şeyi yaptırır.
adâ:
üzüntüyle karışık şaşma bildiren ünlem
adak: 1.Yağlı
çörek, bişi; 2.Mübarek gün, kandil; 3.Kandil günlerinde yapılan her tür hamur işi.
adam başı: Her kişiye, her
birine bir düşecek şekilde.
adı batasıca: İlenç sözü
adı belli: aşikar, açık,
bilinen
adı belli olmek: Bir şeyin fiyatı
veya miktarı belli olmak, bilinmek.
adı çıkmek: Bir erkek veya
kadınla kötü anlamda dedikodu malzemesi olmak.
adıma vurmek: Bir yeri
adımlayarak ölçmek.
adım sekdirmemek: Gözden kaçırmamak,
iyi izlemek.
adına çekmek: İsmini aldığı
kişiye huyca benzemek.
adını dekgetirememek: İsmini
hatırlayamamak.
adını gomek: Bir şeyin parasal
değerini belirlemek.
adirese: adres
adiysem:
halbuki, oysa ki
afakanı galkmek: sinirlenmek
âfat:
1.Şiddetli tabiat olayı, afet; 2.Çok büyük, aşırı iri.
âferim: aferin,
bravo
âferim veme höşmerim ve: Kuru kuru lafla
teşvik yerine, bir şeyler vererek teşvik etmenin daha uygun olduğunu belirten
söz.
afyan: 1.Afyon
sakızı, 2.Yaprakları bahar olarak tüketilebilen yeşil haşhaş bitkisi.
ağ:
Pantolon veya şalvarın apış arası. (Donunuñ ağı)
ağa:
1.ağabey, abi; 2.Bir işte veya malda mal sahibi, iş sahibi, patron.
ağadam: Zengin ve
cömert (ağa adam)
ağalık etmek: Bahşiş vermek,
ikramda bulunmak, hesabı ödemek.
ağarmak:
1.Ekinler olgunlaşmaya başlamak, 2.Ahlat meyvesi olgunlaşmak, 3.Yüzü
temizlenmek.
ağartı: 1.Sabah
güneş doğmadan önceki hafif aydınlık. 2.Uzaktan ancak seçilebilen beyazlık,
3.Peynir, yoğurt, ayran gibi süt ürünleri.
ağda: koyu
pekmez
ağdırmak:
1.Kaldırmak, yukarı kaldırmak, yükseltmek; 2.Bibiriyle dengeli iki yükteki
dengenin bozulması.
ağeç/ağeş: ağaç
ağgın:
Dengesiz, eğik, bir yana devrik yük.
ağı:
tozlarıyla kaşıntıya sebep olan bir tırtıl türü
ağı dağılamek: Zehirli tırtıl
bedeni kaşındırmak.
ağı gomek: Bahçe veya
tarladaki mahsulü zehirlemek.
ağıl: Üzeri
kapalı ve açık bölümlerden oluşan, koyun keçinin barındırıldığı köy dışındaki
yer.
ağılamak: Ekini
veya ağaçları, hayvanlardan koruma amacıyla zehirlemek.
ağılanmak:
Hayvanın zehirlenmesi.
ağılı kele:
Kertenkele, zehirli olduğuna inanılan kertenkele.
Ağıllâñaltı: Bir
mevki (Ağılların Altı)
ağılı: Çocuk
oyunlarında oyun dışı kalmak için izinli olan.
ağır:
1.Olgun, terbiyeli, aklı başında; 2.yavaş, 3.az (gulağı ağır eşidiyo),
4.tembel, ağırcanlı
ağır ağır: yavaş yavaş, zamanla
ağır canlı: Çok yavaş davranan
kimse.
ağır durmek: Hafifmeşreplik
yapmamak, ağırbaşlı davranmak.
ağırlık: başlık
parası
ağırlık almak: Başlık parası
almak.
ağırlık çökmek: Uykusu gelir gibi
olmak, gevşeklik gelmek.
ağırsak: Koyunun
kuzulamaya yakın şişen memesi.
ağıynan düyü: Çok acı yemek ve
yiyecekler için kullanılır.
ağız: 1.Yeni
buzulamış ineğin ilk birkaç günde verdiği, koyu ve besin değeri çok yüksek süt.
2.kere, defa, kez (Fırını ilk ağıza yaktım.)
ağız aramek: Birini konuşturup
belli etmeden gerekli bilgiyi edinmek.
ağızbağı: Çuvalın
ağzını bağlamaya yarayan ip.
ağızbir etmek: Aynı şeyleri
söyleme konusunda önceden anlaşmak.
ağızdadı:1.Huzur,
esenlik, mutluluk; 2.Tadımlık verilen yiyecek.
ağız değiştirmek: Önce söylediğinin
tersini söylemek.
ağız kokusu:
Aşağılayıcı söz.
ağızlık: At
geminde atın ağzına enlemesine giren demir.
ağız onuñ emme laf onuñ deyi: Başkasına ait bir
fikri dillendiren kişiyi anlatır.
ağız öretmek: Akıl vermek.
ağlamak: Kesilen
bağ çubuğunun budanan yerinden öz suyu akmak.
ağzı açık: Şaşkın, bön, alık.
ağzı gapalı: oruçlu
ağzı hart diye düşmek: Beklentilerin boşa
çıkması sonucu hayal kırıklığı yaşamak.
ağzına almamek: Bir şeyin adını
anmamak, söylememek, söz konusu etmemek.
ağzına bakmek: Birinin sözüne göre
davranmak.
ağzına gadâ: İçinde boş yer
kalmamak üzere.
ağzına sürmemek: Bir şeyden hiç
yememek, içmemek.
ağzından gaçırmek: Gizlediği bir şeyi
boş bulunup söyleyivermek.
ağzını açmek: Oyalanmak, sebepsiz
geç kalmak.
ağzını mezlenmek:
Söylediklerini taklit ederek dalga geçmek.
ağzınıñ çalımı: Söylemeye çalışıp
imalarda bulunup bir türlü net olarak belirtilmeyen ifade, meram.
ağzınıñ tasarı yok: Düşünmeden ağzına
geleni söyleme durumu.
ağmak: Dengesi
bozulup bir tarafa meyletmek.
ah almek: Birinin bedduasını
almak.
ahar: 1.kuyu,
çeşme yalağı; 2.hayvanların yem yediği ağaç kap
ah demek: Çocuk
dilinde vurmak, dövmek.
ahı çıkmek: Zulme uğrayan
birinin ilenci etkisini göstermek.
akarı kokarı olmamek: Gözle görülür
herhangi bir kusuru olmamak.
akdar dönder etmek: Bir şeyi alt üst
etmek, karıştırmak, savurmak, boşaltmak, devretmek, çevirmek.
akaş: sütlaç
akbaşçiçeği: papatya
akcıl/akcıllı:
beyazımsı, beyaza çalan, beyazımtırak
akdarmak:
1.Yayılmış sap veya otun altını üstüne getirmek, 2.Tarlayı ikinci veya üçüncü
defa sürmek.
ak dolma: Göce ve
sarımsaklı yoğurttan yapılan yemek.
akgabak: Uzun,
ince, yemeği yapılan kabak (mollaoğlu kabağı)
akgavak: Kabuğu
beyaz ve pürüzsüz bir kavak türü.
akgın: akıcı,
akışkan
akgın boğaz: Yemesi
lezzetli ve kolay yutulan yiyecek.
akgök: İyi
kötü, yarı olmuş yarı olmamış sebze veya meyve.
akhaba/akaba:
Kendirden dokunmuş açık renkli kaba kilim.
ak helva: tahin
helvası
akı bokunu ödememek: Yapılan işten zarar
etmek.
akıl almek: Birine danışmak,
yol göstermesini istemek.
akılbâli olmek: Buluğa ermek,
ergenlik dönemine ulaşmak, sorumluluk alacak yaşa varmak.
akılda dutmek: Bir şeyi unutmamak.
akılda galmek: Bir şey
hatırlanmak, akılda yer etmek.
akıldan çıkarmek: Bir şeyi unutmak.
akıldan geçirmek: Bir şeyi yapmayı
tasarlamak.
akıldan gitmemek: Sürekli hatırlamak,
unutmamak.
akıl etmek: Herhangi bir önlem
ya da çareyi vaktinde düşünebilmek.
akıllılık etmek: Yerinde ve uygun
davranmak.
akıl ôretmek: Danışılan konuda
bir kimseye yol göstermek.
akım derken bokum demek: Sözünü yolunca
söyleyememek.
akıntı: yağmur
ve kar suyu
akıntılı:
1.Meyilli, kolay akan; 2.Çabuk ilerleyen iş.
akıtmak: büyük
abdestini yapmak
akilik: beyaz
düğme
aklı başında: Olgun ve akıllı
davranan.
aklı başından gitmek: Korkudan ne
yapacağını şaşırmak.
aklı çıkmek: Çok korkmak.
aklı kesmek/aklı yatmek: Bir şeyin
olabileceğine, yapılabileceğine inanmak.
Aklımda durcene garnımda dursuñ: Akla takılan bir
yiyeceği yemek daha doğrudur.
aklına dakılmek: Bir şey sürekli kafasını
meşgul etmek.
aklına esmek: Birdenbire bir şey
yapmaya karar vermek.
aklına girmek: Birini bir konuda
etkilemek.
aklına gomek: Bir şeyi yapmaya
kesin karar vermek.
aklına sokmek: Bir düşünce
doğrultusunda birini yönlendirmek.
aklına uymek: Birinin hiç de
akıllıca olmayan görüşüne göre iş yapmak.
aklına yatmek: Uygun bulmak.
aklında galmek: Unutmamak,
hatırlamak.
aklından çıkmek: Unutmak,
hatırlamamak.
aklını aldırmek: Deli gibi olmak.
aklı sonadan gelmek: Yaptığı bir şeyin
yanlışlığını anlayıp geri dönmek.
akma:
1.ağaçlardan sızan reçine, 2.Erkeklerde uykuda gelen sıvı, meni
akmasa da damlâ: Az da olsa bir
gelir iyidir.
akren: yaşıt,
akran
aksi: İnatçı
ve dikine hareket eden, ters.
aksi gibi: maalesef, yazık ki
aksiliği dutmek: Güçlük çıkarmak,
inadında direnmek.
aktoprak: Badana
yapmak için kireç yerine kullanılan beyaz renkli toprak.
aküzüm:
Çekirdekli veya çekirdeksiz her türlü beyaz, sarı üzüm.
akyaşmak: Dört
köşe, beyaz renkli başörtüsü.
Akyokuş: Bir
mevki adı
al abdesiñi gıl namazıñı: Sadcece ibadet et,
başka şeylere karışma.
alaca:
1.Siyahla beyaz karışık renk, 2.Meyvenin hamlıktan çıkıp olgunlaşmaya başlamış
hali.
alacaaş: aşure
alaca basma: Çok
renkli kumaş
alaca belece: 1.Belli
belirsiz, az çok, yarım yamalak; 2.Eksik, düzensiz ve yarım yapılan iş.
alaca belece görmek: Az görmek, bulanık
görmek.
alaca düşmek: Meyve olgunlaşmaya
başlamak.
alacagarga:
saksağan
Alacalâ: Bir
mevki adı, Alacalar
alacalanma: 1.Siyah
üzümün olgunlaşmaya başlaması. 2.Yerdeki karın yer yer erimeye başlaması.
alacalı bulacalı: Karmakarışık
renkli.
alacalık:
İlkbaharda karların eriyerek tarlanın biraz toprak biraz kar görünen yerleri.
alada gitmek: Ahlat toplayıp
getirmeye gitmek.
aladı: acele,
ivedi
alaf:
sıcaklık, hararet, alev
alaf alaf: Şiddetli yanma (alev alev)
alaflanmak:
1.Yanmaya başlamak, alev almak. 2.Vücut ısısının yükselmesi, ateşlenmek.
alaflı: ateşli,
alevli
alagabak:
1.Çocukları korkutmak için uydurulmuş, korkunç, hayali kuş; 2.Karga
büyüklüğünde, sesleri yansıtan bir kuş.
Alagır: Bir
mevki adı
alagomak: 1.Alıkoymak,
bırakmamak; 2.Kendine saklamak, ilerde kullanmak üzere ayırmak; 3.Hakkı olmadığı halde ve beklenmedik bir anda bir şeyi alıp
sahiplenmek.
alalusul:
Gelişigüzel, özensiz.
alañ: alan,
açık alan, meydan
alañlık: Orman
içindeki düz ve ağaçsız yer.
alan talan etmek: Yağmalamak,
dağıtmak.
alargın:
Kızarmaya başlamış meyve.
alarmak:
1.Kızarmak, 2.Daldaki meyvenin renk değiştirerek olgunlaşmaya başlaması,
3.Şafak sökmek.
ala sulu: 1.Hafif
olgunlaşmış meyve. 2.Tam değil hafif pişmiş yemek.
alat: Yabani
armut, ahlat.
alatalat: Acele
acele
alatav: 1.Henüz
tam ve ideal tavında/vaktinde olmayan. 2.Ekim için henüz tam tava gelmemiş
toprak.
alatlamak: Acele
etmek.
alat semet: yarım
yamalak, çok acele, çabucak
alat silkmek: Uzun sırıkla yerden
veya ağaca çıkarak silkeleyerek meyvelerin dökülmesini sağlamak.
alavere: alım
satım, alış veriş, ticaret
albasma:
1.Lohusa kadınlarda görülen ruhi hastalık, 2.Lohusa olmayanlarda al denilen
görüntünün uyku arasında verdiği boğucu sıkıntı, kabus.
alçecik:
Yüksekliği az, yere yakın, pek alçak.
âlem: Herkes,
bütün halk.
alemi vâ mı: Yakışık alır mı,
ugun düşer mi?
alemi yok: Yakışıksız
davranışları kınama sözü.
âlem yemenisi:
Çoğunluğun giydiği basit lastik ayakkabı.
alengirli:
Karışık, anlaşılmaz iş.
alerim: alarm,
uyarı
Alessan: Ali
İhsan
alge: getir
(al gel)
algı:
Çizilmiş haşhaş kapsülünden afyon sakızını alma aleti.
algıçıñı: Koşum
hayvanlarının koşum takımından dışarı çıkan ayağını yerine bastırmak için
verilen komut.
algısı vergisi: 1.Tüm masrafıyla birlikte 2.Belirleen miktar paradan yapılan kesintiler toplamı.
algit: götür
alık: Kuzu kırkılırken, süs amacıyla kesilmeden bırakılan tüy.
alıklı: Vücudunun belli yerlerinde özellikle tüy bırakılarak kırkılan kuzu.
alımkar: Talip,
müşteri, satın almaya istekli.
alındırış etmek: İlgi göstermek,
ilgilenmek.
alınmak: Dişi
hayvan gebe kalmak, döl almak.
alışdırmek: 1.Çamuru karıştırarak kıvamlandırmak, 2.Acemi hayvanı koşum koşum için çalıştırmak. (alıştırmak)
alimiyon: 1.Aliminyum, 2. Aliminyum tencere, tepsi.
Allah’amanet: Birini överken
söylenir.
Allah aratmasıñ: Buna da şükür hiç
omamasından iyidir.
Allaha şükür: Halinden
memnuniyeti anlatmak için kullanılır.
Allahbazarı: pazar
günü.
Allah bir: Yemin sözü.
Allahdan umut kesilmez: Genellikle ağır
hastalar için söylenir.
Allah demek: Çocuk dilinde namaz
kılmak.
Allah dert verip derman aratmasıñ: Allah hasta edip
doktor, ilaç aratmasın.
Allah düşmanıma vemesiñ: Düşülen durumun
kötülüğünü anlatır.
Allah êsiğetmesiñ: Allah yokluğunu
göstermesin.
Allah etmesiñ: Olması istenmeyen
bir olaydan söz ederken söylenir.
Allah etmeye: Allah korusun,
böyle bir felaketi sizin başınıza vermesin.
Allah eyiliğiñi vesiñ: Hoş olmayan bir
davranışı hoşgörüyle karışık karşılamayı anlatır.
Allah gabıletsiñ: Sevap sayılan bir
davranış için.
Allah gecinden vesiñ: Allah sana ölümü
çok geç zamanda versin.
Allah gorusuñ: Allah kötü duruma
düşürmesin.
Allah gösdermesiñ: Böyle bir şeyin
olmasını istemem.
Allah gurufdiradan saklasıñ: Allah hiçbir
dayanağı olmayan iftiraya uğratmasın.
Allah Halibrâm berkatı vesiñ: Allah bereketli
etsin duası.
Allah herkeşiñ göynüne göre vesiñ: Allah herkesin
isteğini yerine getirsin.
Allahıñ bildiğini guldan mı saklıcen: Gerçeği söylerim
anlamında.
Allhıñ emri: Kesinlikle olacak
şeyler için söylenir.
Allahıñ hekmeti: Beklenmeyen, nedeni
anlaşılmayan ya da şaşılan şeyler için söylenir.
Allahıñı seveseñ: Baz en yemin,
yalvarma; bazen usanç, sevinç gibi duyguları anlatır.
Allahıñ işine bak: Bak işler ne duruma
geldi anlamında kullanılır.
Allah izin verise: Bir aksilik çıkmazsa.
Allah Kerim: Ümit ve avunma
duası.
Allah kısmet edese: Allah izin
verirse.
Allah ne vediyse: Yiyecek olarak ne
varsa, ne bulunursa.
Allah sabır ecir vesiñ: Başsağlığı
dileği.
Allah seni inandırsıñ: İnanılması zor bir
şeyi anlatırken yemin yerine söylenir.
Allah öğmüş de yaratmış: Çok güzel kimseler
için söylenir.
Allah râmet eylesiñ: Ölü anılırken
söylenir.
Allah taksiratını affetsiñ: Allah ölenin
kusurlarını bağışlasın.
Allah va: Doğrusunu söylemek
gerekirse.
Allah vere de: İnşallah, Allah’tan
dilerim ki
Allah vergisi: Yaratılıştan gelen
yetenek.
Allah yazdıysa bozsuñ: Kendisine önerilen
bir şeyi hiçbir zaman yapmayacağını anlatır.
allâlem:
Herhalde, sanırım, Allahualem.
allaseñ: Ne
olur, Allah’ını seversen
alma: elma
Almalı: Bir
mevki adı (Elmalı)
almalı: Yenilen
kimsenin ortaya koyduğu şeyi (para, bilye, aşık, gazoz kapağı, ceviz vs.) yenen
kimsenin alıp kendine mal etmesi şart koşulmuş olan oyun. Ütmeli oyun.
almamak: Koyun
keçi sığır gibi hayvanlar yavrusunu emzirmemek.
altalamak: 1.Altına
alarak boğmak, 2.yenmek, mağlup etmek
altın bilezik: Para getiren
zanaat, meslek, hüner.
altında galmamek: Gördüğü bir iyiliği
karşılıksız bırakmamak.
altıngıremis: Altın,
inci, gümüş vs. bütün takıları içine alan mücevher anlamında kullanılır.
altını değişdirmek: Bebeğin kirlettiği
bezi yenisiyle değiştirmek.
aman deyen: Sakın böyle bir şey
yapma anlamında ikaz sözü.
amânet: geçici,
eğreti, çürük, yıkılacak halde
amarsız:
açgözlü, tamahkar, kanatsız, muhteris
ambarevi: Evin,
içine tahıl konulan ahşap ambarların bulunduğu bölümü.
añ/añyeri: Tarla,
bahçe sınırı
ana avrat düz gitmek: Bir kimsenin soyuna
sopuna küfretmek.
analık: üvey
anne
anam avradım olsuñ: Bir işi ne pahasına
olursa olsun yapacağını anlatan kaba söz.
anañ gözel mi: Beni kandıramazsın
anlamında bir tepki sözü.
anañıñ dini: Birinin bıktırıcı
saçma soruları karşısında söylenen tepki sözü.
anası danası: Soyu sopu, bütün
ailesi.
anası yapılı: Huy ve
karakterce annesine benzeyen çocuk.
ana tarafı: Annesinin soyu
ana yarısı: Teyze
añ biçmek/bişmek: Tarla kenarındaki
otları biçmek.
anca:
1.ancak, 2.sanki
andavallı: Aptal,
ahmak, beceriksiz, bön, avanak, şaşkın kimse.
aneç: Çok
yavru doğurmuş, yaşlanmış kümes hayvanı, kuş ve evcil memeli hayvan (anaç)
angâre:
1.Ücretsiz ve isteksiz gördürülen iş, 2.Topluca yapılan köy işi, imece
(angarya)
angıt:
Ördekten iri, kızıl renkli bir kuş (angut)
añı beñi olmek: şaşırmak,
şaşkınlaşmak, şaşakalmak
añıdak: Ahmak,
sersem, akılsız, dangalak.
añırgan: 1.sık
sık anıran eşek, 2.Vara yoğa bağıran, ağlayan çocuk.
añırmak: Eşeğin
bağırması
añısdadan:
ansızın, birdenbire
añışmak/añışılmak:
1.Dedikodu yapmak, dedikoduda adı geçmek; 2.Birini yad etmek, sözünü etmek.
añıtmak: salak
salak durup bakmak
añız: ekin
biçildiğinde toprakta kalan kök kısmı
Añıza basdıñ, gara basdıñ: Kışın çabuk geldiğini
anlatır.
añız bozmek: Añızlı tarlayı
sürmek.
añlanmak: Rahatça
ve tembelce uzanmak.
añnanmak: 1.At,
eşek, köpek gibi hayvanların kaşınmak veya başka amaçlarla yere yatıp toz
çıkararak debelenmesi. 2.Yatakta bir o yana bir bu yana dönmek.
annat: 1.Biri üstte, ikisi altta üç dişten oluşan, ekin saplarını toplayıp yüklemeye yarayan ağaçtan yapılmış alet; 2.Sapta annat dolusu miktar. (İki annat sapım galdı.)
annat ayası: Annatın baş parmağa benzer üst dişi.
annatâzı:
Tırmıkla çekilip bir yere toplanan ve annatla alınmayı bekleyen sap. (annat
ağzı)
annat dayamek: 1.Annatı delecenin
altına koyarak onu direk gibi kullanarak arabanın yıkılmasını önlemek. 2.(mec)
Birine maddi manevi destek olmak.
anneç: karşı,
karşı taraf, ön taraf
añneşmek:
Anlaşmak, sözleşmek.
añneyişli:
Anlayışlı, kavrayışlı.
annı annına: İki
katına, yüzde yüz faizle.
annı çatı: 1.iki
kaşın ortası, alın ortası (alnı çatı), 2.Herhangi bir şeyin ortası.
annını garışların: Küçümseyerek meydan
okumak.
annınıñ terinnen gazanmek: Hileye başvurmadan
kendi emeğiyle, namusuyla kazanmak.
añ sürmek: Hakkı olmadığı
halde tarla sınırını sürerek mülkiyetine geçirmek.
Añyol: Bir
mevki adı
apak:
bembeyaz
apcıra:
bacakların arası, apış arası
apdal:
tamahkar, açgözlü, isteyen
Apdılla: Abdullah
apılak:
emekleyen çocuk
apılamak: bebek
elleri ve dizleri üzerinde yürümeye çalışmak, emeklemek.
apılatmak/apılatdırmak: 1.Çocuğun
elleri üzerinde yürümesini sağlamak. 2.(mec)Eziyet etmek, süründürmek.
apışdırmak: Hayvanı
oturtmak, çöktürmek.
apış gurmek: Bağdaş kurup
oturmak.
apışıp galmek: Çok şaşırmak, ne
yapacağını bilememek.
apışmak:
1.Oturmak, bacakları ayırarak oturmak; 2.Şaşırmak, bakakalmak, donakalmak.
ara ara: arada sırada, bazen
araba çinnemek: Sap arabasını
yerleştirmek.
arabaşı: Ekşili
acılı tavuk suyuyla içmek üzere tepside dondurulmuş hamur. (arap aşı)
arabeyi devirmek: (mec) erkeklerde
ihtilam olmak, hamamcı olmak
arabeyi indirmek: Yüklü arabanın
yükünü boşaltmak.
arabeyi yağlamak: İşlerin yoğun
olduğu zamanlarda, yazın arabanın teker, yastık gibi yerlerine yağ sürüp metal
aksamın daha kolay çalışmasını sağlamak.
aragaşı: İki
evi, avluyu birbirinden ayıran yüksekçe duvar.
aralamak: uzaklaşmak,
arayı açmak
arap:
1.Siyahi, zenci; 2.Vesikalık fotoğrafın negatifi.
arapdaşşağı: Koni
şeklinde, üzeri çizgili, çok acı, siyah renkli; bir yabani ot meyvesi.
arası soğumek: Aradan zaman
geçerek işin önemi azalmak.
ardak: Eğim
verilerek fazla yük binme durumu.
ardı gelmek: Soyu kurumak,
tükenmek, yok olmak.
ardık:
1.aralıklı, 2.ters
ardı kesilmek: Sona ermek, son
bulmak, tükenmek, gelmez olmak.
ardılmak:
1.Abanmak, dayanmak, yaslanmak, yüklenmek; 2.Atılmak, saldırmak; 3.Sataşmak,
çatmak, karşı gelmek; 4.Kaçarken dönüp karşı koymak.
ardın ardın: geri
geri, arkaya doğru
ardmak: Üstüne
atmak, dolamak, asmak
âret: ahiret
ârete gitmek: Ölmek.
areye soğukluk girmek: İki kişi arasındaki
sevg, saygı, dostluk bağları zedelenmek.
areyi açmek: Aradaki mesafe
gittikçe artmak.
areyip sormemek: Hiç ilgilenmemek,
ilgiyi kesmek.
arı: temiz,
tertemiz, saf, iri
arı buydey: İçinde
yabancı tane bulunmayan tohumluk buğday.
arık:
1.zayıf, cılız; 2.Dolgun olmayan tahıl.
arıklamak/arıkleşmek:
zayıflamak.
arka:
yardımcı, koruyucu, kayırıcı
arka arka: Geri geri
arka arkiye: Birbiri ardından,
birbirini izleyerek, peş peşe.
arka çıkmek: Yardım
etmek, sahip çıkmak, korumak.
arkalmek: Himaye etmek, korumak, arka çıkmak.
arka olmek: Birine destek
olmak, onu korumak.
arkasını dayamek: Birinden destek
görmek, onun koruyuculuğuna sığınmak.
arkası olmemek: Onu koruyacak,
destekleyecek kimseden yoksun olmak.
arkasız:
Dayanağı olmayan, sahipsiz, kimsesiz.
arkıdeş: arkadaş
armıt: armut
armıtalat: Armut
ile ahlat arasında nispeten büyük ahlat denilebilecek melez meyve.
arpalama: Çok
arpa yemekten kaynaklanan hayvan hastalığı.
Arpalık:
1.Ulaşımı kolay, köye yakın tarla; 2.Bir mevki adı.
arporağı: Arpayı
biçip kaldırma işi ve bu işin yapıldığı dönem. (arpa orağı)
arsınmak:
1.utanmak, çekinmek; 2.onuruna dokunmak.
artığêsik:1.az çok
(artık eksik); 2.
Helalleşmede söylenir. (Artığesik helal et)
artık:
Fazlalık. Yenmeyip sofrada geriye kalan yiyecek veya bir iş sonunda
kullanılmayıp arta kalan fazlalık malzeme.
artırmak:
Harcamadan kısarak tasarruf etmek.
Arzıman: 1.arzu,
istek, özlem; 2.Erkek ismi.
asgıntı:
Sırnaşık, davranışlarıyla bir kızı rahatsız eden.
asgıntı olmek: Biriyle yakınlık
kurmak için yüzsüzce çabalamak.
asgıya çıkmek: Evlenecek çiftin
resmen ilan edilmesi.
asi gelmek: Söz dinlememek,
karşı çıkmak.
aslasdarı: Bir şeyin iç yüzü,
gerçeği.
aslı çıkmamek: Bir olayın gerçek
olmadığı anlaşılmak.
aslı va mı: Doğru mu?
aslı yok: yalan
asma: mısır
koçanlarının örülerek oluşturulmuş şekli.
assirine: Aslına
bakarsan, gerçeği söylemek gerekirse.
asvat: Köyün batı kıyısından boylu boyunca geçen eski Afyon-Kütahya karayolu (asvalt)
Âşa: Ayşe
âşam: akşam
âşamı etmek: Bütün günü geçirmiş
olmak, akşamlamak.
aşcı dükganı: Lokanta
aşevi: Evin
yemek yapılan, gömme ocağın da bulunduğu bölümü.
aşırı: Yaramaz çocuk, haşarı.
aşkeş bişirmek: Yemek ve sofra
hazırlamak.
aşşağı: aşağı
aşşık:
1.Büyükbaş ve küçükbaş hayvanların arka bacak eklemlerindeki kemik. 2.Bu
kemikle oynanan oyun.
atakcı: Atıp
tutmayı, övünmeyi seven. Palavracı.
atar:
Zararsız duvar kertenkelesi.
atcek: aşık,
ceviz, fındık, bilye gibi oyunlarda atacak olarak kullanılan en gösterişli ve
büyük malzeme.
atdırmak:
Fırlatmak
atgı:
1.yünlü şal, 2.saman atma aleti
atılamak: Eldeki
bir nesneyi fırlatmak.
atılıp gitmek: Birden bire
bayılmak.
atılmak: Horoz,
yılan, kertenkele vb.nin zıplayarak insana saldırması.
Atmezeri: Bir
mevki ismi, At Mezarı
avara: 1.adi,
kalitesiz şey, 2.beceriksiz kimse
avıç: avuç
avırdı çökmek: Aşırı zayıfladığı
yğzğnden belli olmak.
avırt: Yanağın
içi, avurt.
avıtmak: Çocuğu
oyalamak, avutmak.
avkılamak: 1.Avuç içiyle sertçe ovalamak, 2.ısırmak, havkılamak
avkırmak:
havlamak
avlı: avlu
avlı süpürgesi: Avluyu
veya sokağı temizlemekte kullanılan çalı süpürge.
aya: Annatın
başparmak şeklindeki üst dişi.
ayâ: şaşma
ünlemi
ayağa galkmek: Hasta yataktan
çıkmak, iyileşmek.
ayağaltı: Çok gelip geçilen,
işlek yer.
ayağaltında doleşmek: İşe yaramadığı
halde ortalıkta bulunarak çalışanlara da engel olmak.
ayağıağırlı: hamile,
yüklü kadın
Ayağılı: Ay'ın çevresindeki ışık kümesi, hale (Ay ağılı)
ayağın:
Düğünlerde misafirlere yemek hizmetlerini yapan, düğün sahibinin yakını
gençler.
ayağını açmak:
hızlanmak, büyük adım atmak
ayakbağı: Bir işe
gidilmesine engel olan kimse.
ayakda galmek: Meşgul olmak.
ayakda gomek: Zahmet vermek, yük
olmak.
ayak diremek: Fikrinde ısrar
etmek, inat etmek.
ayaklanmak: Çocuk
veya hayvan yavrusunun yürümeye başlaması.
ayaklı: Yüksek
boylu, iri, bakımlı hayvan.
ayak sürümek: 1.Bir yere gitmekte
gönülsüz olmak, 2.Bir işi yapmaktan kaçınmak.
ayakta: 1.henüz
yatmamış, 2.sağlıklı
ayak ucu: Yatılan bir yerin
ayak uzatılan yönü.
ayak üstü: Hemen o anda.
ayakyolu: tuvalet
Ayan:
1.muhtar, 2.Ayhan isminin söylenişi
ayaz: Domino
oyununda düz, noktasız taş.
ayaza çekmek: Yağış sonrası kuru
soğuk başlamak.
ayazlamak: 1.Ayazda
kalıp üşümek, 2.Ayazda bırakılan su soğumak.
aydınnık: Gün
ağarmış olma hali, aydınlık.
aydınnık içinde gal: Gözün aydın diyen
kişiye karşı iyi dilek sözü.
aygır: Üç
yaşında, henüz tam terbiye edilmemiş, huysuz ve sert tavırlar gösteren erkek
at.
aygırdemiri: Arabada
falakanın takıldığı kalın eğri demir.
Aygırâne :
Köyün ortak malı damızlık atların ahırı ve şimdi o mevkiye verilen isim.
(aygırhane)
ayı gibi: İriyarı, kaba saba,
anlayışı kıt kimse.
ayıñ avlısı: Belirli
zamanlarda, dolunayda Ay çevresinde görülen parlak halka. Hâle.
ayın oyun etmek: Dalavere yapmak,
aldatmak.
ayıpsınmak: Ar
duymak, utanmak.
ayırdım: Yolun
veya ırmağın çatallaştığı yer.
ayıtlamak:
1.Temizlemek, seçmek. 2.Bulgur, mercimek gibi şeyleri içindeki taş ve çer
çöpten temizlemek. 3.Taze fasülye, bakla veya balık gibi şeylerin kılçığını
temizlemek.
aykıra: ters,
zıt, karşı; aykırı
aykırı gitmek: 1.Yanlış, ters
yoldan gitmek; 2.Karşı çıkmak, itiraz etmek, denilenin tersini yapmak.
aylak: Kötü alışkanlık, kötü huy, ahlak.
ay len:
Kadınların erkeklere seslenme ünlemi.
aylıkcı: Sabit geliri
olan, maaş alan işçi veya memur.
ayna: Pulluğun toprağı deviren parçası.
ayna gapağı:
Ayçiçeği için kullanılan küçüklük belirten benzetme.
aynı gapıya çıkmek: Aynı sonucu vermek.
ayrışdırmak: Kavga
edenleri ayırmak.
ayvadene/ayvadenesi: Sarı
veya beyaz çiçekleri ilaç olarak kullanılan, acı bir ot. Civanperçemi.
Azadardı: bir
mevki ismi
azat: kırdaki
tek tük yabani ağaç
azaylak: Azıcık,
biraz, birazcık.
azaylak deyi: Az bir şey değil, çok fazla.
azbuz:
azbuçuk, biraz, oldukça
az deyi: Göründüğü gibi uslu,
kendi halinde değil.
azgala: az
daha, neredeyse
az görmek: Azımsamak, eksik
bulmak.
âzı bâlı: Oruçlu
(ağzı bağlı)
azıklık: Harmana kadar yiygi ihtiyacını karşılayacak, az miktarda buğday.
âzına gılığına bakmadan: Küçümseme ifade
eden ve zarf olarak kullanılan bir deyim.
âzıñ datlansıñ: İkram edilen şeker
veya tatlının gerekçesi olarak söylenir.
azınsınmak: az
görmek, az bulmak
azırak: daha az
azıraklı:
Kavgacı, kızgın, belalı.
Azırâyil: Ölüm
meleği, Azrail
azıtmak:
1.azmak, 2.şımararak daha fazlasını istemek
azmak:
1.Azgınlaşmak, 2.Ağaç ve bitkinin meyve vermeyecek şekilde aşırı büyümesi,
3.Yaranın derinleşmesi.