18 Ocak 2021

Sözlük A

 

-A-

 

a-ah: hayır, yok, olmaz, istemiyorum anlamına gelen ünlem

aba: abla

abalı: köylü

abla: Gelin/görümce veya eltilerin birbirine hitabı.

abô!: şaşma, panik ve korku ünlemi

acabına: acaba

acabola:  acaba

acamı: toy, tecrübesiz, eli işe alışmamış (acemi)

acanta: yeni, yepeyeni

acar: şişman, güçlü kuvvetli, iriyarı kimse.

acarlamak/acarleşmek:  kilo almak, şişmanlamak

accicik: azıcık, pek az

acı geğrek: Mide ekşimesi, hazımsızlık sonucu oluşan geğirti.

acıgünek: Baharda çıkan ve yaprakları yenen acımsı bir ot, güneyik

acı hamır: hamur mayası, ekşi maya

acık: biraz, azıcık (azcık)

âcık: işte, ahacık

acımarıl: yabani marul, hindiba

acımsak: acı gibi

acıyan yer ayrı acığan yer ayrı: Yas tutmak acıkmaya engel değildir.

acı yeşil: koyu yeşil, yaprak yeşili

: yoksul, fakir

açacına: açken, karnı aç olarak, bir şey yemeden

aç barak: Muhtaç ama onursuz, başkasına ait yiyeceğe teklifsizce saldıran.

açcek/aşcek: gazoz kapağı açacağı

açıkaraba: Kamyon

açıkdan: Biraz sonra

aç köpek tun deler: Açlık insana her şeyi yaptırır.

adâ: üzüntüyle karışık şaşma bildiren ünlem

adak: 1.Yağlı çörek, bişi; 2.Mübarek gün, kandil; 3.Kandil günlerinde yapılan her tür hamur işi.

adam başı: Her kişiye, her birine bir düşecek şekilde.

adı batasıca: İlenç sözü

adı belli: aşikar, açık, bilinen

adı belli olmek: Bir şeyin fiyatı veya miktarı belli olmak, bilinmek.

adı çıkmek: Bir erkek veya kadınla kötü anlamda dedikodu malzemesi olmak.

adıma vurmek: Bir yeri adımlayarak ölçmek.

adım sekdirmemek: Gözden kaçırmamak, iyi izlemek.

adına çekmek: İsmini aldığı kişiye huyca benzemek.

adını dekgetirememek: İsmini hatırlayamamak.

adını gomek: Bir şeyin parasal değerini belirlemek.

adirese: adres

adiysem: halbuki, oysa ki

afakanı galkmek: sinirlenmek

âfat: 1.Şiddetli tabiat olayı, afet; 2.Çok büyük, aşırı iri.

âferim: aferin, bravo

âferim veme höşmerim ve: Kuru kuru lafla teşvik yerine, bir şeyler vererek teşvik etmenin daha uygun olduğunu belirten söz.

afyan: 1.Afyon sakızı, 2.Yaprakları bahar olarak tüketilebilen yeşil haşhaş bitkisi.

: Pantolon veya şalvarın apış arası. (Donunuñ ağı)

ağa: 1.ağabey, abi; 2.Bir işte veya malda mal sahibi, iş sahibi, patron.

ağadam: Zengin ve cömert (ağa adam)

ağalık etmek: Bahşiş vermek, ikramda bulunmak, hesabı ödemek.

ağarmak: 1.Ekinler olgunlaşmaya başlamak, 2.Ahlat meyvesi olgunlaşmak, 3.Yüzü temizlenmek.

ağartı: 1.Sabah güneş doğmadan önceki hafif aydınlık. 2.Uzaktan ancak seçilebilen beyazlık, 3.Peynir, yoğurt, ayran gibi süt ürünleri.

ağda: koyu pekmez

ağdırmak: 1.Kaldırmak, yukarı kaldırmak, yükseltmek; 2.Bibiriyle dengeli iki yükteki dengenin bozulması.

ağeç/ağeş: ağaç

ağgın: Dengesiz, eğik, bir yana devrik yük.

ağı: tozlarıyla kaşıntıya sebep olan bir tırtıl türü

ağı dağılamek: Zehirli tırtıl bedeni kaşındırmak.

ağı gomek: Bahçe veya tarladaki mahsulü zehirlemek.

ağıl: Üzeri kapalı ve açık bölümlerden oluşan, koyun keçinin barındırıldığı köy dışındaki yer.

ağılamak: Ekini veya ağaçları, hayvanlardan koruma amacıyla zehirlemek.

ağılanmak: Hayvanın zehirlenmesi.

ağılı kele: Kertenkele, zehirli olduğuna inanılan kertenkele.

Ağıllâñaltı: Bir mevki (Ağılların Altı)

ağılı: Çocuk oyunlarında oyun dışı kalmak için izinli olan.

ağır: 1.Olgun, terbiyeli, aklı başında; 2.yavaş, 3.az (gulağı ağır eşidiyo), 4.tembel, ağırcanlı

ağır ağır: yavaş yavaş, zamanla

ağır canlı: Çok yavaş davranan kimse.

ağır durmek: Hafifmeşreplik yapmamak, ağırbaşlı davranmak.

ağırlık: başlık parası

ağırlık almak: Başlık parası almak.

ağırlık çökmek: Uykusu gelir gibi olmak, gevşeklik gelmek.

ağırsak: Koyunun kuzulamaya yakın şişen memesi.

ağıynan düyü: Çok acı yemek ve yiyecekler için kullanılır.

ağız: 1.Yeni buzulamış ineğin ilk birkaç günde verdiği, koyu ve besin değeri çok yüksek süt. 2.kere, defa, kez (Fırını ilk ağıza yaktım.)

ağız aramek: Birini konuşturup belli etmeden gerekli bilgiyi edinmek.

ağızbağı: Çuvalın ağzını bağlamaya yarayan ip.

ağızbir etmek: Aynı şeyleri söyleme konusunda önceden anlaşmak.

ağızdadı:1.Huzur, esenlik, mutluluk; 2.Tadımlık verilen yiyecek.

ağız değiştirmek: Önce söylediğinin tersini söylemek.

ağız kokusu: Aşağılayıcı söz.

ağızlık: At geminde atın ağzına enlemesine giren demir.

ağız onuñ emme laf onuñ deyi: Başkasına ait bir fikri dillendiren kişiyi anlatır.

ağız öretmek: Akıl vermek.

ağlamak: Kesilen bağ çubuğunun budanan yerinden öz suyu akmak.

ağzı açık: Şaşkın, bön, alık.

ağzı gapalı: oruçlu

ağzı hart diye düşmek: Beklentilerin boşa çıkması sonucu hayal kırıklığı yaşamak.

ağzına almamek: Bir şeyin adını anmamak, söylememek, söz konusu etmemek.

ağzına bakmek: Birinin sözüne göre davranmak.

ağzına gadâ: İçinde boş yer kalmamak üzere.

ağzına sürmemek: Bir şeyden hiç yememek, içmemek.

ağzından gaçırmek: Gizlediği bir şeyi boş bulunup söyleyivermek.

ağzını açmek: Oyalanmak, sebepsiz geç kalmak.

ağzını mezlenmek:  Söylediklerini taklit ederek dalga geçmek.

ağzınıñ çalımı: Söylemeye çalışıp imalarda bulunup bir türlü net olarak belirtilmeyen ifade, meram.

ağzınıñ tasarı yok: Düşünmeden ağzına geleni söyleme durumu.

ağmak: Dengesi bozulup bir tarafa meyletmek.

ah almek: Birinin bedduasını almak.

ahar: 1.kuyu, çeşme yalağı; 2.hayvanların yem yediği ağaç kap

ah demek: Çocuk dilinde vurmak, dövmek.

ahı çıkmek: Zulme uğrayan birinin ilenci etkisini göstermek.

akarı kokarı olmamek: Gözle görülür herhangi bir kusuru olmamak.

akdar dönder etmek: Bir şeyi alt üst etmek, karıştırmak, savurmak, boşaltmak, devretmek, çevirmek.

akaş: sütlaç

akbaşçiçeği: papatya

akcıl/akcıllı: beyazımsı, beyaza çalan, beyazımtırak

akdarmak: 1.Yayılmış sap veya otun altını üstüne getirmek, 2.Tarlayı ikinci veya üçüncü defa sürmek.

ak dolma: Göce ve sarımsaklı yoğurttan yapılan yemek.

akgabak: Uzun, ince, yemeği yapılan kabak (mollaoğlu kabağı)

akgavak: Kabuğu beyaz ve pürüzsüz bir kavak türü.

akgın: akıcı, akışkan

akgın boğaz: Yemesi lezzetli ve kolay yutulan yiyecek.

akgök: İyi kötü, yarı olmuş yarı olmamış sebze veya meyve.

akhaba/akaba: Kendirden dokunmuş açık renkli kaba kilim.

ak helva: tahin helvası

akı bokunu ödememek: Yapılan işten zarar etmek.

akıl almek: Birine danışmak, yol göstermesini istemek.

akılbâli olmek: Buluğa ermek, ergenlik dönemine ulaşmak, sorumluluk alacak yaşa varmak.

akılda dutmek: Bir şeyi unutmamak.

akılda galmek: Bir şey hatırlanmak, akılda yer etmek.

akıldan çıkarmek: Bir şeyi unutmak.

akıldan geçirmek: Bir şeyi yapmayı tasarlamak.

akıldan gitmemek: Sürekli hatırlamak, unutmamak.

akıl etmek: Herhangi bir önlem ya da çareyi vaktinde düşünebilmek.

akıllılık etmek: Yerinde ve uygun davranmak.

akıl ôretmek: Danışılan konuda bir kimseye yol göstermek.

akım derken bokum demek: Sözünü yolunca söyleyememek.

akıntı: yağmur ve kar suyu

akıntılı: 1.Meyilli, kolay akan; 2.Çabuk ilerleyen iş.

akıtmak: büyük abdestini yapmak

akilik: beyaz düğme

aklı başında: Olgun ve akıllı davranan.

aklı başından gitmek: Korkudan ne yapacağını şaşırmak.

aklı çıkmek: Çok korkmak.

aklı kesmek/aklı yatmek: Bir şeyin olabileceğine, yapılabileceğine inanmak.

Aklımda durcene garnımda dursuñ: Akla takılan bir yiyeceği yemek daha doğrudur.

aklına dakılmek: Bir şey sürekli kafasını meşgul etmek.

aklına esmek: Birdenbire bir şey yapmaya karar vermek.

aklına girmek: Birini bir konuda etkilemek.

aklına gomek: Bir şeyi yapmaya kesin karar vermek.

aklına sokmek: Bir düşünce doğrultusunda birini yönlendirmek.

aklına uymek: Birinin hiç de akıllıca olmayan görüşüne göre iş yapmak.

aklına yatmek: Uygun bulmak.

aklında galmek: Unutmamak, hatırlamak.

aklından çıkmek: Unutmak, hatırlamamak.

aklını aldırmek: Deli gibi olmak.

aklı sonadan gelmek: Yaptığı bir şeyin yanlışlığını anlayıp geri dönmek.

akma: 1.ağaçlardan sızan reçine, 2.Erkeklerde uykuda gelen sıvı, meni

akmasa da damlâ: Az da olsa bir gelir iyidir.

akren: yaşıt, akran

aksi: İnatçı ve dikine hareket eden, ters.

aksi gibi: maalesef, yazık ki

aksiliği dutmek: Güçlük çıkarmak, inadında direnmek.

aktoprak: Badana yapmak için kireç yerine kullanılan beyaz renkli toprak.

aküzüm: Çekirdekli veya çekirdeksiz her türlü beyaz, sarı üzüm.

akyaşmak: Dört köşe, beyaz renkli başörtüsü.

Akyokuş: Bir mevki adı

al abdesiñi gıl namazıñı: Sadcece ibadet et, başka şeylere karışma.

alaca: 1.Siyahla beyaz karışık renk, 2.Meyvenin hamlıktan çıkıp olgunlaşmaya başlamış hali.

alacaaş: aşure

alaca basma: Çok renkli kumaş

alaca belece: 1.Belli belirsiz, az çok, yarım yamalak; 2.Eksik, düzensiz ve yarım yapılan iş.

alaca belece görmek: Az görmek, bulanık görmek.

alaca düşmek: Meyve olgunlaşmaya başlamak.

alacagarga: saksağan

Alacalâ: Bir mevki adı, Alacalar

alacalanma: 1.Siyah üzümün olgunlaşmaya başlaması. 2.Yerdeki karın yer yer erimeye başlaması.

alacalı bulacalı: Karmakarışık renkli.

alacalık: İlkbaharda karların eriyerek tarlanın biraz toprak biraz kar görünen yerleri.

alada gitmek: Ahlat toplayıp getirmeye gitmek.

aladı: acele, ivedi

alaf: sıcaklık, hararet, alev

alaf alaf: Şiddetli yanma (alev alev)

alaflanmak: 1.Yanmaya başlamak, alev almak. 2.Vücut ısısının yükselmesi, ateşlenmek.

alaflı: ateşli, alevli

alagabak: 1.Çocukları korkutmak için uydurulmuş, korkunç, hayali kuş; 2.Karga büyüklüğünde, sesleri yansıtan bir kuş.

Alagır: Bir mevki adı

alagomak: 1.Alıkoymak, bırakmamak; 2.Kendine saklamak, ilerde kullanmak üzere ayırmak; 3.Hakkı olmadığı halde ve beklenmedik bir anda bir şeyi alıp sahiplenmek.

alalusul: Gelişigüzel, özensiz.

alañ: alan, açık alan, meydan

alañlık: Orman içindeki düz ve ağaçsız yer.

alan talan etmek: Yağmalamak, dağıtmak.

alargın: Kızarmaya başlamış meyve.

alarmak: 1.Kızarmak, 2.Daldaki meyvenin renk değiştirerek olgunlaşmaya başlaması, 3.Şafak sökmek.

ala sulu: 1.Hafif olgunlaşmış meyve. 2.Tam değil hafif pişmiş yemek.

alat: Yabani armut, ahlat.

alatalat: Acele acele

alatav: 1.Henüz tam ve ideal tavında/vaktinde olmayan. 2.Ekim için henüz tam tava gelmemiş toprak.

alatlamak: Acele etmek.

alat semet: yarım yamalak, çok acele, çabucak

alat silkmek: Uzun sırıkla yerden veya ağaca çıkarak silkeleyerek meyvelerin dökülmesini sağlamak.

alavere: alım satım, alış veriş, ticaret

albasma: 1.Lohusa kadınlarda görülen ruhi hastalık, 2.Lohusa olmayanlarda al denilen görüntünün uyku arasında verdiği boğucu sıkıntı, kabus.

alçecik: Yüksekliği az, yere yakın, pek alçak.

âlem: Herkes, bütün halk.

alemi vâ mı: Yakışık alır mı, ugun düşer mi?

alemi yok: Yakışıksız davranışları kınama sözü.

âlem yemenisi: Çoğunluğun giydiği basit lastik ayakkabı.

alengirli: Karışık, anlaşılmaz iş.

alerim: alarm, uyarı

Alessan: Ali İhsan

alge: getir (al gel)

algı: Çizilmiş haşhaş kapsülünden afyon sakızını alma aleti.

algıçıñı: Koşum hayvanlarının koşum takımından dışarı çıkan ayağını yerine bastırmak için verilen komut.

algısı vergisi: 1.Tüm masrafıyla birlikte 2.Belirleen miktar paradan yapılan kesintiler toplamı.

algit: götür

alık: Kuzu kırkılırken, süs amacıyla kesilmeden bırakılan tüy.

alıklı: Vücudunun belli yerlerinde özellikle tüy bırakılarak kırkılan kuzu.

alımkar: Talip, müşteri, satın almaya istekli.

alındırış etmek: İlgi göstermek, ilgilenmek.

alınmak: Dişi hayvan gebe kalmak, döl almak.

alışdırmek: 1.Çamuru karıştırarak kıvamlandırmak, 2.Acemi hayvanı koşum koşum için çalıştırmak. (alıştırmak)

alimiyon: 1.Aliminyum, 2. Aliminyum tencere, tepsi.

Allah’amanet: Birini överken söylenir.

Allah aratmasıñ: Buna da şükür hiç omamasından iyidir.

Allaha şükür: Halinden memnuniyeti anlatmak için kullanılır.

Allahbazarı: pazar günü.

Allah bir: Yemin sözü.

Allahdan umut kesilmez: Genellikle ağır hastalar için söylenir.

Allah demek: Çocuk dilinde namaz kılmak.

Allah dert verip derman aratmasıñ: Allah hasta edip doktor, ilaç aratmasın.

Allah düşmanıma vemesiñ: Düşülen durumun kötülüğünü anlatır.

Allah êsiğetmesiñ: Allah yokluğunu göstermesin.

Allah etmesiñ: Olması istenmeyen bir olaydan söz ederken söylenir.

Allah etmeye: Allah korusun, böyle bir felaketi sizin başınıza vermesin.

Allah eyiliğiñi vesiñ: Hoş olmayan bir davranışı hoşgörüyle karışık karşılamayı anlatır.

Allah gabıletsiñ: Sevap sayılan bir davranış için.

Allah gecinden vesiñ: Allah sana ölümü çok geç zamanda versin.

Allah gorusuñ: Allah kötü duruma düşürmesin.

Allah gösdermesiñ: Böyle bir şeyin olmasını istemem.

Allah gurufdiradan saklasıñ: Allah hiçbir dayanağı olmayan iftiraya uğratmasın.

Allah Halibrâm berkatı vesiñ: Allah bereketli etsin duası.

Allah herkeşiñ göynüne göre vesiñ: Allah herkesin isteğini yerine getirsin.

Allahıñ bildiğini guldan mı saklıcen: Gerçeği söylerim anlamında.

Allhıñ emri: Kesinlikle olacak şeyler için söylenir.

Allahıñ hekmeti: Beklenmeyen, nedeni anlaşılmayan ya da şaşılan şeyler için söylenir.

Allahıñı seveseñ: Baz en yemin, yalvarma; bazen usanç, sevinç gibi duyguları anlatır.

Allahıñ işine bak: Bak işler ne duruma geldi anlamında kullanılır.

Allah izin verise: Bir aksilik çıkmazsa.

Allah Kerim: Ümit ve avunma duası.

Allah kısmet edese: Allah izin verirse.              

Allah ne vediyse: Yiyecek olarak ne varsa, ne bulunursa.

Allah sabır ecir vesiñ: Başsağlığı dileği.  

Allah seni inandırsıñ: İnanılması zor bir şeyi anlatırken yemin yerine söylenir.

Allah öğmüş de yaratmış: Çok güzel kimseler için söylenir.

Allah râmet eylesiñ: Ölü anılırken söylenir.

Allah taksiratını affetsiñ: Allah ölenin kusurlarını bağışlasın.

Allah va: Doğrusunu söylemek gerekirse.

Allah vere de: İnşallah, Allah’tan dilerim ki

Allah vergisi: Yaratılıştan gelen yetenek.

Allah yazdıysa bozsuñ: Kendisine önerilen bir şeyi hiçbir zaman yapmayacağını anlatır.

allâlem: Herhalde, sanırım, Allahualem.

allaseñ: Ne olur, Allah’ını seversen

alma: elma

Almalı: Bir mevki adı (Elmalı)

almalı: Yenilen kimsenin ortaya koyduğu şeyi (para, bilye, aşık, gazoz kapağı, ceviz vs.) yenen kimsenin alıp kendine mal etmesi şart koşulmuş olan oyun. Ütmeli oyun.

almamak: Koyun keçi sığır gibi hayvanlar yavrusunu emzirmemek.

altalamak: 1.Altına alarak boğmak, 2.yenmek, mağlup etmek

altın bilezik: Para getiren zanaat, meslek, hüner.

altında galmamek: Gördüğü bir iyiliği karşılıksız bırakmamak.

altıngıremis: Altın, inci, gümüş vs. bütün takıları içine alan mücevher anlamında kullanılır.

altını değişdirmek: Bebeğin kirlettiği bezi yenisiyle değiştirmek.

aman deyen: Sakın böyle bir şey yapma anlamında ikaz sözü.

amânet: geçici, eğreti, çürük, yıkılacak halde

amarsız: açgözlü, tamahkar, kanatsız, muhteris

ambarevi: Evin, içine tahıl konulan ahşap ambarların bulunduğu bölümü.

añ/añyeri: Tarla, bahçe sınırı

ana avrat düz gitmek: Bir kimsenin soyuna sopuna küfretmek.

analık: üvey anne

anam avradım olsuñ: Bir işi ne pahasına olursa olsun yapacağını anlatan kaba söz.

anañ gözel mi: Beni kandıramazsın anlamında bir tepki sözü.

anañıñ dini: Birinin bıktırıcı saçma soruları karşısında söylenen tepki sözü.

anası danası: Soyu sopu, bütün ailesi.

anası yapılı: Huy ve karakterce annesine benzeyen çocuk.

ana tarafı: Annesinin soyu

ana yarısı: Teyze

añ biçmek/bişmek: Tarla kenarındaki otları biçmek.

anca: 1.ancak, 2.sanki

andavallı: Aptal, ahmak, beceriksiz, bön, avanak, şaşkın kimse.

aneç: Çok yavru doğurmuş, yaşlanmış kümes hayvanı, kuş ve evcil memeli hayvan (anaç)

angâre: 1.Ücretsiz ve isteksiz gördürülen iş, 2.Topluca yapılan köy işi, imece (angarya)

angıt: Ördekten iri, kızıl renkli bir kuş (angut)

añı beñi olmek: şaşırmak, şaşkınlaşmak, şaşakalmak

añıdak: Ahmak, sersem, akılsız, dangalak.

añırgan: 1.sık sık anıran eşek, 2.Vara yoğa bağıran, ağlayan çocuk.

añırmak: Eşeğin bağırması

añısdadan: ansızın, birdenbire

añışmak/añışılmak: 1.Dedikodu yapmak, dedikoduda adı geçmek; 2.Birini yad etmek, sözünü etmek.

añıtmak: salak salak durup bakmak

añız: ekin biçildiğinde toprakta kalan kök kısmı

Añıza basdıñ, gara basdıñ: Kışın çabuk geldiğini anlatır.

añız bozmek: Añızlı tarlayı sürmek.

añlanmak: Rahatça ve tembelce uzanmak.

añnanmak: 1.At, eşek, köpek gibi hayvanların kaşınmak veya başka amaçlarla yere yatıp toz çıkararak debelenmesi. 2.Yatakta bir o yana bir bu yana dönmek.

annat: 1.Biri üstte, ikisi altta üç dişten oluşan, ekin saplarını toplayıp yüklemeye yarayan ağaçtan yapılmış alet; 2.Sapta annat dolusu miktar. (İki annat sapım galdı.)

annat ayası: Annatın baş parmağa benzer üst dişi.

annatâzı: Tırmıkla çekilip bir yere toplanan ve annatla alınmayı bekleyen sap. (annat ağzı)

annat dayamek: 1.Annatı delecenin altına koyarak onu direk gibi kullanarak arabanın yıkılmasını önlemek. 2.(mec) Birine maddi manevi destek olmak.

anneç: karşı, karşı taraf, ön taraf

añneşmek: Anlaşmak, sözleşmek.

añneyişli: Anlayışlı, kavrayışlı.

annı annına: İki katına, yüzde yüz faizle.

annı çatı: 1.iki kaşın ortası, alın ortası (alnı çatı), 2.Herhangi bir şeyin ortası.

annını garışların: Küçümseyerek meydan okumak.

annınıñ terinnen gazanmek: Hileye başvurmadan kendi emeğiyle, namusuyla kazanmak.

añ sürmek: Hakkı olmadığı halde tarla sınırını sürerek mülkiyetine geçirmek.

Añyol: Bir mevki adı

apak: bembeyaz

apcıra: bacakların arası, apış arası

apdal: tamahkar, açgözlü, isteyen

Apdılla: Abdullah

apılak: emekleyen çocuk

apılamak: bebek elleri ve dizleri üzerinde yürümeye çalışmak, emeklemek.

apılatmak/apılatdırmak: 1.Çocuğun elleri üzerinde yürümesini sağlamak. 2.(mec)Eziyet etmek, süründürmek.

apışdırmak: Hayvanı oturtmak, çöktürmek.

apış gurmek: Bağdaş kurup oturmak.

apışıp galmek: Çok şaşırmak, ne yapacağını bilememek.

apışmak: 1.Oturmak, bacakları ayırarak oturmak; 2.Şaşırmak, bakakalmak, donakalmak.

ara ara: arada sırada, bazen

araba çinnemek: Sap arabasını yerleştirmek.

arabaşı: Ekşili acılı tavuk suyuyla içmek üzere tepside dondurulmuş hamur. (arap aşı)

arabeyi devirmek: (mec) erkeklerde ihtilam olmak, hamamcı olmak

arabeyi indirmek: Yüklü arabanın yükünü boşaltmak.

arabeyi yağlamak: İşlerin yoğun olduğu zamanlarda, yazın arabanın teker, yastık gibi yerlerine yağ sürüp metal aksamın daha kolay çalışmasını sağlamak.

aragaşı: İki evi, avluyu birbirinden ayıran yüksekçe duvar.

aralamak: uzaklaşmak, arayı açmak

arap: 1.Siyahi, zenci; 2.Vesikalık fotoğrafın negatifi.

arapdaşşağı: Koni şeklinde, üzeri çizgili, çok acı, siyah renkli; bir yabani ot meyvesi.

arası soğumek: Aradan zaman geçerek işin önemi azalmak.

ardak: Eğim verilerek fazla yük binme durumu.

ardı gelmek: Soyu kurumak, tükenmek, yok olmak.

ardık: 1.aralıklı, 2.ters

ardı kesilmek: Sona ermek, son bulmak, tükenmek, gelmez olmak.

ardılmak: 1.Abanmak, dayanmak, yaslanmak, yüklenmek; 2.Atılmak, saldırmak; 3.Sataşmak, çatmak, karşı gelmek; 4.Kaçarken dönüp karşı koymak.

ardın ardın: geri geri, arkaya doğru

ardmak: Üstüne atmak, dolamak, asmak

âret: ahiret

ârete gitmek: Ölmek.

areye soğukluk girmek: İki kişi arasındaki sevg, saygı, dostluk bağları zedelenmek.

areyi açmek: Aradaki mesafe gittikçe artmak.

areyip sormemek: Hiç ilgilenmemek, ilgiyi kesmek.

arı: temiz, tertemiz, saf, iri

arı buydey: İçinde yabancı tane bulunmayan tohumluk buğday.

arık: 1.zayıf, cılız; 2.Dolgun olmayan tahıl.

arıklamak/arıkleşmek: zayıflamak.

arka: yardımcı, koruyucu, kayırıcı

arka arka: Geri geri

arka arkiye: Birbiri ardından, birbirini izleyerek, peş peşe.

arka çıkmek: Yardım etmek, sahip çıkmak, korumak.

arkalmek: Himaye etmek, korumak, arka çıkmak.

arka olmek: Birine destek olmak, onu korumak.

arkasını dayamek: Birinden destek görmek, onun koruyuculuğuna sığınmak.

arkası olmemek: Onu koruyacak, destekleyecek kimseden yoksun olmak.

arkasız: Dayanağı olmayan, sahipsiz, kimsesiz.

arkıdeş: arkadaş

armıt: armut

armıtalat: Armut ile ahlat arasında nispeten büyük ahlat denilebilecek melez meyve.

arpalama: Çok arpa yemekten kaynaklanan hayvan hastalığı.

Arpalık: 1.Ulaşımı kolay, köye yakın tarla; 2.Bir mevki adı.

arporağı: Arpayı biçip kaldırma işi ve bu işin yapıldığı dönem. (arpa orağı)

arsınmak: 1.utanmak, çekinmek; 2.onuruna dokunmak.

artığêsik:1.az çok (artık eksik); 2. Helalleşmede söylenir. (Artığesik helal et)

artık: Fazlalık. Yenmeyip sofrada geriye kalan yiyecek veya bir iş sonunda kullanılmayıp arta kalan fazlalık malzeme.

artırmak: Harcamadan kısarak tasarruf etmek.

Arzıman: 1.arzu, istek, özlem; 2.Erkek ismi.

asgıntı: Sırnaşık, davranışlarıyla bir kızı rahatsız eden.

asgıntı olmek: Biriyle yakınlık kurmak için yüzsüzce çabalamak.

asgıya çıkmek: Evlenecek çiftin resmen ilan edilmesi.

asi gelmek: Söz dinlememek, karşı çıkmak.

aslasdarı: Bir şeyin iç yüzü, gerçeği.

aslı çıkmamek: Bir olayın gerçek olmadığı anlaşılmak.

aslı va mı: Doğru mu?

aslı yok: yalan

asma: mısır koçanlarının örülerek oluşturulmuş şekli.

assirine: Aslına bakarsan, gerçeği söylemek gerekirse.

asvat: Köyün batı kıyısından boylu boyunca geçen eski Afyon-Kütahya karayolu (asvalt)

Âşa: Ayşe

âşam: akşam

âşamı etmek: Bütün günü geçirmiş olmak, akşamlamak.

aşcı dükganı: Lokanta

aşevi: Evin yemek yapılan, gömme ocağın da bulunduğu bölümü.

aşırı: Yaramaz çocuk, haşarı.

aşkeş bişirmek: Yemek ve sofra hazırlamak.

aşşağı: aşağı

aşşık: 1.Büyükbaş ve küçükbaş hayvanların arka bacak eklemlerindeki kemik. 2.Bu kemikle oynanan oyun.

atakcı: Atıp tutmayı, övünmeyi seven. Palavracı.

atar: Zararsız duvar kertenkelesi.

atcek: aşık, ceviz, fındık, bilye gibi oyunlarda atacak olarak kullanılan en gösterişli ve büyük malzeme.

atdırmak: Fırlatmak

atgı:  1.yünlü şal, 2.saman atma aleti

atılamak: Eldeki bir nesneyi fırlatmak.

atılıp gitmek: Birden bire bayılmak.

atılmak: Horoz, yılan, kertenkele vb.nin zıplayarak insana saldırması.

Atmezeri: Bir mevki ismi, At Mezarı

avara: 1.adi, kalitesiz şey, 2.beceriksiz kimse

avıç: avuç

avırdı çökmek: Aşırı zayıfladığı yğzğnden belli olmak.

avırt: Yanağın içi, avurt.

avıtmak: Çocuğu oyalamak, avutmak.

avkılamak: 1.Avuç içiyle sertçe ovalamak, 2.ısırmak, havkılamak

avkırmak: havlamak

avlı: avlu

avlı süpürgesi: Avluyu veya sokağı temizlemekte kullanılan çalı süpürge.

aya: Annatın başparmak şeklindeki üst dişi.

ayâ: şaşma ünlemi

ayağa galkmek: Hasta yataktan çıkmak, iyileşmek.

ayağaltı: Çok gelip geçilen, işlek yer.

ayağaltında doleşmek: İşe yaramadığı halde ortalıkta bulunarak çalışanlara da engel olmak.

ayağıağırlı: hamile, yüklü kadın

Ayağılı: Ay'ın çevresindeki ışık kümesi, hale (Ay ağılı)

ayağın: Düğünlerde misafirlere yemek hizmetlerini yapan, düğün sahibinin yakını gençler.

ayağını açmak: hızlanmak, büyük adım atmak

ayakbağı: Bir işe gidilmesine engel olan kimse.

ayakda galmek: Meşgul olmak.

ayakda gomek: Zahmet vermek, yük olmak.

ayak diremek: Fikrinde ısrar etmek, inat etmek.

ayaklanmak: Çocuk veya hayvan yavrusunun yürümeye başlaması.

ayaklı: Yüksek boylu, iri, bakımlı hayvan.

ayak sürümek: 1.Bir yere gitmekte gönülsüz olmak, 2.Bir işi yapmaktan kaçınmak.

ayakta: 1.henüz yatmamış, 2.sağlıklı

ayak ucu: Yatılan bir yerin ayak uzatılan yönü.

ayak üstü: Hemen o anda.

ayakyolu: tuvalet

Ayan: 1.muhtar, 2.Ayhan isminin söylenişi

ayaz: Domino oyununda düz, noktasız taş.

ayaza çekmek: Yağış sonrası kuru soğuk başlamak.

ayazlamak: 1.Ayazda kalıp üşümek, 2.Ayazda bırakılan su soğumak.

aydınnık: Gün ağarmış olma hali, aydınlık.

aydınnık içinde gal: Gözün aydın diyen kişiye karşı iyi dilek sözü.

aygır: Üç yaşında, henüz tam terbiye edilmemiş, huysuz ve sert tavırlar gösteren erkek at.

aygırdemiri: Arabada falakanın takıldığı kalın eğri demir.

Aygırâne : Köyün ortak malı damızlık atların ahırı ve şimdi o mevkiye verilen isim. (aygırhane)

ayı gibi: İriyarı, kaba saba, anlayışı kıt kimse.

ayıñ avlısı: Belirli zamanlarda, dolunayda Ay çevresinde görülen parlak halka. Hâle.

ayın oyun etmek: Dalavere yapmak, aldatmak.

ayıpsınmak: Ar duymak, utanmak.

ayırdım: Yolun veya ırmağın çatallaştığı yer.

ayıtlamak: 1.Temizlemek, seçmek. 2.Bulgur, mercimek gibi şeyleri içindeki taş ve çer çöpten temizlemek. 3.Taze fasülye, bakla veya balık gibi şeylerin kılçığını temizlemek.

aykıra: ters, zıt, karşı; aykırı

aykırı gitmek: 1.Yanlış, ters yoldan gitmek; 2.Karşı çıkmak, itiraz etmek, denilenin tersini yapmak.

aylak: Kötü alışkanlık, kötü huy, ahlak.

ay len: Kadınların erkeklere seslenme ünlemi.

aylıkcı: Sabit geliri olan, maaş alan işçi veya memur.

ayna: Pulluğun toprağı deviren parçası.

ayna gapağı: Ayçiçeği için kullanılan küçüklük belirten benzetme.

aynı gapıya çıkmek: Aynı sonucu vermek.

ayrışdırmak: Kavga edenleri ayırmak.

ayvadene/ayvadenesi: Sarı veya beyaz çiçekleri ilaç olarak kullanılan, acı bir ot. Civanperçemi.

Azadardı: bir mevki ismi

azat: kırdaki tek tük yabani ağaç

azaylak: Azıcık, biraz, birazcık.

azaylak deyi: Az bir şey değil, çok fazla.

azbuz: azbuçuk, biraz, oldukça

az deyi: Göründüğü gibi uslu, kendi halinde değil.

azgala: az daha, neredeyse

az görmek: Azımsamak, eksik bulmak.

âzı bâlı: Oruçlu (ağzı bağlı)

azıklık: Harmana kadar yiygi ihtiyacını karşılayacak, az miktarda buğday.

âzına gılığına bakmadan: Küçümseme ifade eden ve zarf olarak kullanılan bir deyim.

âzıñ datlansıñ: İkram edilen şeker veya tatlının gerekçesi olarak söylenir.

azınsınmak: az görmek, az bulmak

azırak: daha az

azıraklı: Kavgacı, kızgın, belalı.

Azırâyil: Ölüm meleği, Azrail

azıtmak: 1.azmak, 2.şımararak daha fazlasını istemek

azmak: 1.Azgınlaşmak, 2.Ağaç ve bitkinin meyve vermeyecek şekilde aşırı büyümesi, 3.Yaranın derinleşmesi.