Eğret Kervansarayının Germiyanoğulları döneminde, 14. yy'da yapıldığı söyleniyor. İşlek bir ticaret yolunun üstündeki bir kervansarayı tek başına öylece duran bir bina olarak düşünmek doğru olmaz. Kervandaki hayvanları barındıracak bir ahır, buna bağlı olarak yem-saman tedariki, nalbant; yolcular için konaklama ve iaşe durumu, ibadet için cami, çeşme, hamam gibi daha başka unsurlarıyla bir kompleks/kampüs/külliye gibi düşünmek gerekir. Böyle düşünmemizi gerektirecek cami, çeşme ve hamam yakınlara kadar faaliyetteydi. Kervansaray külliyesinin bir parçası olarak bugün hayatta kalan yalnız Cuma Camisidir.
Hamamın önceleri kervansarayın yaklaşık 100 metre kadar batısında, Keliban (İbrahim Dalgıç)ın evi yanlarında olduğunu büyüklerden duymuştum. Sonradan 20 metre kadar yakınına, tam karşısına getirilmiş. Biz oradaki halini hatırlıyoruz. Tıraka (Abdurrahman Zenger)in muhtarlığı zamanında yapılmış bu bina...
Bahçesiyle 300 metrekare kadar bir alanı kaplayan taş bina idi. Damındaki ilgi çekici küçük kubbesine yerleştirilmiş minik pencerelerinden süzülen ışıklar doğal aydınlatma aracıydı. Kare yapılı hamam odasının çevresi kurnalarla donatılmış ortaya yine kare bir göbektaşı yerleştirilmişti. Bu göbekteşıyla birlikte zemin ve duvarlar beyaz mermer kaplama idi. Hamam ile aynı büyüklükteki soyunma ve bekleme salonu birbirine küçük ve dar bir koridorla bağlanırdı. Tam güneyde ise içinde koca bir kazanın bulunduğu külhan vardı. Hamam, kuzeyden güneye soyunma salonu ile bu külhan arasında sıkışmış gibiydi. Uzun ince avlusunda yaz kış sürekli meşe bulunurdu. Biz çocukların ilgisini çeken hamam müştemilatından bir parça da depo idi. Bu depo hafif eğimli beton çatısı ve içine bazen zorla girdiğimiz küçük deliğiyle atıl kalmış su deposuydu. Anıtkaya şebeke suyu tesis edilmeden önce hamamın kullanım suyu buradan sağlanıyordu. Şu haliyle hamam, İlkokulun bahçesinde köşede bir sığıntı gibi dururdu.
Yakınlarında kaplıca olmayan bazı köylerin halkı da gelirdi hamama; Anıtkaya halkına ancak yeten minik bir hamamdı. Gündüz kadınlara, geceleri de erkeklere hizmet verirdi. İstisna olarak cuma günleri selaya kadar yine erkekler yararlanırlardı. Gusül abdestiyle cuma namazı sünnetti de ondan.
Asıl akıllarda kalan düğün hamamlarıydı. Cumartesi günü kız hamamıydı ve kız tarafının davetlisi olan kadınlar hamama doluşur, hem yıkanır hem eğlenir, düğüne hamamda devam ederlerdi. Çalıp oynarlar, türkü söylerler, yerler içerler ve bu arada bir gün önce kına gecesinde geline yakılan kınayı da yıkamış olurlardı. Cumartesi günleri aynı zamanda Eğret Pazarı olduğu için etraf köylerden gelen düğün hamamları da olabilir. Ayrıca koca köyde başka düğün olma ihtimaline binaen hamamcıların bir grubu çıkarken diğeri girebilir. Bazan Gecek, bazen Gazlıgöl veya Omar Hamamına da traktörlerle gidildiği olur. Düğün hamamlarında oğlan hamamı ise doğal olarak cumartesi akşamı yapılır. Buna damat tarafının yakını erkekler katılır.
Böyle bir hamamı yakmak kolay değildir. Yakmak dediğime bakmayın, bu her şeyiyle hamamı işletmek demektir. Kazanı yakmak, külünü almak, temizliğini yapmak, sıcak-soğuk ayarını sürekli dengede tutmak, müşterilerle ilgilenmek, satış yapmak hesap tutmak... Hem esnaf yumuşaklığı hem de kuralları uygulayabilme sertliği gerektiren bir iş. Bir de bu işi gündüz kadın, gece ise bir erkeğin yapması gerekiyorsa işler iyice çetrefilleşir. Bu yüzden herkesin harcı değildir hamam yakmak.
İlk zamanlarda Kekeç Halil ve Körahmet'in hamamı yaktığını duymuştum. Aşşağılılar da yakmış hamamı, hatta Kambur Muhtar Ahmet (Öncül) bu dönemde hamamdaki sıcak-soğuk dengesizliği nedeniyle kamburlaştığı söyleniyor. Ücret olarak da (daha doğrusu 'hak' diyelim) bir ekmek alırlarmış. Benim hatırladığım hamamcılar Hacıların Tülü Murat (Azbay), Seydilerin Veysel (Yavuz), Yarımağaların Mevlüt (Soylu) ve Buruşakların Kürtümmet...
Burayı bir ekmek kapısı olarak düşünmek yanlış değildir ancak; aynı kadar amme hizmeti olduğu da unutulmamalıdır. Bu yüzden önce Muhtarlık sonradan Belediye, hamamcılara gerekli kolaylığı da göstermiştir. Çünkü Anıtkaya'da hamamın yanıyor olması her yönden bir artıdır. Kira ve su sarfiyatı konusunda ne derece kolaylıklar gösterildi bilmiyorum lakin; Dağdan odun getirmek vatandaşa yasak veya sınırlı iken hamamcılara hep serbest olmuştur. Zira orada suyu ve hamamı ısıtmak için başka bir yakıtınız bulunmuyor. Bu yüzden olsa gerek hamamın küçük avlusunda sürekli meşe ağaçları olurdu.
Her şeye rağmen olacak olan oluyor. Evler yenilendikçe her birine banyo kondu. İnsanların temizlik alışkanlıkları değişti, damdan çıkan duşun altına girmeye başladı. Ulaşım araçları gelişti, çevredeki kaplıcalara 15 dakikada varılıyor. Hamamcı bulunsa bile hamama müşteri bulunur muydu acep. Evet hamam söndü. Uzun süre metruk ve atıl bir yapı olarak kaldıktan sonra nihayet bina tamamen yıkılıp arsası okul bahçesine dahil edildi.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder