İş günlüğüne girecek vasıfta bir şey değil ama; yine de harman vakti insanların yarım gününü ayırdığı bir faaliyet olarak 28 Ağustos Eğret takviminde çoktan yerini almıştır. Alatçı kadınlara, işlerin cavcav vaktindeki seferleri için kaçamak demiştim. Bahse konu şenlik; çoluk-çocuk, genç ihtiyar bütün Anıtkayalının toptan kaçamağıdır.
Büyük Taarruz yıldönümlerinde, 26-30 Ağustos arasında yapılan bütün resmi törenler içindeki en sivil organizasyondur denilebilir. Resmi olduğu halde sivil özelliğini sağlayan işte bu halk katılımıdır. Bu yüzden adı daha başlangıçta tören, merasim, kutlama, bayram vs. değil "şenlik" olarak konmuş ve öyle devam ettirilmektedir. Anıtkayalı hızını alamamış üç gün sonraki Zafer Bayramının adını da "Dumnu Şenliği" olarak değiştirmiştir.
Şenlik hazırlıklarına Garnizon Anıtkaya Şehitliğinde 1 hafta öncesinden başlarken, Belediye de güzergahtaki ağaç ve duvarları kireçleyerek buna eşlik eder. Tören alanı yakınlarında günaşığı olan varsa şenlikten bir gün önce onu keser. Ak gök dinlemez, yoksa ertesi gün talan edilecektir. Böylece günaşık kesimleri de 27 Ağustosta başlamış olur. Halk işini ona göre ayarlar, harmana, gıra bayıra gidilecekse bile bu, şenlik öğleden sonrasına ertelenir. Bütün ileşberlik yarım günlüğüne iptaldir. Hiç bir resmi kudretin tatil ilanı bu katiyetle uygulanamaz. Anıtkayalının kendine verdiği şenlik izni o derece etkilidir.
Bunun böyle olduğunu herkes bilir, yine de çocukları kamçılayıp şevklendirme amacıyla bir kaç gün önceden derlermiş ki "Düğenden biterseniz şenliğe gidersiniz." İşleri hızlandırmak için yaptıkları bu atraksiyon işe yarıyor muydu, bilinmez; ammavelakin şenlik günü herkes Üyük'te olacaktır.
Saat 10'da başlayacak tören için halk 8'de yollardadır. Afyon-Kütahya yolu 4-5 saatliğine trafiğe kapatılmıştır. Çocuklar bir kilometrelik şehitlik yolunu şenlik başlayana kadar birkaç kez kateder. Kadınlar küçük çocuklarıyla tören esnasında yalnız orası gölge kalacak olan yere yerleşmeye başlarlar. Erkeklere güneş karşısı düştüğü için onlara şenlik başlayana kadar susa boyu gölgede volta atmak düşer. Yaşlılar müstesna, onlar bulduğu yere oturup güneşin tadını çıkarır.
O güne özel hazırlığını yapmış köfteciler ocağını yakmıştır. Yarım fıçının içini buz kalıpları arasında meşrubatla dolduran Misgin (Abdullah Dalgıç) ve Elmor (Halil Dadak) da şişe açıp para almaya yetişme telaşındadır. Yalnız o gün için Afyon'dan gelen fıstık ezme küspe helvası satıcıları da yerlerini almış olur. Simitçi başında tepsiyle kadınlar tarafında dolaşmakta, Destancı Ahmet elinde sakız ve nane şekerleriyle çocuklara mani yakmakla meşguldür. Bazı yıllar kuzeyde bir yerlere cingenler çadırlı panayırlar kurar, seyyar hayavanat bahçelerini açarlar. Anıtkayalıların arasına Cumalı, Osmanköy, Yenice, Olucak, Bayramgazi gibi yakın köylerden gelenler de karışır. Çocuklar sabırsızlıkla yolun bir o yanına bir bu yanına geçer dururlar. Üyüğün üstüne çıkmak yasaktır, askerlerin uyguladığı bu yasak çocuklarda bir merak uyandırır. Orada neler olmaktadır. Ah bir yukarı çıksam da baksam...
Her şey bu minval üzere ilerlerken birden bir hareketlilik başlar. Askeri araçlar görünür, içlerinden değişik renkli elbiseler giymiş askerler iner. Geçit resmi yapılacak yoldaki yerlerini alırlar. Bunlardan kırmızı renkli bandocular diğerlerine göre daha yaşlı olurlardı. Çoğunun astsubay olduğunu yıllar sonra öğrenecektim. Bu arada meçhul bir ses protokolün geldiğini ve Belediyede çay içmekte olduğunu haber verir. O sırada bizler şenlik yerinde olduğumuzdan tören öncesi bu Belediye muhabbetini hep merak etmişimdir. Neler yaparlar, neler konuşurlar, kafamda onların kutlamasını yaptığımız kurtuluşu sağlayan askerler olduğunu kurduğum için biz faniler gibi davranamayacaklarını sanırdım, merakım biraz da bundandı.
Çok geçmeden sert komutlarla askerlerin tüfek şakırtısı ve ayak tapırtısı ortalığı alarma geçirirdi. Herkes pür dikkat bunlardadır artık. Bando çalmaya başlar. Bu protokolün gelmekte olduğunu işaret eder. Benim şaşkın gözlerim ise koca koca ejderha gibi düdükleri boynuna dolayan, omuzuna oturtan kırmızı üniformalı askerlerin yükünde olurdu. Protokol gelince tören hemen başlardı. İstiklal Marşı birşey değil ama onun öncesindeki saygı duruşunda mutlaka birileri sinek kovalar, mutlaka birileri kendini tutamaz kikirderdi. Çocuk aklımla can sıkıcı bir durum olarak kodlamışım o anları. Yukarıda, bizim göremediğimiz bir yerde insanlar çevrelenmiş birini dinlemektedir. Sonradan öğrendim ki bir subay 28 Ağustos 1922'deki olaylar hakkında teknik bir konuşma yaparmış. Bu konuşulanlar biz çocukların hiç umurumuzda olmazdı. Bizim bir gözümüz askerlerde, bir gözümüz şarampolde dikenler arasına açılmış tezgahlarda olurdu.
Eğret şenliğinin törenden ziyade gerçekten bir şenlik havasında geçmesini sağlayan unsurlardan birisi de anıt çevresinde yapılan konuşmalardı. Fahrettin Altay Paşa'nın işaret ettiği de buydu aslında, köylüler yıldönümünde toplanıp dualar ediyor dediği husus. Resmi ve teknik konuşmacı subaydan sonra diğer törenlerde yapılmayan bir şey gerçekleşiyor, mikrofona Anıtkaya'yı temsilen köy halkından biri çıkıyor. Bu başlangıçtan beri sadece Eğret törenlerinde yaşanan bir uygulama. Ne konuştuğunun bir önemi yoktu bizim için, çünkü duymazdık söylenenleri; ama bizden biriydi işte konuşan. İlk konuşmacılardan biri İresil Hoca (Resul Ayas) imiş, biz onu bilmiyoruz. Hatırladığım konuşmaya hevesli Keliban (İbrahim Dalgıç) yapardı bu konuşmaları. Sonra Goca Cami imamı Hüseyin Saki konuştu uzun süre. Hitabeti güzeldi, ses tonunu ayarlayabiliyordu, Fahrettin Paşa'nın dediği gibi sözlerini dualarla beziyordu. Ömer Başçavuş (Aydın) Başkan olunca bizzat konuşmak istedi. Onun da hitabeti güzeldi. Bir konuşmasında günün anlam ve öneminden sapıp zamanın Sağlık Bakanı Halil İbrahim Özsoy'a sataşınca neredeyse Anıtkaya halkına verilen bu konuşma ayrıcalığı tehlikeye düşüyordu. Sonraki şenliklerde konuşma geleneğini Remzi Kayır Başkan sürdürdü. İlerleyen teknoloji ve geçen yıllar konuşulanlara kulak vermemizi sağlıyordu. Remzi Başkanın konuşmaları beğeni topladı. Anıtkaya küme düşünce ilk Köy Muhtarı Mehmet Soylu'nun şenlik konuşmaları da akademik destekliydi, beğenildi. Sonrası hakkında bir fikrim yok, hala halk adına konuşma yapılıyor mu bilmiyorum.
Konuşmalardan sonra geçit resmiyle tören sona ererdi. Şenliğin en heyecanlı anı burasıydı bizim için. Geçit resmine katılan her grup alkış tufanıyla karşılanırdı, halk askerine minnettarlığını alkışla göstermeye hep teşne görünürdü. En çok alkışı alanlar hep gaziler olmuştur. 1970'li yıllarda beli bükülmüş, ak sakallı dedeler olsa olsa İstiklal Savaşı gazisidir ve belki de oralardaki savaşların kahramanlarıdır, diye gururla alkışlanırlardı. Bu alkışları alan gazi dedeler ise daha bir doğrulur, kükremeye hazır aslan pozları takınırlardı. Bu tüyler ürpertici geçit resmiyle tören sona erer ama şenlik bir süre daha devam ederdi. Askerlerin bir kısmı araçlara binip mahalli terkederken bir kısmı da Üyüğün tepesine yollanırdı. İşte o an, merakımızı sonlandırma vakti olduğunu anlar biz de koşardık yukarıya. Meğer misafirlere bükme ve ayran ikramı yapılıyormuş, tepedeki gizemli hareketliliğin sebebi bu imiş.
Asker ve protokol Üyük önünü boşaltmış, halk yavaş yavaş dönüş yoluna durmuş, satıcılar son satışlarını yapıp tezgahlarını toplama derdinde ve zorunlu beklemenin ardından yoluna devam etme beklentisindeki kamyon şoförleri yavaş yavaş karayolunu doldururken beride, Belediyenin bahçesinde misafirler koyu bir sohbete dalarlardı. 80'lerin ortasındaki bir şenlik sonu bahçe toplantısında, günün misafiri Prof. Dr. Hamza Eroğlu, konuşmasını beğendiği Hüseyin Saki Hoca'ya tebriklerini sunuyordu. O yıllarda lise ve üniversitelerde okutulan İnkılap Tarihi ders kitabını imzalayıp hediye etmesi bizim Hocayı çok mutlu etmişti. Her şenliğin böyle özel konukları mutlaka olurdu. Bir keresinde Şehitliği yaptıran Fahrettin Paşa özel konukmuş, sanırım karayoluna inen bir uçakla gelmiş ve 28 Ağustos 1922 hatıralarıyla dolu hisli sohbetleri olmuş. Gazilerin arasında, kendi kolordusundaki askerlerden biri de oradaymış, heyecanlı dakikalar yaşanmış.
Öğlen olduğunda törenden sonra şenlik de biterdi. Bu, tatilin bittiği, ileşberliğin işbaşı yapması gerektiğinin bir işaretiydi. Tatlı bir rüyayı yarıda bırakmanın hüznüyle herkes işinin başına dönerdi. Şimdiki çocuklar böyle rüyalar görüyor mu acep?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder