01 Nisan 2021

Hacı Musa'nın Odada Soygun

     506 Numaralı Karahisar-ı Sahib Şeriyye Sicili

      Sedef UYSAL'ın hazırladığı bu çalışmada Afyonkarahisar mahkeme kayıtlarının 1657-1660 arasındaki kısmı bulunuyor. Eğret'i ilgilendiren bir bölümü aşağıda:
    
     "Yalvaçlı tüccar Hacı Ahmet oğlu Osman adlı kişi… “Karahisar-ı Sahib kazasına bağlı Eğret köyünden Sefer oğlu Ali’ye, kervanla Eğret’e vardığımızda Hacı Musa’nın odasında kalırken gece yarısı, üç büyük bohça içindeki 20 adet astar ve 92 adet astar bezinin çalınması hususunun sorulmasını istiyorum.” dedi. Soruldu ve Ali cevabında: “Osman adlı bu kişi Hacı Musa’nın odasında misafirken Demirci kasabası sakinlerinden Mehmet adlı katırcı ile gece yarısı odaya içeriden girip  üç bohça içinde 20 astar ve 92 astar bezini çaldık. Sonra Kayışçı Mehmet bir sarı katırına yükleyip aldı gitti.” diyerek çaldıklarını kendi rızası ve her cezayı kabulen itiraf ettikten sonra… Ocak 1659"
       
     Bu mahkeme kaydı dikkat çekici. Bir defa 17. yüzyılın ortasında misafirhane anlamında "oda" kavramı Eğret'te mevcut. Yani köydeki Kervansaray işlevini yitirmeye başladıktan sonra yavaş yavaş oda kültürü oluşmuş değil. Aynı anda hem han hem de odalar işler durumda. Belki Hanın yetersiz kaldığı durumlarda odalar devreye giriyor, belki de Kervansaray daha sistemli çalışan ticaret kervanlarına hizmet veriyordu, odalar ise bireysel çalışan küçük tüccarlara kapısını açıyordu. Belki de insanlar ücret ödememek için odalara yöneliyordu. Her ne sebeple olursa olsun Eğret'te odanın tarihi çok eski yıllara götürülmeli. Bu karardan, bunun en azından 16. yüzyıla kadar götürülebileceği anlaşılıyor. Sanırım iş yine varıp Hacı İbrahim Vakfına dayanır.

    Oda sahibi Hacı Musa da ilginç. Acaba kimlerin atası, hangi sülalenin kökü. Odasında böyle bir hırsızlık olayı yaşanması sonucu hangi duyguları yaşadı. Kararda onu suçlayıcı bir ima yok. Yine de insan yerinde olmak istemiyor. Eğret odası değil de Eğret'te Hacı Musa'nın odası diye özellikle belirtildiğine göre başka odalar da var. Eğret'te 1659'da kaç tane oda vardı, bu da ayrı merak konusu.

    Olaya ismi karışan kişilerde bir netlik yok. Metnin orijinalinde "...kasaba-i demirci sükkanından Mehmed..." şeklinde yazılmış. İmlaya dikkat etmeden bu şekilde yazıldığında sanki "... demircilik yapan kasaba sakinlerinden Mehmed..." gibi bir anlam verilmiş ama doğrusu yukarıdaki metinde yazdığım gibi anlaşılmalıdır. Karışıklık bununla sınırlı değil; suç ortağı bu Mehmet'in katırcı olduğu belirtilmiş fakat astarları bir katıra yükleyip götüren Mehmet'ten kayışçı diye söz ediliyor. Acaba bu başka biri mi yoksa yanlış mı yazıldı.
    

Hüma Hatun'un Çayırı

     506 Numaralı Karahisar-ı Sahib Şeriyye Sicili

      Sedef UYSAL'ın hazırladığı bu çalışmada Afyonkarahisar mahkeme kayıtlarının 1657-1660 arasındaki kısmı bulunuyor. Eğret'i ilgilendiren bir bölümü aşağıda:

    "Karahisâr-ı Sâhib'e bağlı Eğret Köyü sakinlerinden Abdi Çavuş kızı Hüma Hatun’un vekili Süleyman Ağa, Yüce mahkeme heyetine “Sülümenli köyünden Hasan oğlu Çora huzura çağrılarak, müvekkileme ait köylerindeki tahminen dört dönümlük çayırı neden zabtettiği sorulsun.” dedi. Bunun üzerine Çora: “Behsedilen çayır Hüma Hatunûn ana-baba bir kardeşi Süleyman adlı kişinindir. Bundan elli sene önce bana tasarruf yetkisinin kendinde olduğunu söyledi ve belli bir ücret karşılığında bu hakkından vazgeçti. Elli yıldır sahibi benim ve ben tasarruf ediyorum.” deyince, kardeşi Süleyman Ağa sorgulandı ve müvekkile Hüma Hatun ile yüzleşerek çayırı elli yıldır bu şekilde kullandığını kabul ve itiraf etti. Haziran 1658"

    Benim bu kayıttan anladığım şu. Hüma Hatun aslen Sülümenli köyünden. Vakti zamanında Eğret'e gelin gelmiş. Babasından kendisine miras kalan bir çayırı araştırıp soruşturunca başka birisi tarafından kullanıldığını öğreniyor. Bu adamı mahkemeye veriyor. O zamanın şartlarına göre bu işi bizzat yapamadığı için kendine Süleyman Ağa adlı birini vekil tutuyor. Davalı mahkemedeki beyanında bu çayırın kullanım hakkını, kadının kardeşi Süleyman'dan ücret karşılığı devraldığını ve 50 yıldır bu şekilde sahiplenerek çayırdan yararlandığını belirtiyor. Kadının kardeşi Süleyman Ağa da bunu doğrulayınca mesele anlaşılıyor.

    Olayın içinde çok fazla Süleyman olunca olay karışık gibi görünüyor. Kadının avukatı Süleyman, onun dedesinin ve büyük dedesinin adı da Süleyman. Ayrıca kadının kardeşi de Süleyman. Bir de kendileri Süleymanlı (Sülümenli) köyünden olunca olay biraz anlaşılmakta zorlanıyor. Sicil incelemesinin bir yerinde çayırın bulunduğu köy "Selmanlı" olarak okunmuş. Bunun bir imla hatası mı yoksa gerçekten söz konusu olan böyle bir köy mü vardı zihinlerde soru işareti oluşturuyor.

    Yukarıdaki kayıt hakkında daha başka şeyler de söylenebilir. İlerde... Şimdilik şunu da belirtmek lazım ki, şimdiki Afyon'a bağlı Sülümenli Kasabası ile buradaki köyü karıştırmamak gerek. Eğret ile arasında 50-60 km'lik mesafe bulunan o Sülümenli ile Eğret köylüsünün bu kadar yakın bir irtibat kurması uzak ihtimal. Uzağı yakın eden bugünün teknolojisinde bile öyle bir irtibat yok.

    Şimdiki Cumalı köyü Balkan göçü sebebiyle 19.yy sonunda kurulmuş. Onun öncesinde o civarda küçük de olsa bir yerleşim var ve adı da Süleymanlı. Bu isim "Sülümenli" diye de okunabiliyor. Hatta Cumalı-Osmanköy arasındaki keskin dereye şimdilerde "Boğazlayan" deniyor ya, daha eski vakitlerde mesela 100 yıl önce oranın adı "Süleyman Boğazı" Bunu Büyük Taarruz'daki uçak keşif raporlarından öğreniyoruz. Sonuç olarak sicillerde bahsedilen Hüma Hatun'un çayırı Eğret'e komşu Süleymanlı-Sülümenli köyündedir.



29 Mart 2021

Cıngırdık

  

    Benim hatırlayabildiğim kadarıyla özel günlerde, mesela bayramlarda çocuklar için kurulur; 3 -5 gün, bir hafta, 10 gün, artık ne kadar dayanırsa o kadar kurulu kalır çocukların eğlenmesi sağlanırdı. Oysa daha eski yıllarda büyüklerin de eğlencesiymiş.

    Çocukların kendi başına altından kalkabileceği bir iş değildir onu yapmak. Bu yüzden zaten buna cıngırdık kurmak denir. Ağır ve büyük malzemelerle çalışacaksın ve bunların dengeli, düzgün durmasını sağlayacaksın. Biraz da el becerin olacak. Çocuklar için fazla olabilir bunlar. 

    Kuruluşa geçelim. Lazım olacak malzeme: 1,5- 2 metre ve 8-10 metrelik iki ağaç. Bu kadar. Bu kadar ama, şartları sadece boyutlarıyla sınırlı değil. Öncelikle sağlam olacaklar. Sağlamlık deyince akla hemen meşe gelir. Direk olarak kullanılacak olan meşeden olabilir, sorun yok. Gerekli kalınlıkta meşe yoksa söğüt de olabilir. O da dayanıklı ağaçtır çünkü. Kurt pek sevmez söğüdü. Direk için seçenek fazladır ama diğer ağaç çok uzun olduğundan mecburen söğütten yapılacaktır. O uzunlukta kavak vardır ama dayanıksızdır, hemen kırılır. Çam olsa iyi olur ama Eğret'te ne gezer. Bu yüzden yatay olarak kullanacağımız uzun ağaç söğüt olacak. Direğin bir ucu biraz sivriltip biraz küt olacak şekilde yontulduktan sonra diğer ucu yarım metre kadar toprak altına gömülür. Taşlarla filan sıkıştırılarak iyice sağlamlaştırılır. Öyle olmalıdır çünkü baya bir yük binecek kendisine. Söğüt dalları hafif kavisli olur. Uzun ağacımızın kavisli kısmı yere bakacak şekilde düşünerek tam ortasından bir oyuk açarız. Bu oyuk çok derin olmamalı, yoksa oradan zayıflayan ağaç kırılabilir. Çok küçük de olmamalı, o zaman da direğe yonttuğumuz uç tam olarak oturmadığından ağaç yere düşebilir. Bakın ne kadar dengeli işlem yapılması gerekiyor. Yine söğüt dalının bir özelliği doğal olarak bir tarafının diğer tarafına göre daha kalın olmasıdır. O halde uzunluk ve ağırlık dengesi gözetilerek oyulacak nokta dikkatli seçilmelidir. Bir tarafın daha uzun olması doğaldır.

    Cıngırdık kurmak bu kadar. Ortaya, direk sayesinde kendi ekseninde 360 derece dönebilen bir tahteravalli çıktı. Birbirine geçen iki kuru ağaca biraz da yük binince bir gıcırtı çıkması normaldir. İşte bu gıcırtıdan esinlenerek adını cıngırdık koymuş olmalılar. Çok eğlenceli oyuncaktır. Kendini kanatlanmış uçuyor sanırsın. Tehlikelidir de, hiç bir emniyet tedbiri olmadan sert hareketlerle dönen bir ağaç üstündesin, her an düşebilir, bir yerini kırabilirsin. Bu yüzden cıngırdığa, eşeğe biner gibi değil de, karın üstüne yüklenerek binmek daha doğru olur. Eğer eşeğe biner gibi oturulacaksa, yüzükoyun ağaca uzanarak kollarla da onu kavramak gerekir. Bu sebeple olsa gerek küçük çocukların binmesine izin verilmez.

    Daha daha eskiden büyük çocuklar değil yetişkinler bile binermiş cıngırdığa. Eskinin lunaparkı gibi düşünülüyordu demek. Dedim ya çok eğlenceli bir meret. Büyükler de böyle bir eğlenceden geri durmak istemedi anlaşılan. Cıngırdığa binmenin bazı rahatsızlıklara iyi geldiği de düşünülüyormuş. Yemekten sonra binmeyi tercih ederlermiş. Ya hazım güçlüğü çektiklerinden hareket iyi geliyordu, ya da karınları bastırıldığı için fizik tedavi gibi geliyordu. 

    1940'lı yıllarda uzun süre karın ağrısından bizar olan, Sütce'ydi, İlancık'dı gitmediği yer kalmayan ve buna rağmen iyileşmeyen bir çocuğa dayısı cıngırdık kuruyor. Çocuk bindiği gün ağrı sızı kalmamış. Essayalan, ben o çocuğun kendisinden dinlemiştim.

    Cıngırdık kurmak için 15 metre çapında bir boş alan lazım. Bugün böyle geniş bir boşluk, hele de eğlence için, bulmak mümkün değil. Belki cıngırdığa binilmemesinin bir sebebi de budur.

    

    

26 Mart 2021

Zaman Kavramı ve Planlaması

    ZAMAN    

    Eski Eğret'te vakit güneşin hareketlerine göre belirlenir ve hayat da buna göre şekillenir. Gece-gündüz, yani güneşin görünür veya görünmez olması, ortalığın aydınlık karanlık oluşu hep güneşin hareketlerine bağlıdır. Günün hangi vaktinde olduğunu insana duyuran, hatırlatan da ezandır. Bu anlamda ezan, dini bir öge olmaktan çıkar insanla hayat arasındaki zamansal bağı sağlayan bir ögeye dönüşür.

    Zamanı sayma, süre olarak onun miktarını belirleme hususunda da bugün kullanılmayan ezanî saati kullanırlardı. 1970'li yılların başında bir çalar saatimiz vardı ve ninem her akşam ezanında onu saat 12.00'ye ayarlama görevini vermişti bana. Her akşam ezan okunmaya başlayınca zevkle yapardım bu işi. Önce akrep ve yelkovanı 12 üstüne hizalar ve saatin zembereğini kurardım. Neden böyle yaptığımı o zaman değil, yıllar sonra anlayabildim ancak. Bu ezani saatti ve ve her akşam ezanında saat sıfırlanıyordu.

    Günlük hayatta süre ölçümü saate göre yapılmaz, zira bakılabilecek bir saat yoktur. Belki ezan okuyacak hocada bir köstekli saat vardır. Belki birkaç hali vakti yerinde kişide de...  O kadar işte. Köyde isen ezana göre vakti anlarsın, gırda bayırda isen güneşin konumuna göre. Gün indikten sonra, ortalık ağarınca gibi. Yaptığın işe göre de bir işaret belirleyebilirsin. Çıkım çıkana kadar, bir evlek biçene kadar, evlek kavuşana kadar, ferkin sonunda, bir doleşim yükleme vs. 

    GÜNLER 

    Bu konuya gün kelimesiyle başlayabiliriz. Güneş anlamında kullanıldığı gibi, 24 saatlik süreyi de ifade eder, yeri geldi mi gecenin karşıtı olarak gündüz anlamında da kullanılır. Bir haftayı oluşturan yedi ayrı günü ele alalım.

    1. Cuma (Cümeyi): Hafta başı ve hafta sonu kavramları yoktur ama belki cuma namazından dolayı bu gün haftanın ilk günü olarak düşünülebilir. Cümeyi diye telaffuz edilir. Cümeyi günü gün ortasında cümeyi namazına gidileceğinden öğleye kadar pek çalışılmaz, işler namaz sonrasına ertelenir. Yarı tatil günü olarak düşünülebilir. Günün kutsallığından dolayı kötülük yapmamaya, kötü söz söylememeye özen gösterilir. Zorunlu kalınca "cümeyi mübarek gün..." diyerek sakınılmaya çalışılır. Vücut ve çevre temizliği yapılır, mesela tırnak kesilir. Bir görüşe göre bu gün ev temizliği yapmak sevap iken, bir başka görüşe göre cümeyi günü ev temizliği iyi bir şey değildir. Erkeklerle birlikte yaşlı kadınlar da cümeyiye gidip caminin üst katında namaz kılarlar. Bazar gelini için çalgılar cumadan sonra çalmaya başlar. Perşembe gelini için çeñiz asma Cuma namazı sonrası başlar.

    2. Cumartesi (Cümertesi - Bazar): Bugün pazaryeri merkezli olarak pazar kurulduğu için cuma-ertesi (cümertesi) dışında günün adı olarak "bazar" denir. Birisine "Parasını bazar günü vecen." denilirse bundan cumartesi anlaşılır. Köyün ticari ve ekonomik olarak en canlı günüdür. Satılacak ürün ve mallar pazara bugün çıkarıldığı gibi her türlü alışveriş de bugün yapılır. Çocuklara düzenli olarak harçlık veriliyorsa eğer cumartesi günü verilir. Haftalık ihtiyaç bugün giderilir. Köyün nüfusu cumartesi günü artar. Çevre köylerdeki epbaplarla bugün muhabbet edilir. İşgayıt vatdıysa bazar dağılana kadar iş ertelenir. Pazar harcı görüldükten sonra kıra bayıra gidilir. Bazar gelini için gızhamamı yapılır.

    3. Pazar (Allahbazarı): Cumartesiye pazar denince, pazarlar karışmasın diye bugüne de Allahbazarı deyivermişler. Eski Hıristiyan komşuların mübarek günü olması hasebiyle de böyle isimlendirilmiş olma ihtimali var. Bazar gelini düğün ikindi üzeri biter.

    4. Pazartesi (Bazarertesi): Tam Türkçeleştirilmiş olarak böyle telaffuz edilir. Bazar gelini için çeñiz asma günüdür. Sair günlerden ayrı bir özelliği yoktur.

    5. Salı (Sâli): Nedendir bilinmez, sesli harfler uzatılıp inceltilerek bu şekilde telaffuz edilir. Perşembe gelini için çalgılar öğleden sonra çalmaya başlar.

    6. Çarşamba (Çarşamba): Perşembe gelini için gızhamamı yapılır.

    7. Perşembe (Perşembe): Medreseye okumaya giden çocuklar Hoca'ya perşembelik götürür. Perşembe gelini ikindiden sonra gelin indirilir.

    MEVSİMLER

    Eğret takviminde temel iki mevsim vardır: Yaz ve kış. 6 Mayıs 7 Kasım arası yaz, 8 Kasım 5 Mayıs arası kış. Bahar kavramı ve mevsimi yoktur. Hava olaylarına göre yüzyılların tecrübesiyle işaretlenmiş belirli zaman aralıkları bu takvimde yerini almıştır. Böylece zemeri, gündönümü, çetireng, ülker, hıdırellez vb. gibi vakit nokta ve aralıkları kendiliğinden oluşmuştur. Kendiliğinden ama mutlaka bu oluşumda bazı etkenler söz konusudur. Mesela bunlardan din faktörü önemlidir ve bundan kaynaklı mesela "Gavur Küfürü" vardır, "Irmızan mübarek gün" vardır. Güneş faktörüne bağlı gündönümü vardır. Tecrübeyle elde edilmiş Gasım çetirengi vardır. Hava şartlarına göre oluşmuş "oraklar" vardır. Bunların hiçbiri yazılı, kayıtlı değerler değil; tamamen toplum hafızasına yerleşmiş folklorik kültür değerleridir. 

     ZAMAN İFADE EDEN BAZI SÖZLER

    yeñiye: Gelecek yıl, gelecek sene, yeni yılda anlamına gelir. Bir dilekle karışık ümidi ifade eder aslında. Bu yıl yapılamayan bir şeyi, elde edilemeyen, ulaşılamayan bir duruma gelecekte ulaşma ümidini ifade eder. Hedef belirleme, ümit duyma ve dua etme gibi daha karmaşık anlamları da içinde barındıran bir kelimedir. 

    eveli: Eskiden, önceki yıllarda gibi  anlamlarda kullanılır. Kişi hayatının çok eski zamanlarından, belki çocukluk gençlik dönemlerinden bahsederken bu söze başvurur. "Eveli motur mu vardı, herşeyi elimizinen édêdik."

    eveli gün: Dünden önceki gün.  Bazen "dün deyil eveli gün" biçiminde kullanılır.

    evelevelden: Çok eskiden beri, en başından beri.

    ötögün (öteki gün):  Dünden önceki gün. Bazen "dün deyil ötögün" biçiminde kullanılır.

    saba: 1.yarın, 2.Uzak gelecek, gelecek dönem. İkinci anlamında genellikle öğüt verirken kullanılır: "Saba evlenince lazım olur."

    ilerlêde (ilerilerde): Geçenlerde, geçen günlerin birinde. Bir kaç gün önce değil, baya bir zaman oldu, ama ne kadar oldu hatırlamıyorum, buna benzer anlamlara gelir. "İlerlêde Hasan'ı gördüm."

    sayılı gün: Ramazan günleri. Çabuk sona erdiğini, hemen bittiğini ifade etmek için söylenir. Kur'an'daki "eyyam-ı ma'dudat" ifadesinin Türkçesidir. 

     össêt: Hemen, anında (o saat)

     darın: Hemen, o anda, aceleyle, dar zamanda. "Yâmır basdırdı, darın eve gaçdık."

     böyün: bugün

     böyüne gadâ: Bugüne kadar. Genelde olumsuz anlamda sitemleri dile getirmede kullanılır. Yapılan bir şeyin geciktiğini ifade etmede de bu söz söylenir. "Böyüne gadâ heç böne bişey etmediydi."

     yârin: yarın

     bürgün: Yarından sonraki gün (öbür gün)

     yârin bürgün: Yakın bir gelecekte. Olası bir tehlikeyi haber verirken uyarı amacıyla bu ikileme kullanılır. "Yârin bürgün bubañ añneyince netceñ?" 

     böyün yârin: 1.Yaklaşmakta olan vakti anlatır. "Böyün yârin habarı gelir." 2. İki kere tekrar edildiğinde; oyalanma, atlatılma veya ertelenme durumunu belirtir. "Böyün yârin böyün yârin deye deye sabırımı tüketti!"

     buzmandır: Bu vakte kadar (Bu zamandır)

     demitden: Az önce, biraz önce, demin.

    havtasında: Bir hafta sonra

    havtiye: Gelecek hafta


24 Mart 2021

Afyon ve Haşhaş Hasadı

Haşeş (haşhaş) çapaları bittikten sonra açan güneşle haşhaşlar afyan (afyon) olur. Öncesinde yenebilen yeşil yapraklar acılaşır ve birden boy atmaya başlarlar. Gelişim hızlanır. Bitkinin ortasında sap belirir ve sonra tomurcuk ortaya çıkar. Bundan sonrası haşhaş tarlasındaki şölendir.

İyi yetişmiş haşhaşlar insan boyunu bulur. Fakat bir haşhaş kökünden birkaç sap birden uzar ve hepsi farklı boy ve aşamalarda bulunur. Bir sap tomurcukken bir diğeri tomurcuğu yarıp çiçek açmış olabilir. Daha uzun olanı çiçeği dökmüş gapçığı (kapsül) belirmiştir. En büyükleri de gapçığı büyüyüp renk değiştirmiş, morarmış bir halde bulunabilir. İşte bu andaki haşhaş tarlası rengarenk düğün alayı gibidir. Donuk yeşil zemin üzerinde mor beyaz çiçekler…

İşte tam bu vakit gündönümü öncesine denk gelen kritik bir dönemdir. Çiçeği döken gapçıklar birden afyon toplamaya başlar. Bu dönem ihmal edilmeden afyon hasadının yapılması gereken bir dönemdir. Çok farklı aşamalarda bulunsalar da saplardaki tomurcukların gelişimi çok hızlı olur. Bu yüzden 10-15 gün boyunca sürekli afyon sakızı toplamak gerekir.

Çiçeğini döküp olgunlaşma rengine bürünen kapsül özel dilgi(cizgi) bıçağıyla çizilir. Çizme yönü ve derinliği özenle yapılmalıdır. Kapsül ortasından yarım ekvator çizgisi gibi atılması gereken çizik çok derin olursa afyon sütü içine akar ve haşhaş denesini acılaştırır. Yeteri kadar derinlikte olmazsa süt çıkmaz. Usta eller bıçak sürüş tekniğini ona göre kullanır. Atılan çiziklerde afyon sütü toplanır ve donarak sakız kıvamına gelir. Sertleşmeden, aynı gün o sakızı almak gerekir. Bunun için de özel algı bıçağı vardır. Toplanan sakızlar büyük haşhaş yapraklarına sarılarak saklanır. Ertesi gün için olgunlaşan yeni gapçıklar sıradadır, onların da afyanı alınır. Bu böyle her gün gündönümüne kadar devam eder. (Şu anlattıklarım 1975 öncesine ait işlerdendir. Ambargo nedeniyle o yıldan beri gapçık cizme ve afyan alma yoktur.)

21 Haziran sonrası, afyonu alınmış gapçıklar hızla kurumaya başlar. Bu sırada gapçık içindeki haşeş deneleri de olgunlaşıp kurur. Temmuz başı gibi bu sefer haşhaş hasadı başlar. Kuru gapçıkları sap boğumundan tutup kırmak çok basittir. Zaten tarladan haşhaş hasadına haşeş gırma denir. Çuvallara doldurulup eve götürülen haşeş gapçıkları tokmaklarla kırılarak heşeş denesi elde edilir. Savrularak kabuk ve çer çöpten de temizlendikten sonra yiygilik, yağlık ayrılır ve fazlası satılır.

1975 sonrasında ise tokmakla döverek değil de bıçakla keserek kapsül içindeki dene alınır olmuştur. Çünkü yasal olarak çizilmemiş, ezilmemiş, afyonu alınmamış gapçıkların teslim edilmesi zorunluluğu vardır ve bu günümüzde de böylece devam etmektedir.



19 Mart 2021

Gırkımcılar


Havaların tamamen ısındığından emin olununca artık koyunları kırkma vakti gelmiştir. Vaktinin gelmiş olması önemlidir çünkü öncesinde yapılacak olursa hayvanın hastalanma tehlikesi vardır, geç bırakılırsa da yine hayvan rahatsız olur ve yapağıda verim düşer.

Zahmetli bir iştir gırkım. Bir günde olup bitmesi gerekir. Kimse aynı iş için ertesi günde ayakta kalmak istemez. Bu yüzden sağımla birlikte gırkımın da o gün bitmesi için bütün tedbirler alınmalıdır. Hayvan çok ve adam az ise önceden bu işten anlayan kişileri ayarlamak gerekir. Herkes gırkım yapamaz çünkü. Bunun için koyunun vücudunu iyi tanımalı, gırklık kullanmada mahir olmalı ve bu işte tecrübe sahibi olmalıdır. Gırkımcı ünvanını alabilmek de maharet ister.

Koyunu tanımıyorsan, vücut hatlarını kestiremiyorsan hayvanın derisini kesme ihtimali bulunur. Gırklık keskin bir alettir, bir elle onu kullanırken diğeriyle de hayvanı kontrol etmek gerekir. Gerçi ayakları bağlıdır ama; ne de olsa hayvandır, ani hareketleri, sıçraması, kafa atması eksik olmaz. Bütün bunların arasında usta bir gırkımcı birkaç dakikada işini bitirebilir. Ustalık ölçülerinden biri de gırkılan yünün tek topak olarak çıkarılabilmesidir.

Gırkımcının kendine ait, sevdiği bir gırklık mutlaka vardır, yanında getirir. Yine de sürü sahibi fazladan gırklık temin ederek yedekte bulundurur. Koyunları tutup bağlayıp gırkımcının önüne servis eden kişilerden başka boşta kalan olursa onlar da bir gırklık alıp işe girişebilir. Bir yandan da gırkılan yapağılar çuvallanarak ortalık derlenir.

Bütün bunlar ağılın bir köşesinde olup dururken, gırkımcılara ikram edilmek üzere kesilen koyun kuzu, gışlada pişirilmektedir. Adettendir, gırkımcılara koyun yedirmek.

Gırkım işi bitince, bir kaç gün içinde yeni traş olmuş koyunlar Buñar veya bir çeşme aharına götürülerek teker teker yıkanır. Çay (Çamaşırhane)nin yanında sırf koyun banyosu için bir havuz çevirmişler, sonra veya önce de Guyuderesi altlarında bir yere böyle bir havuz yapılmış. Ben onu hiç bilmiyorum, ama Çay'ın yanında koyun yıkadıkları hayal meyal gözümün önünde...

Yıkanan hayvan güneşte kurumaya bırakılır. Kel Süleyman Eren'den alınan toz boya ile koyunların belirli yerlerine ayırt edici bir biçimde boya sürülür. Bu hem hayvanı süslemek hem de başka sürüye karışmasını engellemek amacıyla yapılan bir çeşit éñneme işlemidir.

Yeni gırkılmış koyun keçi, ani sıcaklık düşüşlerinden korunmalıdır. Bir bakıma çıplak kalmıştır ve takvimde de görüleceği üzere Eğret’te Haziranda bile soğuk hava görülebilmektedir. “Keçikıran” diye tarihe geçmiş soğuklar böyle yaz başlangıçlarında görülmüş. Ayrıca vakitsiz yapılan gırkımdan hemen sonra kar yağışına maruz kalan hayvanların nasıl telef olduğu da yaşanmış olaylardandır. Bu yüzden gırkım sonrası çoban dikkatli olmalıdır. Bununla beraber fazla sıcak havadaki gırkımın da sakıncalı olduğunu bilenler söylüyor.

    Koyuncular için gırkım, aradan çıkarılması gereken önemli işlerden biridir. Bu işi de halletti mi harmana daha bir rahat kafayla hazırlanır. 



18 Mart 2021

İleşberlik Aletleri

     Bu başlık altında tarım araç gereçlerinin tanıtımını yapacağım. "Neden tarım aletleri değil de düzen-takan" diyen varsa buraya bakabilir. Yine sırasız, sıralamasız bir tanıtım olacak. Yeri geleni ve aklıma geleni yazacağım.

----------0-----O-----0----------

    ANNAT: Üç dişli sap toplama aleti. Türkçe bir kelime değil, aslı Rumca. İhtimal ki ileşberlikle birlikte tarım aletlerinin bir çoğunu da geldiğimizde burada bulunan kadim Anadolu halklarından öğrendik. Bu üç dişin ikisi bibirine parelel olarak altta, diğeri ise üstte bulunur. Bu dişe annat ayası denir. 

    Annatın dişleri meşeden, sapı ise söğütten yapılır. Dişlerinin yapımı zahmetli ve uzun bir süreç gerektirir. Dişlerin sapa tutturulması için çividen sonra sırım sarılır. Sırım kurudukça daraldığından çok sağlam bir iş çıkar ortaya. Annatların deste etmek ve sap yüklemek için kullanılanları ayrı boyutlardadır. Deste etme amacıyla yapılanların diş aralığı dar ve sapı kısa iken, sap çekmek için yapılanlar daha uzun ve büyük olur.

    Adi demir profilden yapılan annatlar yeni yeni ortaya çıktığında ucuz ve hafif olduğu için tercih edildi ama dayanıksızlığı anlaşılınca ağaç annatların değeri katlandı. Ne çare ki meşe annat yapabilen ustalar da bir bir dünya değiştirdi. Şimdi bulabilirsen ancak müzelik olmuştur. Zaten annatlık iş mi kaldı ki!

----------0-----O-----0----------

    TIRMIK: Eğret'te bu alete "dırmık" derler. İki türü vardır: Goca dırmık ve harman dırmığı. Goca, dırmık, anlaşılacağı üzere büyüktür. Doğru hatırlıyorsam 24 dişten oluşurdu. Bu tırmık tarlada sap toplama amaçlı kullanıldığı için nispeten yüke maruz kalan dişleri sağlam olmalıdır. Bu sebeple dişler meşeden yapılır. Gövdesi söğüt kütüğünden sapı da yine söğüt dalından olur. Tırmık yapımına uzun yıllar tanıklık ettiğimden biliyorum, uzun ve zahmetli bir süreç gerektirir. Kasım ayında başlayıp Hazirana kadar devam eden bir süreç. 

    Dağdan getirilen meşe çubuklarının eğrilikleri fırındaki kızgın külde ısıtıldıktan sonra el gücüyle doğrultulur ve keserle kabaca soyulur. Sonra yine keserle yontulur, el rendesiyle biraz daha ince işlenir ve en sonunda törpülenir. Ucu ve arkası ince, ortası tuhaf bir şekilde kalın olacak biçimde düzenlenince dişler takmaya hazırdır. Bu arada gövde hızarcı Gedik Hasan (Kirkit)te dildirilir. Planyada düzlenip matkapla 24 delik açılır. Dişler takılmadan önce sap için 30 derecelik bir açıyla üstten delik açılır. Artık dişler takılmaya hazırdır. Tek tek takıldıktan sonra her biri arkasından yarılarak cıba çakılır ki delikten çıkmasın. Bir ip çekilerek uçlardaki fazlalıklar testereyle alınmak suretiyle hepsi hizalanmış olur. Diğer yanda hafif kambur olarak hazırlanan sap önceden açılan deliğe takılır. Onun arkasına da cıba çakılarak sağlamlaştırılır. Artık son bir iş kalmıştır. Önceden hazırlanmış yaklaşık 20 santim uzunluğundaki kalın saç lamalar sapla gövdeyi birbirine bağlayacak şekilde vidalanır. Birkaç gün kullandıktan sonra sivrilen diş uçları sayesinde tırmık anız üzerinde yağ gibi kaymaya başlar.

    Harman tırmığı daha küçüktür. Ortalama 10 dişlidir. Harmanda ve kışın dambeşde gar kakmak için kullanılır. Bu yüzden yük dişlerde değil hep gövdede olur. O zaman dişlerin meşe gibi sağlam bir malzemeden yapılması da gereksizdir. Sap ile dişler arasındaki açı 90 derecedir. Dişler, gövde ve sap da diğer tırmığa oranla kısa olur. Harmanda saman ittirmeye, badas toplamaya filan yarar.


----------0-----O-----0----------

  TIRPAN VE ORAK: "Turpan" diye söylenir. Ekin ve ot biçme aletidir. Kaliteli çelikten yapılır. Bolşevik ülkelerden ithal edilir. Bulgar, Macar, Çekoslovak, Romanya tırpanları kaliteli diye tercih edilir. Kesici hafif yay şeklindeki uç tırpan olarak bilinir. Tırpanın takıldığı hafif kambur bir sap ile birlikte iki ana kısımdan oluşur denebilir. Sap hafif ama sağlam olmalıdır. Kuru söğüt olabilir. Sol elle tutulan uç kısmı inceltilmiş ve biraz da sivricedir. Tam ortada sağ elle tutulan L biçiminde elcik bulunur. Buna yük bindiği için meşe kütüğünden veya başka bir ağaç kökünden oyularak yapılır. Sap ile tırpan özel bir toka ile birleştirilir. Tokayı sıkılaştırmak için gayık denilen özel kama kullanılır. Gayık sürekli çekiç darbesine maruz kaldığı için sağlam olsun diye meşeden yapılır. Tırpanlar büyüklüğüne göre boy boydur. Ortalaması ve en çok tercih edileni 9 numaradır.

    Tırpan yok iken ekin biçme oraklarla yapılırmış. Hilal biçiminde kıvrılmış biraz büyükçe bir bıçak veya küçük bir tırpan düşünün. Orak böyle bir şey. Sağ elle biçer, sol elle biçileni demet yaparlardı. Ben orak kullanımının en son dönemine denk geldim. Tırpanın bir sallayışta biçeceğini, orakla ancak on darbede biçebilirsin. Sıkıcı bir işlem yani. Ama çok eskiden böyleymiş.


----------0-----O-----0----------

      ÖRS-ÇEKİÇ VE KAYRAK: Orakçının tarlaya yanında götürdüğü torbasında bulunması gereken araçlar örs, kekiş (çekiç) ve gayrak taşıdır. Bunlar köreldikçe tırpanı keskinleştirmek için olmazsa olmaz araçlardır. Her ferk sonunda bazen ortasında kayrak taşıyla tırpanı bileylenir. Bunun için tırpan sapının sivri ucu toprağa saplanır ve iki bacak arasına alınarak tırpanın arka yüzü kendine dönecek şekilde pozisyon alınır. Önce tırpan ağzının altı bilenir ve aynı pozisyondayken tırpanın ön yüzüne de kayrak taşı sürtülmek suretiyle bilenir. Buna gayraklama denir ve çok sık yapılan bir işlemdir. O yüzden kayrak taşı pantolonun arka cebinde taşınır. İlerleyen teknolojiyle beraber doğal kayrak taşlarının yerini, özel üretim biley taşları almıştır.

      Bir süre biçtikten sonra artık kayrak ile keskinleştirme işe yaramaz olur. İşte o zaman tırpanın kekişlenmesi (çekiçlenmesi) gerekir. Bu, çekiçle tırpan ağzını dövmek suretiyle inceltmek, yani keskinleştirmektir. Bunu yapabilmek için de altta sağlam ve sert bir zemin olmalıdır. Yani örs. Bu özel bir örstür. Toprağa saplanmalı ama belli seviyeden sonra sabit kalmalıdır. Ona göre imal edilmiştir. Bunu sağlamak için bazı örslerin toprağa çakılan kısmı çatal olarak yapılır. Çekicin ucu da ince olmalı, darbeleri belli bir yüzeye odaklamalıdır. Çekiçleme yaparken darbelerin ilginç, hafif çapraz vuruş şeklinde olmasına dikkat edilir. Aksi durumda keskinleştireyim derken tırpan ağzını çatlatma tehlikesi oluşur. 

   Gayraklama ve kekişleme tırpandan önce orağa da uygulanırmış. Orak ve tırpan ekinde körleşse de nihayetinde kesici araç olduklarından çekiçleme ve kayraklama yaparken dikkatli olunmalı, bir yerini kesmeden bu iş yapılmalıdır. Çapa tarlalarında çapaların ağzının da çekiçlendiğini görmüştüm ama bunun için örse gerek yoktu, teker şınasında hallediliyordu.

----------0-----O-----0----------

    DELECE: Sap çekmek için araba üzerine konan geniş bir ahşap iskeletin adıdır. Sap, hacim olarak geniş, ağırlık olarak hafif olan bir yük olduğu için mümkün olduğu kadar geniş bir yüzey oluşturmak gerekir. Sap uzunluğu da ortalama 1 metre kadar olduğundan tamamen kaplanmış bir yüzeye de gerek yoktur. Boşa ağırlık yapmak gereksizdir. Bu yüzden böyle bir araba eklentisi düşünmüşler ve yüzyıllarca hem kağnıda hem at-öküz arabasında hem de traktör römorkunda kullanmışlardır. 

    Şöyle bir iskelet düşünelim; Ön ve arkaya kalın bir 15 cm. çapında çam gövdesi, yanlara ise 10 cm çapında söğütle elde edilen bir dikdörtgen çerçeve. Daha ince dallarla çerçevenin içi doldurulur. Yalnız arka tekerler daha yüksek olduğu için onların üzerine muhafaza göreviyle kavisli ağaç çakılır. Sonra da tam ortasından arkaya doğru bir hat şeklinde arabanın yan tahtalarından biri, üzerine oturmak üzere çakılır. Delecelerin ömrü harmanla aynı anda tükenmiştir. Çünkü sap harmanyerine harman edilmek üzere çekilir. Döyerbiçerin yaygınlaşmasıyla harman ve harmanyeri bitmiş, deleceye de gerek kalmamıştır. Şimdi bir fotoğraf koyamamamın sebebi bu.

----------0-----O-----0----------


    URGAN: Kendirden yapılır. Kullanımının son yıllarında naylonla karışık ürünlerden yapılanları da vardı. Delece ile sap çekecekseniz urgan mutlaka bulunmalıdır. Delecenin önünde iki yanda dürülmüş olarak yere değmeyecek şekilde sallanır. Belli bir tekniğe ve sıraya göre araba en az dört doleşim yüklendikten sonraki iş urgan çekmektir. Sarılı urganlar açılır, uzunlamasına arkaya atılıp sap sıkıştırılır. Bu esnada arabayı çiğneyen kişi yardımcı olur, gafalara basar. Tokadan geçirilerek biraz daha sıkılaştırılır. En sonunda urgan çeken kişi beline dolayıp yüklenerek tam sıkışmayı sağlar. Aynı şekilde diğer urgan da çekildikten sonra, artık sap arabası sağlam yüklenmiş sayılır, güvenle harmana doğru yola çıkmaya hazırdır. Yine de yola çıkmadan önce goca dırmıkla araba dırmılanır. Bu işlem yolda dökülmesi muhtemel sapların tarlada dökülmesini sağlamaktır.

    Kısaca sap çekmenin  diye yakıştırma yapılır.olmazsa olmazlarından biri de tokasıyla bütünleşen urgandır.

----------0-----O-----0----------

    DİRGEN: Ekin sapını hafif kaldırıp atmaya, çevirmeye, ditmeye, yaymaya vs. yarayan alettir. Annatla yapıldığı gibi çok güç isteyen işler değildir bunlar. Genelde Delecedeki sapı indirmek için, deleceye sap yüklenirken arbada sap çiğneyen kişi gelen annat yükü sapı yerleştirmek için, harman sürülürken aktarmak için dirgen tercih edilir. Bunun yanında kuru ot toplama ve aktarmada da yine dirgene başvurulur.

    Demir dirgen genelde  beş dişlidir. Dört ve üç dişlileri de vardır ama çok tercih edilmezler. Kullanıldıkça uçları iyice sivrildiği için zamanla tehlikeli hatta öldürücü bir silaha dönüşebilir. "Harmanda dirgen yiyen eşşek yılına kadar unutmaz" diye bir söz Eğretlilerin hafızasına yerleşmiştir. Ağaç dirgen o kadar tehlikeli değildir. Annat ayasını iptal ettiğinizde ortaya ağaç dirgen çıkar. Çatallaşmış bir dalı kesip dirgen olarak da kullanabilirsiniz.

----------0-----O-----0----------

    YABA / YABALTI: Yabanın görevi harman savurmaktır. Tınaz haline gelen harmanı savurmak için de ikindiden sonra çıkacak yel gözlenir. Vakit geldiğinde yabayla havaya savrulan harmanın çeci samanından ayrılır. Belli bir teknik uygulandığında tınaz önüne dikilen çıbıklar sınırı belirler; çeç beride kalırken daha hafif olan saman uçar gider. Bu tekniği uygulayabilmek için kaliteli bir yaba gereklidir. Sert ağaçtan tek parça olarak oyulan yaba  beş dişlidir. Her dişi bir parmağa benzetilerek yaba bir el gibi de düşünülebilir. Bunun için elleri büyük olanlara "yaba gibi" diye yakıştırma yapılır. Kırılma tehlikesi yüzünden yabalar başka bir amaçla kullanılmazlar. Kırıldığında tenekeyle filan birleştirilse de yaba bir daha eski haline dönmez.

    Yabaltı yabaya göre daha büyüktür ve altı veya daha fazla dişten oluşur. Belki bu yüzden yabaltı denilir. Onunla harman savrulamaz. Bunun yerine daha kaba işlerde kullanılır. Badas toplamak gibi. O zaman da çabuk kırılır. Kırılıp da tamir edilmiş olmayan sağlam bir yabaltı görmek pek zordur. Zaten zamanla yaba ve yabaltı görünmez oldu ya...

----------0-----O-----0----------

    HARMAN SÜPÜRGESİ: Özel bir süpürgedir. Sert bir ottan yapılır, kuruyunca daha da sertleşen süpürge çimenlerin arasındaki saman ve deneyi ortaya çıkarabilecek kadar sağlam hale gelir. O kadar dayanıklı olur ki bir harman döneminde kullanılıp atılmaz, bir sonraki seneye de kullanılabilir. Tabi sağlam bağlanmak şartıyla.

    Onun özel oluşu; hammaddesi, yapım aşaması, kullanım alanı ve kullanım pozisyonuyla ilgilidir. Adı bilinmediği için süpürge otu denen, kıraç alanlarda kendiliğinden çıkan, dalları yere yayılmış vaziyette bir ottur esasen. Bu ot  koparıldıktan sonra kökleri birkaç gün suda bekletilir. Kırılganlığı kaybolduğu düşünüldüğünde kökler keserle ezilir, ama bu esnada kopmamasına dikkat edilir. Bu arada bilek kalınlığında 30 santim kadar hazırlanan süpürge sapının uçları sivriltilmiş, ortasında süpürge kısmını oluşturacak kadar (20 santim) yontulmuştur. Yere çakılan sapın özel oyuğuna ezilmiş kökler ters yönlerde sarılarak dikey olarak dizilirler. Her ot kökü sarıldığında keserle dövülerek sıkıştırılır. Bütün otlar bu şekilde sapa sarıldığında manzara iki yana açılmış kartal kanadını andırır. Yere çakılan sap çıkarılıp kanatlar birbirine kavuşturulur ve çuvaldız-gınnap ikilisiyle ot süpürge iyice sıkıştırılır. Sonunda ot uçlarının fazlalıkları alınarak seviye ayarlanır. Süpürge kullanıma hazırdır. Harman süpürülürken de tuhaf bir şekilde iki elle sapın iki ucundan tutulur ve sağa sola doğru ittirilir. Iramas dökülmeden önce, harman saçılmadan önce, harman toplanırken, saman ve badas toplanırken bu süpürge kullanılır.

----------0-----O-----0----------


     BEL VE ÇATAL: Bahçe bellemeye yarayan, herkes tarafından bilinen alettir. Henüz müzelik değildir. Bahçecilik Eğret'te çok yaygın bir meşgale olmamış, halen ileşberlik geçer akçe. Dolayısıyla bel kullanımı ancak pulluğun girmediği yerlerde yapılmaktadır.  Asıl değinmemiz gereken çataldır. Müzede yerini almaya hak kazanmıştır. Pancar ekildiği ancak sökümünde pulluktan henüz yararlanılamadığı zamanlarda söküm bu aletle yapılırdı. Tuhaf biçim verilmiş sivri uçlu iki demir, pancar kökü tam ortalanarak toprağa tepilir ve ganırarak pancar çıkarılırdı. Tabı bunun için çatalın hemen üstünde aynı demir malzemeden yapılmış tekmeliği vardı. Çatala pulluğun yanaşmadığı kıyıda köşede kalmış pancarları çıkarmak için de başvurulurdu. Şimdi çataldan sonra pulluk da pancar çıkarmada kullanılmıyor. Çünkü özel pancar çıkarma makineleri var. Zaten eskisi gibi köyde pancar ekildiği de yok.

----------0-----O-----0----------

   
    ÇAPA: Haşeş, günaşık, pancar, kumpil çapalarında kullanılan alettir. Hala kullanılmaktadırlar. Günaşıklar artık çapalanmadığı için kullanım alanı daralmıştır ama diğer çapalarda kadınların el aletidir. Kullanıldığı yere göre aletin boyutu ve biçimi seçilir. Mesela günaşık veya kumpil çapalanacaksa bitki seyrek olduğu ve aynı zamanda kök çevresi doldurulacağı için büyük ve geniş ağızlı çapa tercih edilir. Haşhaş söz konusu olduğunda dar, küçük çapalar daha işe yarar. Bir de oturarak çalışılacaksa kısa saplı, bel bükülerek çapalanacaksa biraz daha uzun saplılar seçilir. Ne kadar uzun olursa olsun, sap bir metreyi geçmez. Başka yerlerdeki gibi çapalama Eğret'te bel bükülmeden yapılmaz çünkü. Çapanın ağzı köreldikçe çekişlenerek keskinleştirilmelidir. Çapacıyı rahatsız etmemesi için sapın sağlam takılması, gevşek olmamasına dikkat edilmelidir.

----------0-----O-----0----------

    DÜĞEN: Altındaki çakmak taşı denilen sert ve keskin taşlarla gevremiş sapı döğüp ezerek saman haline getiren harman aletidir. Büyük çam gövdelerinden oyularak iki parça olarak yapılıp birleştirilince eni bir metreyi bulur. Ön taraf kayık gibi hafif kavisli oyularak yapılır ki sap düğen önünde birikmesin. Çakmak taşları düğenin alt yüzeyine özel oyulmuş çentiklere çakılır. Bu taşların keskinliği kaybolmaz ama zamanla taşlar düşerek seyrelmeye başlarlar. O vakit düğenciye dişetmek gerekir. Daire şeklinde yayılmış harman üzerinde at veya öküzün çektiği düğen saatlerce döner durur. Buna düyen sürme denir. 

----------0-----O-----0----------

    ATGI: Harmanda arabaya saman atmaya yaradığı için bu isim verilmiştir. Saman hafif bir yük olduğu için mümkün olduğu kadar geniş bir yüzeye sahip olsun istenir. Fakat bu geniş yüzey bütün olarak değil dirgendeki gibi diş diş aralıklı olsun istenir. Çünkü kürek gibi bütün bir yüzey, aletin kendi ağırlığını artıracağından iş yorucu olur. Dişler inceltilip tahta haline getirilmiş ağaçtan hafif kavisli olarak takılır ve ortalama sekiz dişten oluşur. Son zamanlarda atgı hafif metal profilden yapılır olmuştu. Yalnız bu iş için kullanılmasına rağmen bazen ismi daraltarak "saman atgısı" denmiştir.


----------0-----O-----0----------

     KALBUR / GÖZER/ TEF: Dene eleme ve çalkama işlerinde kullanılırlar. Galbır diye söylenen alet gözere göre küçüktür. Yaklaşık 40 cm. çapındaki bir kasnağa ince tel gözenekli bir madeni file geçirilir. File kopmasın diye yine madeni iki şeritle ortasından desteklenir. Gözer ise yaklaşık 60 cm çapında olur ve tabanı telle değil sığır derisinden elde edilen sırımla örülür. Kalbura göre gözenekleri daha geniştir. Buğday geçebilecek, nohut geçebilecek büyüklükte çeşitleri olabilir. Kalbur elemede, gözer çalkamada kullanılır. Gözer kalbura göre daha dayanıklıdır ama eskidiklerinde, yırtıldıklarında harman döneminde sürekli köyde bulunan cingenlere tamir ettirilir. Sağlam kaldığı için kasnak verilerek tabanı yenilettirilir demek daha doğrudur.
    Tefe gelince.... O bildiğiniz çalgı aleti değildir. Aslında o amaçla da kullanılabilir, ama burada konumuz bu değil. Kalbur veya gözerin kasnağına tabaklanmamış hayvan derisi gerilir. Tüyleri dışarı gelecek şekilde yapılan bu germeden sonra o tüyler kesilmese de olur. Çünkü bize dışı değil içi lazım. Ekim zamanında tohom saçmak üzere bu defe konur. Sol koltuktaki tefden alınan tohum sağ elle tarlaya saçılır. Tefin vazifesi de bu.

----------0-----O-----0----------

    GERİ: Kıl çadırı, diğer adıyla kara çadırı herkes bilir. Keçi kılından dokunur. Bu çadırı al, ters çevirerek arabaya koy. Gerinin en basit tarifi bu olur sanırım. Farkı şuradadır belki, çadır gibi düz bir yüzey olarak değil de ön ve arkasından göpçüklü, koca bir çuval gibi dokunmuştur. Bir gemi gibi arabanın üstüne açılır ve kenarlarındaki kulaklarından dayamalara gerdirilir. Belki bu yüzden geri adı verilmiştir. Peki ne işe yarar bu geri? Arabada tahıl taşımaya yarar. Bir araba büyüklüğünde çuval elde etmiş oluyorsunuz sonuçta. Dene yıkamaya giderken, un öğütmeye giderken iyi bir taşıma aracıdır. Kumpil çıkarılınca eve geriyle taşındığını, kesilen günaşığın harmanyerine onunla taşındığını hatta onunla tezek toplandığını görmüştüm. 

----------0-----O-----0----------

    GERGİ: Samantatdaları, normal tahtalara göre daha büyüktür. Hacimce büyük, kütlece hafif yükleri taşımak için arabada yer genişletmek maksadıyla bu tahtalar vurulur. Saman, günaşık, nohut, mercimek, ot gibi yükler bu şekilde taşınır. Yaklaşık birbuçuk metre yüksekliğe erişen bu tahtaların gergin durması, yıkılmaması için bir bağ gerekir. İşte bu bağ gergidir. İki metre uzunluğunda bir sırığın uçlarına teneke veya sağlam lastikle kulak yapılır ve bu kulaklar tahtalardan uzayan çubuklara geçirilerek tahtaların pozisyonu sabitlenmiş olur. Aynı zamanda arabanın arka ve önüne kapak yapmak gerektiğinden; gergi, kapak vazifesi görecek çadır veya habanın taşıyıcısı olur.
     
----------0-----O-----0----------

    
     PULLUK: Çiftçiliğin temeli çift sürmek var, çift sürmenin esası da pulluk. Pulluktan önce sabanla sürülürmüş toprak, ben ona yetişemedim, bilmiyorum. Pulluk; pulluk demiri, ayna, teker, ok ve saptan oluşur. Pulluk demiri toprağı yaran, köke taşa maruz kalan kesici kısımdır. Yılda bir demirciye götürüp dövdürülmelidir, böylece tekrar keskinleşmiş olur. Ayna, sürülen toprağın devrilerek ters yüz olmasını ve toprakta cizi oluşmasını sağlar. Pulluk tekeri, sürme işlemini belli seviyede tutar, demirin fazla derine inmesini engeller. Sürme derinliği tekerden ayarlanabilir. Ok ise çift süren hayvanların pulluğa bağlandığı kısımdır, ki bu hayvanlar at, eşek, öküz, manda olabilir. Sap kısmı da çift süren kişinin pulluk ve hayvanları kontrol etmek üzere tuttuğu yerdir. Pulluk genelde teklidir ama manda gibi daha güçlü hayvanlar ikili pullukları çekebilir.
     
----------0-----O-----0----------

     ÖRENDİRE: Çift sürerken, düyen sürerken, arabada öküzleri datderken elde bulundurulması gereken bir alettir. Esası iki metrelik bir sopadır. Ucuna kafası kesilen küçük bir çivi çakılır. Hafifçe öküzün sırtına dokundurulduğunda onların hızlanmasını sağlar. Öküzler yedilse bile, önden sırtlarına ulaştırılan imbal yine de onları hızlandırır. Çift sürerken diğer ucunda gegenez olan özel bir örendire kullanılır. 
     
----------0-----O-----0----------

     KIMÇI: Kamçı Anıtkaya'da böyle telaffuz edilir. At sürme aracıdır. Kel Süleyman'dan bir kımçı alınır. Bu, deriden yapılmış, özel olarak sarılmış hazır bir kamçıdır. Bir metre kuru sert değneğin ucuna bağlanır. Yine aynı dükkandan alınan renkli naylon şeritlerle özenle sarılarak değnek süslenir. Arabada dayama tatdasına çakılan özel bir kovanda bir bayrak gibi durur.
     
----------0-----O-----0----------

    DEMİRLİ: Tahıl ölçüm aracıdır. Hacim olarak 18 litrelik gaz tenekesi ile aynı ölçüdedir. Bu yüzden herkeste demirli bulunamayacağından onun yerine teneke kullanılır. Tahılda ölçü birimi olarak da demir kelimesi geçer. Halk demir yerine birim olarak da tenike diyebilir. Bir demir/tenike buğday yaklaşık 8 kilodur. 



----------0-----O-----0----------


    ÇEKGİ: Iramasları dağıtıp harmanı yaymaya yarayan alettir. Sağlam meşenin gövdesindeki ilk dal bırakılarak yontulur. Çok ağırdır ama sağlamdır. Sap çekebilmek için ağırlığın önemi yoktur, sağlam olması önemlidir. Son dönemde demir malzemeden iki çengelli çekgiler de yapılmış ama tek parça meşe çekginin tadını vermemiştir. Harmanın son dönemlerinde yine ıramastan patoz önüne sap çekmek için de çekgiler kullanılmıştır.
      

----------0-----O-----0----------


    DİLGİ/ALGI: Haşhaş gapcığından afyan almak ince bir iştir, itina ister. Uygun vakitte, uygun derinlikte çizilmeli ve yine uygun vakitte kıvama eren sakız toplanmalıdır. Gapçıkları çeşitli biçim ve derinliklerde çizme aletlerine cızgı veya dilgi bıçağı denir. Çiziklerde sızıp donan afyonu toplamak için de yine özel bir aparat vardır ki buna da algı bıçağı denir. Algı bıçağı, yarımay şeklindeki bir bıçağın ucunun çevresine duvarla muhafaza yapılmış halidir. 1974 Amerikan ambargosu sonrasında afyon üretimi yasaklandığı için bu bıçakların örneğini bulmak zordur. 



----------0-----O-----0----------

         TOKMAK: Afyonu alınan haşhaş gapçıkları (kapsül) kuruyunca sapında koparılarak hasat edilir. Buna haşeş gırma denir. Bundan sonraki iş haşhaş denesini (tanelerini) almaktır ve en kolay yolu da kapsulü kırmaktır. Kuruyup sertleştikleri için kolay kırılırlar, aşırı güç harcamaya gerek yoktur. 30-40 santimlik bir sapın ucuna takılan ağaç tokmak vurulduğu anda kırılabilir. Kapsul parçaları hafif olduğundan hafif yelde savrulduğunda haşhaş taneleri temizlenmiş olur. 1975'ten sonra tokmaklar kullanılmadı. Kapsüller sağlam ve afyonlu olarak teslim edilmek zorunda olduğundan, bıçakla keserek dene alınmaya başlandı. Tokmak tam müzelik yani.


----------0-----O-----0----------

         SÜRGÜ: Tarla sürülüp tohum saçılmasıyla ekim bitmiş sayılmaz. Tohumların toprak altında muhafaza altında olması gerekir. Yoksa kuşlar hemen toplayabilir veya açıkta kaldığı için çimlenme imkanı bulamaz. Ekim boşa gitmiş olur. Bu yüzden sürgüleme işlemi yapılmalıdır. Bu ağır bir ağacı sürüyerek tohumları toprakla kapatma işlemidir. Bunun yanı sıra tarla yüzeyi de düzlenmiş olur. Aletin adına sürgü denir. Çok basittir. Kalın bir çam ağacı gövdesinin kapağını düşünün. Hafif balık sırtı bu kapak 2 metre kadar uzunlukta olsun. Düz kısmı taban olacak, bombeli kısım ise üstte kalacak. 2,5 metre kadar bir okla çekilecek. Tabi ki oka bağlanacak hayvan da öküz veya at. Okla sürgünün birleştiği yerin iki tarafına çapraz destek kolları çakılır. Sürgünün yeterince ağır olmadığı düşünülürse üstünde durulur veya taş, toprak dolu çuval gibi ağırlıklar konulabilir. Sürgüler daha kısaltılmış oklarla günümüzde hala traktörle de kullanılmakta.

----------0-----O-----0----------

        SAMAN SEPETİ: Böyle dendiğine bakmamalı, çok ağır olmayan, tutulduğunda iki yanındaki sapları kopmayacak şekilde her şey taşınabilir. Mesela günaşık keserken biriken kelleler arabaya bununla taşınabilir, tezek taşınabilir. Daha çok saman taşındığı, daha doğrusu samanlıktan alınan saman damdaki hayvanların aharına bununla götürüldüğü için özel olarak bu ad verilmiştir. Fakat harmanda ve tarlada da çok işe yarar. Boy boy iki kulplu saman sepetlerinin yanında küçük kulpsuzları da daha küçük işlerde kullanılır. Mesela dene yıkarken ahar altında gavız toplamak gibi.
    Taze söğüt dallarından örülür. Yeni iken acı yeşildir, kuruyunca açık kahverengiye döner. Örerken dal içi sepetin iç kısmına denk getirildiğinden bu iç kısım sürekli kirli beyazdır. Herkes öremez, bunların uzmanı da her yaz gelip Omarcık'a, Bunar'a, Çorbeci Guyusu'na konan cingenler örer. Her evde bir iki tane mutlaka bulunur. Kırılınca sürekli dolaşan cingen kadınlardan temin edilir... di. 


----------0-----O-----0----------