15 Ekim 2023

Arapoğlular

 
    Bazı büyüklerin anlattığına göre Eğret Köyüne ilk gelip yerleşen Araplar sülalesiymiş, onları Hacılar (Arzımanoğulları) takip etmiş. Belgesel karşılığı olmayıp sadece söylentiye dayanan bu bilginin gerçeklik payı olabilir. Şimdilik en eski kaynak olan 16. yüzyıl Tahrir Defterine göre hem 1530, hem 1570 yılları Eğret ahalisini gösterir listelerde 'Arap oğlu' ve 'Arap kardeşi' ifadelerine rastlanıyor. Buradaki 'Arap'ın kişi veya sülale yahut ırk adı olup olmadığı tartışılabilir; ama şu bir gerçek ki Eğret'te 16. yüzyılda Araplar var...

    19. Yüzyıl vergi mükelleflerini gösteren 1830 tarihli listenin 14. hanesi de yine Arapoğlulara ait... 80 Haneli Eğret'te bu sırayı işgal etmek, o sülalenin burada köklü olduğuna işaret kabul edilebilir...

    Arapoğlu İsmail

     Bu belgeye göre Arapoğlu hanesinin reisi, Arapoğlu İsmail'dir. 1795 Yılında doğan İsmail, 'uzun boylu, kara sakallı' biri olarak tarif edilmiş. Mustafa, Mehmet ve İsmail adlarında üç oğlu var. En küçükleri İsmail, 1824 yılında doğmuştu; 1839 yılında, 15 yaşındayken vefat ettiği not düşülmüş...

    Ortanca Mehmet 1821 doğumlu... 1844 Yılında doğan Ayşe adında bir kızından haberimiz var. 'Gara Ayşa' denilen bu kadından başka Arapoğlu Mehmet'in 20. yüzyıla ulaşan çocuğunu bilemiyoruz...

    Arapoğlu İsmail'in büyük oğlu Mustafa ise 'Sarı Mustafa' diye bilinecektir. Şu an Anıtkaya'da bilinen Araplar (Tok-Kurt-Sargın)ın atasıdır...

    Arapoğlu Mahmut

    Arapoğlu Mahmut'un çocukları da aynı 14. haneye kaydedilmiş; çünkü Mahmut vefat etmiş, onun çocukları da kardeşi İsmail'in riyaseti altında... Arapoğlu Mahmut'un, 1810 doğumlu Hüseyin ve 1813 doğumlu Hasan adında iki oğlu bulunuyor. Bunların kız kardeşi varsa da bilemiyoruz, zira sadece vergi mükellefleri kayıtlı... Mesela 1834 yılında küçük Hasan'ın, bir vergi çeşidi olan redif askerlik kaydı yapılmış...

    Büyük kardeş Hüseyin 'uzun boylu, köse sakallı' olarak tarif edildiğini kaydedelim...

    Arapoğlu Mahmut çocuklarına 'Gavaslar' denildiği, büyük oğlu Hüseyin'in kızı Kezban'ın Gambırarifin anası olduğu söyleniyor. Dolayısıyla Dilsiz Mahmut Öztürk'in Arapoğlu Mahmut adını taşıdığını düşünebiliriz... Bununla beraber, bizim Körselimler diye adlandırdığımız, Kezban Hanımın ikinci kocasının bulunduğu hanenin asıl Gavasları oluşturduğuna yönelik de deliller var. Onlar da Selimlerin bir kolu olduğu düşünülürse, Gavasları Selimler ile Araplar arasında konumlandırmak daha doğru olur...

    Arap Molla Halil

    Çocukları aynı haneye kaydedildiği için, Arap Molla Halil'in de Araplar sülalesinden ve Arapoğlu İsmail'in kardeşi olduğu anlaşılıyor... Molla Halil'in de iki oğlu var; 1813 doğumlu Ali ve 1823 doğumlu Halil... Ali, 'orta boylu, bıyıkları yeni terlemiş' bir delikanlı olarak kaydedilmiş... Fakat bu iki oğlanın akıbetleri bilinmiyor...

    Arapoğlu Mahmut ile Arap Molla Halil'in ne zaman öldükleri bilinmiyor. 'Çakmak Emmi' diye bilinip nesli kesildiği ifade edilen Araplar kolu bunlardan biri olmalıdır.  Yalnız çocuklar büsbütün ortada bırakılmamış, yeğenlerine Arapoğlu İsmail sahip çıkmış. Onun oğlu Sarı Mustafa da emmi oğullarına sahip çıktığı, en azından isimleriyle hatıralarını yaşattığı; bugünün Araplarında Hüseyin, Ali, Mahmut, Halil adlarının yaygınlığından belli....



13 Ekim 2023

Haciarifler

 

    Veyisoğlu Ahmet yani Böbü Dedenin iki oğlundan sonra bir kızı var tabi. Güllü Hanımdan olan Gülsüm'ü Abdıramanların Hasan oğlu İbrahim'e verdi. İbrahim, Böbü Dede'nin kardeşi Ayşe'nin oğludur; yani kızını yeğeniyle evlendirdi... Gülsüm Hanım Körhalilin anasıdır. İleride lazım olacak bu bilgiden sonra küçük oğluna geçebiliriz, zira büyük oğlu Hasan Hüseyin'in Böbülerin dedesi olduğunu görmüştük...

    1880 yılında doğan en küçük çocuğu Arif, Hacı Ali kızı Nazik ile evlendi. Nazik Hanımın babası Hacı Ali, Hacıların Davılcıarifin dedesidir. Şöyle de denilebilir; Nazik Nine, Davılcıarif ile Kelalinin, Kelsalek ile Çapıtçıhafızı halalarıdır... Bununla beraber Nazik Hanımın annesi Şerife de VeyislerdenDelimamın kardeşi... 

    Arif ile Nazik Hanımın iki oğlu ve bir kızı oldu. Hacca gidip geldikten sonra kendisine 'Hacı Arif', ailesine de 'Hacerfler' denmeye başlandı. Söğütçük'teki üç kuyudan ortadaki olanı onun kazdırdığı söylenir ve ona nispetle 'Hacerfin Guyu' derlerdi.

    Büyük çocuğuna annesinin adı Havva'yı koydu. İkincisine İbrahim, üçüncüye Güllü ve en küçüğüne de Ahmet; yani 'Böbü'nün adı... Büyükler, Havva ile İbrahim birbirine yaşça daha yakın oldukları için birlikte oynarlardı. Öyle bir oyunda talihsiz bir kaza yaşandı. Havva elindeki makası kardeşine atılayınca gözüne isabet etti. Artık İbrahim kör idi... O haliyle hafızlık talimine yöneldi. Ablası Havva, vakti geldiğinde gelin edildi. Apdıramanların İbrahim oğlu Halil'e verdiler; yani halasının oğluna. Kadere bak ki kocaya vardığı kuzenine de 'Kör Halil' diyorlardı; bir gözü kördü çünkü. Tıpkı kardeşi İbrahim'de olduğu gibi... 

    Hacarifin kızlarından küçük olan Güllü 1912 yılında doğmuştu, Aşşağılı Efemehmete verildi. Kısa bir süre sonra, henüz çocuğu olmamışken vefat edecektir. Yıl, 1930 idi...

    Kör Hoca

    Bu arada İbrahim de hıfzını tamamlamış ve hoca olmuştu, ona da 'Kör Hoca' diyorlardı. Kör Hoca'yı Hassönlerin Hacıefe, Hacı Hasan kızı Fatma ile everdiler. Fatma, Çil Mahmut kardeşiydi. Oğulları Arif doğduktan sonra Fatma Hanım vefat etti. Yıl, 1933... Oğluna babasının adını veren Kör Hoca, tekrar evlendi. Bu kez Hakkıların Hakkı kızı Fadime'yi aldı. Ondan da sırasıyla Fatma, Mevlüt, Azam, Nazmiye ve Rüştiye adını verdiği çocukları oldu. En küçükleri Rüştiye, 1962'de çocukken öldü...

    İlk eşinden olan Arif'e, kırılan kemiği yanlış kaynama sonucunda kolunda hafif bir eğrilik kaldığı için 'Çolak Arif' dediler. Onu Kör Halil kızı Hatice ile evlendirdiler.  Kör Hoca'nın yeğeni olan bu kızcağıza, annesi Havva erken vefat ettiği için 'Ösüz Hatice' diyorlardı. Birbiriyle hemen hemen aynı kaderi yaşamış iki kuzen, Çolak Arif ile Öksüz Hatice'nin kurduğu yuvanın ilk meyvesi Hasan Hüseyin oldu. Hasan Hüseyin, bir ev kazasında 1944'te öldü. Bu travmayı atlatmaları kolay olmadı. Sonra Ramazan, Havva ve Fatma dünyaya geldi. 

    Çolakarifin büyük kızı Havva'ya, ninesinin  adı verilmiş. Corukların Köriban oğlu Mehmet Ali Oran eşidir. Küçük kızına da diğer ninesinin adını koymuşlar; Fatma da Banguşosmanın Mevlüt oğlu Ahmet Çatak eşidir...

    Tek oğlu Ramazan, Anıtkaya'da yüksek öğrenim gören ilklerdendir. Sağırların Ahmet kızı Emine ile evlendi. Kerime, Arif ve Ahmet adlarında üç çocuğu oldu. Arif, Çolak Arif Varlı'nın adıdır; ama o da varıp Böbüdedenin Hacıarife dayanır. Ahmet ise Emine Hanımın baba adı... 

    Bir zaman sonra Afyon'a yerleştiler. Kerime, Danalardan Metin Dalmışlı eşidir... Arif, Çulluların İbrahim Haykır kızı Ayla ile evlendi; onun anası da Hacariflerdendir. Ömer Taha ve Tarık adlarında iki oğlu var, İzmir'de yaşıyorlar... Küçük oğlu Ahmet ise görevi gereği İstanbul'da yerleşik... Çolakarifin tek oğlu Ramazan Varlı ise eşiyle birlikte Afyon'da yaşıyorlar... Çolakarif ile eşi Ösüzhatice'ye gelince... Onlar 2000 yılında ardı ardına vefat ettiler...

    Kör Hocanın diğer hanımından çocukları Fatma Berberlerin Delali (Ali Öztürk)e; Nazmiye de Sağırların Süleyman Sancak'a gelin gitti... 

    Büyük oğlu Mevlüt 1937'de doğdu, Omracıkların Feyzullah kızı Selime ile evlendi. Bir müddet köyde terzilik yaptı, bu yüzden 'Terzi Mevlüt' diye tanındı. Ardından İzmir'e yerleşti, 2013 yılında orada vefat edene kadar hep bu lakabıyla anıldı... 

    Altı kızı oldu. Büyük kızının adı, ninesi Nazike oldu. Diğerleri; Ayşe, Fadime, Ümmühan, Güliz, Filiz... 

    Nazike, Kelahmetlerin Arzıman oğlu Ahmet Azbay eşi; Ayşe, Hassönlerin Mehmet Koç eşi oldular. Fadime'yi bacanağı Terlemezin Şabanhoca'ya evlatlık olarak vermişti, Afyon'da Necmi Güçlü ile evlendi... Ümmühan, Haliloğluların Mehmet Kanat eşi; Filiz de Mardaklardan Halil oğlu Ahmet Saki eşidir... Güliz ise Düzağaçlı Doğan Sağlam ile evlidir...

    Mevlüt'ün küçüğü Azam 1941 doğumlu... Onu Macur Ali kızı Kerime ile evlendirdiler. Üç çocukları oldu; Rüştiye, İbrahim ve Muhittin. Kerime Hanım 1973'te vefat edince, Anıtkaya'dan ayrılıp Çorcalı Zeynep ile evlendi. O evlilikten de Binnaz, Ejder ve Yusuf adını verdiği çocukları oldu. 

    Abisi gibi terzilik yaptığı için O da 'Terzi Azam' diye lakaplandı. Köye dönünce de son yıllara kadar dikiş makinesiyle eğlendi...

    Anıtkaya'dan ayrılınca üç çocuğuna yaşlı annesi sahip çıktı. Körhocanın ikinci hanımı bu kadın, her türlü zorluğa göğüs gererek öksüzleri yetiştirmeyi başardı. 1994 Yılı sonunda vefat edene kadar bu onlara kol kanat germeyi sürdürdü... Üç kardeşin büyüğüne Rüştiye adının verilmesine sebep, Körhocanın genç yaşta ölen kızıdır... Rüştiye, Hakkıların Kahvecisüleyman oğlu Kadir Yırgal eşidir... Rüştiye'nin Fadime Ninesi ile Kahvecikadirin dedesi kardeş...

    Azam'ın büyük oğluna Körhocanın adı verildi. İbrahim, Gavuralinin Çöpçühalil kızı Azize ile evlendi. Bir müddet Anıtkaya'da çalıştıktan sonra Afyon'a yerleşti. Nurefşan, Fadime, İsra kerime, Ayşe İrem ve Aysima adlarında beş kızı var. Halen Afyon'da yaşıyorlar...

    Küçük oğlu Muhittin ise Ayımevlüt'ün Ahmet kızı Sare ile evlendi. Böylece Dayısı Mevlüt Öncül ile bacanak oldular. Uzun süre kahve işlettiği için 'Kahveci Muhittin' diye bilinir. Yavuz ve Büşra adlarında bir kızıyla bir oğlu var. Körhocanın değil bütün Hacarifler sülalesinin Anıtkaya'da yaşayan tek temsilcisidir...

    Kör Hoca, Kuran öğrenme ve öğretmenin sıkıntılı olduğu dönemlerde yetişti. Buna rağmen, erkeklerin öğretimi için odaları, kızlar için de evini mektebe çevirdi. Çevre köylerde de zaman zaman hem imam olarak hem de Kuran öğreticisi olarak hizmet etti. 'Kör Hoca' olarak ünlenmesi asıl bu çalışmaları sonucudur. 1969'da öldüğü güne kadar Kuran öğretmeyi sürdürdü.

    Kel Ahmet

    Hacı Arif'in küçük oğlu Ahmet, dedesi Veyisoğlu Ahmet (Böbü Dede)nin adına varisti. 1917 Yılında doğdu. 'Kel Ahmet' olarak lakaplanması daha sonraki yıllardadır... Delinorinin Zeliha ile evlendi ve böylece Tingildeklerin İncemehmet ve Amcaların Godalyusuf ile bacanak oldular... 

    Üç kız, iki de oğulları oldu. Şerife'yi Sağırların Ali Osman (Sancak)a; Güllü'yü Kınilerin Demirci Mısdık (Mustafa Kaynar)a, Emine'yi de Göçmen Süleyman oğlu Sami (Sancak)a verdi. 

    İki oğlunun isimleri dikkat çekicidir. Zira, Zeliha Hanımın kardeşi Gulaksızın bir oğlu Fahrettin Argunşah; diğer kardeş Hatice/İncemehmetin bir oğlu Şaban Kasal olması akıllara bu isimlerin ortak geçmişle alakalı olduğunu getiriyor...   

    Büyük oğlu Şaban, Dönelerin Ali kızı Hacer ile evlendi. DDY'de çalışıyordu, İstanbul'a yerleşti. Çocukları olmadı... Güleryüzlü, hatırlı ve hayata olumlu bakış açısıyla bilinen Şaban Varlı, hacca gidip geldikten sonra rahatsızlandı, bir daha toparlanamayıp 2011 yılında vefat etti. Eşi Hacer/Döne Hanım halen İstanbul'da yaşıyor...

    Küçük oğlu Fahrettin'e işi sebebiyle 'Bekçi Fahrettin' dediler. Afyon'da ve sonra İzmir'de uzun yıllar gece bekçisi olarak çalıştı... Böbülerin Salih kızı Havva ile evlenen Fahrettin; Beygirlinin Çeyrekömer, Dıkmanın Şef ve Mıkıklarlı Köfteciyaşar ile bacanak oldular. Beş oğula sahip olan Fahrettin'in oğullarına verdiği isimlerden de baba ve ana tarafı geçmişinin izlerini  gözlemleyebiliriz: Ahmet, Arif, Nuri, Sabri, Necdet...

    Çocuklarının evlilikleri İzmir'e yerleştikten sonraya rastlar. Buna göre, büyük oğlu Ahmet Avganın Adem kızı Filiz ile evlendi. Yasin ve Yasemin adlarında bir kızıyla bir oğlu var. Yasin, Trabzonlu Gülcan ile evlendi, Ecem ve Nisanur adlarında iki kızı var... Yasemin Torbalılı Emrah'a vardı... Ahmet Varlı, halen çocukları ve torunlarıyla Torbalı'da yaşıyor...

    Bekçifahrettin'in ikinci oğlu Arif, Niğdeli Songül ile evlendi. Zeliha, Münevver ve Arda adlarında üç çocuğu var... Ortanca Nuri, Arapların Gözelmehmet kızı Ayşe ile evli; iki çocuğunun isimleri Havva ve Samet... Dördüncü Salih, Manisalı Serpil ile evlendi; Soykan ve Fahrettin adlarında iki oğlu var... En küçükleri Necdet ise Olucaklı Şerife ile evlendi, onun da Havva ve Nazım adlarında bir kızıyla bir oğlu var... Dört oğlu ile birlikte İzmir'de yaptıkları evlerinde oturuyorlarken Havva Hanım 2021 yılında vefat etti. Oğulları hala İzmir'deler. Bekçifahrettin ise kah Anıtkaya'da, kah İzmir'de...

    Hacıariflerde bulunan bütün Ahmet'ler Böbüdedeye, Arif'ler ise Hacıarif Dedeye bağlanır. Bitirirken şunu da ifade etmek lazım; Böbüler ve Hacıariflerdeki Güllü ismine rağbet, Böbüdedenin ablalarından birinin adı olduğunu düşündürüyor...

    Veyisoğlu Ahmet, namıdiğer Böbü Dedenin küçük oğlu Hacı Arif çocukları, Soyadı olarak 'Varlı'yı aldılar. Bu kelimenin seçimi ile ilgili kimsenin bir fikri yok. Veyislerin temel soyadında belki de tercih yok, dayatma var...



11 Ekim 2023

3 Fotoğraf 1 Çeşme


    1922 Baharında çekilen fotoğraflarla ilgili doğru tartışma zemini oluştu. Ayrıntılı olarak onları incelemeye çalışalım…

    Çekenlerin amacı çeşmeye, çeşme başındakilere odaklanmak olduğu kesin… Bu yüzden onun etrafında dolaşarak birkaç açıdan görüntü almışlar. Önce eski belediye, yeni sağlık ocağı yanından yukarı çıkan sokak başına makineyi kurup ilk fotoğrafı çekmişler.  İlk fotoğrafın gerisinde susa, Daşlıtarlalar, Akgaya ve daha ötesinde belli belirsiz Dağ görüntüsü var… Gölgelerden anlaşıldığına göre kuşluk vaktinde çekilmiş bir fotoğraf bu…

    Sonra çeşmenin diğer çaprazına varıp Kelibanın ve Gıvığın ev arasında bir yerlerden ikinci çekimi yapmışlar. Bu fotoğraftaki çeşme gerisinde de Cumacamisi, Han ve eski Kabir bulunuyor…

    Üçüncü çekim için şimdi okul bulunan çapraza pozisyon almışlar. Öyle olunca çeşme gerisindeki görüntü zenginleşmiş. Galipbey Caddesinin o günkü hali, tam ortada Gocacami, onun çevresindeki evler… İkinci ile üçüncü çekim aynı gün birkaç dakika arayla çekilmişe benziyor.

    Çekim sıralamasında yanılıyor olabiliriz, bunun pek de önemi yok… Çeşme gerisindeki görüntülerle ilgili de konuşuruz; ama şimdilik, onların yaptığı gibi çeşmeye odaklanalım…

    Sabah saatlerinde şimdiki sağlık ocağı köşesinden çekildiğini düşündüğümüz fotoğrafta, sularını doldurup çeşmeden  beş altı adım uzaklaşmış üç kadın görülüyor. İkisinin güğümleri sırtında, biri sinekleri almak için eğilmiş… Çeşme başında yedi sekiz Yunanlı, birinin omzunda tüfek asılı… Mustafa Ayas, çevresindekilerin saygılı duruşundan ve göğsündeki madalyalardan birisinin rütbeli olduğunu düşünüyor…

    Fotoğrafın birisinde altı kadın görülüyor. İkisi lulabaşında artlı önlü bekleşiyorlar. Diğer ikisi ken duvarın dışında bekleşiyorlar. Son ikisi ise bardak-sineklerini doldurmuş yarı yolda bekliyorlar. Hemen yanlarında kafası kadraja girmiş bir eşek… Çeşmenin başında ise amaçsız sebepsiz bekleşen yedi sekiz Yunan… Hiçbir problem yok gibi; hatta o çeşmebaşındakilerin kadınlara yardım amacıyla orada bulunduğunu bile düşünebilirsin…

    Bundan hemen sonra çekildiğini düşündüğümüz fotoğrafta ise aynı askerler yine oradalar. Altı kadının hepsi de ayrılmış, görünmüyorlar. Az öncekinden farklı olarak, çeşmebaşındakilerden birinde tüfek olduğu ve  dipçiğini ken duvara dayadığı görülüyor. Az önce çeşmeden uzakta görünen kadınların yerinde, muhafız/nöbetçi görünümlü bir tüfekli bulunuyor… Asıl önemlisi, kafası görünen eşek çeşmeye yanaşmış, sırtında yan yatırılıp bağlanmış iki su fıçısı var. Zincir/yularını  dokuz on yaşlarında bir çocuk tutuyor, yalınayak başıgabak… Ayağında çarık bile yok… Elbisesini çıkarmış beyaz fanilalı bir Yunan, tenekeyle fıçıları dolduruyor… Türk çocuğuna yardım eden bir Yunan askeri görüntüsü…

    Görüntüye aldanmayıp büyüklerimize kulak verelim… Mezerböğrünün altındaki çeşmenin tarihini bilemiyorum, anlattıklarına göre fotoğrafta gördüğümüz çeşme (kuyular hariç) köyiçinde bulunan tek su kaynağıymış. Bütün ihtiyaç bu çeşmeden karşılanıyor… Eğret işgal edilince kadınlar suya gitmek istememiş. Genç erkekler Cihan Harbine gitmiş, çoğu şehit olmuş. Sağ kalan gaziler de milli mücadeleye katılmışlar. Köyde erkek olarak ihtiyarlarla çocuklar var… Yunanların taşkınlıklarından çekinen kadınlar suya gitmeyince, güğümü sineği kapan erkekler çeşmeye varmış. Yunan orada ilk kuralını koymuş; erkeklerin suya gelmesi yasaktır, çeşmeye kadınlar gelecek!... Bundan sonra çeşme başında sürekli asker bulunduruyorlar…

    Ayrıca çeşme o sırada köy dışında gibi görünse de aslında çok merkezi bir yerde bulunuyor… Belki Han tarafından çekilmiş bir fotoğraf da vardır, biz bulamamışızdır; eğer öyle bir fotoğrafa baksaydık çeşmenin ardında, şimdi Kelibanın evin yerinde eski hamamı görecektik. İleride Çakırların ev civarında Tümenin Komuta kademesi bulunuyordu. Önündeki meydanı spor alanı olarak kullanıyorlardı. Kelahmetin ev civarı at barınağıydı. Han, yemekhaneydi; Cumacamisini sosyal tesis olarak kullandılar. Dolayısıyla çeşme Yunanlar için de merkezi bir noktada bulunuyordu, onlar da suyunu buradan alıyorlardı…

    Üç fotoğrafta gördüklerimiz kimseyi yanıltmasın, hiçbir zaman doğru durmadılar. Aslında kadınları rahatsız etmek için ayrıca bir şey yapmalarına gerek yoktu. Onların orada bulunması, Eğretli kadının güğümü doldurmak için onların arasına girmek zorunda kalması başlıbaşına rahatsız ediciydi. Bu yüzden çeşmeye gitmek istemediler… Gitmek zorunda kaldıklarında ise tek başına olmamaya dikkat ettiler, yüzlerine ocak karası sürüp ikişerli üçerli gruplar halinde bulundular…

    Bu fotoğrafların kurgu ve propaganda amaçlı olduğu o kadar açık ki… Çeşme başında Türk kadınına yardım etme görüntüsü veriyorlar. Fotoğraf nedir bilmeyen kadınlar denileni yapıyor, dur deyince duruyor, git deyince gidiyor. Uygun pozu almak için, dört adım gitmeden kadınların beklemesini istemişler, güya yoruldular mola veriyorlar. Maksat onlar da kareye girsin… Eşeği yularından tutan çocuğa da bekle demişler; ama eşek dinler mi, kazara kafasını uzatıp oyunu bozmuş…

    Eşekli fotoğrafaki amaç da suya gelen Türk çocuğuna yardım etmek(!)… Çocuk ve ailesi o kadar fakir ki ayağında çarığı yok; ama eşeğe zincir/yular bağlamış… Çelişkiler bununla bitmiyor. Eşeği çeşmeye yanaştırıp kenden rahat rahat doldurmak varken, niye tenekeyi uzağa taşıyor, niye o kadar yukarı kaldırıp fıçıyı doldurmaya çalışıyorsun? Fotoğrafı çeken öyle istediği için olabilir mi? Ayrıca çocuğa da makineye bakması söylenmiş…

    İşin aslı şu… O çocuğu angâreci yapmışlar, görevi onların istediği yere eşekle su taşımak… Boyu eşeğin boyuna bile ulaşmadığı için suyu biri doldurmak zorunda. Beyaz fanilalı askeri de o iş için görevlendirmişler. Sürekli çeşme civarında bekliyor, sabah çekilen fotoğrafta da çeşmenin ardındaydı…

    Dediğim gibi, propaganda amaçlı bu fotoğrafları bizim için çekmediler. Burada basmadılar bile, götürüp Yunanistan’da cam levhalara tab ettiler. Amaçları Dünya kamuoyunun gözünü boyamaktı… Bu amaca yönelik başka fotoğraflar da var, paylaşırız vakti geldiğinde…

    Çeşmenin iki yanına bir metre yüksekliğinde, dört beş metre uzunluğunda taştan ken duvarı neden ördüklerini anlayamadım. Çeşmenin önüne neden böyle bir koridor oluşturmak istesinler?

    Kadınların giyimi, özellikle beyaz örtme kullanılması da dikkat çeken hususlardan biri. İki fotoğrafta görülen dokuz kadından yalnız biri siyah örtülü… Bizim kuşağın hafızası 1970’lere kadar gider, orada da bütün Eğret kadınlarının kara ve satırenç (satranç) örtme örtündüklerini bilir… Satırenç kalmadı, ama orta yaşın üzerindeki kadınlar hala kara örtme örtünüyorlar diye biliyorum. Şimdi 1922’den 2023’e bir asırlık dönemi ikiye bölersek 1972 sınır olur… Başlangıçta onda bir siyah, dokuz beyaz örtme var… Orta sınır 1972’de beyaz örtme yok, tamamı kara ve satırenç…  Günümüzde 2023’te ise örtünme (olduğu kadar) siyah örtmeyle yapılıyor… Başdöndürücü bir değişimin yaşandığı son yarım asırda örtme renginde bir değişiklik yokken; değişimin daha yavaş yaşandığı ilk yarım asırda beyazdan siyaha geçilmesi ilginç değil mi? Mustafa Ayas, bunda işgal yılları travmasının payı olabileceğini düşünüyor. Araştırılmaya değer bir husus…

    O çeşmede, bu fotoğrafların çekiminden üç dört ay sonra bir olay daha yaşandı. Yapmacık değildi, poz verilmiyordu, rol yapılmıyordu… Gerçek hayatta ne yaşanıyorsa ona sahne oldu çeşme başı…

    28 Ağustos 1922 Pazartesi… Eğret’teki Yedinci Tümenin iki alayı üç gün önce, geriye kalanı da sonraki gün güneye kaydırılmış, köyde Yunan varlığı olarak sadece jandarma kalmıştı. Onlar da Gazlıgöl tarafından batıya kaçmakta olan birliklere katılıp köyü terk ettiler. İkindi üzeri henüz Eğret’e Türk birlikleri girmemiş, ama Yunan da kalmamıştı… Bir kadın güğümlerini alıp çeşmeye indi, tek başınaydı çünkü artık orası güvenliydi. Güğümlerini doldurdu, tam kenden sırtına alacakken, sersem bir Yunan askerinin tekmesiyle sendeledi… Birliğini kaybetmiş olmalıydı, korkudan kafayı üşütmüşe benziyordu… Ne olursa olsun kadına vurmuştu ve o kadın ağlıyordu… Derken bir Türk süvarisi (Meclis Muhafız Taburundan olduğu sanılıyor) belirdi. Atın yularını oradaki bir çocuğa verip delirmiş Yunanı bir güzel patakladı. Tutuverdi, bir iki de kadının vurarak hıncını almasını sağladı…

    Ben bu olayı, atın yularını tutan Macurali Dedemden defalarca dinledim… O asker şuurunu kaybetmiş de olsa, işgalci Yunanların gerçek yüzünün dışavurumuydu bu olay…

    Fotoğraflarla çeşme tartışmasının çok somut faydalarını gördük. Başta Ferhat Öztürk sayesinde çeşmenin 1877’de tamir edildiğini, kitabesinin yanlışlıkla Cumacamisinin alnına konulduğunu öğrendik. Sonra Orhan Dadak, Mehmet Aykac ve Hasan Öztürk’ün ninelerinden nakiller bizi o yıllara götürdü. Bu anlatılanlar ve çeşmede yaşananlar, sektörden birinin elinde çok rahat bir film senaryosuna dönüşebilir…

 

10 Ekim 2023

Başoğlu Abdullah

 
    Şimdi Bulgaristan içlerinde bulunan Kazanlık şehri, vaktizamanında Osmanlı'nın gül merkeziymiş. Mutfakta ve kozmetikte önemli bir yeri olan gülün tamamı buradan temin ediliyormuş. Bu yüzden 'gül şehri' derlermiş. Kazanlık kaybedildikten sonra bir kaç yere gül fidanları dikilerek test edilmiş. En verimli yer Isparta olduğu görülünce yeni gül şehri burası olmuş...

    Gül fidanlarından daha önce gül gibi insanlar Kazanlık'ı bırakıp Anadolu'ya gelmişler. O sırada yoğun yaşanan geriye göçü organize etme adına devlet tarafından bazı iskan noktaları belirlenmiş. Kırşehir'e yerleştirilen Başoğlu Osman-Zeynep ve ailesi, Zeynep'in kardeşlerinin yerleştirildiği Çanakkale'ye geçmek için epey çabalamışlar. 

    Üç kız bir oğullarıyla Dandır'a kadar gelmişler. Kızlardan birisini (Cemile'yi) İlyen'e gelin etmişler, bu arada babaları Osman vefat etmiş. Evin oğlu Abdullah, anası ve iki kızkardeşini alarak Eğret'e gelmiş. 

    Eğret'te anaları Zeynep'i Apdıramanların Kirpitçi almış, sahipsiz bırakmamak adına... Ayşe'yi Hacıların Kelahmetlerden Osman ile evermişler önce. Orada Yozgunhalil ile Garadelinin eşi Emine'nin anası olmuş. Kelahmetlerin Osman vefat edince de Eminlerin Süleyman'a vermişler, orada Kelsüleymanın anası olacak... Diğer kız kardeş Fatma ise Gobakların Mustafa'ya varıyor ve 'Çakır Nine' oluyor. Bundan sonra Gobakların o koluna Çakırlar denilecek. Burada Fatma Hanım, Çakırmehmet ile Çakırosmanın analarıdır... (Çakırosman Osman Erdem'in dedesi Başoğlu Osman adını taşıdığını belirtmek lazım.)

    Kızların abisine geldik... Başoğlu Abdullah, Eğret'e geldiklerinde ailenin reisi konumundaydı. 1884 Yılında doğmuştu, belki Dandır'da iken gelin olan Cemile kendisinden büyüktü; ama babası öldükten sonra doğal olarak evin büyüğü olmuştu. Belki de Eğret'e gelme fikri kendisinden çıktı...

    Kütüğün son sıralarında bir yere kaydedilmiş olmasından, Başoğlu ailesinin 1910 gibi Eğret'e geldiği düşünülebilir...

    Başoğlu Abdullah, Afyonlu Mehmet kızı Fatma Hanım ile evlenmiş. Bu evlilik ne zaman gerçekleşti, bilinmiyor. Dandır'dan buraya evli gelmiş olabilir. Burada kızkardeşlerini gelin edip annesini de Kirpitçilere yerleştirdikten sonra evlenmiş de olabilir. Buna dair belgesel bir bilgi bulunmuyor; ama anlatılanlara göre bu güçlü bir ihtimal...

    Pehlivan derlermiş, iri yapılıymış... Güçlü kuvvetli ve öyle olduğu kadar da çalışkanmış. Eğret'in ileri gelenleri sığırcı tutarken 'Macur, iyi güder' diye ona öncelik tanımışlar; bir müddet köyün sığırını gütmüş...

    Bir ara da eniştesi Çakır Mustafa'ya bekar durmuş. 'Kardeşimin işi' deyip de işte ayın oyun etmez, her yaptığının hakkını verirmiş. Fatma Hanım bir gün kocasını evde görünce;
    - 'Hani falanca tarlaya çifte gidecektin?' diye sormuş. Kocasının cevabı Başoğlunun çalışkanlığını özetler gibi;
    - 'Senin Macur Abin bize iş bırakmıyor ki!..' Meğer Başoğlu Abdullah kendi işini bitirdikten sonra, uyuyup dinlenmesi gereken vakitte gidip dombeylerle o tarlayı da sürmüş. Çakır Mustafa, vardığında tarlayı sürülmüş görüp gerisingeri eve dönmüş...

    Eğret'teki günleri böyle geçerken Başoğlunun üç çocuğu olmuş. İsimleri bilinmiyor. Onlar daha küçükken bir hastalık gelmiş, ev içercek beş kişi birden kısa zamanda vefat etmişler. Ölümlerinin Cumhuriyet'ten önce olduğu sanılıyor...

    Başoğlu Abdullah'ın Kazanlık'ta başlayan hayat macerası, Eğret'te bu şekilde noktalanıyor. Ondan geriye bu hikayeden başka bir şey kalmıyor... Bir de Çakırmehmetin küçük oğlu... Ona Abdullah (Hacapo) ismini verirken dayısının adını koyduğu kesin... Bunda Macur Fatma Ninenin etkisi varmış...



09 Ekim 2023

Arapoğlu Ahmet Hasan

 
    Araplar Sülalesine mensup olduğu halde tam olarak hangi kolundan olduğu belirlenemeyen ailelerden biri de Araboğlu Ahmet Hasan'dır. 1904 Kütüğüne 'Osman oğlu, 1881 doğumlu' olarak kaydedilmiş. Babası Osman o sırada sağ olmadığı için; Arapoğlu Mahmut, Halil, İsmail kollarından hangisine bağlı olduğu anlaşılmıyor...

    Annesi Fatma Hanım hayatta görünüyor; ama o hanede kayıtlı değil. Bundan, onun başka birine kocaya vardığını anlamak gerekir. Fadime, Fatı, Fadik gibi değişik formlarıyla Fatma Eğret'te en çok kullanılan kadın ismi olduğu için, Fatma Hanımın kime kocaya gittiğini anlamak da mümkün değil... Kısaca Arapoğlu Ahmet Hasan'ın anası ve babasının kimliğini tam olarak belirleyemedik...

    Arapoğlu Osman ve Fatma Hanımın oğlu Ahmet Hasan 1881'de doğmuş. Halil İbrahim, Ali Osman ve Mehmet Ali'den başka çift isme pek rastlanılmazken oğullarına Ahmet Hasan adı vermiş olmaları ilginç... Ahmet Hasan'ın babası vefat ettikten sonra annesi tekrar kocaya varmış. Bütün bunların ne zaman ve nasıl gerçekleştiği bilinmiyor.

    Arapoğlu Ahmet Hasan İbrahim kızı Şerife ile evleniyor. Şerife Hanım, Gocamat (Ahmet Tektaş)ın halasıdır... 1899 Yılında bir oğulları doğdu, adını Osman koydular. Bu, Arapoğlu Osman'ın adıydı... 

    Sebebi bilinmiyor, eşiyle ayrıldılar... Şerife Hanım Hadımoğlu İbrahim'e vardı. Orada İbrahim ve Arife Alorta'nın anası olacaktır...

    Ahmet Hasan ise ikinci olarak Ayanoğlu Hacı Hüseyin kızı Ayşe ile evlendi. Ayşe Hanım, Kölgecinin ablasıdır... 1913'ten sonraki bir tarihte  Arapoğlu Ahmet Hasan'ın vefat ettiği anlaşılıyor. Ayşe Hanım Arzıların Ali'ye varacak ve Öter (Ömer Tüblek)in anası olacaktır...

    Arapoğlu Ahmet Hasan'ın Şerife Hanımdan olan tek oğlu Osman'ın akıbetine dair bilgi bulunmuyor. İhtimal odur ki Cihan Harbi hengamesinde vefat etti...




Gavaslar

     
    1831 Kayıtlarına göre Eğret'te bir Araboğlu hanesinde üç kardeşin çocukları bulunuyordu. Araboğlu Mahmut ve Halil ölmüş, küçük kardeşleri İsmail ise sağ idi. Bu durumda İsmail, Araplar sülalesinin reisi oluyordu ve yeğenleri, onların çocukları; kendi çocukları ve torunlarıyla kalabalık bir aileye nezaret ediyordu. İsmail'in kendi çocuklarından günümüz Araplar sülalesi (Tok'lar, Sargın'lar)ına ulaşılıyor. Arapoğlu Molla Halil diye bilinen ortanca kardeşin çocukları 20. yüzyıla ulaşıp ulaşmadığı hususu net değil... Bununla beraber, Arapoğlu Mahmut olarak bilinen büyük kardeşin bir torununun 20. yüzyıl ortalarında vefat ettiği öğrenildi... Araplardan girdik, ama konumuz, Gavaslar... Yalnız, Gavasların dipte Selimlerin bir kolu olmakla beraber, sonradan Araplar, Veyisler, Hacımahmutlarla yakın bağlar kurduğu anlaşılıyor...

    Arapoğlu İsmail'in torunlarından Halil oğlu İbrahim'in Gavas diye bilindiği malumdur. Askerdeki görevinden dolayı böyle lakaplandığı söyleniyordu. O iş öyle değilmiş. Çönehalil diye lakaplanan zat, Gavas diye birinin evini alıp oraya yerleşince lakabını da devralıp Gavas diye anılır olmuş. O ev, Çolömerler/Selimlerin yurtların yanındaymış...

    Eğret'te 19. yüzyılda Gavas lakaplı birinin bulunduğu kayıtlarda var. 1846 Tarihli bir belgeye göre; Hacımahmutların Fatma Ninenin kocasından kalan koyunlarını iki torununa bağışladığına dair senedin şahitlerinden biri Gavas Ahmet Ağa... Gavas Ahmet Ağa'nın nesebi bugüne ulaşmadığı için onu tanımlamakta zorlanıyoruz... Diğer iki şahidin biri Corukların dedesi, öteki de Keçiler/Selimlerden...

    Diğer yandan Gambırarif ve Disizin anneleri Kezban Hanımı araştırırken, onun Gavaslar diye bir sülaleden olduğunu öğrendim.  Başka bir kaynak ise Kezban Hanımın Arapların akrabası olduğunu söylüyordu. İki farklı kaynaktan gelen bilgi aslında birbiriyle çelişmiyor, Gavaslarla Arapların akrabalığını teyit ediyor...

    Bilebildiğimiz kadarıyla, tek Gavaslar mensubu gibi görünen (çünkü kardeşi yok) Kezban Hanımın hikayesine göz atalım...

    1872 Yılında doğdu; Mahmut ve Ümmü/Ümmühan kızıdır... Babası Mahmut, yukarıda sözü edilen Arapoğlu Mahmut torunu olduğu düşünülüyor. Annesi Ümmühan Hanım ise Arapoğlu İsmail'in oğlu Mustafa'dan torunu olduğu sanılıyor. Bunun böyle olduğu konusunda kesin ifadeler kullanmadığımızın bir sebebi var. 1904 Kütüğü tutulduğu sırada Babası Mahmut vefat etmiş, annesi Ümmühan Hanım ise sağ; fakat nerede olduğuna dair bir işaret yok... Haklarında bilgi aramak, iğneyle kuyu kazmaya benziyor, en küçük bir ipucunu bile değerlendirmek zorundasın... İpuçlarından yola çıkarak Ümmühan Hanımı Dervişoğlu Eyüp hanımı olarak buluyoruz. Yani Eyüplerin Ninesi... O da Arapoğlu Sarı Mustafa kızı olduğuna göre...

    Babası Mahmut öldükten sonra, annesi Ümmühan Hanım Dervişoğlu Eyüp'e varmış ve yüzyıl başlarında orada vefat etmiştir... Kezban'ı Hacımahmutlardan İbrahim'e veriyorlar... Burada iki kızıyla iki oğlu dünyaya geliyor; Fatma, Asiye, Arif ve Mahmut... Büyükleri Fatma 1891 doğumludur ve Gademailinin eşi olacaktır. 1946'da vefat etti... Küçük kız Asiye 1892'de doğdu, Şeherlioğlu Hüseyin'e vardı. Ömrünün son dönemini, kızının kayınpederi Kelahmete vararak orada geçirdi ve orada 1970 yılında vefat etti... 

    Kezban Hanımın büyük oğlu Arif 1895 yılında doğdu. Gambırarif olarak bilinen Arif Öztürk'tür... Onun küçüğüne Mahmut adını vermelerinin sebebi Kezban Hanımın babası adı olmalıdır. Dilsizmahmut diye bilindi ve 1958'de vefat etti...

    Kezban Hanımın eşi Hacımahmutların İbrahim, yaklaşık 1900 gibi ölmüş. Bundan sonra Körselimlerin Ahmet'e varıyor. İşte onun Gavaslarla bağlantısı tam da burada başlıyor. Çünkü bizim Körselimler dediğimiz sülale Gavaslar oluyor... Orada 1912 yılında doğan Hatice adındaki kızları ileride Corukmehmet ve Coruksüleyman eşi; Köriban, Mehmet, Gakgidi ve Cavit Oran'ın anaları olacaktır, 1944 yılında vefat etti... 

    Kezban Hanım, ikinci eşi Gavasoğlu Ahmet'e vardığında orada bir kız ile bir oğlan yetim de vardı. Kızlığı Emine'yi, kendi oğlu Arif'e alan da Kezban Hanım olduğu düşünülüyor. Gambırarifin ilk eşi bu Emine Hanımdır...

    İkinci kocası Ahmet ne zaman vefat etti bilinmiyor. Bundan sonra Gavas kızı Kezban Hanım tekrar iki oğlunun yanına dönüyor. Son yıllarını oğullarının yaptığı tek göz evde geçirdiği belirtildi. O yıllarda kendisine 'Gagale Nine' denilen Kezban Hanım 1956 yılında 74 yaşındayken vefat etti...

    Büyük ihtimal, 20. yüzyıl başında 1900 gibi öldüğü düşünülen Gavasoğlu Ahmet'in evini Arapların Çönehalil alıyor ve kendisiyle oğlu İbrahim Gavas diye anılıyor. Arapların Gavaslar bağlantısı böyle...

    Gavaslarla ilgili bir başka önemli ipucu da Bacıdede (Seydi Değer)in tuttuğu ölüm defterinde bulunuyor. 8 Şubat 1946 günü öldüğü belirtilen kişi açıklamasını 'Çatalların Gavas Nine' diye yapmış. İsim soy isim filan belirtilmediği için, önce bunun kimliğini belirlemekte zorlandık. Alakasız başka bir belgeden de Hacızekeriyanın ninesi Fatma Çelebi'nin aynı tarihte öldüğünü öğrenince 'Gavas Nine'nin Fatma hanım olduğu anlaşıldı. İzini takip ettiğimizde, Arapların Çonihalilin evini aldığı Gavasoğlu Ahmet ile Fatma Hanımın kardeş olduklarını bulduk... Yani Gagale Nine ile Gavas Nine gelin görümce idi...

    Sonuç olarak Gavasların oğlanlar yoluyla nesli günümüze ulaşmamış. Gavas Nine kanalıyla Hacızekeriyeler, Hatice Oran yoluyla Coruklar, Gavasların uzantısı kabul edilebilir...

    Son bir not... Gavasguyusunun geçmişi Gavas İbrahim Sargın'dan daha önceye gidiyorsa, büyük ihtimal Gavas Ahmet Ağa tarafından kazdırılmıştır...



07 Ekim 2023

Arap Ali

 
    1904 Kütüğünde reisi 'Kara Ayşe oğlu Arap Ali' diye yazılmış bir hane var... Annesine izafeten böyle uzun bir künyeyle kaydedilen Arap Ali, yaşlı Eğretlilerce 'Arabın Ali' diye bilinen kişi ile karıştırılmamalıdır. Sözünü ettiğimiz Arap Ali'nin ailesinin Eğret'teki geçmişi, Arapselimler/Zenciselimlere mensup Arabınali'ninkinden daha eskidir... Elde buna dair bir delil yok; ama konumuz olan Arap Ali, dipte Araplar (Tok-Sargın) sülalesiyle irtibatlı gibi duruyor...

    Kayıtlardan anlayabildiğimiz kadarıyla hikayesine başlayalım... Kimlerden olduğunu bilemediğimiz Selim ile Ayşe Hanım evlendi. 'Gara Ayşa' diye lakaplanan Ayşe Hanım Arapoğlu Mehmet'in kızıydı, 1844 yılında doğdu... Ne zaman evlendikleri bilinmiyor, olduysa başka çocuklarından da haberimiz yok. 1869 Yılında doğan oğullarına Ali adını veriyorlar... Kısa bir süre sonra baba Selim ölüyor...

    Gara Ayşa bundan sonra Hüseyin adında birine varıyor. Bu Hüseyin'in kimliği de bilinmiyor, çünkü kayıt sırasında hayatta değilmiş... Tabi oğlu yanında tay olduğu halde Hüseyin'e vardı mı, yoksa Hüseyin Gara Ayşa'ya içgüveyisi mi oldu o da belli değil... Neticede 1876 yılında biri kız biri oğlan ikizleri oluyor, isimleri İbrahim ve Kezban...

    İki evlilikten üç çocuğu olan Gara Ayşa'nın ikinci kocası Hüseyin de vefat ediyor. Yine tarihini tam olarak bilemiyoruz... Bundan sonra Gara Ayşa evin büyüğü, ama resmiyette Arap Ali hane reisi olarak hayatlarını sürdürecekler... Üç kardeşin durumunu inceleyelim...

    Büyük oğlu Arap Ali, Garen (Kayıhan)lı Ahmet kızı Ayşe ile evlendi. 1902 Yılında bir oğulları olunca Ayşe Hanımın baba adı olan Ahmet ismini verdiler. İki yıl sonra bir kızları oldu, ona da Havva adını koydular...

    İbrahim 1876 doğumlu idi... Evlenmeden askere gitti. Uzun askerliğinin (o yıllarda askerlik 12 yıla kadar uzayabiliyordu) sonunda birliğinde vefat etti.  Bu haber kayıtlara şu şekilde geçmiş: "...Eğret karyesi ahalisinden ve asakir-i şahane ikinci orduy-u hümayuna mensup ikinci obüs alayının altıncı bölüğünün araba neferatından iken bundan akdem ordusu canibinde vefat eden Kara Ayşe üveyi oğlu İbrahim bin Hüseyin bin Abdullah’ın veraseti..." Veraseti annesi Gara Ayşa ile kardeşi Havva ve Arap Ali...

    İbrahim'in ana baba bir ve hatta ikiz kardeşi Kezban'ın da evlilik kaydı bulunmuyor. Kardeşinin ölümünden sonraki akıbeti hakkında da bir şey bilmiyoruz...

    Anneleri Gara Ayşa, oğlunun ölüm haberini aldığında zaten 65 yaşındaydı. Onun akıbeti hakkında da bilgi yok, ama bu tarihten sonra çok yaşamamış olmalıdır...

    Biz yine Arap Ali'ye dönelim...Tekkegarenli Ayşe Hanımdan Ahmet ve Havva adında iki çocukları olmuştu... Bu minvalde yıllar geçti, 1932 yılında Arap Ali vefat etti... Oğlu ile kızı da evlenmediler... 

    1934'teki soyadı uygulamasında ana ve iki çocuğu KICIR soyismini aldılar. 1937 Yılında Havva, 1942'de ise Ahmet Kıcır vefat etti... Anaları Tekkegarenli Ayşe Hanım, oğlunun ölümünden sonra yedi yıl tek başına yaşadı ve 1949 yılında o halde vefat etti... Arap Ali ailesinin son temsilcisiydi...



06 Ekim 2023

Berberoğlu İsmail

 
    İsmail 1900 yılında Kütahya'da doğmuş. Eğret Kütüğünün sonuna kaydedildiğinde (tahminen 1910 yılı) Eğret'te tek başına bulunuyormuş. On yaşlarında bir çocuğun hane reisi olarak yazılması çok garip...  Annesi Fatma vefat etmiş, ama babası Mehmet sağ görünüyor. Babası sağ ve Eğret'te değil... Öksüz İsmail, Kütahya'dan buraya tek başına geliyor; kim bilir ne facialar yaşandı...

    İsmail'in kütüğe 'Berberoğlu' diye kaydedilmesinin sebebi de anlaşılamadı. Bilinmezlerle dolu bu gizemli çocuk İsmail'in Eğret'teki macerası uzun sürmüyor... 

    Gıdilerin Mustafaoğlu Ahmet kızı Satı ile evleniyor... Yalnız İsmail'den beş yaş büyük olan Satı Hanımın daha önceden bir evliliği var; Mardakların Mustafa oğlu Halil ile evlenmiş... Kocası Cihan Harbinde şehit oluyor... Bu arada İsmail de büyüyüp evlenme çağına gelince Satı Hanımla evleniyorlar...

    Aslında İsmail ne kadar kimsesiz ise Satı Hanım da öyle... Gıdiler gibi koca sülalenin o kulunun son temsilcisi... Bu yüzden birbirlerine destek oluyorlar, İsmail de kimsesizlikten kurtuluyor...

    1924 Yılında bir oğulları oluyor. Satı Hanımın babasının adı olan Ahmet ismini veriyorlar... Beş yıl sonra 1929'da ise bir kızları oldu, adını Fadime koydular; bu da İsmail'in anasının adı... Her şey yolunda giderken bundan sonra Berberoğlu İsmail'in ailesine adeta gıran giriyor...

    Önce 1930 yılı başlarında küçük Ahmet öldü, daha 6 yaşındaydı... Aynı yıl içinde baba Berberoğlu İsmail vefat etti, 30 yaşındaydı... 1931 Yılı başında da anne Satı Hanım... Bir yıl içinde ailenin üç ferdi de vefat ettiler...

    Kala kala iki yaşındaki Fadime kaldı... Kimler kol kanat gerdiyse, hem öksüz hem yetim Fadime de büyüdü, gelinlik çağa geldi. Ese Dayının büyük oğlu Yusuf'a verdiler... Bir oğulları olunca Fadime'nin babası adı olan İsmail ismini koydular. Bu arada Yusuf askere gitti, köyüne dönmeden 1947'de küçük oğlu İsmail öldü; ardından 1948 yılında da Fadime Hanım vefat etti...

    Gıdiler sülalesinin bir kolunun tek varisi olarak ölen karısının bütün mal varlığı Esenin Yusuf'a kaldı. Tekrar evlendikten sonra eski eşinin mülklerini sattı, ki bunların arasında Gobakların Garaiban (İbrahim Kopan)a sattığı ev de var... 

    Esenin Yusuf hemen 1950'de doğan kızına Fadime adını verdiyse de bu çocuk üç yaşındayken öldü. Fadime Hanımdan olup tazeyken ölen oğlu İsmail'in adını da 1968'de doğan oğluna yeniden verdi; lakin bu çocuk da aynen abisi gibi altı aylıkken öldü... 

    Ne yapsan boş; Berberoğlu İsmail'in adının da, kızının adının da yaşamasına Kader bir noktadan sonra izin vermedi...

    Eğret'te 1910 yılında başlayan Berberoğlu İsmail'in serüveni ancak yirmi yıl sürdü... 1934 Soyadı uygulaması sırasında ailenin tek ferdi Fadime beş yaşındaydı. Onun soyadını ŞATIRER diye yazdırdılar...



Adalılar


    Avrupa'dan Anadolu'ya tersine göç hızlanınca 19. yüzyıldan itibaren muhacirlerin iskanına yönelik bir devlet politikası belirlendi. Uygun yerlerde yeni köyler oluşturulup muhacirler buralara yerleştirildi. Göçler düzenli ve toplu gerçekleştiği için iskan da böyle bir düzenle yapılıyordu. 1912-13 Balkan Savaşlarındaki bozgundan sonra Müslüman halkın düzenli göçü kaçışa dönüştü. Herkes canını kurtarma derdine düşmüştü, bu yüzden 1910'dan sonra pek 'Macur Köyü' kurulmadı. En fazla bir iki aile biçiminde parça piynak gelenler nerede tutunabildiyse orada kaldılar...

    O yıllarda Eğret'e gelen Macurlardan biri de Gümülcineli Ahmet idi...  Babası vefat etmiş, annesi sağ görünüyor, ama Eğret’e yalnız geldi. Babası Abdi vefat etmiş; amma Rumeli'de vefat etti, amma burada, orası meçhul... Annesi Selime Hanım hakkında da bilgi yok… Başka kardeşleri var mıydı, varsa ne oldu, onları da bilemiyoruz; tek bilinen Eğret'e geldiği...  Gümülcine’de 1885 Yılında doğan Abdi oğlu Ahmet, Eğret Kütüğüne ‘Gümülcine Muhaciri Ahmet’ olarak kaydedilmiş…

     Sonradan öğrendiğimiz hikayesine göre Gümülcineli Ahmet, Kırcaali’de Selime Hanım ile evlenmiş. Hüseyin kızı Selime Hanım, 1892 Karcali doğumludur. Bu evliliğin Balkan Savaşlarından çok önce gerçekleştiğini düşünebiliriz. Zannedersem çocukları yok, o karışıklıkta nasıl olduysa ayrı düşmüşler, karısı orada kalırken Ahmet Anadolu’ya kapağı atmış. Eğret’e geldiğinde yalnızdı, ama hep öyle kalacak değil. Himmetoğlu Halil’in kızı Aliye ile evleniyor. Aliye Hanım da anası itibariyle Danalara bağlanır, yani bir bakıma Danagızı diye lakaplanan Hatice Hanımın kızıdır…

     Macurun, Balkanlarda kalan karısı Selime Hanıma dönecek olursak… Kocasının gidişinden sonra Selime Hanım yine Kırcali’de başka bir bey ile evlenmiş, Mustafa adını verdikleri bir oğulları da olmuş. Kocası vefat etmiş; ama göç yolunda mı öldü, yoksa Kırcali’de mi yahut Anadolu’da mı öldüğünü bilemiyoruz. Sonunda araya taraya eski kocasını Eğret’te buluyor.

    Lakapları 'Adalılar' imiş... Neden böyle dendiği hiç bilinemeyecek; ama bu lakapta asıl memleketleriyle ilgili bir ipucu bulunabilir... Gümülcine Macuru Ahmet’in iki eşi, onlardan olan çocukları ve bir üvey oğlunun hikayesi, Adalıların hikayesidir.

    Macur Ahmet Eğret'e Himmetoğlu/Tekirgızıların Halil kızı Aliye ile evlenerek tutunuyor. Aliye Hanımın erkek kardeşi yok, bir küçük kız kardeşi var Şerife; o da Tekelioğlu Nuri eşi olacağından Gümilcineli Macur Ahmet ile Tekeli Nuri bacanak oluyorlar... İlk zamanlarda Aliye Hanımın çocuğu olmadığı anlaşılıyor, olduysa da erken ölmüş. Zaten 1925 doğumlu ilk çocuk kaydı Seyid Ahmet var ki, iki yaşındayken vefat ediyor.

     1931’de Vefat ettiği kaydedilen Macur Ahmet’in hayatta kalan oğlu Abdi, bundan önceki bir tarihte doğmuş olmalıdır. Babasının adını verdiği bu oğlu, ileride Eğretlilerce ‘Şekerim Abdi’ diye lakaplanacaktır. Sonradan İzmir’e yerleşti, Hayriye Hanım ile evlendi. Çocukları olmadı, Ali adında bir çocuğu evlat edindiler… Şekerimabdi hakkında bilebildiklerimiz bu kadar.

     Şekerimin Annesi Aliye Hanım 1943 yılı başlarında vefat etmiş. Bacıdede onun vefatını ‘Kelhasanların Aliye Nine’ diye kaydetmiş. Tekirgızıların Kelhasan (Gambırömerin babası)na istinaden bu tanımlama yapılmış olmalıdır. Soyadı uygulaması sırasında kocası Macur Ahmet hayatta olmadığı için Aliye Hanım kendi babası ve amcaları Tekirgızıların soyadı olan Haykır’ı almış olması da normal kabul edilebilir. Gümilcineli Macur Ahmet sağ olsaydı acaba hangi soyismini alırdı?..

      Hikayeyi tamamlamak için tekrar geriye dönmeliyiz. Kırcali’deki eski eşi Selime Hanım Eğret’e gelmişti. Macur Ahmet onu da tekrar nikahına aldı. 1921 Yılında bir oğulları oldu, adını Behçet koydular. Daha önce duymadıkları bu isme ağızları alışık olmayan Eğretliler onu hep Beyhat/Beykat diye çağıracaklardır. Belki ana babası da benzer şekilde telaffuz ediyorlardı, orasını bilemiyoruz; ancak oğlanın resmi kayıtlardaki adı Behçet…

     Beykat on yaşındayken babası vefat etti. Eğret’te anasıyla kalakaldılar. Soyadı uygulamasında kardeşi Abdi ile birlikte Haykır soyismiyle kaydettirdiler. Beykat’ın evlenip evlenmediğine dair bir bilgi bulamadım. Bacıdede 1960 yılında vefat ettiğini yazmış, annesi Selime Hanım ise iki yıl sonra, 1962’de vefat ediyor…

     Şimdi tekrar geriye dönüş… Hatırlanacağı üzere Selime Hanımın yanında Mustafa adında bir oğlu tay gelmişti. Eski kocasının Eğret’e geldiği dönemde Kırcali’de başka birine varmış, Mustafa o vakit dünyaya gelmişti. Bu vaziyette tekrar eski kocasının nikahına girdikten sonra Beykat doğdu, on yıl sonra 1931’de Macur Ahmet vefat etti. Üçüncü kez dul kalan Selime Hanım 1934’teki soyadı uygulamasında küçük oğlu Beykat’ı, Abdi Abisi gibi Haykır soyismiyle kaydettirirken yanında tay gelen Mustafa’yı kendisiyle ayırıp Adalı olarak kaydettiririyor. Şu durumda Adalı soyismini Selime Hanım seçtiğine göre bu doğrudan onunla ilgili bir durumdur. Dolayısıyla, Adalılar hikayesinin merkezine de Selime Hanım ve oğlu Mustafa’yı oturtmak gerekir.

            Kiminle olduğunu bilemiyoruz, Selime Hanım oğlunu Eğret’te evermiş. Onların da 1943 yılında bir oğulları olduğunda Behçet adını koyuyorlar. Bu ismin Selime Hanımda bir hatırası olmalıdır; zira bir oğluna ve bir torununa ısrarla aynı ad verilmesi dikkat çekici. Tabi yine millet ona da Beykat diyor… Üç yıl sonra bir de kızları olduğunda ona da Kerime adını veriyorlar.  Beykat 1955 yılında mezun olmuş; ama Kerime ilkokulu bitirmeden İzmir’e taşınıyorlar… 1956 Yılına ait Eğret Köyü bütçe cetvellerinde Mustafa Adalı sağ görünüyor ve adına salma salınmış. Demek ki İzmir göçü bu tarihten sonraya rastlıyor... Mustafa Adalı’nın annesi Selime Hanım 1962’de vefat ettikten sonra galiba nüfus kütüğünü de Anıtkaya’dan aldırıyorlar, çünkü bundan sonrasına dair bilgi kaydı yok.

     Mustafa Adalı ve her kim ise eşinin ne zaman öldükleri bilinmiyor. Yalnız Beykat Adalı Anıtkaya ile bağını kesmemiş. Gerçi İzmir’den Almanya’ya gitmiş, ama izne geldiği zamanlarda Anıtkaya'ya uğrarmış, hayırsever biri olduğunu söylüyorlar. Mesela ihtiyaç hasıl olduğu bir vakitte Gocacami’nin ses sistemini her şeyiyle yenilemiş; sonra Tekirgızıların İsmail Haykır’ın düğününe öncülük etmiş. Beykat (Behçet) Adalı hakkında bilgilerimiz bu kadar, Kerime hakkında ise bu kadarını da bilemiyoruz.

    Bilenler, Adalıların evinin Gobakların Apak (Mevlüt Kopan) evi civarında olduğunu söylüyor. Yalnız kastedilenler, yukarıda anlattıklarımızın hangisi; 1960’ta vefat eden Beykat Haykır mı, Şekerim Abdi Haykır mı, yahut Macur Ahmet’in üvey oğlu Mustafa çocuğu olan Beykat Adalı mı?..

 


Damcılar


    Tekelioğlu Mehmet Ali'nin en küçük oğlunun adı Halil idi. Mehmet kızı Rukiye ile evlendi ki Rukiye Hanımın kimlerden olduğu bilinmiyor... Büyük ihtimal Eğretli değildi, çünkü tarif edildiği gibi birinin kaydı o sırada Eğret kütüğünde bulunmuyor...  

    Halil hakkında ise bu kadar bile bilgi yok. 1904 Kayıtları tutulmaya başlamadan kısa bir süre önce vefat etmiş... Tekeli Halil'e 'Damcı' denildiği rivayeti var, fakat bu lakaplamanın sebebi hakkında bir şey öğrenemedim. Sonradan ailesine 'Damcılar'; dolayısıyla oğlanlara 'Damcıoğlu', kızına da 'Damcıkızı' denilecek...

    Tekelioğlu Halil ile Rukiye Hanımın iki oğluyla bir kızı oldu. 1887 Yılında İbrahim, 1900 yılında Ramazan ve 1902 yılında Hatice doğdu... Hatice çok küçükken Damcının vefat ettiği anlaşılıyor...

    Babasını belki de hiç hatırlamayan Hatice, onun adını ve lakabını Eğret'te yaşatan tek kişi olacaktır... Küçüklüğünden itibaren Damcıgızı diye lakaplandı... Öncesinde başka biriyle evlenip evlenmediği bilinmiyor; ama otuzlu yaşlardayken Guycuların Abdurrahman'a vardı. Ondan olacak bir kızına da Hatice adını verdiler ve o Hatice de İbişlerin Mehmet eşi oldu. Damcıkızının orada doğan torunlarından birine Halil adını verdiler ki bu da Tekelioğlu Halil, yani Damcının ismidir... Damcıgızı Hatice Mola, 1976 yılında vefat ettiğinde Anıtkaya'daki son Damcı idi...

    Damcıgızının abilerine gelince... İbrahim, Abdullah kızı Fatma ile; Ramazan ise Mustafa kızı Azime ile evlendi. Kimlik bilgileri incelendiğinde bu iki Damcı gelininin ikisi de Eğretli olmadığı anlaşılıyor. Tabi nereli olduklarını bilemiyoruz. Yalnız Ramazan'ın eşi olan Mustafa-Havva kızı Azime'nin bilgileri ile; Ayanoğullarından Halilakgaşın annesi Atike Hanımın bilgileri örtüşüyor, kardeş olabilirler... Atike Hanımın Karacahmetli olduğu düşünüldüğünde, mesele büyük ölçüde aydınlanır. Buna göre, ta başta Damcı Halil'in hanımı Rukiye Karacahmetlidir. Oğullarını da kendi köyünden yeğenleriyle evermiştir...

    Bütün bunlar varsayımdan ibaret; çünkü belgeyle desteklenmemiş ve teyit edilmemiştir. Zira bunları sorabileceğimiz muhatap yok. İki kardeş ikisi de Eğret'i terk etmiş. Nereye gittikleri, oradaki ailevi durumlarına dair de bilgi bulunmuyor... 

    1934 Soyadı uygulamasında AGRALI soyismini aldıklarına dair kayıt var, demek ki bu tarihten sonra Eğret'ten ayrılmışlar. Giderken Damcının evini onun yeğenlerine satmışlar, şu anda Gasaphalil (Halil Temel)de... 

    ***

    Eldeki bilgilere göre;
    Tekelioğlu Halil çocukları Agralı soyadını almış...
    Damcılar erken dönemde Eğret'i terk etmiş...
    Tekelioğlu Halil çocuklarından bugün Anıtkaya'da kimse yok...
    Damcılar evlerini başkasına değil Tekelioğlu/Temellere satmış...
    Bütün bu bilgilere rağmen 'Tekelioğlu Halil, Damcı'dır' hükmünü verirken kendi içimde çekincelerim olduğunu belirtmek isterim...



05 Ekim 2023

Ganiler

     
    Mollahmetoğlu kardeşlerin büyüğü Halil 45 yaşındaydı; ama evin reisi küçük kardeş Ali (Alihoca) idi... 1831 Kayıtlarında yine 45 yaşında başka bir Molla oğlu Halil daha var... Mollahmetoğlu Halil, orta boylu kumral sakallıydı; bu ise uzun boylu, kara sakallı... Molla babasının adı okunamıyor, büyük ihtimal Gani... Bununla beraber Mollahmetlerle Mollaganilerin ta baştan akrabalık bağı olduğuna dair işaretler var. En son 19 yüzyıl sonu 20. yüzyıl başlarında yolları kesişiyor... Fakat yine de Ganilerin nesli 1944 yılında tükendi... Şimdi hikayeyi baştan alalım...

    Molla Gani oğlu Halil 1786 yılında doğdu. Kayıtların tutulduğu sırada '45 yaşında, uzun boylu, kara sakallı' diye profil çizilmiş. Eşi ve varsa kız çocukları hakkında bilgi bulunmuyor. Üç oğlu var; Molla İbrahim, 1819; Ahmet, 1825; Veli ise 1828 doğumlu... 

    Vergi mükellefi olmadıkları için kadınların kaydı tutulmamış, bu yüzden Mollaganioğlu Halil'in kızlarını göremiyoruz. Tahminim o ki, Çorcalıoğlu Yusuf'un annesi Ayşe, onlardan biriydi. Bu yüzden Ayşe Hanımın torunu Mehmet Çalışır'a Gani lakabı takıldı...

    1831 Tarihli bu üç oğul bilgisinden sonra uzun bir süre aile hakkında bir kayda rastlanmıyor. 1904 Kütüğünde ise karşımıza dört kardeş çıkıyor. İbrahim ve Fatma çocukları olan bu kardeşler sırasıyla; 1885 doğumlu Hüseyin, 1888 doğumlu Rabia, 1889 doğumlu Kezban ve 1892 yılında doğan Mehmet'tir...

    Hayatta olmadıkları için ana babaları hakkında bir fikir edinemiyoruz. Baba İbrahim, Mollaganioğlu Halil'in büyük oğlu olabilir. Her ne kadar bu belgelerdeki tarihlemeler güvenilir olmasa da, buradaki İbrahim'in bahsi geçen Mollaganioğlunun torunu olabileceği ihtimali de dikkate alınmalıdır... Anneye gelince... Mollahmetlerin Eyüp ya da Hüseyin kızı olduğuna dair işaretler var...  

    Zamanla Mollaganilerin 'molla'sı unutuldu, kullanımdan düştü; aileye yalnızca Ganiler deniliyordu. Dört kardeşin bireysel lakabı ise 'ganioğlu' veya 'ganigızı' idi... Kardeşleri tek tek inceleyerek Ganilerin hikayesini bitirelim...

    Ortancalar yani evin kızları; büyük kız 1888 doğumlu Rabia Garapaçanın Topalhüseyin eşiydi. Çocuğu olmadığı için Topal onun üzerine Aliciklerin Aliye'yi aldı ve böylece Avgan doğdu. Bu yüzden, yani çocuksuz olduğu için Rabia Hanım pek bilinmez; 1942 yılında vefat etti... Evin küçük kızı ablasına göre daha bilinirdir; oysa aynı eve gelin olmuşlardı, hatta eltiler... Ganigızı Kezban, Garapaçanın Osman'a vardı.  Körşükrü, Eyüpçetin, Süleyman ve Balimehmetin analarıdır... 1944 Yılında vefat etti...

    Evin küçüğü Ganioğlu Mehmet 1892 yılında doğmuştu. Evlenmeden askere gitti, Cihan Harbine o vaziyetteyken yakalandı. Çanakkale'de şehit olan köyü belirlenemeyen Afyonlular arasında adı geçiyor. Buna göre 21 Nisan 1915'te Kerevizdere'de şehit düşmüş...

    Gelelim evin büyüğü ve reisi olarak kaydedilen Ganioğlu Hüseyin'e... 1884 Yılında doğdu. Eğret dışından olduğu düşünülen Ahmet kızı Havva ile evlendi. 1918 yılında bir oğulları olunca adını Ahmet koydular... 

    Bundan sonrasına, yani Ahmet doğduktan sonrasına dair Ganioğlu Hüseyin ile eşi Havva Hanım hakkında bilgi bulunmuyor. Ahmet de evlenmemiş, o haldeyken 36 yaşında vefat ediyor... Kezban halasıyla aynı yıl içinde ölen Ahmet, Ganilerin son temsilcisiydi... 

    1934 Soyadı uygulamasında GÜN soyismini alan kişi Ganioğlu Hüseyin mi, yoksa oğlu Ahmet mi orası da meçhul... 

    Bununla beraber Ganioğlu Hüseyin'in Fatma adında bir hanımla daha evli olduğu, 1909 yılında doğan kızlarına Fadime adını verdikleri, Ganigızı diye bilinen Fadime Hanımın Kekliklerin Hacıiresile vardığı ve çocuklarının anası olduğu, 1963 yılında vefat ettiği anlaşılıyor...

    Mollaganioğullarından kimse kalmadı; ama son Ganigızı Kezban Hanımın oğlu Eyüp Çetin'de ve Ganinin Eyüp Çalışır'da hem Mollaganilerin hem de Mollahmetlerin izini görmek mümkün. Ayrıca Ganioğlu Hüseyin'in adı, torunu Piriteşgiya (Hüseyin Tül) ve onun da torunu Hüseyin Toka'da yaşıyor...





Irafanlar

 
    Aslında Irafanlar Bolvadinli... Mollahmetlerle ne alakası olduğunu görelim...

    Mollahmetoğlu Halil'in iki oğlundan Mahmut'u hatırlayalım; Mahmut, Ali kızı Şerife ile evlenmiş; ama eşinin kimlerden olduğuna dair bilgi yok. Bununla beraber, ayrı anadan olmak kaydıyla, Şerife Hanımın Gılindirin kardeşi olabileceği notunu düşelim... Fakat şurası kesin ki Mahmut, Kelahmetlerin atası Arzımanoğlu Ömer ile bacanaktı... 1891 yılında Kamil ve 1900'de Hafize adlarında bir kız ve bir oğulları dünyaya geldi. Hafize doğduktan kısa bir süre sonra da zaten Mahmut vefat etti...

    Mollahmetlerin Kamil, Şeherlioğlu Kedimehmetin kızı Ayşe ile evlendi. Ayşe Hanım, Gadıngızların Ahmetçavuşun kardeşidir. Ablaları Fadime de Bükürlerin Mehmet'e varmıştı, bu yüzden Mehmet ile Kamil bacanak oldular... Henüz çocukları yoktu, Cihan Harbinde Kamil'in bahtına Çanakkale düştü... Mahmut oğlu Kamil; 1. Kolordu, 1. Fırka, 70. Alay, 1. Tabur Piyade Neferi iken, 19 Nisan 1915 günü Seddülbahir Muharebesinde şehit oldu... Eşi Ayşe Hanım bundan sonra Dayıların Hasan'a vardı, Vahit Ustanın ninesidir...

    Hafize'ye gelince... Aslen Bolvadinli olan ve Çakallar diye anılan Hüseyin'e vardı. Hüseyin'i tarif etmek gerekirse; Çulluların Ali Osman Çavuş (Ali Osman Haykır) ile Yenimısdık (Mustafa Şen)in emmileridir... İşte Hafize, kendisinden 25 yaş daha büyük olan bu Hüseyin'in ikinci eşiydi. Şaşdımoğlu Halil'in kızı olan ilk eşi Arife vefat etmişti. Arife Hanım da tam olarak Uykucu Ömer ile Ömeronbaşının dedelerinin kardeşiydi...

    Bu evlilikten sonra Hüseyin 'Irafan' diye lakaplandı. Onun ailesi de Irafanlar diye bilinecektir... Hafize hanım ile Irafanın beş çocuğu oldu, İsimleri; Arife, Ali, Kamil, Hasan ve Mehmet'tir... Irafan kendisi 1949'da vefat etti. Hafize Hanım ise daha uzun yıllar yaşadı ve 1984'te öldü...

    Beş çocuk içinde tek kız olan Arife, Irafanın Şaşdımlardan olan ilk eşinin adını almış... Bayramgazili Kelveliye varan Arife Hanımın oğlu Veli Rıza'dan torunu Ergün Erol, Yörüğoğluların Lütfi Tüplek damadı olup Anıtkaya'da yaşamaktadır...

    Irafanın büyük oğlu Ali 1927 yılında doğdu. 2006 Yılında seksenine bir kala vefat ettiğini biliyoruz. Başkaca da hakkında bilgi bulamadım...

    Dört oğlan içinde dikkat çekmesi gereken biri varsa o da Kamil'dir. En azından ismiyle... Hafize Hanımın şehit abisinin adını taşıyan Kamil, belki de Mollahmetlerin bu kolundaki (adıyla bile olsa) son temsilcidir... 1929 Yılında doğdu, Irafanın Kamil diye tanındı... Paşanın Hüseyin kızı Ayşe ile evlenip Müdüroğlunun Çapar ile bacanak oldular. Bu da Mollahmetlerle ilgili bir bağlantı sayılabilir... Hüseyin ve Birgül adındaki çocukları Mılıklar/Çatkuyu'dan evlendiler, İzmir'de oturuyorlar... Irafanın Kamil, 1996 Yılında vefat etti...

    Diğer oğlu Hasan, Çullugızı/Arapselimlerin Selim kızı Selime ile evlenmiş. Selime'nin babalığı Alosmançavuşun, Irafanın yeğeni olduğunu hatırlamak lazım... Malesef Selime Hanımın 2020 yılında vefat ettiğinden başka aile hakkında bilgi bulunmuyor...

    En küçük oğlu Mehmet 1942 yılında doğdu. Manisalı Mehmet kızı Yüksel Hanımla evlendi. Bu aile hakkında da sadece Yüksel Hanımın 2015, Irafanın Mehmet'in 2017 yılında vefat ettiklerini biliyoruz, hepsi bu...

    Hafize Hanımın tesiriyle olsa gerek, Irafan önce Mollahmetlerin Sıntırlar kolu soyismi olan SIMSIKI'yı almış. Daha sonra bunu DALGALIOĞLU ile değiştirmişler... Irafanlar bugün için Anıtkaya'nın kayıp sülalelerinden biri durumundadır... 



04 Ekim 2023

Alihocalar

     
    Elimizdeki en eski belge olan 1831 kayıtlarında Mollahmetler hanesinin reisi olan Mollahmetoğlu Ali'ye Ali Hoca denildiği anlaşılıyor...

    Ali Hoca diyorlar ve bu lakap ailesine iliştirilince Alihocalar ortaya çıkıyor. Yani Mollahmetler ana dalı altında yeni bir sülale oluşuyor... Eşinin adı da Kezban... Zaten adından başka bir bilgi de yok... Kimlerdendir, kimin kızı olarak ne zaman doğmuştur, meçhul... Alihocanın ikinci hanımıymış; ilkinden Mustafa, Eyüp ve Hüseyin olmuştu...

    Kezban Hanımdan iki oğlu oluyor; isimleri İsmail ve Ramazan... Ramazan, Sıntırların atası; şimdilik onu geçiyoruz... İsmail 1852 doğumlu olduğuna göre, Ali Hocayı ve Kezban Hanımı kafamızda ona göre bir tarihe yerleştirmeliyiz... 

    İsmail, Alime Hanım ile evlendi. Alime Hanım kim derseniz, Velciklerden Ahmet kızıdır; kısa yoldan ifade edelim, Tahtalının Halası... Eğret'te yaygın bir isim değil Alime... Daha önce Kedimehmetin ana adı olarak karşımıza çıkmıştı. Yaklaşık bir kuşak öncesinin kadını olan O Alime'nin baba adı İsmail idi; Bunun ise eşinin adı İsmail... Alimeninguyu/Alimeguyusu hangisiyle irtibatlı, çözmek zor... Belki iki Alime arasında bir bağ vardır...

    İsmail ile Alime arasında 22 yaş farkı var. Öncesinde başka bir hanımla evlenmediyse ilk ve tek çocuğunu elli yaşında kucağına almış oluyor. 1902 Yılında doğan Mehmet, Amcasının kızı Kezban ile evlendi. 

    Ali Hocanın torunları olan Mehmet ile Kezban'ın İsmail adını verdikleri bir oğulları oldu; lakin çok yaşamadı. Sonra iki kızları oldu. Bunlardan Gülsüm, Apdıramanlardan Körhalilin son eşi; Cemile de Ayvaz/Dellalın eşi oldu. Dellal (Ahmet Uysal) aslen Hacıbeylilidir. Babası harpte kalınca Alemdaroğlu/Kekliklerden Hüseyin'e evlatlık geliyor... Evlerinin olduğu yerin Kekliklerin yurdu olduğunu söylüyorlar. Eğer öyleyse de isabet var; çünkü Kekliklerin  Alemdaroğlularla olduğu kadar Mollahmetlerle de ilgisi var...

    İki kızdan sonra 1937 yılında bir oğulları daha oldu. Bu sefer Kezban hanımın babası adı olan Ramazan adını koydular. Lakin Ramazan da on yaşına geldiğinde, 1947'de vefat etti... 

    Mehmet ile Kezban'dan başka Ali Hocanın daha onlarca torunu var. Sadece bu ikisinin çocukları Alihocalar diye anılması da ilginç... Emmi çocukları olan bu karı koca, 1973 yılında dokuz ay arayla arka arkaya vefat ettiler...  Mehmet'in soyadı uygulamasında GÜZEL soy isimini aldığını da belirtelim...





Molla Ahmetler

     
    1831 Yılına ait olduğu belirlenen Eğret kütüğünde 'Molla Ahmet Oğlu'  sülale adıyla kaydedilen iki hane bulunuyor. Daha doğrusu tek hanede iki kardeş var. Bunların babası Molla Ahmet olabilir; değilse sülaleye adını veren Molla'yı daha daha gerilerde aramak gerekecek...

    Hane reisi olarak küçük kardeş Ali görünüyor. Abisi Halil ondan 10 yaş daha büyük, 1786 doğumlu... Lakin Halil'in erkek evladı olmadığı görülüyor. Şu halde sülaleyi günümüze taşımak istersek bize yardımcı olacak atlama taşı 1904 kütükleridir...

     1831 Kayıtlarındaki Molla Ahmetler hanesi:

    1. Molla Ahmet oğlu Ali; Mustafa, Eyüp ve Hüseyin adlarında üç oğlu var.
    2. Molla Ahmet oğlu Halil; henüz çocuğu yok...
     
    İki kütüğü birleştirdiğimizde Mollahmetlerin haritası kabaca şöyle çıkarılabilir:

    Ali'nin büyük oğlu Mustafa 1820 yılında doğdu. Tam olarak belirlenemeyen bir dönemde Süleyman adında bir oğlu oldu. Süleyman'ın anası, varsa kardeşleri filan bilinmiyor... Bildiğimiz, Süleyman, Emiralilerin Mustafa kızı Ayşe ile evlendi. Ayşe Hanım,  Garaguzuların Mehmet'in kardeşidir... Bir kardeşi de Gıdilerin Hasan Hüseyin'de olduğu için Süleyman Onunla bacanaktır... İki kızı ve bir oğlu oldu; Mustafa, Kezban, Azime...  Arapların Hüseyin kızı Kezban (Gambırhüseyinin halası) ile evlenen Mustafa, Cihan harbinde kaldı... Kızları ise; Kezban, Akbaş Ömer eşi; Azime, Omarcıkların Gocahüseyin  eşi oldu...

    Ortanca oğlu Eyüp 1828 yılında doğmuş. Onun kızı Ayşe, Afyon kökenli Demircieyüp   oğlu Ahmet ile evlendi ve böylece Eyüpler sülalesi karşımıza çıktı.

    En küçük oğlu Hüseyin ise 1830 yılında doğmuştu. Hüseyin'in kızı Fatma'yı   Kekliklerden İbrahim adında birine verdiğini biliyoruz, karı koca Onlar da 20. yüzyıla yetişememiş, vefat etmişler. Anlatılanlardan şunu öğreniyoruz ki İbrahim'e 'Gani' diyorlar. Anıtkaya'daki Ganilerin kaynağıyla ilgili bundan başka bilgi yok... Hüseyin, Kezban, Rabia ve Mehmet adında üç çocuğu oldu. Mehmet evlenmeden vefat etti. Hüseyin evlendi, ama çocuksuz olarak Cihan Harbinde kaldı. Kezban, Garapaçaların Osman'a vardı, Eyüpçetinin  anasıdır... Rabia da Garapaçaların Topalhüseyinin ikinci eşidir; Avganın analığı durumundaki Rabia Hanım çocuksuz vefat ettiği için pek bilinmez...

    Molla Ahmet oğlu Ali'nin 1852 yılında İsmail, 1855'te Ramazan adında iki oğlu daha oldu. Bu iki oğlandan da Sıntırlar sülalesi oluştu. 

    İkinci hane Mollahmetoğlu Halil'in 1840'a kadar oğlu olmadı. Daha sonra doğacak iki oğlu Mahmut ve Mehmet Ali'den Irafanlar ve Müdüroğlulara çıkılıyor... Hepsi ayrıntılı olarak ele alınacak...



Veyisoğlu Osman

     
    Veyisoğlu Halil'in büyük oğludur, 1826'da doğdu. Daha iyi anlaşılması için, Böbü Dedenin büyük abisi olduğunu belirtelim.

    Veyisoğlu Osman hakkında çok bilgi yok, çünkü nesli günümüze ulaşmamış. Ulaşmamış derken, erkek çocuğu olmadığı için soyadı almak suretiyle günümüze ulaşan torunu bulunmuyor, demek istiyoruz. Yoksa, kızları var ve o kızlarından torunları aramızda...

    1904 Kütüğünden belirleyebildiğimiz kadarıyla iki hanımından üç kızı var... İlk hanımının adı Havva imiş; elbette onun hakkında bilgi yok, dolayısıyla kimlerden olduğunu bilemiyoruz...

     1854 Yılında Ayşe adını verdikleri bir kızları oluyor...  Vakti geldiğinde Ayşe'yi Hacımustafaoğlu Hasan'a veriyorlar... İleride Sağırların ataları olan üç erkek kardeş Salih, Mustafa ve Ramazan'ın anaları olacaktır... 

    Ayşe Hanımın 1906 yılında hayatta olduğu, oğlu Mustafa'dan o sene doğan torununa kendi babasının adı olan Osman isminin verilmesinde etkisi olduğu düşünülüyor. (Erken vefat eden Osman, Kelapdıllanın abisidir)... Ayşe Hanım'ın ne zaman vefat ettiği bilinmiyor...

    Havva Hanımdan sonra ikinci olarak Hafize Hanım ile evlendi Veyisoğlu Osman. Hafize Hanım, Eğret'e Afyondan geldikleri için Şeherlioğlular diye bilinen Hadım Ali'nin torunudur. İki erkek kardeşinin biri Şeherlioğlular, diğeri Hadımoğlular sülalesinin atasıdır... Ayrıca bu üç kardeşin anaları da Veyislerden olduğuna dair kuvvetli işaretler var...

    Hafize Hanımdan da iki kızı oluyor; Hanife ve Fatma... Hanife'nin doğum tarihi bilinmiyor, çünkü kayıtlar tutulurken hayatta değildi; ama Fatma'nın 1869 doğumlu olduğunu biliyoruz... Bu kızlar doğduktan ne kadar süre sonra babaları öldüğü bilinmiyor, gerçek olan şu ki bir müddet sonra Veyisoğlu Osman vefat etti... Hafize Hanım iki kızıyla dul kaldı...

    Önce Fatma'yı gelin ettiği düşünülüyor... Kime vardı peki? Gedikoğlu/Hassönlerin Alıklımahmuta... Orada Hanife ve Mahmut adında bir oğluyla bir kızı oldu. Kocası Hicaz'dan dönemedi... İki çocuğuyla dul kaldı... 

    Bunun üzerine Veyislerin diğer kolundan Çorbecilerin Hacıaliye vardı, zira o sırada Hacıali de ilk eşi vefat ettiğinden, Ahmet adında bir oğluyla dul kalmıştı. Lafı uzatmayalım, Fatma Hanımın kızı Hanife'yi Hacıalinin oğlu Şebekahmet ile everdiler... Alıklımahmut'un oğlu Mahmut ne oldu? O da Gulizosmanın babasıdır... Bir görüşe göre Gulizosman adını büyük dedesi Veyisoğlu Osman'dan almıştır...

    Hacali, Fatma Hanımın üstüne yine Veyislerden Halime Hanım (Kötühüseyinin ninesi) ile evlenecek ve ondan da bir kızı olacak... Bu küçük kızına, Fatma Hanımın anası adı Hafize'yi vermesi manidardır... (Kelarzıman eşi Hafize Azbay)...

    Veyisoğlu Osman'ın üçüncü kızı Hanife'ye geldik... Doğum tarihini bilmiyoruz. Onun ailenin en küçüğü olduğunu düşünmemizin bir sebebi var; annesi Hafize Hanım onun yanından ayrılmamış... Hanife'yi Selimoğlu Ahmet'e vermiş. Daha doğrusu Selimoğlu Ahmet, Hanife'ye içgüveyisi olmuş; dolayısıyla Hafize Hanım da evinde kalmış oluyor...

    Ali Osman ve Ayşe adlarında bir oğluyla bir kızı olduktan sonra Hanife Hanım yirminci yüzyıl başlarında vefat etti. Eşi Selimoğlu Ahmet tekrar evlendi; ama çocuklarının ninesi Hafize Hanım hala hayattaydı, onlara kol kanat gerdi. Torunlarının büyüğü Ayşe'yi Sağırların Ramazan'a verdi. Burada hatırlamamız gereken Ramazan ile Ayşe'nin teyze çocuğu olduklarıdır.... Ayşe, Hamza Sancak (Çunkuhamza)nın anasıdır...

    Hanife Hanım ile Selimoğlu Ahmet'in oğullarına Ali Osman adı vermelerinin sebebi, ikisinin de baba adlarını birleştirmektir. Yani Veyisoğlu Osman'ın adı buradaki torununda yaşıyor... Hafize Hanımın bu torununu evermeye ömrü vefa etmediği anlaşılıyor. Olucak'tan evlenmesine sebep olarak da analığı Ümmü Hanımı gösterebiliriz... 

    Kendisine Gocaguliz denilecek olan Ali Osman, anasını ve ninesini büsbütün unutmamış, kızlarının ikisine Hafize ve Hanife adını koymuş... 1969 Yılında vefat edince, Veyisoğlu Osman'ın adını yaşatacak sadece Gulizosman kaldı. O'nun ardındaki iki torunu Osman Koç'lar bugünkü Veyisoğlu Osman yadigarlarıdır...