04 Aralık 2021

Arapoğlu Hüseyin

  
    Arapoğlu Hüseyin 1861 yılında doğdu. Garmenlerin Ömer kızı Şerife ile evlendi. Küçük kardeşi Çöne Halil ve Küpelilerin Ali ile bacanaklar... Üçü kız dokuz çocukları oldu. Kızı Kezban Mollaahmetoğlu Mustafa ile evlendi. Görümcelerinden biri Akbaş Ömer, diğeri Omarcıkların Gocahüseyin eşidir. Kocası ölünce Kezban, o sıralarda dul kalan Sakızcı Hüseyin eşi oldu. Orada doğacak ve Kalpsizin evinde bekar olarak ölecek İsmihan'ın anasıdır. Kendisi 1954'te vefat etti... Ortanca kızı Fatma, Sağırların Körmustafaya vardı, Kelapdıllanın anasıdır... Küçük kızı Azime hakkında bilgi yok... 

    Ayrıca 1925 yılında doğup altı yaşındayken ölen Satı adında bir kızı daha varmış... Demek ki ilk eşi Şerife Hanım 1925'ten sonra vefat etti... İki evliliğinde altı oğlu var; Mehmet, Mustafa, Mahmut, Şükrü, Ahmet ve Hilmi... Şimdi tek tek oğullarına bakalım...


    1. Mehmet

    Büyük oğlu Mehmet 1889'da doğdu. Osmanköy doğumlu Hasibe ile evlendi. Bu hanım, Velciklerin Sucu Abdurrahman Yavuz'un halasıdır... Hüseyin adında bir oğulları oldu. Bu arada Mehmet kendini 1. Dünya savaşı hengamesinde buldu ve Çanakkale'de Sığındere Muharebesinde şehit düştü. Tarih, 19 Haziran 1915... 

    Kekliklerin Kelali (Ali Tül) ile Arapoğlu Mehmet aynı birlikte değillermiş; ama zaman zaman köylüler olarak bir araya gelirlermiş. O gün de biraz yarenlik etmişler, sonra Ali ayrılmış. Kısa bir süre sonra düşmanın bombardımanı başlamış ve Mehmet bir şarapnelle şehit olmuş. Bu olay Kelaliden naklediliyor...    

    Babası şehit olduğunda Hüseyin 4 yaşındaydı; kardeşi Ömer'in doğmasına ise daha bir kaç ay vardı. Anaları Hasibe Hanım bir müddet sonra Hacımahmutoğlu Mehmet'e, yani Yılıkların dedesine varacaktır... Yılıkların Mevlüt, Süleyman ve Hüseyin Öztürk'ün de analarıdır... 

    Şehit babasını göremeyen Ömer, Konyalı Çolak'a evlatlık verildi. Onun ve çocuklarının hikayesi Çolaklar başlığıyla ayrılıyor... Burada abisi Hüseyin'den bahsedeceğiz...

    Hüseyin'e büyüyünce 'Gambırüseyin' dediler. Sakızcının kızı Ayşe ile evlendi. Ayşe Hanım, Takguş (Veli Öztürk)ün kardeşidir... İki kızı ve bir oğlu var. Büyük kızı Sare, Yumrukların Musa Tüplek ile; küçük kızı Satı ise Yılıkların Ahmet Öztürk ile evlendi. Satı ile Ahmet'in aynı ninenin (Hasibe Hanım) torunları olduğunu hatırlayalım...

    Kalpsize geçmeden önce ana babasının hikayesini kapatalım. Gambırhüseyin 1967 yılında öldü. Eşi Ayşe Hanımın vefat tarihi ise 1983...

    Tek oğlu 1950 yılında doğmuş, adını Hüseyin koyuyorlar, ileride Kalpsiz Hüseyin olarak bilinecektir... Tek olunca biraz da şımarık büyütülmüş Kalpsiz, her istediği yerine getirilmiş. O yıllarda herkesin yaptığı gibi evden dene çalmaya falan gerek duymadığını, Cıldırın dükkanda açık hesabı olduğu, her istediğini alabildiğini kendisinden duymuştum...

    Manavların Gızmehmetin kızı İsmihan ile evlendi. Çatalların Yarımağa İbrahim Soylu, Sakızcıların Hollandalı Mehmet Ali Öztürk, Tellilerin Nazmi Öztürk ve Kelahmetlerin Almanyalı Bahattin Azbay ile bacanak oldular...

    Altısı kız ikisi oğlan, sekiz çocukları dünyaya geldi. Sevda, Hüseyin, Kezban, Ayşe, Müyesser, Mehmet Ali, Tuğba ve Ebru... Büyük kızı Sevda, teyzesinin oğlu Hüseyin Öztürk; Kezban, Çakırların Delimısdığın Halil İbrahim Erdem; Ayşe, Şekeralilerin Halil İbrahim Tetik; Müyesser, Gocagulakların Yahya oğlu Emrah Kalkan; Tuğba, Almanyalı Yaşar'ın Ahmet oğlu Ali Soylu; Ebru da Sucunurinin Abdullah Toka eşidir... 

    Büyük oğlunun adını da Hüseyin koydu. Böylece Gambır Hüseyin'in Hüseyin'in Hüseyin... gibi söyleyişi tekerlemeye benzer bir durum oluştu... Anıtkaya dışından evlenen Hüseyin'in üç çocuğunun isimlerinde (Ahmet, Sena, Muhammet Çağrı) Hüseyin olmayınca bu zincir kırılmış oldu... Eşinden ayrıldıktan sonra Dendenin Nebi kızı Hatice ile evlenen Hüseyin, Afyon'da oturuyor...

    Kalpsizin küçük oğluna Mehmet Ali adını koymasına sebep, 1975'te trafik kazasında ölen dayıoğlusu ve bacanağı Mehmet Ali Öztürk olduğu anlaşılıyor... Mehmet Ali, Garaçaylının Kelasımın kızı Emine ile evli; Anıtkaya'da oturuyor...

    2013 Yılında eşi İsmihan Hanım vefat etti. Kalpsiz hayatını önceki gibi sürdürdü. Vurdumduymaz ve aldırmaz görüntüsünün aksine, aslında bu durumdan çok etkilendiği; ancak herkesten sakladığı hastalığı onu yıktığında anlaşılabildi. 2022 Yılında vefat etti...


    2. Bezeki Mustafa

    Arapoğlu Hüseyin'in ikinci oğlu Mustafa 1894'te doğdu. Nedendir bilinmez, 'Bezeki' diye lakap takıldı. Süs, süsleme anlamlarına gelen 'bezek' ile bir ilgisi olabilir. Ovalılardan Topal Ali kızı Emine ile evlendi, Olcaklı Ahmet Aydın ile bacanak oldular...

    Bezekinin bir oğlu ve beş kızı oldu. İsimleri; Ali, Nazik, Şerife, Azime, Rabia ve Ayşe'dir... Kızlarından Nazik, Kantinin Osman; Şerife, Karacahmetli Serseri Ahmet Toka; Azime, Çorcalılardan Eyüp Aydın oğlu Celil; Rabia, Tongulların Gociban ve küçük kızı Ayşe de Tülü Murat ile evlendi. 

    Şerife'nin eşi Serseri lakaplı Ahmet Toka hakkında biraz bilgi vermek gerek... Babası zamanında Karacahmet'e gitmiş bir Eğretli'dir. Omarcıkların Körosman diye lakaplanan Osman Toka, anası itibariyle gerçekten Omarcıklardandır ve Çorcalı Topalali ile bababir kardeştir... Anasının yanında tay olarak Tokanorilere gitmiş ve orada, kan bağı olmamasından ötürü Topalalinin üvey kızı Kezban ile evlendikten sonra Karacahmet'e göçmüştür. Yine kan bağı olmamakla beraber Körosman ile Bezeki bacanak sayılabilirler. Yani Şerife ile Serserinin kan bağı olmaksızın teyze çocukları olduğu düşünülebilir...

    Bezekinin tek oğluna gelince... 1933 Yılında doğdu... Ali adı konulmasında dedesi Çorcalı Topalalinin etkisi açıktır... 'Bezekinin Ali' diye lakaplandı...

    Bezekinin Ali, Sağırların Ali Osman Hoca kızı Şerife ile evlendi. Çiloğlanın Hüseyinhoca, Şaşdımoğlu Uykucuömer, Takgasların Cılımısdık ve Yörüklerin Habeşahmet ile bacanak oldular...

    Şerife Hanım ile Bezekininalinin üçü oğlan ikisi kız, beş çocukları oldu. Büyük kızı Gıdakömerin Mehmet İdis eşidir. Küçük kızı ise Kütahya'ya gelin oldu...

    Büyük oğlu Veysel, Arapların Ömer kızı Fadime ile evlendi; Yeşilömerlerin Ali Osman ile bacanaklar... Kıbrıs gazisidir, Afyon'da askeri fabrikadan emekli olduktan sonra Anıtkaya'ya yerleşti. Mesut, Ali ve Emre adlarında üç oğlu var. Mesut, Dayıların Vahit kızıyla evlendi; bir oğluyla iki kızı var. Anıtkaya'da oturuyor... Ortanca oğlu Ali, Bayramgazili Ümmühan ile evlendi. Bir oğluyla bir kızı var, Bursa'da yaşıyorlar... En küçük oğlu Emre Anıtkaya dışından evli, Afyon'da oturuyor...

    Ortanca oğlu Ali Osman, Gocibanın yani halasının kızı Şerife ile evlendi. Azime ve Mustafa olmak üzere bir oğluyla bir kızı var. Kızı Anıtkaya dışına gelin oldu, Mustafa Anıtkaya dışından evlendi. Mustafa, ailesiyle Afyon'da yaşıyor...

    En küçük oğlu Mustafa ise Gavasın İsmail kızı İsmihan ile evlendi. İki oğlu ve bir kızıyla Afyon'da yaşıyorlar...

    Bezeki Mustafa 1965'te vefat etti, eşi Emine Hanım ise 1970'te... Tek oğlu Ali 2010 yılında vefat etti. Eşi Saide/Şerife Hanım ondan bir yıl önce 2009'da ölmüştü, araları açılmamış oldu...

    3. Patır Mahmut

    Ortanca oğlu Mahmut, 1895 doğumlu. 'Patırmamut' olarak biliniyor. Dilinde hafif kekemelik olana öyle diyorlar. Önce Omarcıkların Mustafa kızı Kezban ile evlendi. Şöförhalibramın halası olan Kezban Hanımdan 1925 yılında bir kızı oldu, adını Sultan koydular; fakat Sultan bir yaşındayken öldü, ardından da anası Kezban Hanım vefat etti...

    İkinci olarak Veyislerden Hatice'yi aldı. Hatice Hanım, Veyisoğlu Ramazan'ın oğlu Ahmet'ten torunudur. Diğer üç kardeşini de Apdıramanlar/Garmenlerin Ali oğlu Hasan/Esat ve Sabri aldığı ile Danaoğlu Hüseyin aldığı için Patırmahmut onlarla bacanak oldu...  

    Yaşayan iki çocuğu Hatice Hanımdandır... İsimleri; Hatice ve İbrahim'dir... Kıza anasının adı verilmesi hususu, çocuklar yaşasın diye rağbet edilen bir uygulamaydı. Ya Sultan'ın ölümü bunu tetikledi, ya da ondan sonra ölenler de vardı... Bu iki çocuktan sonra, 1936 yılında Hatice Hanım da vefat etti... 

   Üçüncü olarak Yörükmehmet kızı Kezban ile evlendi. Babası Yörükmehmetti, ama Kezban Hanımın anası da yine Dedeler/Veyislerden Deliveyisin yeğenidir... Önceden; iki çocuğun anası Hatice'nin İbrahim Emmisine varmış, ondan dul kalınca Yörükmehmete varmıştı... Yani Patırmahmutun üçüncü eşi Kezban, anası tarafıyla bu iki öksüze akraba idi... Bu durum, o çocukları benimsemesinde etkili olmuştur... Son evliliği yoluyla Omarcıkların Güdüğizzet ve Garapaçaların Süleyman ile bacanak oldu Patırmahmut... 

    Kezban Hanımdan da iki kızı dünyaya geldi; Abide ve Sultan... Hatırlanacaktır Sultan, tazeyken ölen kızının adı idi. Abide, hem Hatice hem de Kezban Hanımın ninesinin adı oluyor... Patırmahmut1968'de öldü, son eşi Kezban Hanım ise neredeyse otuz yıl sonra 1996'da vefat etti...

    Kızları Hatice, Yağcı Mahmut (Aykaç); Abide, Güdükizzetin Emin (Sağlam); Sultan, Çolakların Salim (Kurt) eşidir. İki evlilikteki akrabalık bağı dikkat çeker; zira Salim Kurt, Sultan'ın emmisinin torunu; Abide de Emin Sağlam ile teyze çocuklarıdır...

    Patırmahmutun tek oğlu İbrahim'e gelince... Resmiyetteki adı Halil İbrahim'dir, 1933'te doğdu. Askerliği sırasında Kore savaşına katılanlardan olduğu için 'Koreli' diye meşhur oldu; Mardakların Kelmısdıfa kızı Hamide ile evlendi. Müdüroğlunun Cemal ile bacanak oldular...

    Koreli ile Hamide Hanımın üç kızları ve bir de oğulları oldu; Ömür, Elveda, Kezban ve Mahmut... Ömür, Buruşakların Cemal oğlu Mehmet Omak; Elveda, Bacıların Sarı oğlu Süleyman Değer eşi oldular. Küçük kızı Kezban Kütahya'daki Anıtkayalılardan Gındinin oğlu Kadir Kızılyel'e vardı... 

    Tek oğluna babasının adını verdi Koreli... Mahmut, Çakırların Ahmet kızı Süheyla ile evlendi ve yine Çakırların Mesut Erdem ile bacanak oldular... Babalarının isimleri olan İbrahim ve Ahmet adını verdikleri iki oğulları oldu... Korelinin Mahmut 2022 yılında vefat etti. Arapların Patırmahmutun bayrağı, onun iki oğlu İbrahim ve Ahmet'e geçti. Çünkü babası Koreli 2003'te, annesi ise 2009'da vefat etmişlerdi...

    4. Şükrü

    Arapoğlu Hüseyin'in küçük oğullarından Şükrü'ye gelince... 1902'de doğdu. Körüslerin Ali kızı Halime ile evlendi. Halime hanım, Akömer Kök'ün ablasıdır...  Ayrıca bu evlilikle Şükrü, Gödeşmısdık ve Aşşağılıların Efemehmet ile de bacanak oldular.   

    Yaş sırasına göre oğulları Ali, 'Gözelali'; İbrahim, 'Gözeliban'; Mehmet ise 'Gözelmemet' diye bilindi. 1924 Yılında doğan büyük kızı Azime, beş yaşında vefat etti. Hayatta kalan kızların büyüğü Satı, Gazioğlu Cemal Yıldız; ortanca Şerife, Olcaklı Musa Aydın; küçükleri Hanife ise Çakalın Süleyman Eren eşidir... Şükrü 1959'da vefat etti. Eşi Halime Hanım ise ondan sonra 24 yıl daha yaşadı ve 1983 yılında vefat etti... Üç oğlunun durumunu inceleyelim...

    Gözel Ali
    1922 Yılında doğan ilk oğullarına Ali isminin verilmesinde anne Halime Hanımın etkisi seziliyor. Zira kendi babası Körüslüoğlu Ali şehit olalı henüz yedi yıl olmuştu...

    Gözelaliyi Sağırların Körmustafa kızı Binnaz ile everdiler. Körmustafanın ilk hanımı Gözelalinin halası olduğu hatırlanacaktır. Gerçi Binnaz Hanım halasının kızı değildir, lakin ne de olsa bir yakınlık var... Onunla evlenince; Göçmensüleyman (Süleyman Sancak), Apdıramanların Kelhasan (Hasan Kirkit), Yozgun (Halil Azbay) ve Şimbil (Emin Öztürk) ile bacanak oldular...

    Biri kız, dört çocukları oldu. Yaş sırasına göre bunların isimleri; Mevlüt, Ahmet, Şükrü ve Halime'dir... Halime, Bilallerin Hasan Kaynar eşidir... Üç oğlunun durum incelemesi:

    Büyük oğlu Mevlüt 1950 yılında doğdu. Terlemezlerin Pala İbrahim kızı Gülferah ile evlendi. Araparifin Mustafa oğlu İlkcan ile bacanaklardır... Erken dönemde İzmir'e yerleşti. İki oğlu var, büyüğü Ümit Göçmensüleymanın Sami kızı Şenay ile evlendi. Bu evlilikteki katmerli akrabalık bağını sayıp dökmeye gerek yok. Ümit'in iki oğlunun isimleri Mustafa Sami ve Mevlütcan Yiğit... Küçük oğlu Uğur ise Kırşehirli Meryem ile evli. Nurferah ve Elif Ceylin adlarında iki kızı var... Çocukları ve torunları İzmir'e yerleşik olan Gözelalinin Mevlüt, yılın büyük bir bölümünü Anıtkaya'da geçiriyor...

    Ortanca oğlu Ahmet 1957 yılında doğdu. Göçmensüleymanın Veysel kızı Muhsine, yani teyzesinin torunu ile evlendi. Ahmet de İzmir'e yerleşenlerden... Yasemin, Yeşim ve Yeliz adlarında üç kızı orada doğdu. Yasemin, Tokatlı Aytuğ; Yeşim ise Yalovalı Mustafa eşidir... İzmir'de yerleşik olmasına rağmen Ahmet de sık sık Anıtkaya'ya gelir...

    En küçük oğlu Şükrü 1960 doğumludur. Takanuri kızı Zehra ile evlendi. Ahmet Dede ile Şükrü Dedelerin kardeş olduğu hatırlanmalı... İzmir'e en son giden kardeştir... Orada Ali ve Aylin adlarında bir kızıyla bir oğlu oldu. Üç kardeş içinde Anıtkaya'ya ilk dönen de yine Şükrü oldu. Bir müddet sonra, 2015'te vefat etti... Kızı Aylin, Anıtkaya dışına gelin edildi... Gözelalinin adını taşıyan oğlu ise Çolakların Mehmet kızı Nurdan ile evlendi, Zehra adında bir kızı var...

    Arapların Şükrü'nün Gözelali, hayatının sonuna kadar bildiği işi yaptı; adeta çobanlıkta uzmanlaştı. 1995 Yılında vefat etti, eşi Binnaz Hanım ise ondan bir kaç yıl sonra, 1999'da öldü...

    Gözel İban
    Şükrü'nün ikinci oğlu İbrahim 1931 yılında doğdu. Halil İbrahim diye kaydedilmesine rağmen ilk ismi bilinmedi. Eğret'te İbrahim yok, İban vardır; bu yüzden 'Gözeliban' diye bilinirdi...

    Gözeliban, Tingildeklerin Musa kızı Fadime ile evlendi. Fadime Hanım, Seyfettin Kasal'ın Halası olur. Ayrıca bu evlilikle Gözeliban, Suguşu Halil Omak ile bacanak oldular...

    Altı çocukları oldu, hepsi erkek... Yaş sırasına göre isimleri; Şükrü, Adem, Mürsel, Davut, Musa ve Bekir...

    Büyük oğlu Şükrü 1962 yılında doğdu. Ağamehmetin kızı Sezer ile evlendikten sonra İzmir'e yerleşti. İki oğlu dünyaya geldi. Afyon'daki evin inşaatı bitince tayini oraya çıktı. Bir kaç yıl çalıştıktan sonra Afyon'da emekli oldu. Yakalandığı hastalıktan kurtulamayarak 2023 yılında vefat etti...

    Adem ise 1965 yılında doğdu. Okuldayken matematik zekasıyla öne çıktı. İbişlerin Eyüp kızı Rahime ile evlendi. Yasemin adını verdikleri bir kızları oldu, sonra boşandılar. İkinci olarak Kelbekirin Ahmet'in kızıyla evlendi, halen Afyon'da oturuyor. Kızı Yasemin Diyarbakırlı bir beyle evlendi...

    Ortancaları Mürsel, Kelibanın Moruk Üzeyir kızı Şerife ile evlendi; Deliahmetin Emin oğlu Nevzat ile bacanaktır... Bir kızı ve bir oğlu var, İzmir'de oturuyorlar...

    Dördüncü oğulları Davut, Bayramgazi'den evlendi. Onun da bir oğluyla bir kızı var; Afyon'da oturuyorlar...

    Musa 1974 yılında doğdu. Tingildeklerin Musa dedesinin adını vermişler... Mardakların Halil İbrahim'in kızıyla evlendi. İbrahim adında bir oğlu var ve İzmir'de yerleşikler...

    En küçük oğlu Bekir, Hatcamehmetin Hasan kızı Emine ile evlendi. Çocukları yaşamadı, en sonunda anaları Emine de vefat etti... Bekir ikinci olarak İsmailköylü hanımını aldı ve Afyon'a yerleşti. Bekir ve Fatmanur adlarında bir oğluyla bir kızı var...

    Arapların Şükrü'nün ortanca oğlu Gözeliban, bunca kalabalık çocuklarıyla uzun süre sığır güttü. Hatta bir başka lakabı da 'Sığırcı' idi... Kendisi 1997 yılında öldü, eşi Fadime Hanım ise yirmi yıl sonra 2017'de vefat etti... O kalabalık aileden şimdi Anıtkaya'da yaşayan bulunmuyor...

    Gözel Mehmet
    Şükrü'nün küçük oğlu Mehmet 1942 yılında doğdu. Hacıların Yozgun Halil kızı Zeynep ile evlendi. Gavasın İsmail Sargın, Demircisalihin Osman Yakışır, Mardakların Halil İbrahim Saki ve Akbaşların Yaşar Karakaya ile bacanak oldular...

    Şükrü ve İzzet adını verdikleri iki oğlu dünyaya geldi. Onlar İzmir'e yerleşince Gözelmehmet de peşlerinden oraya taşındı. Büyük oğlu Şükrü, Kekecin küçük kızı Ayşe ile evlenince; Balinin Osman Çetin, Gıdakömerin Halil İdis ve Dişçi Ali Saki ile bacanak oldular... Hakan ve Mehmet adında iki oğlu var; Hakan Anıtkaya dışından bir hanımla evlendi, Can Bartu adında bir oğul sahibi... Şükrü, halen ailesiyle İzmir'de oturuyor...

    Gözelmehmetin küçük oğlu İzzet, Çakalın Süleyman'ın, yani halasının kızı Sadiye ile evlendi. Ömer adında bir oğlu var, o da Manisalı bir hanımla evli... İzzet de İzmir'de yerleşik...

    Gözelmehmet, İzmir'de yetmiş yaşını aştığı 2013 yılında vefat etti

    5. Ahmet 

    Diğer oğlu Ahmet'in doğumu 1904'te... Yeşilömerlerin kızı Zehra ile evlendi. Ömer ve Mevlüt adlarında iki oğlu ve Fadime, Şerife, Muzaffere ve Hacer adlarında dört kızı oldu... Şerife, 1933 doğumluydu; 1942'de dokuz yaşındayken öldü... 1947 yılı sonunda doğup üç günlükken ölen Hacer var... Ondan hemen sonra 1940 doğumlu, sekiz yaşındaki Mevlüt de öldü... Fadime ise 1954 yılında vefat ettiğinde, 25 yaşında gelinlik kız ve hepsinin ablasıydı...  

    Bu arada Arapoğlu Hüseyin'in küçük oğlu Ahmet 1954'te, eşi Zehra Hanım ise 1957'de  vefat ettiler...

    Aileden geriye kalan bir oğlanla bir kız... Ömer Gulaksızın kızı Emine'yi aldı; kardeşi Muzaffere'yi de Takanori (Nuri Argunşah) ile evlendirdiler. Yani değişik usulü evlendiler... 

    Ömer ile Emine Hanım erken dönemde Afyon'a yerleştiler. Beş çocukları oldu. Yaşlarına göre sıralayalım; Zehra, Ahmet, Fadime, Mevlüt, Mehmet... İsimlere bakıldığında hepsinin geçmişle bir bağlantısı olduğu görülecektir; haybeye ad verilmemiş yani... 

    Büyük kızı, ninesi Yeşilömerin kzı Zehra Hanımın adını almıştı; Yeşilöemerlerin Ali Osman Fidan'a vardı. Yeşilömerin iki torununun evliliği... Küçük kızı Fadime ise Bezekinin Ali'nin Veysel Tok eşi oldu; dedeler kardeş...

    Ömer'in büyük oğlu Ahmet, Ayvalılı Filiz ile evlendi. Üç kızı var ve Afyon'da oturuyorlar... Ortanca Mevlüt ise Takanuri yani halasının kızı Halime ile evlendi. Onun da üç kızı var, Afyon'da oturuyorlar... En küçükleri Mehmet Tınaztepeli Özlem ile evli. Çocuğu yok, Mevlüt abisinin dördüncü kızını evlatlık aldı. Hepsi Afyon'da yerleşikler...

    Beş çocuk babası Arapların Ömer, 2014 yılında Afyon'da vefat etti...

    6. Hilmi

    Eşi Şerife öldüğünde bir daha evlendi Arapoğlu Hüseyin. Amcalardan Osman kızı Halime (Haytanın Ablası) önceden Hamzalardan birine varmıştı. Eşi harpte kaldı... 

    Çocuksuz olarak dul kalan Halime ile yaptığı bu evlilikten de 1929 yılında bir oğlu dünyaya geldi. Adı kayıtlara Ahmet olarak geçen bu oğlunu herkes Hilmi diye bildi. Hilmi doğduğunda Arapoğlu Hüseyin'in 102 yaşında olduğuna dair söylentinin gerçek olması mümkün değil; çünkü 1942'de vefat ettiğinde bile ancak 81 yaşına ulaşabilmişti. Halime Hanım da beş yıl sonra, 1947'de öldü... 

    Arapların Hilmi, Sabire/Sabriye ile evlendi. Karaslan köyünden olan Sabire Hanım bir Çerkez kızıdır... İki oğulları ve üç kızları oldu. Yaş sırasına göre isimleri Hüseyin, Halime, Rahime, Neriman ve Galip'tir. 

    Çocukları erken dönemde İzmir'e yerleştiler. Büyük kızı Halime, önce Haydarın Muhsin'e vardı; çocuksuz olarak ayrıldıktan sonra Tevfiklerin Mehmet eşi oldu... Rahime ve Neriman'ın evlilik durumu bilinmiyor; ama Rahime 1974'te, Neriman 2015'te vefat etmişler...

    Hilmi'nin büyük oğlu Hüseyin, Aydınlı bir hanımla evlendi. İki oğlu olduğu öğrenildi... Küçük oğlu Galip de Anıtkaya dışından bir hanımla evlenmiş... Halen ikisi de İzmir'de yaşıyorlar... 

    Sarımustafanın Hüseyin'in en küçük oğlu Hilmi vefat ettiğinde yıl 1997 idi. Eşi Sabriye Hanım ise 2011 yılında öldü...

    ***

    Arapoğlu Mustafa'nın büyük oğlu Hüseyin'in Muhtarlık da yaptığı anlaşılıyor. Bir belgede 1897/1898 yıllarının Eğret Muhtarı olduğu yazıyor. O yıllarda Eğret'te iki Muhtarlık kadrosu vardı; biri Muhtar diğeri Muhtar Yardımcısı olarak görev yapan bu muhtarların ikisi de aynı yetkiye sahiptiler. 1897/1898'de Gasapların atası olan Halil oğlu Resil ile birlikte Arapoğlu Hüseyin bin Mustafa'nın hangisi muhtar hangisi yardımcı olduğu kestirilemiyor...

     Sonuç olarak Sarı Mustafa'nın çocuklarına 'Arapoğulları', onların oluşturduğu sülaleye de 'Araplar' denildi. Arapoğlu Hüseyin'in çocukları 1934 sonrası 'Tok' soyadını benimserken, Konyalı Çolak'a evlatlık verilen Ömer ise çocuklarıyla "Çolaklar" diye anıldı ve soyadı 'Kurt' oldu.


03 Aralık 2021

Söylemezoğlu - Kırtişoğlu

   

    Söylemezoğlu Mehmet 1883'te öldüğünde, adı kayıtlara 'Söylemezoğlu Mehmet ibni Salih bin Abdullah' olarak yazılmıştı. Bundan anlaşıldığına göre babasının adı Salih, dedesininki ise Abdullah idi. Her ne kadar resmiyette Abdullah olsa da halk arasında dedesi hep Apil olarak bilindi ve çağrıldı.

    Babasına Eğret'te 'Kel Salih' diyorlardı, hakkında başkaca bir bilgimiz yok. 1831 Kayıtlarındaki sıralamaya bakılırsa Kelsalihin yüzyıl başlarında Eğret'e geldiği düşünülebilir... Bu esnada kendisi vefat etmiş, oğlu Mehmet hane reisi olarak deftere kaydedilmiş bulunuyor. 1811 Yılında doğduğu belirtilen Mehmet, orta boylu ve bıyıkları yeni terleyen biri diye tarif edilmiş. Kendisinden başka haneye kayıtlı kimse bulunmuyor...

    1883 Yılında yetmişinin üzerinde öldüğünde ise geride dört evlat ve Kelsalihoğlundan Söylemezoğluna dönüşmüş bir sülale adı bıraktı... Çocuklarının adları; Havva, Salih, Ümmühan ve İbrahim'dir... 

    Havva en büyükleri. Tanzimat'tan da önce 1835'te doğdu, Terlemezoğlu Süleyman ile evlendi. Yani Terlemez Hocanın ninesi oluyor...

    Söylemezoğlu Mehmet'in yaş sırasına göre üçüncü çocuğu Ümmühan'dır; 1866'da doğdu. Vakti geldiğinde Türkmenoğlu Yörük Halil ile evlendirildi. Şu durumda Yumrukların Halil dedesi ile Terlemezoğlu Süleyman bacanak oluyor... İki bacanağın iki kaynına, Söylemezoğlu Mehmet'in oğlanlara geçelim...


    1. Söylemezoğlu Süllü

    Büyük oğlunun adı Salih, yani Eğret'e gelen ilk dede Kelsalihin adı... 'Söylemezoğlu Süllü' diyorlardı. Doğum tarihini bilemiyoruz, çünkü 1904 kayıtları tutulduğu sırada hayatta değildi. Zaten kendisinden de 1889 yılında ölen eşi için düzenlenmiş verese belgesinden haberdar oluyoruz...

    Buna göre Söylemezoğlu Salih'in hikayesi şöyle devam etmiş: Yusuf kızı Fatma Hatun ile evlendi. Fatma Hanım Hacımahmutların kızı; ama anası da Çatallardan... Ayrıca Fatma Hanımla evlenince Kinislioğlu Mehmet (Kumpirhasanın babası) ile bacanak oldular...

    Oğlu yok, iki kızından büyük olanı Neslihan 1873'te; küçük olan Ayşe ise 1879'da doğdu. Dedeleri Mehmet öldüğünde dört ve on yaşlarındaydılar. Sonra 1889'da kızların anneleri Fatma Hanım vefat etti... 

    Salih, büyük kızı Neslihan'ı Veyislerden Böbüdedenin oğlu Hasan Hüseyin ile evlendirdi. Neslihan'ın üç kızı da Hamzaların Süleyman Kaya, Daldalların Sarasan Hasan Dadak ve Böbülerin Ömer Kabadayı eşi olacaklardır...

    Küçük kızı Ayşe'yi ise İdirizlerin Osman'a verdi. Sonradan kendisine 'Goca Osman'  denilecek olan Osman İdis'in ilk eşidir... 

    Kızlarını everdikten sonra Söylemezoğlu Salih/Süllü vefat etti. Vefat tarih tam olarak bilinemiyor; ama 1904'ten önce olduğu kesin...

 

    2. Söylemezoğlu İbrahim

    Kelsalihoğlu Mehmet'in küçük oğlu İbrahim'e gelince... 1867 Doğumlu Söylemezoğlu İbrahim, Havva ile evlendi. Havva Hanım Eyüplerden Derviş Halil'in kızıdır.... 

    Dervişhalilin oğlu yok, beş kızı var. Bu durumda Söylemezoğlu İbrahim'in bacanaklarını zikredelim; Küpelilerin İbrahim; önce Çorcalıoğlu Mehmet, sonra Tongulların Hasan;  Hatiboğlu İbrahim ve Türkmenoğlu Ahmet...

    İbrahim ile Havva'nın dört çocukları oldu: Ali Osman, Mehmet, Abdurrahman, Satı...

    Büyük oğul Ali Osman 1887'de doğdu. Çatalçeşme'den gelen Musluların Ayşe ile evlendi ve Satı, Mehmet, Abdullah adlarında üç çocuğu oldu. 1911 yılında şehit olduktan sonra hanımı ve çocuklarının akıbeti hakkında bilgi yok. Ancak Ayşe Hanımın çocuklarının da sonradan vefat ettiği, kendisinin tekrar Çatalçeşme'ye dönüp Köprülü'ye kocaya vardığı, sonradan Afyon'a taşındıklarına dair küçük bir bilgi var...

    Söylemezoğlu İbrahim'in ortanca oğlu Mehmet 1895 doğumlu. Onbaşıoğlu/İdirizlerden Hasan kızı Ayşe ile evlendi. Ayşe Hanımın anası da Aliciklerdendir... Evlendiklerinden kısa süre sonra Mehmet cepheye gidip Çanakkale şehitleri arasında yerini aldı. Genç eşi Ayşe'yi, o sırada eşini kaybeden İdirizler'in Osman'a verdiler... Gocaosman hatırlanacaktır; hani Mehmet'in Süllü emmisinin kızını almıştı... Söylemezoğlu Süllünün kızı vefat edince, Söylemezoğlu Mehmet'ten dul kalan öteki Ayşe ile evlenmiş oldu... Ayşe Hanım ileride 'Zağar Ayşa' olarak bilinecektir...

    Söylemezoğlunun 1904'te doğan kızı Satı, ileride Yumrukların Çolak Ali ile evlenecektir. Söylemezoğlu İbrahim'in Satı'nın doğumu ile 1910 arasında bir vakit vefat ettiği anlaşılıyor. Çünkü oğlu Ali Osman'ın vereseleri arasında onun ismi yok... Fakat eşi Havva Hanım uzun yıllar daha yaşayacak ve 1941 yılında vefat edecektir... Şimdi hayatta kalan tek oğullarından devam edelim, çünkü Söylemezleri bugüne O taşıyacak...

    Kırtişoğlu Apil:
    İbrahim'in küçük oğlu Apil 1901 yılında doğdu. Kayıtlarda adı Abdurrahman olarak geçse de herkes Apil diye biliyor. Bundan sonra Söylemezoğlu sülale adı yerine, Kırtişoğlu Apil ifadesi kullanılıyor. 

    Apdıramanların Mustafa kızı Şemsi ile evlendi. Şemsi hanım Yeniali ile Kelhasının ablalarıdır... Bu evliliğinden bir oğluyla bir kızı oldu... Sonra geçinemiyorlar bunlar, geçimsizlik 1927 yılında mahkemeye intikal ediyor; Kırtiş, anası evine kaçak gitti diye dava ediyor, Şemsi Hanım küçük çocuğuna (o vakit sadece kızı var) geçinemiyorum diye nafaka talep ediyor. Hasılı 1930 gibi ayrılıyorlar... 

    Oğlu Mehmet'e 'Gıbış' dediler.  Kızı Havva ise Sakallı Mehmet (Aydın) ile evlendi... Sakallı Derviş Mehmet ile Havva Hanımın nineleri kardeştir... Son dönemlerinde  Şemsi Hanım Köse Ali Osman Varlı ile evlenecek ve 1978 yılında orada vefat edecektir...


    Kırtişin evinin yanındaki leylek yuvası 'Kırtişin Leylek' diye ünlendi. 
Uzun bir direk üzerine yapılmış bu yuvanın sakini leylek ailesi uzun yıllar yuvanın sahibi oldu. 
Yavru iken bacağına takılan boncuktan anlaşılmış ki bu leylek her bahar gelir yuvaya konup yumurtlar, yavrusunu çıkarır, sonra da güzün daha Güneye çeker gidermiş. 
Başka bir leyleğin buraya konmasına izin vermez hatta yuvanın yanına yaklaşmasına bile tahammül edemez, hiç bir yabancıyı barındırmazmış. 
Kaç kere yabancı leylekleri döverken gözlenmiş. 
Bu yüzden geçimsiz, saldırgan insanları tanımlamada 'Kırtişin leylek gibi' sözü kullanılıp deyimleşmiş... 
Aynı çevrede bir kaç kere yer değiştiren bu leylek yuvası, en son Terlemezlerin Odanın yanına taşınmıştı. 
Şimdilerde galiba yuva var, ama leylek yok...

    Gıbış
    Kırtişin Apilin en büyük oğlu Gıbış Mehmet 1929 yılında doğdu, Paşaoğlu Ahmet kızı Emine ile evlendi. Emine Hanım, Gırgır (Ahmet Yaman)ın ablasıdır. İki kız iki oğlan, dört çocukları oldu; Nafize, Ratibe, Apil ve Ali Osman...

    1970'lerde İzmir'e taşındılar ve oraya yerleştiler. Kızları Nafize, amcaoğlusu Apil Özen eşi; Ratibe de Galgancıların Mehmet oğlu Ahmet Aytar eşi oldular...

    Gıbışın büyük oğlu Apil, Körüslerden Akömerin Veysel kızı Vildan ile evlendi. İki kız bir oğulları var; Gökçen, Gözde ve Mehmet... Üçü de Anıtkaya dışından evlendiler ve İzmir'de oturuyorlar...

    Küçük oğlu Ali Osman da Anıtkaya dışından evlendi. Mehmet ve Serkan adını verdiği iki oğlu da Anıtkaya dışından evlendiler ve İzmir'de yerleşikler... Kırtişin Gıbış, 2017 yılında vefat etti...

  Şemsi Hanımdan olan çocuklarını anlattıktan sonra Kırtişin Apil'in macerasına devam edelim... İkinci olarak Hacımahmutların kızı Satı Hanım ile evlendi. Ondan da dört oğlu dünyaya geldi İbrahim, İbrahim, Ali Osman ve Mevlüt... İki İbrahim'in doğum tarihleri günü gününe aynı, ikiz olmalılar ve birinin adı Halil İbrahim filandır herhalde... Zaten birisi dokuz yaşına gelince vefat ediyor, böylece problem kalmıyor. Diğer oğlu 1936 doğumlu Ali Osman da birinci yaşını doldurduğu sıralarda tazeyken ölüyor... Geriye bir İbrahim ile Mevlüt kaldı... Onları ayrıntılı inceleyeceğiz, bu arada Kırtişin Apil'in hayatı 1940 yılında sona eriyor... Bu sırada Mevlüt üç, İbrahim ise dokuz yaşındalar...
 
    Gociban
    Dedesi Söylemezoğlu İbrahim'in adını alan büyük oğlu 1931 yılında doğdu. 'Goca İban' derlerdi, iri cüsseli oluşundan dolayı kendisine bu lakap takılmıştı. Muhtarlık ve Belediyelik dönemlerinde hep Eğret/Anıtkaya'nın yönetim kademelerinde bulundu. Koruma'nın başına geçtiği dönemler oldu. Hayatı boyunca Köyün önde gelenlerinden sayıldı...

    Arapların Bezeki Mustafa kızı Rabia ile evlendi. Kantinin Osman, Karacahmetli Serseri Ahmet, Gavuureyübün Celil ve Tülümurat ile bacanak oldular... Üç oğlan bir kız, dört çocukları oldu. Dört kardeşin en küçüğü Şerife, Bezekinin Ali oğlu Ali Osman eşi oldu, yani hala-dayı çocukları olarak evlendiler...

    Gocibanın büyük oğlunun adı Hasan... Bali Mehmet kızı Zehra ile evlendi. Yalnız 1960'lı yıllardaki düğünden önce talihsiz bir kaza yaşandı... Köyün tek arabası olan Şoförhalibramın arabayla Afyon'a düğün alışverişine gidilirken, Zencirliguyu'da araba şarampole devrildi. Çok sayıda kişi burada yaralandı...  Hasan ile Zehra Hanımın; Ahmet ve Azime adını verdikleri iki çocukları oldu. Azime Anıtkaya dışına gelin oldu. Ahmet ise Yetimlerin Necati kızı Sabire ile evlendi. Onun da iki çocuğu var, Hasan Furkan ve Kerime...

    Ortanca oğluna babasının adı olan Apil ismini koydu ve onu, kardeşi Gıbışın kızı Nafize ile everdi. Böylece Apil ile Nafize, emmi çocukları olarak yuvasını kurmuş oldu. Onların çocukları da İbrahim, Emine ve Hicran'dır. Kızlar Emine ve Hicran Anıtkaya dışına gelin oldular. Dedesi Gociban ve onun da dedesi Söylemezoğlunun ismini alan İbrahim de Anıtkaya dışından evlendi. Bir kız bir oğlan çocuğu da İbrahim'de var, İzmir'de yaşıyorlar...

    Gociban, küçük oğluna Mahmut adını koydu; ne de olsa anası Hacımahmutlardandı... Mahmut, Mihrioğlu Mehmet kızı Habibe ile evlendi. Üç oğulları oldu, büyüğüne Mehmet adını verdiler ki bu isim hem Mihrioğlunun hem de Söylemezoğlunun adını hatırlatır. Anıtkaya dışından evlenen Mehmet'in Mahmut Eren, Mustafa ve Habibe olmak üzere üç çocuğu var... Mahmut ile Habibe Hanımın ikinci oğlu Mustafa çok yaşamamış, küçük yaşta vefat etmiş... Ondan sonra doğan küçük oğullarına büyük dedenin adı olan Apil/Abdil ismini koymuşlar. Halasının kızı ile evlenen Apil'in Mahmut ve İbrahim adında iki oğlu var... Hepsi İzmir'e yerleşikler...

    Kırtişinapilin Gociban 2008 yılında, eşi Rabia Hanım ise 2010 yılında vefat ettiler...

    Dıkma
    Gocibanın küçüğü Mevlüt 1937 yılında doğdu. Kelsaleğin kızı Münevvere ile evlendikten sonra onun evine yerleşti. Bundan sonra lakabı 'Dıkma' oldu ve hep bu şekilde anıldı. 

    Dıkmanın iki oğlu iki kızı var; Mehmet, Havva, Ahmet ve Elveda... Büyük kızı Havva Daldallardan İsmail Honça, küçük kızı Elveda Kelarzımanın Garip oğlu Mehmet Ali Azbay eşi oldular...

    Büyük oğlu Mehmet'e bir zaman sonra 'Şef' dediler. Böbülerin Salih kızı Fatma ile evlendi. Beygirlinin Demirciömer, Hacariflerin Bekçifahrettin ve Mılıklarlı Köfteciyaşar ile bacanak oldular... Dilek, Feride ve Emre olmak üzere üç çocukları oldu...

    Küçük oğlunun adı ise Ahmet... O da Kelhasanın Ali kızı Hatice ile evlendi, Abdullah ve Münevvere adında iki çocukları var...

    Dıkmanın karısı Münevvere Hanım 2011 yılında vefat etti; kendisi ise 2023 yılında...

    ***

    1940 Yılında Kırtişin Apil vefat ettikten sonra, ikinci eşi Hacımahmutların Satı Hanım, Tonguloğlu Bokluahmete vardı. Daha doğrusu Ahmet'i içgüveyisi aldı... Ahmet İde onun evinde 1968 yılında vefat etti. Onun ölümünden sonra da Satı Hanım daha uzun yıllar yaşadı ve 1998 yılında vefat etti...

    Apil > Kel Salih> Söylemezoğlu Mehmet > Söylemezoğlu İbrahim > Kırtişoğlu Apil zincirindeki isim halkaları günümüzde de sürdürülüyor. Soyadı Kanunu uygulamasından itibaren bu isimlerin sonuna ÖZEN soyadı eklendi...




02 Aralık 2021

Eğret'in Odaları

    Bir zamanlar meraklı birisi, üşenmemiş oturup Eğret'teki odaların listesini çıkarmış. 1950'den sonra mı çıkarmış, yoksa o tarihten sonra yapılanları ayırmış mı, tam anlayamadım. Fakat bu tarihle ilgili bir şeyler var. Belki kendince bir ayrıma da gitmiştir. Liste incelendiğinde şimdi hayatta olmayan odalar karşımıza çıkıyor. Bazılarını ben ilk defa duydum. Kimileri eve döndürülmüş, kimileri yenilenmiş. Bazıları tamamen yıkılıp yok edilmiş. Tabi yeni ortaya çıkan odalar da var. İnsanoğlu gibi; birileri doğarken birileri de ölüyor.

    1- Kel Saleğin Oda
    2- Guyucunun Oda
    3- Davulcu Süleymanın Oda
    4- Muhtar Ahmetin Oda
    5- Yetimlerin Oda
    6- Macur Alinin Oda
    7- Bekiralinin Kadirin Oda
    8- Karaçaylının Oda
    9- Manavların Oda
    10- Gobakların Hasanın Oda
    11- Kel Ömerin Oda
    12- Öksüz Ömerin Oda
    13- Kumpir Hasanın Oda
    14- Beygirlinin Oda
    15- Tırakanın Oda
    16- Tatıresilin Oda
    17- Kilcinin Oda
    18- Molla Osmanın Oda
    19- Kasabın İresilin Oda
    20- Tongulların İbanın Oda
    21- Şemşilerin Oda
    22- Tongulların Mevlüdün Oda
    23- Hacibramın Oda
    24- Şampayyanın Oda
    25- Sağırların Oda
    26- Çatalların Oda
    27- Patlakların Oda
    28- Amcaların Oda
    29- Arapların Oda
    30- Hacellerin Oda
    31- Haytanın Oda
    32- Yeşilömerlerin Oda
    33- Hacıların Oda
    34- Haliloluların Oda
    35- Hacı Mahmutların Oda
    36- Galgancıların Oda
    37- Hamzaların Oda
    38- Bükürün Oda
    39- İşofun Oda
    40- Gobakların Halibanın Oda
    41- Hatiplerin Oda
    42- Apdıramanların Oda
    43- Aliyelerin Oda
    44- Veyislerin Oda
    45- Eminlerin Oda
    46- Hassönlerin Oda
    47- Çolağın Oda
    48- Kekliklerin Oda
    49- Yayaların Oda
    50- Velinin Oda
    51- Garabacakların Oda
    52- İdirizlerin Oda
    53- Mardakların Oda
    54- Çil Mahmudun Oda
    55- Omracıkların Oda
    56- Yörüğolların Oda
    57- Çakırların Oda
    58- Daldalların Oda
    59- Selimlerin Oda
    60- Terlemezlerin Oda
    61- Arzıların Oda
    62- Eyüp Aydının Oda


01 Aralık 2021

Çerçici

     Çerçiler eskinin bakkalı, manavı, züccaciyecisi, hurdacısı, haber ajansı... yahut diğer tabirle seyyar satıcısı gibiymiş. Tabi bu, genel olarak çerçi kavramı değerlendirildiğinde söz konusu oluyor. Anıtkaya için çerçilerin bu özellikleri hiç söz konusu olmadı.

    Eğret eskiden beri dış dünyaya açık bir köy idi. Ayda yılda bir uğranılan, ulaşımı zor, sapa bir yer değildi. Aksine işlek bir ticaret yolu üzerinde kurulduğundan hep çevre köylerinin merkezi oldu. Bir asırdan fazla geçmişi olan Eğret Pazarı, yalnız Eğret halkının değil çevre köy ahalisinin de ihtiyacına cevap veriyordu. Pazara paralel esnaf da oluşmuş, pazar günleri dışında da iyi çalışıyordu. Bu arada Eğret'te bir asır önce, en az bir bakkal bulunuyordu. İşin özeti, Eğretliler tipik çerçiye ihtiyaç duymuyorlardı. Bütün bunlara rağmen 1970'lerde bile Anıtkaya sokaklarında çerçileri sık sık görebilirdiniz.

    Yaylı denilen kasası ince işçilikle boyanmış, hafif yol taşıtı, at arabalarıyla gezerlerdi. Bu arabalar kırda bayırda kullanışlı olmadığından köyde bulunmaz, ancak çerçiler geldiğinde görülürlerdi. Tek atla çekilenleri de vardı; ama çerçilerin yükü fazla olduğu için çoğunlukla çift atla çekilirlerdi. Bazılarının üstü bez bir siperle kapalı olur, çoğunluğu da açık bulunurdu; yalnız kısa kenarlı kasasının altında, yaylarının arasına gerili bir file depo olarak düzenlemiş çerçi arabalarına sık rastlanırdı. Oraya daha çok köylüden aldıkları ip çorap eskilerini ve az yer kaplasın diye büküp attıkları bakır ve alimiyon eskilerini koyarlardı.

    Çerci arabalarının kasasında bulunanlar tamamıyle kadınlara yönelik incik boncuk, küçük ev ve mutfak eşyaları; genç kızların çeyiz işlemelerinde kullandığı kumaş, iğne-iplik gibi malzemelerdi. Bununla beraber şimdi akla gelmeyecek şeyler de satarlardı. Mesela diğer bütün züccaciye malzemelerinin yanında baş kili de bulunabilirdi. Yahut çocuklar için cazip şeker bulunduran çerçiler vardı. Arkasında horoz resmi bulunan yuvarlak teneke kapaklı bir ayna almıştım ben.

    Bir çerçici arabası, kadınların rahat hareket edebileceği mesela bir fırın yanında durduğunda kadınlar hemen başına toplanır; alan alır, almayan alanların aldıklarını inceler, eğlence gırla giderdi. Belli aralıklarla gelen çerçiciler genellikle tanıdık olduğundan veresiye alışverişler de olurdu. Her fırının başında bir saat eğlense, koca köyü bir günde dolaşamaz, ertesi gün veya günlere kalırdı.

    Arabayla değil de eşek veya katırlarla dolaşan satıcılar vardı. Bunlara çerçi denemez, demiyoruz da zaten. Ne satıyorlardı? En meşhuru iğde-buynuz. Keçiboynuzu yani. Akmaz kokmaz, bayatlamaz bozulmaz şeyler. Bazen de mevsiminde döngel veya armut. Bizim köydeki eşeklere semer vurulmazdı, biz semeri bu satıcıların hayvanlarında görürdük. Baya da ilgimizi çekerdi. Semerin iki yanına sarkan koca sepetlerin altındaki hayvana çocuk kalbiyle üzülüverirdik. Semer ve sepetlerden sonra dikkatlerimizi çeken üçüncü şey, ancak ele alınınca birşeye benzeyen el terazisiydi. Galeycikli olan bu satıcılar da Eğret'te birkaç gün kaldığı olurdu.

    Çerçiciler köyde kalacaklarsa doğal olarak odalara yönelirlerdi. Daha önceden de gelmiş bildik birisi ise alıştığı odaya gider, değilse uygun birini bulurdu. Odada konaklamanın usulü bellidir. Araba odanın önüne çekilir, hayvanlar ise damına. Hayvanların ve çerçicinin yiyeceği oda sahibinin boynunadır. Yemekten sonra gece geç vakte kadar oda ahalisiyle oturulur, vakti geldiğinde cemaat dağıtılarak misafirin yatağı yüklükten çıkarılıp serilir. Sabahleyin çorbasını içtikten sonra da işine bakar. Bütün bunlar için ondan bir ücret talep edilmez. Yalnız o isterse sattığı şeylerden münasip bir şeyi odaya bırakıp da gider.

    Sene kaç bilmiyorum, bir çerçici ilk gün köyü dolaşamayıp ertesi güne kalınca, akşam üzeri epbabının odaya varır. Burası Macur Ali (Öncül)ün oda olarak bilinen yerdir. Ertesi gün işe çıkamaz; çünkü öyle bir kar yağar ki göz gözü görmez. Aksi gibi yağış durmaz, sonraki gün de öyle devam edince çerçici ne işe çıkabilir ne de memleketine dönebilir. Yollar kapanmıştır. Mecburen hayatına odada devam eder. Rahatı yerindedir ama cansıkıcıdır bu hayat. Allah var, Macur Ali de rahat ettirmek için elinden geleni yapar. Hem kendisine hem de atlarına bakar. Evde ne pişiyorsa misafirine, kendi mallarına ne veriyorsa onun atlarına da aynısını verir.

    Gel gör ki kar kalkacak gibi değil. Çerçici odaya gireli tam 16 gün olmuş. O yıllarda sabahları mutlaka çorba içiliyor. Taharna, oğmeş, toyga... derken zaten kaç çeşit çorban var ki. Her sabah tepside odaya gelen taslar birbirine benziyor. Fakat o gün farklı bir çorba bulunan tepsiyle Macur Ali odaya girdiğinde çerçici daha kalkmamış. Yorganı başından sıyırarak hafifçe doğrularak:
    -Ali Ağa tepside ne va? diye sormuş. Ali Ağa cevap vermiş:
    -Uzun uzun yol çorbası!... Bunu duyan çerçici ise:
    -Gıvrıl gıvrıl yat çorbası!... diyerek hızla yorganı başına çekip kıvrılıp yatmış.

    Meğer o sabahki menü, şimdikilerin sakalaçarpan dediği, hamıraşılı mercimek çorbasıymış.

    İlginçtir, aynen çerçiciler gibi bir kitapçı da 1950'li yıllarda Eğret'te görünürmüş. Eskişehirli Musa olarak biliniyor. Memleketinde bir kitapçı dükkanı varmış. Katırına yüklediği kitaplarıyla sürekli dolaşır, belli aralıklarla yolunu Eğret'e düşürürmüş. Galiba yılda iki kez gelirmiş; biri harman vaktine, diğeri karakışa denk gelirmiş. Kitapların yanında koku gibi fazla yer kaplamayacak şeyler de bulundururmuş. Kitap siparişi alır, altı ay sonra onları temin edermiş... Tabi kitaba ilgili hazır müşteriye hitap ediyor, bu yüzden Eğret'teki müşterileri de Hocalar...




27 Kasım 2021

Aşşık Oyunları

     Çift toynaklı hayvanların arka ayak diz kısmında bulunan kemiğe aşık deniliyor. Anıtkaya'da bu evelevelden şeddeli söylenir; "aşşık" diye telaffuz edilir. Bu gruba giren bütün hayvanların aşık kemiğiyle ilgilenmiyoruz. Dana, dombeyinki filan büyük oluyor, kullanışlı değil. Geyiğin kendi yok ki aşığını bulasın. Eski Eğret dönemleri düşünüldüğünde koyundan bol ne var. İşte sözünü ettiğimiz kemik koyun-keçinin aşık kemiğidir.

    Düzgün biçimli bir kemik, aşık kemiği. Kabaca dikdörtgen prizması şeklinde; ancak köşeli değil. Öyle olsa hiç bir özelliği olmazdı zaten. Kendine has kıvrımlarıyla, girinti çıkıntılarıyla, yağlı doğal parıltısıyla tam bir estetik timsali. "Şurası da şöyle olsaydı" dedirtecek bir kusur bulamıyorsunuz, öyle mükemmel tasarlanmış. Bu fiziki yapısıyla öne çıktığı için aşık kemiği çok eski zamanlardan beri oyun aracı olarak kullanılmış. 6 Yüzlü oyun aracı zarın atası olarak aşık kemiği gösteriliyor mesela. 

    Belki de insanlık tarihinin en eski oyunlarından birisi de doğal olarak aşık oluyor. Hemen hemen bütün kavimlerde ve her coğrafyada bu kemiklerle birbirine benzer oyunlara rastlanmış. Koyun çok bulunan bir hayvan olunca, aşık kemiği de temini kolay bir araç olmuş. Yine de bazı yerlerde 19. yüzyılda yapay aşıklara rastlanıyormuş.

    Her yerde olduğu gibi 'daha düne kadar' denilebilecek yakın zamanda Anıtkaya'da da aşşık oynanıyordu. Şahsen ben oyuna yetişemedim, ama oynayanları hatırlıyorum. Oynarken kullandıkları bazı terimler ve kemik üzerinde yaptıkları işlemlerin bir kaçı aklımda kalmış. Demek ki oynayamayacak kadar küçüktüm. Yine de büyüklere özenip, taze (yani yağlı) bir kaç aşık kemiğini, çapraz askılı mavi kadife ponturumun cebinde gezdirdiydim. Sonra ne oldu hatırlamıyorum.

    Ne manaya geldiğini bilmediğim değişik kelimeleri söyler, bağırır çağırır, sevinir üzülürler; yerdeki veya cepteki aşşıklar yer değiştirirdi. Sonradan öğrendim, o sözler kemiğin yerde aldığı pozisyonun adıymış. Kemiğin her dört yüzünden biri göğe baktığında ayrı isimler alır ve ayrı anlamlara karşılık gelirmiş. Mesela 'gazak'ta üzülür, 'hopban'da sevinirlerdi. Meğer ilki geldiğinde yerdeki aşşıkların tamamını kaybeder, ikincisinde ise tamamını kazanırmışsın. Üzüntü ve sevincin sebebi... 'Tök' gelince durgunluk, bir kazanıyorsun, amorti yani... 'Çik' ise kazanç kayıp yok, boş geçiyor, atış hakkını kaybediyorsun. Böyle değerleri var her bir yüzün.

    Oynayanlara sordum, "Sivri uçları üzerine dik gelmiyor muydu, onun adı ve anlamı neydi?"... Hatırlayamadılar. Fizik kurallarına göre o pozisyonda durmaz tabi ki; fakat dişli taşlara sürterek kemiğe şekil verdiklerini hatırlıyorum. Herhalde maksat yere oturacak kısmı düzleştirerek aşığın istenilen pozisyonda durmasını sağlamaktı. Öyle olunca dik durdurulabilir sanki... Kemiğin bir yerlerine kurşun dökerek ağırlık merkezini değiştiriyorlardı. Bugünün hileli zarları gibi birşeyler yapıyorlardı demek. Bir de aşıkları boyayıp süslüyorlardı, hatırımda kaldığı kadarıyla. Tabi bütün bu operasyonları her aşık üzerinde değil, yalnızca 'atcek'te yapıyorlardı. Herkesin bir atceği oluyordu, sahip olduğu diğer aşıkları ise sermaye...

    Aşık oyununun da çeşitleri var. Anıtkaya'da oynanan üç tür aşşık varmış. İlkinde yere küçük bir çizgi veya daire çizilerek belirlenen sayıda aşığı herkes oraya dikiyor. Atış yapılacak 5-6 metre mesafeye de atış çizgisi çiziliyor. Atış sırasını belirlemek için herkes kendi atceğini yukarıya atıyor, gelen pozisyona göre birinci, ikinci ve diğer atıcılar belirleniyor. İlk atıcı atceğini, dikili aşıkları nişanlayarak atıyor. Vurup daire dışına çıkardığı aşıkları alıp cebine koyuyor ve atceğinin düştüğü yerden tekrar atış hakkı kazanıyor. Vurup çıkardığı müddetçe atışlara devam ediyor. Çizgi dışına aşık çıkaramadığında atış hakkı sıradaki oyuncuya geçiyor. Burada, atıcının nişancılığı ve atceğinin kalitesi önemli tabi.

    İkinci aşşık oyunu genellikle iki kişiyle oynanıyor. Bunda da yine atcek ve nişancılık önemli; yalnız dikmek yok, gezerek oynanıyor. Rakibin aşşığına atış yapacaksın, vurursan bir aşşık kazanırsın. Vuramazsan düştüğü yerdeki senin aşığa bu sefer rakibin atış yapacak. Vurursa bir aşık kaybedersin. Bu durumda, iyi nişan alıp şiddetli atmak gerekir ki vuramama ihtimaline karşı aşık rakibin uzağına düşsün. E o şiddetle atışta nişan almak zor... Risk oyunu güzelleştiriyor. Bu oyunun bir de karışlama versiyonu var. Aşığı vurmak için değil, kendi atceğini onun bir karış yakınına düşürmek için atıyorsun. Ölçü birimin avucunda. Yaba gibi eli olanlar avantajlı oluyor tabi. Uzun parmaklar da mühim, kesilmemiş tırnaklar da... Bazılarının karışı baş ve sırçaparmak arasıdır; bazılarınınki baş ve ortaparmak. Karış boyu uzar ümidiyle karışlamadan önce parmaklarını kütletenler de olur.

    Son aşık oyunundan yukarıda birazcık bahsettik. Bunda aşık kemiği zar gibi kullanılır. Öncelikle ortaya belirlenen miktar aşığı her oyuncu diker. Sonra atış sırası belirlenir. Sırası gelen oyuncu atceğini dikili aşıklara değil havaya atar. Yere düşen aşığın aldığı pozisyona göre değerlendirme yapılır. Yani hopban gelirse dikili bütün aşıkları kazanır, diğerlerinin atışına gerek kalmaz. Tök gelirse bir tane kazanır. Çikte sırasını savar. Gazak'ta ise temelli kaybeder, yani başka atış hakkı da kalmamış olur.

    Genellikle kızların oynadığı epdiş (beştaş), önceleri aşık kemikleriyle oynanırmış. Aynen epdişin etapları bu sefer kemiklere uygulanırmış. Sonradan ne münasebetle çakıl taşlarına dönüldü bilinmiyor.

    Zamanın şartlarına göre aşık yavaş yavaş geri planda kalıyor, oynamayı bilenler de sahneden çekilince tamamen unutuluyor. Yine de onun yerini alan oyunlar aşşıktan izler taşıyorlar. Oynayanlar bilirler; ilik, kutu, ceviz, fındık, bilye... hepsi de aşşığı andırır. Hatta kibrit kutusu ile "candırma-müdür" oyunu oynardık, o bile aşşık oyunundan kalan yadigar.

    Oyunu yok olsa da aşık kemiği yine var. Her koyunun dizlerinden hala çıkıyorlar. Bir gün mutlaka karşınıza çıkar; atın bakalım havaya, ne gelecek...


23 Kasım 2021

Çaylıoğlular

    
    Hüseyin, Kuruçay köyünde doğdu. Burası halen Kütahya Tavşanlı’ya bağlı bir beldedir. Ne zaman doğduğuna dair bir bilgi yok; fakat Ömer adında bir de ağabeyi olduğunu biliyoruz. İmam olarak Karacaahmet Köyüne gelen babası “Çaylı Hasan Hoca” olarak bilinmektedir. O günün şartlarında imamlar maaşla değil “hak”la çalışırlardı. Başka bir köyden gelecek imam, en fazla bir günlük mesafe uzaklıktan olurdu. Oysa Hasan Hoca’nın köyü ile, çalıştığı köy arası daha fazladır. Öyleyse Hasan Hoca Karacaahmet’i nasıl buldu?

    Çaylı Hasan Hoca, Karacaahmet Köyüne asker arkadaşı Kocabıyık vasıtasıyla gitti. Arkadaşı oralıydı, onun daveti veya aracılığı sayesinde bir yıl hocalık yaptı. “Asker arkadaşı” kavramı 20. yüzyılda önemliydi; ama ondan bir asır evvel daha önemliydi. Zira uzun ve çetin süren askerlik hizmeti boyunca kurulan dostluklar, bir ömür sürecek güçte oluyordu. İşte Hasan Hoca ile Kocabıyık arasındaki böyle vefalı bir arkadaşlıktı. Karacaahmet’te geçirdikleri bir yıl içinde birbirlerine söz verdiler: Hangisi önce ölürse, geride kalan arkadaşının çocuklarına gözkulak olacak, onlara sahip çıkacaktı. Hasan Hoca, bir yılın sonunda ailesiyle birlikte Kuruçay’a döndü.

    Aradan ne kadar zaman geçti bilmiyoruz, bir gün odadaki misafirin Kuruçaylı olduğunu öğrenen Kocabıyık, “Sizin köyde benim asker arkadaşım Hasan Hoca vardı, nasıl?” diye sordu. Vefat ettiğini öğrenince aralarındaki sözleşmeyi hatırladı. Sabah hemen Kuruçay yoluna düştü. Hasan Hoca’nın eşi ve çocuklarını alıp Karacaahmet’e getirdi.

    Arkadaşının emanetleri bir müddet Karacaahmet’te kaldılar. Sonra Kocabıyık, Çaylı Hasan Hoca’nın dul eşini Belce’ye kocaya verdi. Bu arada kadın dedi ki “Abi, tamam ben kocaya gideyim; ama bu çocuklar ne olacak?” Kocabıyık bu durumu da düşünmüştü, fikrini söyledi: “Ömer büyüktür, Karacaahmet’te benimle birlikte kalsın. Ben bakar, büyütür everirim. Hüseyin ise hem küçük, hem de sakat olduğu için anneye ihtiyacı var; bu yüzden Onu yanında götür.” Hüseyin’in ayağında aksaklık vardır, Kocabıyık’ın “sakat” deme sebebi budur.

    Annesiyle giden Topal Hüseyin’in üvey babası da iyi adamdır. Durumunu bildiği Hüseyin’e çok iş yaptırmamaya özen gösterir, ayrıca kendi çocuğuymuş gibi ilgilenir onunla. Bu arada büyümekte olan Hüseyin’in sesinin güzelliği de dikkat çekmektedir.

    Belce’de bir düğün… Davulcu odası, çalgıcılar, oyunlar… Odadakilerden birisi çalgıcıya der ki “Bizim sesi çok güzel bir Hüseyin’imiz var, bir dinlesen…” Hüseyin bir türkü asılır. Sesi, sesini kontrol edebilmesi, makamı ve tarzı çalgıcının hoşuna gider. “Bu çocuğu bana ver, yetiştireyim, sanat öğrensin, böylece geçimini sağlayabilir.” deyince babalığı bunu kabul eder. Böylece Belceli Topal Hüseyin’in çalgıcılık hayatı başlamış olur.

    Sesi ve sanat kabiliyetinin yanında öğrenme becerisi de güçlü olan Hüseyin, kısa sürede saz çalmayı öğrenir. Bütün donanımıyla tam bir çalgıcıdır artık. Namı da alır yürür çevreyi. Etraf köylerdeki düğünlerin gediklisi olur, düğün sahipleri Belceli Topal’ı ayarlayabilmek için düğün programlarını bile değiştirirler. Yalnız, Hüseyin hala bekardır.

    Oğulluğuna gösterilen rağbet ve kazandığı parayı da göz önüne alınca babalığı; “Artık bir mesleğin var, işlerin iyi, karnını doyurur hatta evine de bakabilirsin. Seni everelim.” diyerek Belce eşrafından birinin kızı Havva ile evlendirir. Hasan, Fadime ve Ömer adında, çocukları olur. O köy senin, bu köy benim düğün düğün dolaşmaktadır, iyi para kazanır; ama bakması gereken nüfus sayısı arttıkça masraflar da kabarmaktadır.

    Komşu köy Eğret’te bir düğünde çalarken ilginç bir şey olur. Köyün hocası kendisiyle görüşmek istemiştir. Alışılmadık bir durumdur bu. Düğünlere hacı hoca pek uğramaz, acaba ne oldu derken mesele anlaşılır. Döğerli Mücellit Hoca, camiye giderken davulcu odasının yanına geldiğinde tam da Hüseyin çalıp söylemektedir. Yanındakilere sorup, söyleyenin Belceli Topal olduğunu öğrenmiş ve işte namaz çıkışında, dikkatini çeken sesin sahibini görmek için odaya gelmiştir. Anlatıldığına göre; Mücellit Hoca “Belceli Topal” cevabını aldığında yanındakilere “Yav, topal mopal… Bu seste ilahi bir renk var.” tepkisini vermiş.

    O girince herkes ayağa kalkar. Lafı uzatmaz Hoca, “Oğlum, demin çaldığın türküyü bir daha söyler misin.” der. Hüseyin alır sazı eline, ne tekrar söylemenin sıkıcılığıyla baştan savar, ne de özel ve abartılı bir itinayla süsleme yapar. Her zamanki doğal ciddiyeti, samimi hissiyatıyla Hocanın istediği türküyü bir daha çalıp söyler. O, türküyü bitirip mızrabı tel arasına yerleştirirken, Hoca dayandığı elinin desteğiyle sessizce yerinden doğrulur. Yine bütün gençler ayağa fırlar. Onlara aldırmayan Mücellit “Oğlum, bana Döğerli Mücellit Hoca derler. Düğün bitince köyüne dönmeden beni bir gör.” deyip odadan ayrılır.

    Hoca ayrıldıktan sonra rahatlayan gençler eğlenceye devam eder. Hüseyin de çalıp söylemeye… “Herhalde Belce’deki bir tanıdığına emanet gönderecek.” diye düşünür ve üzerinde pek durmaz. Bu olayın hayatının akışını değiştireceğini nereden bilsin.

    Çaylıoğlu Belceli Topal Hüseyin, gelin indikten sonra düzenini takanını toplayıp Belce’ye yola çıkmadan Hoca’ya varır. Gitmeden uğrayacağına söz vermiştir çünkü. Belki göndereceği şey çok önemlidir… “İşim bitince, köye dönmeden uğramamı istemiştiniz, onun için geldim Efendim.” der.  Hoca, yine doğrudan konuya girer: “Oğlum, Allah sana mübarek bir ses vermiş, bu ses sarhoş avutmaya gelmez. Düğünlerde çalıp söylemekle kendine yazık ediyorsun…” Hüseyin’in cevabı da kendince mantıklıdır, şöyle der: “Ne yapayım Hocam, üç çocuğum var, şu topal halimle başka bir iş tutamam ki!” Bunun üzerine Hoca’dan muazzam bir teklif gelir: “Peki oğlum, yüzelli teneke buğdayın olsa ne yaparsın?” Hüseyin’in cevabında; işinden memnuniyetsizlik, çaresizlik, pişmanlık ve ümit gibi karmaşık duygular gizlidir: “Efendim yüzelli teneke buğdayım olsa ben bu işi yapar mıyım! Benim babam da imamdı, böyle çalgı çalmak benim de zoruma gidiyor; ama ne yapabilirim…” Hoca, bir eliyle sakalını sıvazlarken “Allah büyüktür oğlum.” der.

    Allah büyüktür” deyip öylece bırakmaz Topalı, “Gel bakalım benimle” diyerek başka bir odaya götürür. Veyislerin Oda’da Eğret Muhtarına varırlar. Böbü Dede’nin oğlu Hasan Hüseyin, o sırada Eğret Muhtarıdır. Hoca “Sana kahya lazım değil mi Ayan?” dediğinde, “Lazım olmaz olur mu Hocam; amma işte bir türlü denk gelmedi.” diye karşılık verir. “O zaman al sana kahya!” der ve ekler, “Bu genç yüzelli teneke buğdaya köyün kahyası olsun.” Muhtar kabul eder. Etmek zorundadır. Kendisi muhtar ise de karşısında da köyün imamı durmaktadır. Emrivaki yapmış olsa da elbet bir sebebi vardır. Ayrıca böyle emrivakiler yapacak kadar birbirlerine karşı nazları geçer. Laf uzamasın, namı etrafa yayılmış Çaylıoğlu Belceli Topal Hüseyin artık Eğret’in kahyasıdır.

    Eğret Kahyasının görevlerini bizzat Hoca tebliğ eder: “Her sabah köydeki 25-30 odanın temizliği yapılıp küplere su doldurulacak. Onlar bitince medreseye gelip temizlik ve su dolumu yapılacak.” Medresedeki görevi kendisi uydurmuştur. Gayesi Hüseyin’i kendine yakın tutmaktır. Hüseyin’in verilen işleri yapmaktan bir şikayeti yoktur. Medresedeki görevi de hoşuna gider. Çünkü burada bulunduğu vakitlerde Mücellit Hoca ona Ezan ve kamet talimi yaptırıyordu. Sesinin dizginlerini eline alıp diyardan diyara koşturmak çocukluğundan beri en hoşlandığı şeydi. Türkü söylemeyi neden çok seviyorduysa, işte şimdi ezan okumayı da o sebepten çok istiyordu.

    Bu durumdan Mücellit Hoca da hoşnut kaldı. Aslında Hüseyin’i Eğret’te alıkoyma maksadı ona kahyalık yaptırmak değildi; ama medresedeki çalışmaları sebebiyle sesini kullanmaya başlamış olması asıl amacına uygundu. Adım adım hedefe varıyordu. Sesi güzel, makam dersen hazır, talimlerle nerede ne okunacağını da öğrendi…  Bir yıllık kahyalık süresi dolar dolmaz “Kahyalığı bırak, müezzinim olacaksın, hakını da ben vereceğim.” dedi. 

    Dediğini de yaptı. Bir yılın sonunda Hüseyin’in hakını kendisi karşıladı. Çaylıoğlu Belceli Topal Hüseyin namlı bir çalgıcıyken Eğret’e kahya olmuş ve ardından da Eğret müezzinliğine terfi ederek bunda da bir yıllık kıdem kazanmıştı.

    Bu arada Muhtar Hasan Hüseyin de, bir kızıyla dul kalan Halasının kızını Hüseyin'e vermiş, onun adamakıllı Eğretli olmasına yardım etmişti. (Bu kadın, Delimamın emmisi kızı Fatma; küçük kızı da ileride Yörük Kerimi eşi olacak Satı'dır.)

    Eğretliler müezzine “mâzin” diyorlardı. Kendi aralarında  Eliñ yabancı hocası mâzin dutâ da biz bi mâziniñ hakını veremez miyiz” diye konuştular. Aldıkları karara göre yeni müezzinlerinin hakını kendileri karşılayacaktı.  Mâzin Hüseyin 1910 öncesinden 1935’lere kadar Eğret’teki bu vazifesini sürdürdü. Kuruçay-Karacaahmet-Belce hattındaki hayatı 1940 yılında Eğret’te sona erdi. Vefat ettiğinde artık Eğretliydi.

    Mâzin Hüseyin’in üç çocuğu olur. Büyük oğlu Hasan, evlendikten üç ay sonra Çanakkale’ye gidip orada şehadet şerbetini içer. Kızı Fadime Daldalların Yusuf’un yeğeni Mustafa ile evlendirilir. Paşa Ahmet’in kaynanası, Gırgır Ahmet (Yaman)ın ninesidir.

    Küçük oğul Ömer ise “Mâzin’in Ömer” diye bilinir. Böbü Dede’nin büyük oğlu Hasan Hüseyin’in kızı Fatma ile evlenir. Soyadı Kanunu çıktığında “Kabadayı” soyismini seçer. Böbü Dede’nin torunuyla evlendiğinden bundan sonra “Böbüler” diye anılırlar. Onun hikayesine biraz daha eğilelim....
    

    EĞRET: BÖBÜLER

    Böbüdedenin büyük oğlu Hasan Hüseyin’den devam edip Böbülere çıkacağız…

    Söylemezoğlu Salih kızı Neslihan ile evlenen Hasan Hüseyin, bir süre Eğret Muhtarı olarak görev yaptı. Dünya Savaşında oğulları Veli (1895) ve Salih (1903) Çanakkale'de şehit oldular. İkisi de bekardı... 

    Şehit iki oğlunun dışında üç de kızı vardı. 1892'de doğan büyük kızı Azime'yi Hamzaların Süleyman (Kaya)'ya, 1904 doğumlu en küçük Güllü'yü de Daldalların Sarasan (Hasan Dadak)a verdi. 

    Böbünün Hasan Hüseyin, 1901'de doğan ortanca kızı Fatma'yı, Müezzin olarak görevlendirilmesi için Mücellit Ahmet Hoca'nın ricacı olduğu Çaylıoğlu Hüseyinin oğluna verdi. Bu yüzden Ömer'e 'Müezzinin Ömer' diyorlardı. Hasan Abisi Çanakkale'de kalan Ömer de 1902 doğumluydu...

    Böylelikle Çaylıoğlu Müezzinin Ömer, Böbüdedenin Hasan Hüseyin'e içgüveyisi girmiş oldu... İşte bu tarihten itibaren, Böbüdedenin lakabına da Müezzinin Ömer varis oldu... 

    Babası Çaylıoğlu Müezzin Hüseyin ile birlikte oturuyorlardı. Böbünün Hasan Hüseyin ve eşi Neslihan Hanım da son zamanlarında kızlarının yanındalardı... Emri Hak vaki olup Böbünün Hasan Hüseyin vefat edince, Çaylıoğlunun telaşlandığı söylenir. Dediklerine göre dizine vurup 'Eyvah Ömer, bize buradan gitmek düşer' demiş. Bunu duyan Neslihan Hanım 'Sahibi öldüyse, köpeği de mi öldü! Hiç bir yere gidemezsiniz!' diye güveyisine ve dünürüne sahip çıkmış... Bu yıllarda 'Mâzinin Ömer' ve ailesi Böbü Dede'ye nispetle 'Böbüler' diye çağrılmaya başladı. Çaylıoğlu Müezzin Hüseyin de 1940'ta Böbülerin evde vefat etti...

    Böbülerin Fatma ile Müezzinin Ömer'in evliliğinden altı çocukları oldu; 1923'te Salih, 1930'da Hasan, 1932'de Hatice, 1935'te Emine, 1938'de Azime ve 1939'da Veli dünyaya gelir... Kızları Hatice'yi Tatıresilin Mahmut (Omak)a; Emine'yi Gocamatın Kazım (Tektaş)a; Azime'yi de Sarasanın Ahmet (Dadak)a verdi...

    Salih Kabadayı

    Böbülerin 1923'te doğan ilk çocuğu Sâlek (Salih), aslında Çanakkale şehidi Dayısının adını almış. Tabi O da Söylemezoğlu Salih Dedesinin adını taşıyordu... Omarcıklardan Altındiş Ahmet Çavuş kızı Sabire ile evlendi... 

    Sabire Hanım ile Böbülerin Salih'in yedi çocukları oldu. Bunlardan dördü kız... Oğullarının küçüğü Mehmet, küçük yaşta vefat etti...

    Büyük oğluna ana-dedesi Hasan Hüseyin adını koydu ve onu Tatıresilin Mahmut'un, yani halasının kızı Şerife ile evlendirdi... Ömer, Mehmet ve Sabire adlarında üç çocukları oldu... Erken dönemde İzmir'e yerleşen Hasan Hüseyin, oğullarını orada everdi. Ömer, Mılıklar (Çatkuyu)lu Raziye ile evlendi; Şerife ve Hasan Hüseyin isimlerinde iki çocuğu var... Mehmet'in hanımı ise Mılıklar/İğdeli köyünden... Hasan Hüseyin ve Muhammet Ali adlarında iki oğlu var... Böbülerin Hasan Hüseyin 2007 yılında vefat etti. Şerife Hanım, çocukları ve torunlarıyla İzmir'de yaşıyor...

    İkinci oğlu, 1950'de doğan Ahmet ise hem Böbü Dedenin hem de Altındişin adını miras olarak taşıyordu. Amcası Gocasan (Hasan Kabadayı) kızı Neslihan ile evlendi. Uzun süre berberlik yaptığı için, bu mesleğinden dolayı 'Berber Ahmet' diye bilindi. İzmir'e taşındıktan sonra ve hala böyle anılmaktadır. Adem ve Salih adında iki oğlu var. Adem, Döğerli Şule Hanım ile evlendi; Özlem, Gizem ve İrem adlarında üç kızı var.... Salih ise Gıdakömerin Mehmet İdis kızı Sultan ile evlendi. Ahmet, Neslihan, Mehmet ve Ali Eymen adlarında dört çocuğu var... Adem ve Salih kardeşler Ankara'da oturuyorlar, köyüne ev yapan Salih, sık sık Anıtkaya'ya gelir... Berberahmetin eşi Neslihan Hanım 2020 yılında İzmir'de vefat etti... Gayet donanımlı ve geçmişine bağlı biri olan Berberahmet, İzmir'de yaşamasına rağmen sık sık Anıtkaya'da görülebilir... 

    Böbülerin Salih, büyük kızı Havva'yı, Böbü Dede torunlarından Hacariflerin Bekçi Fahrettin (Varlı)ya; diğer kızı Ayşe'yi Beygirlilerin Demirci Ömer (Tüblek)e; Fatma'yı Dıkmanın Şef (Mehmet Özen)e ve Hatice'yi Mıliklar (Çatkuyu) köyünden Yörük Yaşar'a gelin etti. 

    Eşi Sabire Hanım1963'te vefat ettikten sonra, Böbülerin Salih tam 47 yıl dul kaldı. 2010 yılında İzmir'de öldü...

    Gocahasan

    Salih'in küçüğü 1930'da doğan Hasan'a da Çanakkale'de şehit olan emmisinin adını vermişler... 'Gocasan' (Koca Hasan) derlerdi. Gadıngızların Ahmet Çavuş (Şık) kızı Ümmahan ile evlendi. Kızı Neslihan ve oğulları Hüseyin haricinde diğer çocukları yaşamadı. 

    Bu arada Ümmahan Hanım 1968'de vefat etti. Sonrasında Küçükhöyüklü Hanife Hanım ile evlendi. Bu evlilikten de Habib adında bir oğlu dünyaya geldi. 

    Gocasan da abisi Salih'ten daha evvel, 1999 yılında İzmir'de vefat etti. Hanife Hanım oğlu ve torunlarıyla İzmir'de yaşıyor...

    Veli Kabadayı

    Böbülerin Veli'ye gelince... Kimin ismini aldığı malum; Böbünün Hasan Hüseyin'in şehit oğlunun... Canali kızı Fadime ile evlenerek Gıdileriniban (İbrahim Asan) ve Hamzaların Ademhoca (Adem Kaya) ile bacanak oldular... 

    Abdullah, Mehmet, Cengiz ve Gülay adında çocukları oldu.... Tek kızı Gülay, Gedizli Ahmet ile evlendi; onun tek kızı Nilay ise Kulalı bir beye vardı, Ela ve Ayla adında iki kızı var... 

    Büyük oğlu Abdullah, aslen Muhacir/Göçmen kızı olan Şengül Hanım ile evlendi. Fatma ve Funda adlarında iki kızları dünyaya geldi. Fatma'nın adı, Böbü Dedenin torunu Fatma Nineyi işaret eder. Küçüğü Funda Antalya'ya gelin gitti. Abdullah halen ailesiyle İzmir'de oturuyor...

    Veli ile Fadime Hanımın ortanca oğulları Mehmet, Sandıklılı Gülay Hanımla evlendi. Zeynep adını verdiği bir kızı var ve İzmir'e yerleşikler...

    Küçük oğulları Cengiz, Anıtkayalı bir hanımla evlendi; Terlemezlerin Güçcüğün Vedat kızı Emine'yi aldı. Ömer ve Büşra adlarında bir kızıyla bir oğlu olduktan sonra Emine Hanımla ayrıldılar. Ömer ve Büşra annesiyle Afyon'da, Cengiz ise İzmir'de yaşıyor...

    ***

    Böbüdedenin gelini, Söylemezoğlu Salih kızı Neslihan Hanım, Müezzinin Ömer'in kaynanasıydı; 1950 yılında Böbülerin evde, kızının yanında vefat etti... Kızı Fatma Hanım ise 1962 yılında öldü. Fatma Hanımın kocası Müezzinin Ömer'in ölüm tarihi de 1970...

    Mazinin Ömer ailesi, Soyadı kanunu ile 'Kabadayı' soyismini alırlar. Bu kelime Eğret'te iri yapılı, güçlü kuvvetli anlamına gelmektedir. Torunları ve torunlarının çocukları bugün bile iri fiziki yapısı ile belirgindirler...

     ***

    Burada geriye dönmek icabediyor. Hüseyin Kütahya-Kuruçay’da doğduğu için kendisine önce “Çaylıoğlu” deniliyor. Ayağı aksak olduğundan “Topal Hüseyin” diye anıldığı oluyor. Çalgıcı olduğunda “Belceli Topal Hüseyin” diye nam salıyor. Kısa süre “Kahya Hüseyin” oluyor ve en sonunda adını ve şahsiyetini buluyor: “Mazin Hüseyin”…

    Bir de Hüseyin’in ağabeyi Ömer vardı, onu Karacaahmet’te unuttuk. Baba dostu Kocabıyık, annesini Belce’ye kocaya verirken, bakıp yetiştirme sözüyle beraber onu yanında alıkoymuştu. Kocabıyık gerçekten de sözünün eri, vefalı bir arkadaşmış. Söz verdiği gibi, Ömer’i büyütüp Muratlar Köyünden bir kız ile evlendirir. Ömer de iç güveyisi olarak oraya yerleşir. Çaylıoğlu iki kardeşten biri Muratlar, diğeri Eğret’tedir artık...

    "Memleket, doğduğun değil doyduğun yerdir" diyorlar ya hani... Belki de asıl memleket öldüğün yerdir... Şimdi de Çaylıoğlu Ömer'in ölmeden önce yaşadıklarının izini sürelim...

    MURATLAR: KURNAZLAR

    Çaylıoğlu Ömer, Muratlar'dan bir hanımla evlendirilip oraya yerleştirildi. Eşinin adını ve kimlerden olduğunu bilemiyoruz. İki oğlunda Emine adında birer kız bulunmasından yola çıkarak, annelerinin adını verdiklerini düşünebiliriz...  

    İsmail ve Ali adını verdikleri iki oğulları oldu. Bunların dışında ölen kalan vardıysa da bilgimiz yok... Ayrıca Çaylıoğlu Ömer ve hanımının da ne zaman, nasıl vefat ettikleri bilinmiyor. Bu iki oğlandan Çaylıoğluların Muratlar kolu, iki dal halinde günümüze ulaştı. O dalları inceleyeceğiz...

    1. Tel Bacak İsmail Kurnaz

    Büyük oğlu İsmail, Balkan Savaşında bacağının şarapnele maruz kalması sonucu 'Telbacak' diye lakaplanmış. Bu bilgi, bize onun yaşıyla ilgili bir ipucu sunabilir. Balkan Savaşında çarpışacak biri, en az 1890'ların başında doğmuş olmalıdır. Çaylıoğlu Ömer'in Muratlar'a içgüveyisi olmasını da buna uygun bir tarihe göre düşünmek lazım...

    Hangi yılda gerçekleştiği bilinmiyor; İsmail, Kezban Hanımla evlendi... Üçü kız biri oğlan, dört çocukları oldu; isimleri Hatice, Sabire, Emine ve Eşref... Emine gelin olmadan erken yaşta vefat etti. Geriye kalanların nineleri zaten Muratlarlı idi, ana babaları da öyle... Kendileri de evlilikleri yoluyla Çaylıoğluların Muratlarlı olma sürecini pekiştirdiler... Şimdi o çocuklar yoluyla Çaylıoğluların yan dallarını göreceğiz...

    Hatice Arslan

    Telbacak İsmail'in büyük kızı Hatice, Seydi Usta ile evlendi. İki oğluyla bir kızı dünyaya geldi. Bunların isimleri Yunus, Kerim ve Münevver'dir... (Tekrar hatırlatmakta fayda var, Çaylıoğlu fertlerinin doğum ve ölüm yılı ile ilgili bilgiler elde bulunmadığı için bu çalışma böyle yürüyecek...)

    Yunus Arslan'ın hanımı hakkında malumat yok. Fadime, Kezban, Ahmet ve Seydi adlarında iki kızıyla iki oğulları oldu... Fadime'nin iki oğlundan Hasan mühendis, Yunus Emre öğretmendir... Küçük kızı Kezban Sağdıç'ın bir oğluyla bir kızı var; Mustafa doktor, Sena ise o yolda ilerliyor, tıp öğrencisi... 

    Kerim Arslan Akörenli bir hanımla evlendi, adını bilmiyoruz. Hatice, İsmail ve Kübra adlarında iki kızıyla bir oğlu var. Büyük kızı Hatice Akköprü'nün Tahsin ve Kerim adlarında iki oğlu var... Küçük kızı Kübra Arslan doktor... Tek oğlu öğretmen İsmail Arslan'ın, Nuray ve Kerim Mert adlarında bir kızıyla bir oğlu var...

    Çaylıoğlu Hatice Arslan'ın tek kızı Münevver, Mehmet Aydoğdu'ya vardı. Onların da bir oğluyla iki kızı oldu. Oğlu İsmail Aydoğdu'nun Bilge adında bir kızı var... Büyük kızı Hatice Arı'nın İhsan ve Yiğit adlarında iki oğlu; küçük kızı Müşerref Boy'un da isimleri Aleyna ve Ceyhun olmak üzere bir oğluyla bir kızı var...

    Sabire Şahin

    İsmail'in ortanca kızı Sabire, Armutların Murat Şahin ile evlendi. Bir kızıyla bir oğlu oldu. Kızı Hacer'in bir oğluyla dört kızı var...

    Sabire Şahin Hanımın oğlunun adı Mevlüt... Genellikle Mevlid Kandilinde doğanlara bu isim veriliyor...  Nurfide Hanım ile evlendi, ama yakınları onu Satı olarak bilirler... İkisi oğlan, ikisi kız olmak üzere dört çocukları var...

    Büyük oğlu Ramazan Şahin, Emine Hanımla evlendi. Eşref, Mevlüt, Sedef ve Burak adlarında dört çocukları var. Büyükleri Eşref, Afyon'dan Yaşar kızı Sabire ile evlendi. Annesi, Çaylıoğlu Salih Kabadayı'nın kızı olduğu için; Sabire ile Eşref'in bu evliliği iki ana Çaylıoğlu kolunun buluşması gibidir ve bu yüzden manidardır... Eşref'in de Ömer adında bir oğlu var...

    Küçük oğlu Murat da Satı Hanım ile evlendi. Onların üç çocuğunun isimleri; Nurfida, Veli ve Mevlüt'tür... Ninesinin adı verilen Nurfida, Fatih Düdü ile evli...

    Sabire ve Murat Şahin'in büyük kızları Sevgi, Metin Yıldız ile evlendi. Şerife ve Yiğit Aras adlarında bir oğluyla bir kızı var...

    Dört kardeşin en küçüğü Sabire, amcasının oğlu Mesut Şahin ile evlendi. Hakime, Tuğçe ve Melisa adlarında üç kızı var. Büyükleri Hakime, Ömer Faruk Eker'in eşidir...

    Eşref Hoca

    Telbacak İsmail'in tek oğlu Eşref, Eğret'te 'Eşref Hoca' olarak bilinir. Eğretli Hüseyinhocanın kızı Fadime Ayas ile evlendi. Hüseyin Hoca Muratlar'da imamlık yapması sebebiyle bir bağlantı kurulmuş olabilir. Ayrıca bu evlilik sayesinde Eğret-Muratlar arasında Çaylıoğlular eksenindeki bağlantı da güçlendi.

    Fadime Hanım ile Eşref Kurnaz'ın beş çocuğu oldu; Murat, Seydi Ahmet, Ali Osman, İsmail ve Türkan...

    Büyük oğlu Murat, Balkan göçmeni Ayşe Hanımla evlendi. Mus'ab Murat ve Muaz Salih adlarında iki oğlu oldu... Büyük oğlu Leman Hanımla evli; Yusuf Edip ve Elif Zeynep adlarında iki çocuğu var... Küçük oğlu Muaz ise Mihrunnisa Hanımla evlendi, onun da Ayşehüma adında bir kızı var...

    İkinci oğlu Seydi Ahmet, Karacahmetli Ümmühan Hanımla evlendi. Büyük dedesi Hasan Hoca'nın orada imamlık yapması ve dedesi Çaylıoğlu Ömer'in de Karacahmet'ten geldiği düşünülürse, o köyün Seydi Ahmet açısından önemi anlaşılır. Ayrıca adı bile Karacahmet'i hatırlattığı unutulmamalıdır... Bir kızıyla bir oğlu oldu. Kızı Fatma Ay'ın Iraz (Raziye) ve Şeyma adlarında iki kızı; oğlu Hüseyin'in ise Ahmet Salih ve Ali Asaf adlarında iki oğlu var...

    Eşrefhocanın üçüncü oğlu, annesinin dedesi olan Ali Osman Hoca'nın adını almış olmalıdır... Ünzile Hanımla evlendi, Rabia ve Büşra adlarında iki kız babası...

    Küçük oğlu İsmail'in, Telbacak dedesinin adını aldığı çok açıktır... İsmail Kurnaz, Sibel Hanımla evli ve Hacer Müleyke adında bir kızı var...

    Çocuklarının en küçüğü ve tek kızları Türkan Kurnaz'ın boşandığı eşinden Fatih, Sarp ve Rumeysa adlarında iki oğluyla bir kızı var...

    Eşrefhoca ailesiyle erken dönemde İzmir'e yerleşmişti. Bu yüzden çocukları İzmir'de yaşıyorlar. Eşi Fadime Hanım geçtiğimiz aylarda vefat etti...

    2. Ali Kurnaz

    Çaylıoğlu Ömer'in küçük oğlu'nun adı Ali... Ayşe hanımla evlendi  Eşi ve kendisi hakkında çok bilgimiz yok; iki oğlunu biliyoruz ve onlar üzerinden Çaylıoğullarını tamamlayacağız.

    Cemal Kurnaz

    Büyük oğlunun adı Cemal... Ayşe Hanımın baba adı da Cemal olabilir... Cemal, Karapınarlı Fatma Hanım ile evlendi. Ahmet, Satı ve Hüseyin adlarında üç çocukları oldu. En küçükleri Hüseyin çocuk yaşta vefat etmiş... Hayatta kalan Ahmet ile Satı'ya bakalım...

    Kızı Satı, Mahmutların Abdullah'a vardı. Üçü oğlan dördü kız, yedi çocukları oldu; Seydi Ahmet, Cemil, Cemal, Şükran, Hamide, Fatma, Yasemin... Seydi Ahmet, Karacahmetli Emine Hanımla evlendi. Ahmet, Saadet, Merve ve Taha adlarında iki kız ve iki oğlu var... Cemil, Rasime Hanımla evlendi. Murat, Abdullah ve Kübra adlarında üç çocuğu oldu. Bunlardan Murat Nazlı ile evli ve ikiz kızları var; Abdullah Fatma ile evli, çocuğu yok; Kübra'nın ise iki çocuğu var... Satı Hanımın diğer çocuklarının durumu ise şöyle: Cemal'ın bir oğlan, iki kız; Şükran'ın iki oğlu; Fatma'nın iki oğlu bir kızı; Yasemin'in iki oğlu bir kızı var...

    Cemal Kurnaz'ın oğlu Ahmet, Gaygısızlardan Fadime Hanım ile evlendi. İkisi kız üçü oğlan, beş çocukları oldu. İsimleri Ayşe, Ahmet, Ali, Hanife ve Yusuf'tur. Büyük kızı Ayşe, dayısının oğlu Yüksel'e; küçük kızı Hanife de Orhan Fidan'a vardı... Büyük oğlu Ahmet, Selver Hanım ile evlendi, iki oğlu oldu. Büyüğü Emre, Şerife ile evli, Fatıma adında bir kızı var. Küçüğü Murat, Büşra ile evli, Selver Nisa adında bir kızı var... Ortanca oğlu Ali, Satı Hanım ile evlendi. Merve, Fatma ve Ahmet adlarında iki kızıyla bir oğlu var... Küçük oğlu Yusuf da Sevcihan Hanımla evli ve üç çocuğu var; Cemal, Rıdvan ve Amine Eda...

    Bıdık Hasan

    Çaylıoğlu Ömer'in, oğlu Ali'den küçük torununun adı Hasan... Hatırlanacağı üzere bu, Kuruçaylı Hasan Hocanın adıdır. Bir kaç kuşak sonra da olsa Çaylıoğlularda bu ismin hatırlanması manidar... Neden 'Bıdık' yakıştırmasıyla lakaplandığına dair bilgi yok...

    Bıdıkhasan Satı Hanım ile evlendi. İkisi kız, üçü oğlan olmak üzere beş çocukları oldu. Yaş sırasına göre bunların isimleri; Sultan, Meryem, Adnan, Alaaddin ve Altan'dır...

    Büyük kızı Sultan, İlyen (Üçlerkayası) köyünden Ahmet Karaarslan; küçük kızı Meryem ise Etyemezli Mehmet Fidan eşidir...

    Büyük oğlu Adnan, Naciye Hanım ile evlendi. Hasan ve Saadet adında bir kızıyla bir oğlu var. Neşe Hanım ile evlenen Hasan'ın iki kızı var. Saadet'in ise boşandığı eşinden Muhammet Adnan ve Zeynep adlarında bir oğluyla bir kızı var...

    Ortanca oğlu Alaaddin Kurnaz, Hatice hanımla evlenmiş. Satı ve Hasan adlarında bir oğluyla bir kızı olmuş. Kütahyalı bir beye varan Satı'nın üç kızıyla bir oğlu var...

    Bıdıkhasanın küçük oğlu Altan Kurnaz, eşiyle ayrılmışlar. Emre ve Merve adında bir oğluyla bir kızı var...

    ***

    Anlatıldığına göre Çaylıoğlu Ömer Muratlar'da ikinci bir hanımla daha evlenmiş. Bu evlilik ile yukarıda anlattığımızın hangisinin önce/sonra olduğu bilinmiyor. Belki de aynı zamanda iki hanımla evliydi. Önceden anlattığımız hanımının adı sanı, yaşı, mensubiyeti, ölüm tarihi gibi bilgilere sahip değildik; aynı şekilde diğer hanımı da öyle, yalnız onun adının Emine olduğunu biliyoruz... 

    Emine Hanımdan Fadime ve Alime adında iki kızı olmuş.

    Fadime Karacahmet'e gelin edilerek orada Ahmet Ali Kara'nın hanımı olmuş. Apil Kara ve Ali Kara olmak üzere iki oğlunun olduğu bilgisi geldi...

    Küçük kızı Alime ise Muratlarlı Bekir adında bir beyle evlenmiş, köyünde kalmış yani. Yalnız bu sürekli olmayacak... Mehmet ve Satı adlarında bir kızı ve bir oğlu olduktan sonra kocası Bekir vefat etmiş. Ondan sonra Döğer'e kocaya varmış ve orada vefat etmiş...

 ***

    Nasıl ki Eşrefhocanın çocukları İzmir'e yerleşti, aynen onun gibi Bıdıkhasan çocukları da Kütahya'ya yerleşmişler. Neyse ki Cemal Kurnaz çocukları Muratlar'da yerleşikler. Böylelikle KURNAZ soyadı orada varlığını sürdürüyor. Aksi halde Çaylıoğluların Eğret koluna dönerlerdi, zira şimdi Anıtkaya'da KABADAYI soyadını taşıyan kimse yaşamıyor...