10 Aralık 2022

Tekeliler (Temel)

     
    Tekelioğlu Mehmet Ali ile Hafize Hanımın üç oğlu ve bir kızı oldu. Hüseyin, Cemile, Ahmet ve Halil... Tek kızları Cemile'yi, Habibe olarak bilip çağırdılar. Mihrioğlu  İbrahim ile evlenen Habibe'nin çocuklarına 'Hebbeler' denilecektir... Bütün çocuklarının büyüğü olan Hüseyin de Bilallerin dedesidir...

 

    Şimdi Tekelioğlu Mehmet Ali'nin ortanca oğlundayız. Büyük dede  Tekelioğlu Ahmet adını taşıyan bu oğlunun doğum tarihi bilinmiyor; eşininkiyle yakın bir tarih olduğu düşünülecek olursa 1870 gibi bir yıl olur ki bu da onu kardeşlerin büyüğü yapar... 

    Mustafa kızı Ümmühan ile evlendi. Böylece Tingildeklerin büyük dedesi Mehmet Ali ile Tekelilerin dedesi Ahmet bacanak oldular... Yalnız bu Mustafa kızı Ümmühan Hanımın kimlerden olduğu çıkarılamadı... 

    Neticede Tekeli Ahmet'in dört oğlu ve bir kızı dünyaya geldi: Yaş sırasına göre isimleri Hasan, Şerife, Mustafa, Hüseyin ve Halil'dir... 20. Yüzyıl başlarında, 1904 yılında Tekeli Ahmet vefat etmişti. Eşi Ümmühan Hanım uzun yıllar daha yaşayacak ve 1939 yılında vefat edecektir...

    Beş kardeşin içindeki tek kız Şerife 1897 yılında doğdu. Sakaların Hüseyin'e vardı... 1927 Yılında geçimsizlik sebebiyle boşandıkları belirtilmiş. Karardan anlaşıldığına göre iki kızı varmış ve onların bakımı için nafaka talebinde bulunmuş... Boşanma hadisesinden sonra Şerife Hanımın Afyon'a kocaya gittiği söyleniyor. Sakaların Hüseyin'den olan iki kızından biri Azime, Kelahmetlerin Kelömer eşi oldu. Ayşe ise İstanbullu bir beyle evlendi... 

    1902 Yılında doğan ve büyük dedesi Tekeli oğlu Hüseyin'in adını alan Hüseyin'in evlilik kaydı bulunmuyor. Erken yaşta vefat ettiği belirtildi. Geriye kalan üç oğlan ile Tekeliler incelemesine devam edelim...

    1. Tekeli Hasan

    Tekeli Ahmet'in büyük oğlu Hasan 1895 yılında doğdu. Devrimbeşlerin Godalömer kızı Ümmühan ile evlendi... Üç çocukları oldu; Zehra, Kezban ve İbrahim...

    Üç çocuğu varken 1936 yılında Tekeli Hasan vefat etti. Eşi Ümmühan Hanım, bu üç çocuğu yanında tay olduğu halde Paşanın Hüseyin'e vardı... Çorcalıların kızı olarak üç çocuğunu da Çorcalılardan evlendirdi. Zehra Ganinin Mehmet eşi; Kezban da Büzükhalilin Avukathilmi eşi oldular... 

    Her ne kadar Paşaların İbrahim deseler de aslen Tekeli Hasan'ın oğlu olan İbrahim, Gıvık Dayısının kızı Dudu ile evlendi. Erken dönemde İzmir'e yerleşti. Bir oğlu ve üç kızı oldu. Kızlarından biri Hörkülenin Koreli oğlu Dursun Önkal eşidir... Oğluna babasının adı olan Hasan ismini koydu. Çerçilerin Arıkhalil kızı Azime ile evlenen Hasan Temel, Anıtkaya'da oturuyor...

    Üç kızın anası Ümmühan Hanım 1980 yılında öldü. Tekeli/Paşanın İban 2009; eşi Dudu Hanım ise 2018 yılında vefat ettiler...

    2. Tekeli Mustafa

    Tekeli Ahmet'in 1898 yılında doğan ikinci oğluna Mustafa ismi verilmesi, annesi Ümmühan Hanım etkisiyledir. Hatırlanacağı üzere, Ümmühan Hanımın baba adı Mustafa idi... 

    Apdıramanlardan Abdurrahman kızı Şerife ile evlendi. Şerife Hanım; Kirpitçinin yeğeni, Curağın ise ablasıdır... Kendisine Yörükşerif denilmesinin sebebi, annesinin Türkmen kızı olması sebebiyledir...

    İki kız ve iki oğulları oldu. Yaş sırasına göre isimleri; Hüseyin, Satı, Ümmühan ve Mustafa'dır... Büyük kızı Satı, Yahyaların Ahmet; küçük kızı Ümmühan da Omarcıkların Gırali eşi oldular... 

    Tekelinin Mustafa 1944 yılında, eşi Yörükşerif ise 1960 yılında vefat ettiler...  Oğullarına bakacak olursak;

    Gocagafa
    Tekeli Mustafa'nın büyük oğlu Hüseyin 1927 yılında doğdu, 'Gocagafa' veya 'Danagafa' olarak lakaplandı. Yumrukların Çolak Ali kızı Emine ile evlendi. Bu evlilikle kalabalık bir ailenin temeli atılmış oldu; üçü oğlan altısı kız, dokuz çocukları oldu. Yaş sırasına göre isimleri; Ayşe, Atike, Ülfet, İdris, Ümmühan, Hasan, Fikret, Emine ve Mustafa'dır... Danagafanın askerliğinde emirerliğini yaptığı komutanının eşinin adı Ülfet imiş. Onun hatırasına bir kızının adı böyle...

    Gocagafanın kızlar; Ayşe, Haliloğluların Mevlüt Kanat eşi; Atike, Delibıdığın Mustafa Soylu eşi; Ülfet, Keskinin Şuayip İdi eşi; Fikret, Turabilerin Süleyman Külte eşi oldu. Emine, Anıtkaya dışına gelin oldu; Ümmühan, küçükken vefat etti...

    Büyük oğlu İdris, 1953 yılında doğdu. Erken dönemde İzmir'e yerleşti, orada Kösenin Veli kızı Ümmügülsüm ile evlendi. Şerife, Yeliz ve Kadir isimlerinde üç çocuğu oldu. Kızlar Anıtkaya dışından beylerle evlendiler. Oğlu Kadir de Anıtkaya dışından evlendi. Ece ve Ada adlı iki kızı ve İdris Ata adında bir oğlu var. Halen İzmir'e yerleşikler...

    1955 Doğumlu ortanca oğlu Hasan ise İnazlı Emine Hanım ile evlendi. Onlar da İzmir'de ikamet ediyorlar; Hüseyin, Filiz ve Deniz isimlerinde iki kız ve bir oğlan da Hasan'da var... Üç çocuk da Anıtkaya dışından evlenmişler, Hüseyin'in Zeynep adında bir kızı var...

    En küçük oğluna, babası Tekeli Mustafa'nın adını vermiş... Çanakkaleli bir hanımla evlenen Mustafa'nın Doğan adında bir oğlu var. İzmir'de oturuyorlar...

    Tekelilerin Danagafa Hüseyin 2004 yılında, eşi Emine Hanım ise 2010 yılında vefat ettiler...

    Pangeci
    Tekeli Mustafanın 1945 doğumlu küçük oğlunun adı da Mustafa idi. Lakabı ise 'Pangeci Mısdık'tır, öyle demeyince bilinmez. Bu lakaba gerekçe olabilecek elle tutulur bir şey bulamadım. Define arama gibi bir tutkusunun olduğu, hatta bu yolda vefat ettiği söyleniyor. Pangeci lakabına bu bir sebep teşkil eder mi bilemiyorum...

    Pangecimısdık Haydarın kızı Melahat ile evlendi ve İzmir'e yerleşti... Melahat Hanım, annesi tarafından da Tekelilerdendir... İki oğlu bir kızları oldu; Mustafa, Şerife ve Ersoy...

    Büyük oğluna aynı ismi verince, dede-baba-torun üç kuşak Mustafa ismini taşıma gibi ilginç bir durum oluştu... Mustafa, henüz evlenmeden vefat etti... Şerife Anıtkaya dışından bir beyle evlendi. Ersoy ise Dendenin Şahin kızı Fatma ile evlendi... İzmir'de oturuyor... Pangecimısdık 2009 yılında vefat etti...

    3. Tekeli Halil

    Tekeli Ahmet'in en küçük oğlu Halil 1903 yılında doğdu. Cingenalilerden Fadime ile evlendi. Üç çocukları oldu, ikisi kız biri oğlan; Azime, İhsan ve Ümmühan isimlerini verdiler. 1946 Yılında İhsan gumdakteyken Tekeli Halil vefat etti... Her ne kadar böyle söylense de babaları öldüğünde gumdakta olan İhsan değil Ümmühan olmalıdır. Nitekim çocuk çok yaşamadı, babasından kısa bir süre sonra öldü...

    Onun ölümüyle ilgili bana anlatılan olay ilginçtir... Örenler mevkiinde bir azat kesiyor ve sebepsiz vefat ediyor. Henüz 24 yaşındayken gelen bu ölüm, kesilen ağacın kutsallığına, 'yatırlı' olmasına yoruluyor... Güya azadın öyle olduğu bilindiği için defalarca ikaz edilmiş, 'kesme' diye uyarılmış; ama Halil dinlememiş...

    Yeni Hasan
    Fadime Hanım iki çocuğuyla dul kaldığı bu yıllarda Efted'den biri çıkıp geliyor. Adı Hasan... Evlerinde sürekli hor görülen, itilip kakılan ve dayak yiyen Hasan'ın canına tak ediyor ve kaçıp Eğret'e geliyor. Başka yere değil de Eğret'e gelmesinin de elbet bir sebebi var... Annesi Şalsız Nine olarak bilinen Fadime Hanım Karacahmetli idi; ama onun da anası Mihrilerin kızıydı ve Eğret'ten Karacahmet'e gelin gitmişti. Yani Hasan'ın ninesi (anneannesi) Eğretli'ydi, başı sıkışınca çareyi Eğret'e kaçmakta buldu...

    Hasan'ın ninesi Mihrioğlulardandı... Onların Tekelilerle bağlantısını hatırlayalım...  Ve Mihrioğlularla Cingenaliler de dipte emmi çocuğu oluyorlarar... Cingenalilerin kızı Fadime Hanım, Tekeli Halil'den dul kalmış... Bu durumda Efted'den kaçıp gelmiş Hasan, iç güveyisi olarak Fadime Hanım'a giriyor; böylece kimsesiz olarak geldiği Eğret'te kimsesi oluyor...

    Hasan, Fadime Hanım ile evlenince ona 'Yenihasan' dediler ve ölene kadar öyle bilindi... Bunun sebebi dipteki Tekelioğlu Hasan Dede ile alakalı olabilir... Çocukları olmadı, Fadime Hanımın çocuklarını kendi çocuğu belledi. Kasaplık yapardı, Halil Temel'in 'Gasaphalil' lakabı alması, onun yanında yetişmesindendir... Yenihasan 1988 yılında vefat etti...

    Gasap Halil
    Tekeli Halil'in iki yetimine dönelim. Kızı Azime, Devrimbeşlerin Delibayram eşi oldu. Kütükte adı, Cingenali hatırası olsa gerek Ali diye kayıtlı olan İhsan'a gelince... Bakarken gözünü kısıyor diye 'Köressan' derlerdi...  Kemiklerin Ayşe ile evlendi. Onların da bir kız ve bir oğulları oldu. Kızın adı Gülfem; Çolömerlerin Mehmet Salman eşi oldu... 

    Oğluna geleceğiz... Köressan, resmiyetteki adıyla Ali Temel 2013 yılında vefat etti... Oğluna, babası Tekeli Halil'in adını koydu. Kendisine dede bellediği Yenihasanın yanında büyüyen Halil, ondan kasaplığı öğrendi. Bu sebeple kendisinden her zaman 'Gasaphalil' diye söz edilir oldu. 

    Gasaphalil Yeşilömerlerin Hatice ile evlendi. Sabire adını verdikleri kızı, İnceömerin İrfan Aydın eşidir... Gasaphalil, Tekelilerin bu kolunun düzenli olarak Anıtkaya'da yaşayan tek temsilcisidir...

    Eğret'e ilk gelen Tekelioğlu Ahmet'in tek erkek torunu Mehmet Ali... Mehmet Ali'nin büyük oğlu Hüseyin'den Bilallere gidildi... Ortanca oğlu Ahmet çocuklarından da Tekelilerin TEMEL kolu oluştuğunu gördük... 1934 Soyadı uygulamasında TEMEL soyismini aldıkları için öyle diyoruz....


07 Aralık 2022

Yanık Buğdaylar

 

    1922'de Kurtuluştan sonra yeni bir devlet kuruldu, ama bu sıfırdan inşa edilen bir devlet değildi. Yıkılan Osmanlının köklü tecrübesi temel alınıp onun üzerine kuruldu. Kurumları ve kadrosu ondan devşirildi. Hızlı bir inkılap serisiyle yenileşmeler yapılırken bir yandan da yıkılan devletin sürüncemede kalmış işlemleri takip edildi. Borçlarının ödenmesi ve alacaklarının tahsili gibi... Alacak dediğin de halktan toplanan vergiler oluyor... 

    Eğret'ten alınan en önemli vergi öşür vergisi... 1919-1922 Yılları arasında devlet fiilen yıkıldığı için o zamanki otorite boşluğunda vergi toplanmasında aksaklıklar yaşanmış. Yeni devletin kurulmasıyla işte o zamanki alacakların da peşine düşülmüş; adeta, 'nerede üç yıllık dene, getirin bakalım' demişler...

    1926 ile 1929 yıllarında verilen iki mahkeme kararına yansımış bu olayı kısaca özetleyelim: 

    Hükümet diğer köylerde olduğu gibi Olucak ve Eğret'te alamadığı arpa buğdayın peşine düşer. Hesaplamalar yapılır ve gecikme zammıyla birlikte tahsil edilecek toplam miktar belirlenir. İki köy de buna itiraz eder ve 1921-22'de işgal döneminde Yunanların ürünlerin çoğunu gasp ve tahrip ettiğini bu yüzden vergiden muaf tutulmaları, en azından bir kısmında indirime gidilmesi gerektiğini savunurlar. Neticede bu itiraz kabul edilir ve ciddi bir vergi indirimi kararı çıkar.

    Karar kaydındaki bazı ayrıntılar dikkat çekicidir. Evvela şahitlerin beyanına göre; 1920 senesi öşür vergisi olarak Eğret'ten toplanan 550 kile buğday, 75 kile beyaz arpa, 175 kile siyah arpa Merkeze götürülmüş ama orada Yunanlar tarafından gasp edilmiş; aynı yıla ait Eğret'ten toplanıp da orada kalan 720 demir kara arpaya Yunan askeri, yerinde el koymuş... Bu miktarlar Eğret gibi bir köy için az gelebilir, ama bunların sadece vergi olduğunu unutmayalım... Hakkıyla verildiği düşünülse bile bu miktarı 10 ile çarparsanız 1920 yılı hasılatına ulaşırsınız.... Peki ya 1921-22... Onu hiç sorma...

    Kararda benim dikkatimi çeken başka bir husus da şahitler ve şahitlikler...
    1. Osman Efendi bin Hacı Mahmud - Hatiplerin Molla Osman
    2. Hasan Hüseyin bin Ahmed - Böbülerin Dedesi
    3. Murat bin Ömer - Takgasların Dedesi
    4. Hacı Halil bin Hacı Abdil - Hacapdıramanların Dedesi
    Bu şahitlerin şahitliklerine göre karar verilmiş ve gereken kolaylık gösterilmiş. Dedik ya, Devlet verginin peşinde olduğu için şahitler de sadece toplanan vergilerin başına gelenlerle ilgili şahitlik etmişler... Oysa 1920-21-22 yıllarında tarladan ne kaldırıldıysa Yunan gasp etmiş, talan etmiş, olmadı yakmış...

    ***

    Yıl, 1921... 15 Kasım... Afyon'daki,  İzmir Yunan Yüksek Komiser Vekiline bir dilekçe geliyor. Eğret, Olucak, Osmanköy, Cumalı ve Susuzosmaniye köylerinin muhtar ve imamlarının imzaladığı dilekçenin içeriği şöyle: Köyümüze gelen 5. ve 13. Yunan Tümeni askerleri bütün buğdayımıza el koydu. Yiygi olarak bize buğday bırakmadığı gibi tohum için de tek bir tanemiz bile kalmadı. Mallarımıza verecek yemimiz ve tohum olarak ekeceğimiz arpa da bırakmadılar... 

  Bu bir şikayet dilekçesiydi; ama kimi kime şikayet edeceksin... Aynı zamanda çözüm arama yoluydu; lakin Afyon'daki Yüksek Komiserliği Vekili bu sorunun çözüm mercii değildi. Nitekim dilekçeyi bir üstyazı ile İzmir Yüksek Komiserliğine havale etti. Ama orası da meseleyi halledemezdi, o ayrı... 1922 Eylülünde kaçıp giderlerken, götürdükleri arşivin içinde o dilekçe de vardı...

     ***

    Dilekçenin ortaya çıkış öyküsü de ilginçtir; Yunanistan Devlet arşivindeki bir belge, nasıl oluyor da bir asır sonra bir Türk tarafından günyüzüne çıkarılıyor.... Üstelik Yunan ordusu aleyhine kullanılabilecek içeriğe sahip bir belge...

    Türk Tarih Kurumu'nu sosyal medyadan takip ederim, faydalı yayınları oluyor.  Etkinliklerini Youtube sayfasından canlı yayınlıyorlar... 17 Mayıs 2022 günü Trabzon'da 'Yunanistan Tarafından Anadolu'da İşlenen İnsanlık Suçları' Sempozyumunu da oradan izledim. Doç. Dr. Esra Özsüer'in bildirisi 'Türk Ulusal Bağımsızlık Mücadelesinde Yunan Ordusunun Savaş Suçları' başlığını taşıyordu. Sempozyumun 33. dakikasından itibaren Esra Hanımın bildirisini izleyebilirsiniz. Ben Esra Hanımdan o bildiri sayesinde haberdar oldum. Yunan Arşivlerine girip araştırma yapması ve sık sık orada gördüğü belgelerden bahsetmesi dikkatimi çekti. Başka bir açıdan, Eğret'te, Afyon'da ve nihayet Ege'de yaşananlara ışık tutar nitelikte konuşuyordu. Gerçi yayının kalitesizliği sebebiyle Eğret'e has diyebileceğimiz bilgi bulamadım; ama o potansiyelin varlığı önemliydi...

    Büyük Taarruzun Yüzüncü yılı etkinlikleri çerçevesinde 9 Eylül'de Esra Hanımın bir sohbeti yayınlandı; sohbet başlığı 'Yunan İşgalinde Anadolu'da İşlenen Cinayetler ve İnsanlık Suçları' idi... Yarım saatlik bu sohbetin yayın kalitesi ve içeriği daha zengindi. Üstelik sözünü ettiği belgelerin görüntüsü de ekrana veriliyordu. Videonun 13:30. dakikasından itibaren konumuzu teşkil eden belgeye başladı ve içerik anlatılırken ekrana hem üstyazı hem de orijinal dilekçenin görüntüsü verildi. Ekran görüntüsünü aldım ve defalarca izledim. Tam okuyamadım ama, 'Eğret' kelimesini seçer gibi oldum. 

    Tabi emin olamıyorsun... Esra Hanıma ulaşıp, belgeyle ilgili daha detaylı, en azından o köylerin içinde Eğret'in olup olmadığı bilgisini almaya çalıştım. Sağolsun O da ser verdi sır vermedi; ama yeni çıkacak kitabında belgeyi yayınlayacağını söyledi. O günden sonra merakla kitabın yayınlanmasını bekledim. Uzun sürmedi bu bekleyiş, geçtiğimiz ay kitabın çıktığını öğrendim. Hemen sipariş verdim, bu seferki bekleyişimiz hala sürüyor; kitap henüz elimize geçmedi...

    Kitabı göremedik; ama bugün (7 Aralık 2022) Ankara'da yine bir panel vardı: 'Batı Anadolu'da Yunan Mezalimi Paneli'... Panelistlerden biri olan Esra Hanım, beklediğim belgeyi gündeme getirdi, yenilik olarak dilekçe günümüz Türkçesiyle de ekrana yansıtıldı.  Bu konuşmayı videonun 1:30:00. dakikasından itibaren izleyebilirsiniz. Belgeye nasıl ulaştığını da satır aralarında anlatıyor Esra Hanım... Dilekçenin ekran görüntüsünü olduğu kadarıyla buraya koyuyorum, işin ehli olanlar okur da belki o günün Eğret Muhtarı kim olduğunu ortaya çıkarır...

    ***

    Mahkeme kaydında Eğretli dört şahidin şahitliğini, Yunanistan arşivindeki bu dilekçe doğruluyor. Hatta beyanlarının az bile olduğunu gösteriyor... Dilekçede söylenenlerin azlığını da dene ambarında öldürülen İşofun babasından; Cemal Hocanın ambarda yakılan denelerinden; Ağustos sıcağında ateşe verilen harmanlardan çıkarabilirsiniz...



06 Aralık 2022

Devrimbeşler

     Çorcalılar Eğret'e Küçükçorca (Sadıkbey) köyünden gelmişler. Çorca bir ova köyü olduğu için bunlara 'Ovalılar' da deniliyor. Tam olarak ne zaman geldikleri bilinmiyor. 1830 Kayıtlarında görünmediklerine göre 19. yüzyılın ortalarında geldikleri tahmin ediliyor. Kardeş oldukları düşünülen iki küçük çocuk, Osman ve Ömer; Eğret'teki ilk Çorcalılar olarak biliniyor. 

       Çorcalı kardeşler Osman ile Ömer'in büsbütün Çorcalı olmadıkları, öncesinde Eğret ile bağlarının bulunduğu görüşü de dikkate değerdir. İki kardeş bilmedikleri bir köye neden gelsinler ki? Bu görüşe göre, çocuklar aslında Alemdaroğlu Ali'nin Çorca'ya giden kızıyla ilgililer. Büyük ihtimal Alemdaroğlunun torunları... Yani esasında bu Çorcalılar ile Kantinler akraba oluyor...


    Ayşe Hanımla evlenen Çorcalı Osman'ın iki oğlunun adları Yusuf ve Ali... 1842 Yılında doğan Yusuf, Dönelerin atasıdır. Küçük kardeşi Ali ise aksak olduğu için 'Topal Ali' diyorlardı, Omarcıklardan Ayşe Hanım ile evlendi. Onun oğlu yoktu, üç kızı oldu. Bunlardan Halime hakkında bilgi yok; ama Emine Bezeki Mustafa'nın eşi, Satı da Olcaklıların Ninesi olacaktır.

    Çorcalı kardeşlerin küçüğü Ömer ise Ümmühan Hanım ile evlendi. Mehmet, Şerife ve Hüseyin olmak üzere iki oğlan bir kız, üç çocuklarından haberimiz var. Şerife, Keçilerin  Ahmet'e vardı; ileride Keçimehmetin Ninesi olacaktır... 1874 Doğumlu Hüseyin de Havva Hanım ile evlendi. Onu ayrıca ele alacağız...

    Çorcalı Ömer'in büyük oğlu Mehmet'i sona bırakmamızın sebebi, Devrimbeşlere Ondan gidiliyor olmasıdır.

    DEVRİMBEŞLER

    Mehmet'in Hüseyin'in büyüğü olduğunu biliyoruz; ama tam olarak doğum tarihi bilinmiyor. Şu bir gerçek, Onun çocuklarına 'Devrimbeşler' denilecek... Çocuklarına geçmeden önce hanımından bahsedelim...

    Eyüplerin Derviş Halil kızı Fatma Hanım ile evlendi. Dervişin oğlu olmadı, beş kızı vardı. Yani Çorcalı Mehmet Fatma Hanım ile evlenmesiyle, dört bacanağı oldu. Bunlar Küpelilerin İbrahim (Küçükmehmet, Urganlı ve Tekenin babası); Söylemezoğlu İbrahim (Gıbış, Gociban ve Dıkmanın dedesi); Hatiboğlu İbrahim (Gobakların Köremin, Gocayusuf ve Çerçilerin Şükrünün dedesi); Türkmenoğlu Ahmet (Yörüğoğlular Halil ve Ali Efelerin babası)...

    Dervişhalilin kızıyla evlenmesi ile Devrimbeşler lakabı doğrudan ilişkilidir... Çorcalı Mehmet'in önceden de böyle halleri bulunabilir; ancak Fatma Hanımla evlendikten sonra 'Devriş Mehmet' diye anılır oldu. (Anıtkaya'da hala 'derviş'e 'devriş' denir.) Sonradan halk arasında 'Devrişmehmetler' sözü 'Devrimbeşler' oluverdi...

    Üç oğulları oldu; 1886 yılında Ömer, 1889'da Halil İbrahim ve 1897'de Eyüp doğdu... Eyüp doğduktan kısa bir süre sonra Çorcalı Mehmet vefat etti. Derviş Halil'in kızı Fatma Hanım, üç oğluyla dul kalmıştı... İkinci eş olarak Hamzaoğlu/Tongulların Hasan'a vardı... Artık üç kardeş üzerinden ayrıntılı Devrimbeşler incelemesine geçebiliriz.

    

29 Kasım 2022

Kırkalı Ahmet

    
    Onun simasını şimdi bile gayet net hatırlıyorum... Sürekli gülümseyen bir ifade... Bu ifadedeki sükunet arada bir şen ama ölçülü kahkahayla bölünüyor. Bazen de bakışlarla beraber ifadenin hedefi şaşıyor. Sen seyrettiğinde, o yüzün sahibinin ne düşündüğünü, içinden neler geçtiğini, neşesinin kaynağını katiyyen kestiremiyorsun.

    Kırkalı Ahmet öyle bir adamdı; herkesi tanır, her vardığı yere o neşesini de beraber götürürdü. Neşelenmek için özel bir gayreti yoktu, doğal hali buydu. Hüzünlüyken hiç görmedim, mahzun bile olsa mütebessimdi. Belki en acılı durumdayken ancak tebessüm edebiliyordu. Acaba diyorum, hüzün denilen şey bunlara haram mı kılındı...

    Birisi yan tarafta senin hakkında atıp tutsa, en aşağılayıcı sözlerle hakaretler yağdırsa, hakir görülsen... Taş olsan çatlarsın, kendini zor tutarsın. En azından şunun ağzının payını vereyim diye iki çift laf edersin. Kırkalının başına böyle bir şey geldiğini gördüm; o hadsizlere bırak cevap vermeyi, kulak bile kabartmadı. Dönüp bakmadı bile... Kahvenin önünde avucunda sıkı sıkı tuttuğu bardağı yudumladı... Değişik halleri vardı... Onu bizim dünyamızın kriterlerine göre değerlendirmek doğru değil...

    Peki kim bu Kırkalı Ahmet?..

    Kırkalı olduğunu biliyoruz, Sinanpaşa'nın o köyünden olduğu için 'Kırkalı Ahmet' derlerdi zaten. Anıtkaya ile ne alakası var derseniz, şöyle; Sağırların Ali Osman Hoca bunların köye hoca durmuş... Tahminen 1940'lı yıllardan bahsediyoruz. Hoca, orada özel durumu olan bu çocuğa ilgi göstermiş. Başkalarından görmediği ilgiyi Ondan görünce çocuk Ali Osman Hoca'ya yakılmış. Ev, oda, cami, kır bayır... nereye giderse peşini bırakmamış. Hoca da ondan rahatsız olmamış tabii... O kadar bağlanmış ki Ahmet Hocaya; bir kaç kere onunla Eğret'e gidip geldiği de olmuş... Neredeyse Hocanın oğlu Hilmi'nin küçüğü gibiymiş, o derece beraberler yani...

    Ali Osman Hoca Kırka'da vazifesini bitirip Eğret'e dönünce bağlar kopmuyor. Ahmet canı sıkıldıkça onu ziyarete geliyor. Zamanla bu geliş gidişler ziyaret olmaktan çıkıp uzunca kalışlara dönüşüyor. Belki Kırka'dan çok Eğret'te bulunuyor. Hayatının merkezinde hala Ali Osman Hoca var. Onun ailesinin bir ferdi gibi oluyor. Sağırlar sülalesi de Ahmet'in sülalesi oluyor. Eğret'te bulunduğu sıralarda Sağırların Odada yatıp kalkıyor; Allah var odada buna iyi bakıyorlar...

    Ali Osman Hoca'nın vefatından sonra sahipsiz kalmıyor. Bu sefer başta Ali Osman Hocanın yeğeni İbramhoca olmak üzere Sağırların diğer mensupları kol kanat geriyorlar. Bu arada Kırkalı Ahmet, tam  bir Anıtkayalı gibi davranmaya başlıyor. Öyle olunca Sağırlar dışındaki diğer Anıtkayalılar tarafından da benimseniyor. Kırkalının hikayesi özet olarak böyle...

     Ona 'deli' demeye dilim varmıyor, kimsenin de dediği yok zaten... Amma kendisine o sıfatı yakıştırmış bir keresinde... Daldalların Odadalar... Aşşağılıların Kelahmet, Sarasanın Ahmet bir de bizim ki, oldu üç Ahmet... ve bir kaç kişi daha var... Nasıl olduysa bunu oyuna kaldırıyorlar... Ha Ahmet, de Ahmet! Ha Ahmet, de Ahmet!... Ahmet kendinden geçmiş, kolları iki yanda coşkuyla oynarken... Birden olduğu yerde çakılakalıyor, mum gibi... Sanki bütün dünya duraklıyor o anda... 
    - 'N'oldu Ahmet?' diyorlar... Ahmet, kendinden beklenmeyen bir ciddiyetle:
    - 'Eee, Allah'ıñ takdiri işde... Benim gibi bir deli olmiyeydi sizi kim avutcedi!..  Bu hikmetli söz karşısında, akıllıların hepsi donup kalıyor, ne diyeceklerini bilemiyorlar...

    Bizim halkın ağzında çok yaygın galiz küfürler var ya... İşte Ahmet'ten böyle sözleri kimse duymamış. Bırak küfürü, alçaltıcı, aşağılayıcı, hakaretamiz sözü bile yakıştıramıyorlar Ona... Anlatanlar, katiyen kötü söz işitmediklerini söylüyorlar. Sadece söz olarak değil, kötülük kavramıyla ismini yanyana getiremiyor kimse. Demek ki bazıları kötülük kabiliyeti sıfır olarak yaratılıyor...

    Bir kusur olarak yüksek sesle konuşması söylenebilir. Fısıltı nedir bilmezdi Kırkalı, küçük harfi yoktu. Az konuşurdu ama konuşurken gürlerdi sanki. Bir de lafın sonuna ekseri bir kahkaha kondururdu. Bunun sebebi 'el ne der' kaygısı olmamasındandır. Hayatını başkalarına göre yaşamıyordu çünkü... Belki bu yüzden kılığına da dikkat etmezdi, yaka bağır açık gezerdi... Bütün kusurlar bu kadar olsa keşke...

    Kötülük değil; ama hesapsız/ölçüsüz diyebileceğimiz bazı hareketleri oluyormuş zaman zaman. Lakin bunlar hayatının merkezine koyduğu doğru insanlardan uzaklaştığı zamanlarda ortaya çıkıyormuş. Sinanpaşalı Deli Veli diye birisi varmış mesela, ara sıra onunla arkadaşlık edermiş... Bu Deliveli genellikle Çatalçeşme'de çoban duruyor. Orada bunaldığı zamanlarda kaçıp gelir, Anıtkaya'da ikili olurlarmış. İşte o vakitlerde Kırkalının da ayarı kaçarmış... Bayramgazi Kırını aşıp bizim köyün arazisine girdikleri yerde, şarampolde bir kuytuya çökmüşler. Arabalardan birini ürkütüp kendilerine eğlence çıkarmaya karar vermişler... Yaklaşan bir kamyonun önüne atlamış Deliveli ve 'Bööö!' diye kamyonu ürkütmüş... Kamyonu ürkütmüş, ama kötü yaralanmış doğal olarak... Bu olayı anlatan Kırkalının kendisi... Tamam, Deliveli delinin teki... Lakin Kırkalı da bu işin içinde... Demek ki delinin yanında...

    Ahmet'in değişik halleri vardı diyorlar... Bazı bazı gözlerini boşluğa diker, sanki orada birisi varmış gibi manidar bakar bakar gülümsermiş... Sanki sıradan insanların görmediği bir şeylerle meşguldü, diyorlar... Herkesin görmediğini görüyor olabilir. Bizim farketmediğimiz şeylerin farkında da olabilir... Bir keresinde Hafızın Çeşme yanındaki tekke başında görülmüş. Okuyup üfürdükten sonra 
    -'Siz bu mübarekleñ gıymatını bilmiyoñuz' deyesiymiş... Sahi, eskiden tekke başlarında Fatihalar okunurdu, biraz bıraktık mı bu işleri...

    Ali Osman Hoca sayesinde Eğretli olup Sağırlarla bütünleşince, artık kendini Sağırlardan sayıyormuş. Sülalenin akraba bağlantılarının tamamını bellemiş. Onlarla en küçük bağlantısı olan kişiyi bile bilirmiş. Öylelerinden bahsederken de hep 'Bizim falanca, bizim filanca' diye söz edermiş. Köy yerinde hemen herkes birbiriyle akraba zaten... Dolayısıyla neredeyse bütün Anıtkayalılar Kırkalı Ahmet'in akrabası oluyor... Bir gün Kapitalise 'Bizim Mehmet' deyince, Kapitalis;
    - 'Le Ahmet, heralda biz hısım değiliz' diye gülerek takılmış... Ahmet biraz duraklamış, bilinmeyen bir yerlerde bir şeyler arıyor gibi gözlerini havaya dikmiş... Nihayet, 'buldum' der gibi bir ses tonuyla;
    'Ha! Siziñ Mısdığınan bizim Sami sâdış ya!'  diye gürleyip o şen kahkahasıyla mevzuyu noktalamış.

    Tamam, Eğretli ve Sağırlardan; ama Kırkalı Ahmet'i Anıtkaya'ya hapsetmek ne mümkün. Adam derviş ruhlu, böylelerine eskiler 'kalendermeşrep' derlermiş; dünyaya ehemmiyet vermeyen manasında... Bir özellikleri özgür ruhlu olmaları, kendilerini hiç bir kayda tabi hissetmemeleri... Öyle olsa Kırka'da kalırdı, buralarda ne işi vardı, değil mi?... Bu yüzden Anıtkaya'da da kalıcı olmuyor. Kafasına estiğinde geliyor, bir kaç ay kalıyor; bir de bakıyorsunuz Ahmet yok... Yine de her yıl mutlaka geliyor... Sair zamanlarda nerede ne yaptığı bilinmiyor, ama tahmin etmek zor değil... Gakgidi Sandıklı'ya doğru gidiyormuş kamyonuyla. Yol kenarında bunu görmüş, el etmiş, durmamış. Yer mi yoktu neydi, yahut başka bir durum mu vardı, durmamış işte... Sandıklı'ya varınca bakmışlar, Ahmet orada... Her zamanki gibi gülerek ve yüksek sesle:
    - 'Siz almadıñız deye ben gelemicen mi sandıñız!' demiş.... Olayı nakleden Gakgidi yemin billah etmiş, Sandıklı'ya kadar kendilerini geçen bir araba olmadığına dair... Nasıl gitti bu adam Sandıklı'ya...

    Dedik ya, değişik halleri vardı Kırkalının... Değişik ve anlaşılmaz... Eğret'e döndüğü ilk zamanlarda Ali Osman Hoca Hacca gitmeye niyetleniyor... Evdekilerle vedalaşıp helalleşirken kat kat tembihliyor ki kendisi burada yokken Ahmet garip kalmasın, karnı doyurulsun, üstü başı yıkansın, kalbi kırılacak bir davranıştan sakınılsın... Öyle de yapıyorlar; Ahmet acıktım demeden aşını, susadım demeden suyunu yolluyorlar odaya. Bir dediğini iki etmiyor, ne isterse yapıyorlar...

    Hoca Hicaz'dan dönüşte bu hususu soruşturuyor, ona iyi bakıp bakmadıklarını soruyor. Gönlünü hoş tutmalarını istemişti ya...
    - 'Bakmaz olur muyuz' diyorlar 'Ne istediyse verdik, hep gönlünü hoş tuttuk. Katiyyen kendini garip hissettirmemeye çalıştık.' Bu cevap karşısında Hoca rahatlamış... Bu arada sözlerine devam etmişler:
    - 'Hatta zaman zaman evde pişenin dışına çıkarak, canı ne istediyse onu yaptık. Mesela bir keresinde 'Ağamıñ canı gatmer isdemiş' diye geldi. Biz de Ahmet'in kendi canı çektiği için seni bahane göstererek katmer istediğini anlayıp hemen yaptık. Başka bir gün de  'Ağamıñ canı hamıraşı isdemiş' bahanesiyle geldi. Canı ne istediyse pişirdik, önceğe çıkılayıp eline tutuşturduk, hiç garip kalmadı...' Anlatılanları muzip bir sükunetle dinleyen Ali Osman Hoca, o günün bagajı olan çuvalın dibini bir şey arar gibi karıştırmış. Elindeki iki önceği işaret ederek;
    - 'Al, onları sardığınız öncekler' demiş...

    Kırkalı Ahmet'e dair bu hikayenin Hicaz değil de Kırka versiyonunu bir başka kaynaktan dinledim. Daha başka, üçüncü bir kaynaktan da Sandıklılı bir Fırıncı ile yaşadığını işittim. Fırıncı Hacca gitmiş, Kırkalı Ahmet ona önceklerle yemek taşımış... Aynı hikayenin değişik versiyonları olabileceği gibi, Kırkalı Ahmet, bunların üçünü de yaşamış olabilir. Başta dediğimiz gibi, Kırkalının değişik halleri vardı ve bu tip insanları kendi kriterlerimize göre değerlendiremeyiz.

    Yine de Kırkalı'yı tek kelime ile tasvir etmem istenseydi 'Saf' derdim... Kırkalı Ahmet, kelimenin bütün anlam ağırlığıyla saf biriydi. Günlük anlamıyla saftı, kolayca kandırılabilirdi. Gerçek anlamıyla saftı; dupduruydu, tertemizdi. Alıgılı yoktu, manevi pislik bulaşamaz, özel korunaklı bir kişilikti...

    Galiba 1990 yılıydı... Takanın Kahve önündeki iğdenin altında içtiğimiz çaydan sonra Onu bir daha görmedim.



28 Kasım 2022

Gavalcılar


    Bugünün Anıtkaya'sında Selimler, Turabiler, Tomanlar, Apdıramanlar, Çakırlarla akraba olan Gavalcılar bulunuyor. Bu sülalenin macerası, biraz da bu akrabalıkların nasıl kurulduğunun izlenmesiyle ortaya çıkacak. 

    Evvela isim üzerinde durmak gerekecek. Kaval yapımı veya güzel kaval çalma ile ilgili olduğu kesin. Bu konuda günümüze ulaşan kesin ve doyurucu bir bilgi bulunmuyor, hatta yorum bile yok. Seçeneklerden ikisi de olabilir; yani bu ailenin büyükleri el maharetiyle güzel kavallar yapmış olabilir... Yahut koyunculuğun yaygın olduğu Eğret'te sürü peşindeki çobanlar olarak iyi kaval çalmış da olabilirler...


    1830 Kayıtlarında Eğret'te iki Kavalcıoğlu bulunuyor. İlki Kavalcıoğlu Halil... 1786 Yılında doğduğu belirtilen Halil, orta boylu kumral sakallı biri diye tasvir edilmiş. İkinci Kavalcıoğlu ise Halil'in abisi İbrahim'dir... Kayıtlar tutulduğu sırada kendisi hayatta olmadığı için hakkında bilgi edinemiyoruz. 

    Kavalcıoğlu İbrahim'in, Halil'in Abisi olduğu çıkarımını oğlu İsmail'den anlıyoruz. Zira İsmail, Halil'in oğlundan daha büyük... 1817 Yılında doğan İsmail'i herhalde Halil Emmisi evermiştir... Elif Hanımla evleniyor İsmail ve Ayşe adında bir kızı olduğunu anlıyoruz. Başka çocuğu olduysa da buna dair bir iz 20. yüzyıla gelmemiş. Kavalcıoğlu İbrahim kapısı burada kapanıyor...

    1786 Doğumlu Kavalcıoğlu Halil'in eşi ve varsa kız çocukları hakkında bilgimiz yok. Halil İbrahim ve Ahmet adlarında iki oğlu var. Halil İbrahim'e döneceğiz, Ahmet'e bakalım... 

    1827 Yılında doğan Ahmet, işitme engelli olarak kaydedilmiş. Sağır ve dilsiz Ahmet'e dair de günümüze ulaşan bir iz malesef  bulunmuyor. Evlendi mi, evlendiyse kiminle, çocukları var mıydı? Bu sorulara cevap yok...

    Halil İbrahim, Ahmet'in büyüğüdür; 1820 yılında doğdu. İhtimaldir ki O doğduğunda İbrahim Emmisi yeni öldüğü için ismini Halil İbrahim koydular... Halil İbrahim, aslen Afyonlu olduğu rivayet edilen  Abdullah kızı Fatma Hanımla evlendi. Böylece Selimlerden Dayıların Bekir Dede ile bacanak oldular. (Bir diğer ifade ile; Dayı Hasan Yola'nın Anası Havva ile Bokuşak Ahmet Aracı'nın Fatma Ninesi kardeş...)

    Kavalcı Halil İbrahim ile Fatma Hanımın iki oğulları oldu; Mustafa ve Halil...

    Büyük oğulları Mustafa, 1853 yılında doğdu. İsmail kızı Ayşe ile evlendi. Bu Ayşe Hanım da esasında Gavalcılardandır, hatırlanacağı üzere İbrahim ile Halil Dedeler kardeş idi... 1880 Yılında adını Halil İbrahim koydukları bir oğulları doğdu. Halil İbrahim de Yılıklardan olduğu sanılan, Süleyman kızı Ayşe ile evlendi; lakin onların akıbetiyl ilgili bir şey bulamadım...  Sadece Halil İbrahim'e 'Güçcük Gavalcı' denildiğini, 1943 yılında kendisinin; eşi Ayşe Hanımın ise 1960 yılında vefat ettiğini biliyoruz. Ayrıyeten bir bilgi daha; Güçcük Gavalcının babası Gavalcı Mustafa'nın Hasan kızı Fatma adında bir hanımı daha vardı, Ondan çocuk kaydı bulunmuyor... 

    Farkındaysanız Gavalcıoğlu Mustafa ile 20. yüzyıla geldik; ama bugünün Gavalcılarından henüz bahsetmiyoruz... Demek ki onlara Gavalcıoğlu Halil'den ulaşacağız...

    Gavalcıoğlu Halil, Mustafa Abisinden on yaş daha küçüktür; 1863 yılında doğdu. Dedesi olan ilk Kavalcıoğlu Halil'in adını taşıyor... Tomanların kızı Fatma ile evlendi. O vakitler Gırhasanlar denilen Tomanlarla tespit edilebilen ilk irtibat bu sayede kurulmuş oldu. Kendisinin ne zaman öldüğünü bilmiyoruz; ama eşi Fatma Hanım 1942 yılında vefat etmiş... 

    Gavalcı Halil ile Fatma Hanımın üçü kız, üçü oğlan olmak üzere toplam altı çocukları oldu. Yaş sırasına göre bunların isimleri; Fatma, İbrahim, Ahmet, Şerife, Hüseyin ve Hanife'dir...

    Kızlara bakacak olursak; en büyükleri Fatma 1892 doğumludur. Fatma'yı önce Cingenalilerden Ali Osman'a verdiler. Bu Ali Osman, Keçilerden Guldurarif ile teyze çocukları oluyor... Neyse... Ali Osman büyük ihtimal Cihan Harbinde kalınca, Fatma Velciklerin Hasan'a vardı. Gugukların Ramazan'ın anası olacaktır... Ortanca kızı Şerife 1904 yılında doğmuş. Onu da Omarcıkların Gıribrahime verdiler. İbrahim'in anası Melezlerdendi... Şerife Hanım da orada Gıralinin anası olacaktır... Ve Gavalcının küçük kızı Hanife, aslında altı kardeşin en küçükleridir. Hanife de Turabilerin Külcü Ahmet eşi oldu... Üç kızın evliliklerinde saydığımız bütün bu sülale isimleri kafaları karıştırmasın. Hepsinin ortak yanı Selimlerle olan bağlantısıdır... Şimdi oğlanlara geçebiliriz...

    1. Bokuşak

    Gavalcı Halil'in büyük oğlu Ahmet, 1894 yılında doğdu. Manası ve sebebi anlaşılamayan 'Bokuşak' lakabı takıldı. Apdıramanlardan Abdurrahman kızı Ümmühan ile evlendi. Ümmühan Hanım, Curağın ablasıdır, 1935'te öldü; Bokuşak ise 1956 yılında vefat etmiş...

    Bokuşağın iki oğlu bir kızı oldu. İsimleri; Halil, Abdurrahman ve Fatma'dır... Oğlanlara karı koca ikisinin de babalarının adını verdiler. Tek kızı ise Bokuşağın anasının adı... Bu kızları Fatma (Fatı), Bolvadinli Çakallardan Halil Haykır eşidir.  Halil Haykır, Arapgızı olarak bilinen Kezban Hanımdan olup Çulluların Alosman Çavuş ile ana-baba bir, Yenimısdık ile baba bir kardeş, Gambırömerin de karınkardeşidir... 

    1927'de doğan büyük oğluna babasının adı olan Halil ismini verdi. Özel bir lakabı olmayan Halil'e 'Bokuşağın Halil' diyorlardı. Yumrukların Ali kızı Ümmühan ile evlendi. Aslında Yumruklarla Gavalcıların doğrudan bir bağlantısı yok, lakin ortak bağlantıları Keçiler olunca dolaylı olarak varıp Selimlere bağlanıyorlar... Ümmühan Hanım 1995'te, kocası Bokuşağın Halil ise 2000 yılında vefat ettiler...

    Bokuşağın Halil'in iki kız ve dört oğlu oldu; Ümmühan, Satı, Ahmet, Ali Osman, Ercan ve Ali... Büyük kızı Ümmühan, Guycuların Ahmethocanın oğlu Süleyman Mola eşidir. Satı ise Eskişehir'e gelin gitti...

    Dört oğluna gelince; Ahmet, Dandır'dan bir hanımla; Ali Osman, Melezin İbanın kızıyla, yani teyzesi kızıyla; Ercan, Mandaların kızıyla; küçük oğlu Ali de Musluların Cılımısdık kızı Ayşe ile evlendi... Bunların dördü de İzmir'de oturuyorlar...

    Bokuşak, 1934'te doğan küçük oğluna Kayınpederinin adı olan Abdurrahman ismini koymuştu. Ona da 'Bokuşağın Apdıraman' dediler. İbrahim Emmisinin kızı Hatice ile evlendi. Çocukları olmadı, Samancıların Gamalının öksüz kızları Ayşe ile Ümmühan'ı evlat edindiler. Bu kızlardan Ayşe, Şekeraliler/Hassönlerin Candırma lakaplı Halil Omak; Ümmühan da Gavalcı İbram Emmisinin torunu, Hatice Hanımın yeğeni Erol Aracı eşi oldular... Hatice Hanım 2017, Bokuşağın Abdurrahman ise 2022 yılında vefat ettiler...

    2. Gavalcı İbram

    Kavalcıoğlu Halil'in ortanca oğlu İbrahim 1902 yılında doğdu. Genellikle 'Gavalcı İbram' lakabıyla bilindi. Bazen burun yapısından dolayı 'Kümük' dendiği de olurdu. Çakırların Mustafa kızı Kezban ile evlendi. Kezban Hanım, Çakırmehmet ile Çakırosmanın ablaları olur. Ayrıca Ninesi itibariyle de Apdıramanlara bağlanır...

    Kezban Hanım ile Kümüğün iki kız iki oğlan, dört çocukları oldu. İsimleri; Halil, Havva, Hatice ve İbrahim'dir. Görüleceği üzere kendi dedesinin adını, iki oğluna Halil ve İbrahim olarak paylaştırmış. Ayrıca 1933'te doğup üç yaşında ölen Mustafa adında bir oğulları var ki bu da Kezban Hanımın baba adı olduğu çok belli... Kezban Hanım 1975 yılında vefat etti; Kümük ise ondan sonra çok durmadı ve 1978'de öldü...

    İki kızından büyük olan Havva, önce Selimlerden Çolömerlerin Şampayaya vardı. Sonradan Gobakların İbrahim Kaçmaz eşi oldu...  Küçük kızı Hatice ise Bokuşak Emmisinin oğlu Abdurrahman'a vardı...

    Büyük oğlu Halil 1929'da doğdu, Çolömerlerin kızı Fatma ile evlendi. Kendisine 'Goşumcu' lakabının takılması hususu şöyle anlatıldı: At arabasıyla saman ticaretinin meşhur olduğu zamanlarda bir gün Afyon'a samanı yıkıyor. O sırada bir köşedeki koşum takımları dikkatini çekmiş. Hamıt, başlık, terbiye, paldım vs. buna pek güzel görünmüşler... O da şeytana uymuş... Bu olaydan sonra böyle anılıyor. 2005 Yılında vefat etti; karısı Fatma hanım ise 2020'de öldü...

    Goşumcunun bir oğlu ve dört kızı var; Mustafa, Satı, Gürsel, Gülşen ve Fatma... Oğluna Mustafa ismini vermesinin sebebi, Çakırların ve kendisinin de dedesi olan Hatiboğlu Mustafa'dır. Zaten ondan önce 1951 yılında doğup tazeyken ölen oğlunun adını da Mustafa koymuştu. Bununla beraber 1952 doğumlu ve iki yaşında ölen oğlunun adı ise Ekrem idi... Neyse biz yaşayanlara bakalım. Kızlar; Satı, Dondurmacı Halil Aydın; Gürsel, Gıvığın Ferit Aydın; Fatma, Galgancıların Hasan Aytar eşi olurken; Gülşen de Karacahmet'e gelin oldu... 

    Oğlu Mustafa, Güdükahmetin kızı Neslihan ile evlendi. O da Apdıramanlardan... İbrahim adında bir oğlu ve bir de kızları var. İzmir'de çalışmasına rağmen Mustafa Anıtkaya'dan hiç kopmadı; sık sık köyde bulunuyor...

    Kümüğün küçük oğlunun adı da İbrahim idi, 1944'te doğdu. Ona da 'Gavalcının İban' derlerdi. Keçilerden Kahyamehmet kızı Hatice ile evlendi. Üç çocuğunun isimleri Erol, Ekrem ve Kezban'dır... Kızı Kezban Bayramgazi'ye gelin gitti. 

    Gavalcının İbanın büyük oğlu Erol, Bokuşağın Apdıraman kızı Ümmühan ile evlendi. İbrahim ve Muhammet/Mehmet adında iki oğulları oldu. İbrahim Afyon'dan evlendi, bir kızı var. Mehmet ise Siçanalinin kızı Esra ile evlendi, Erol adında bir oğlu var... 

    Küçük oğlu Ekrem ise Olucak'tan evlendi. Bir kızı ve bir oğlu var... Kendisi 2014'te vefat etti; ama Gavalcının İbanın çocuklar, Gavalcıların Anıtkaya'da en çok tanınan simalarıdır...

    3. Gavalcının Hüseyin

    Kavalcıoğlu Halil'in en küçük oğludur; 1907 yılında doğdu. Turabi Hüseyin kızı Havva ile evlendi. Havva Hanım Capbağın kardeşidir... Sülaleye yapılan kavalcı telmihiyle alakası yok; ama Havva Hanımın çok güzel kaval çaldığına dair rivayetler var. Erkek gibi koyun kuzu güttüğü ve bu sırada iyi kaval çaldığını söylüyorlar....

    Gavalcı Hüseyin ile Havva Hanımın sekiz tane kızı oldu. Yaş sırasını bilmiyoruz ; ama o kızların evlilikleri şöyle oldu: Şehriban, Capbağın Mustafa Külte (dayısının oğlu) ile; Şerife, Turabilerin Külcü oğlu Yusuf (dayısının oğlu) ile; Ayşe, önce Hörkülelerin Osman, sonra Cavaların Mehmet ile; Rabia, Bulduğun Mehmet ile; Selime, Tomanın Ahmet ile; Sare, Tomanın Hüseyin ile; Fatı, Mandanın Tombak ile; Munise de Şeytanhasanın Ahmet ile evlendi... (Ayrıca 1940 yılında doğup beş yaşındayken ölen Fatma adında bir kızları daha varmış.)

    Eşi Havva Hanım 1966'da vefat ettikten sonra Gavalcının Hüseyin uzun süre dul yaşadı. 1988 Yılında kendisi de vefat etti...

    Gavalcılar sülalesi, 1934 Soyadı uygulamasından sonra ARACI soy ismini kullanmaya başladı...



26 Kasım 2022

Bızağlık

    
    Takanın Kahvede, eski ocaklığın yan tarafına ebür gübür koyarlardı. Maden suyu kasaları, temizlik malzemeleri, mevsim kışsa kömür tenekeleri filan... Koca heyula gibi buzdolabının yeri de orasıydı. Bir bakıma düzenlik gibi bir yerdi... Pek müşteri oturmamasının sebebi, sobadan uzak düştüğünden o bölümün soğuk kalması olabilir. Ayrıca kahvenin en dibi olarak karanlıkta kalıyordu...

    Her şeye rağmen oraya da bir masa atıldı. Yalnız genelde belli kişiler oturuyordu. Bunlar Ahmet'in arkadaş grubundan ve dolayısıyla yaşça daha küçük müşteriler oluyordu. E gençlerden bazı taşkınlıkların görülmesi normaldir, sık sık şamata şakırtı olurdu... Yine öyle bir anda Alçakların Adem Emmi, 'Şu bızağlıkdekilene bişey de' diye gülümseyerek onları Ahmet'e şikayet etmişti... Çocukların, gençlerin bulunduğu bölüme 'bızağlık' benzetmesini ilk o vakit duydum.

    Esasında bızağlık şu; Kışın inekler buzağılıyor, ama bütün mal maşat damda... Durdan sustan anlamaz ki buzağı... Allah muhafaza, hayvanların altında kalır, ezilir, ölmese de sakat kalır diye onlar için ayrı bir bölme ayarlanıyor. Varsa daha başka buzağılar, iki tahtayla ayrılmış bu bölmeye kapatılıyorlar. İnek sağılmadan önce veya belirli vakitlerde çıkarılıp emmesi sağlanıyor, sonra tekrar yerine... Keratalar sık acıktıkları için çok şamata yapıyorlar 'Beaaa! Meaaa!'...  İşte burası buzağılık... 

    Adem Emmiden duyduğum bızağlık yakıştırması ilginç olduğu kadar da anlamlıydı... Hatta daha iyi bir benzetme yapılamazdı yani... Amma bu ifade Adem Emminin buluşu değilmiş, buzağlığın da bir geçmişi varmış... 

    Beş vakit namaz için camiye gitme haricinde, erkeklerin bir araya geldiği yegane mekanın oda olduğu dönemler... Hele de kışın... Uzun gecelerde ve kısa gündüzlerde toplanma yeri... Odalarda yazılı kurala bağlanmasa da titizlikle uyulan hiyerarşik bir oturma düzeni var. Buna göre başköşe odayı işleten kişiye aittir. Yüksekçe bir yerde, tercihen sekide, en az bir yanı ağaç kolçaklı bir makam gibi düşünelim... Büyücek bir minder veya postun üzerinde oturur... Sonra odanın diğer müdavimleri, yaşına veya ilmine göre belirlenen bir yere otururlar. Kimse kendine ait olmayan bir yere oturamaz; bu, en başta adaba aykırı ve sonra orada bulunan büyüklere yapılmış bir saygısızlıktır. Odalar genelde bir sülaleye ait olduğu için cemaat de az çok sabittir. Arada sabit müdavimler dışında birileri misafir olarak gelirse, ona yer verileceği için geçici olarak oturma düzeninde değişikliğe gidilir.

    Hiyerarşi yalnız oturma düzeniyle ilgili değildir. Kendi yerine otururken istediğin gibi davranamazsın. Odada bulunduğun sürece her hareketine, sözüne, oturma pozisyonuna dikkat etmek zorundasın. Meğer ki o sırada odada senden büyük kimse bulunmaya... İşte o vakit, başköşe dışında istediğin yere istediğin gibi oturabilir istediğin üslupta konuşabilirsin... Oturuş tarzından dolayı çoluk çocuk sahibi niceleri azarlanmış, buna şahit olanlardan dinledim... Namaz kılan delikanlılardan birinin, namaz içinde yanlış bir hareketinden dolayı sonradan nasıl haşlandığını da anlattılar...

    Yalnız oralar sadece oturulan yerler değil ki... O kadar çok vakit geçirildiğine göre, görülecek bir sürü de iş olmalı... Soba sürekli odunla beslenecek, altı eşilecek, çalılar kırılacak... Gerektiğinde içerisi süpürülecek, kül tablaları boşaltılacak... Millet susayıp 'Bizi bi sula' dendiğinde sırayla herkese kaseyle su sunulacak... Çay demlenirken gamanto hazırlanacak, düzen takan ortaya yığılacak, çay servisi yapılacak... Sonra bardaklar yıkanacak... Her şey suya bağlı, sık sık iki kişi sırık ve tenekeyi alıp su getirecek... 40-50 Litrelik küp büyük sanma; boşalması, ezan okunmaya yakın herkesin alacağı bir abdeste bakar... Bütün bu işleri kim görecek peki?...

    Bütün bu işleri, oda içinde sabit bir yeri olmayan genç müdavimler görecek... Onların yeri bızağlıktır... Her odada değişebilir; ama genelde sobanın yanı, abdestliğin dibi, yemeniliğe yakın yerler bızağlıktır... Hizmet görecek kişiler (gençler, çocuklar) orada diz çöküp bekler... Onlar da hayatından memnundur, çünkü bızağlıkta da olsa odada büyüklerle o havayı teneffüs etmek ayrıcalıktır... Çoğu zaman demirbaşların tabi olduğu disiplinin dışında tutulurlar, bazı yaramazlıklarına göz yumulur, ne de olsa bızağlıktadırlar. Yine de yaramazlıkları hiç bir zaman saygısızlık boyutuna varmaz...

    Bızağlıktakilere neden hoşgörülü davrandıklarını anlayamadım. Bunun hikmetini sorduğumda biri dedi ki: 'Zaruret halinde bir öküzle bir keleyi çift olarak koşabilirsin. Böyle zamanlarda koşumda bir aksilik olursa, örendireyi keleye değil öküze dürt... Kele ne öğrenirse yanındaki öküzden öğrenir. Yanlış yapıyorsa, bunun sorumlusu öküzdür...'

    Zaman geçip kahveler yaygınlaşmaya, odalar fonksiyonlarını yitirmeye başlayınca, bızağlık da tam kadro kahveye taşındı... Az bir vakit daha geçti, odaları yakanlar göçtü; odalar söndü...

    Geçenlerde bir şey için İşofların odaya gittiydik... Bir kaç saat oturmak icap etti... Gayet saygılı bir delikanlı da sürekli oradaydı, hizmet ediyordu... Çok sevindim, çoğu güzel yanı ve tabi ki bazağlığıyla köyodası geri dönmüş gibiydi...



25 Kasım 2022

Keçiler (Guldurlar)

 
    Melezin babası Keçioğlu Ahmet ile kardeşi Arif arasında on yaş fark var; Arif 1869 yılında doğmuş. Keçilerde, hatta Selimlerde ilk Arif budur. Bayram öncesi doğduğu için bu isim verilmiş olabilir. Bundan sonra sülalede bu isim de yaygınlaşacaktır... Daha çocukluğunda bu küçük Keçioğluna 'Guldur' lakabı takıldı, kendinden sonrakiler için de sülale adı oldu.



    Guldur Arif, Süleyman kızı Emine ile evlendi. Emine Hanım, Coruğun Halası olur. Şimdi Coruğun adı Süleyman... Turabiler ve Kemiklerdeki Süleyman'lar dahil, Guldurlarda göreceğiniz bütün Süleyman'ların hepsine, bu Emine Hanımın babası Süleyman kaynaklık etmektedir...

    Emine Hanımdan Guldurun bir kız ve üç oğlu oldu. Hepsinin büyüğü olan kızı Şemsi, 1903 yılında doğdu. Turabilerin Salih eşi olup ileride Berbermehmetin Ninesi olacaktır. Oğlanların isimleri Ali, İbrahim ve Mehmet'tir...

    Dört çocuğundan sonra Emine Hanım vefat etti. Kesin tarihi bilinmemekle birlikte 1920-25 arasında öldüğü sanılıyor... Guldurarif, Havva isimli hanımla ikinci evliliğini yaptı...  Bu ikinci hanımından da Süleyman ve Emine olmak üzere iki çocuğu daha oldu. Bu sefer en küçük kız oldu ve ona ilk eşinin adı olan Emine ismini koydu. Emine, Hacıahmetlerin  Ahmet'in evlatlığı Deliveli'ye vardı...

    Son eşi Havva Hanım 1954 yılında vefat etti... Çocuklarının en büyüğü Şemsi ve en küçükleri Emine adlı iki kızından sonra, Guldurun oğlanlarını tek tek inceleyeceğiz. Yalnız onlara geçmeden önce bir hususu kaydedelim; yukarıda bahsedilen iki eşi ile birlikte nikahında bulunan üçüncü bir hanımı daha varmış. Ahmet/Fatma kızı 1879 doğumlu Fatma Hanımın bilgilerine uyan biri Eğret kütüğünde bulunmuyor. Eğret dışından olduğu anlaşılan Fatma Hanımın çocuğu yok ve o halde 1939 yılında vefat etmiş... Guldurarif kendisi de 1947 yılında vefat etti...


    1. Keçilerin Ali

    'Guldurun Ali' de derlerdi, 'Keçilerin Ali' de... Oysa O, beş nesil öncesinin Selimoğlu Ali'nin adıdır... 1911 Yılında doğdu. Önce Yeniceli Çerkez kızı Feride ile evlendi. İkisi kız ikisi oğlan, dört çocuğu oldu: Fadime, Kazım, Emine ve İbrahim... Dört çocuktan sonra eşi Feride Hanım 1945'te vefat edince ikinci olarak Bekiralilerin Ali kızı, Buydeycigadirin  ablası Şerife ile evlendi. 1950'de Çocuksuz ölen Şerife Hanımdan sonra, Osmanköylü Satı Hanım ile üçüncü defa evlendi. Ondan da Mevlüt ve Süleyman adında iki oğlu oldu...

    Keçilerin Ali, akıllarda Gatçayırdaki bahçesinde yetiştirdiği kelemlerle kaldı. Bir de koca kır atıyla... Bizim küçüklüğümüzden midir nedir, tekbeygir olarak arabaya koştuğu o kır at kule gibi yüksek görünürdü... Son zamanlarında nefes darlığı çekiyordu; fısfıs denen şeyi onda gördük, 'torba takmak' deyiminin anlamını, onun vermek zorunda kaldığı molalardan öğrendik. Dolayısıyla, atla arabayla uğraşmayı mecburen bıraktı... Ve sonra 1981'de göçtü gitti bu dünyadan... Üçüncü eşi Osmanköylü Satı Hanım ise 1992'de vefat etti...

    İki kızından büyük olan Fadime, Öterömerin (Ömer Tüblek) eşi oldu. Arzılardan olan Öterömer de bir ucuyla Selimlere dayanır... Guldurun Ali'nin annesinin adını koyduğu küçük kızı Emine ayağındaki aksaklıktan dolayı 'Topal Emine' diye anılırdı. Onu da Gazilerin Kelhoca (Halil Yıldız)a  verdi... Oğlanlara gelelim...

    Keçilerin Kazım
    Büyük oğlu Kazım 1936'da doğdu. Hacımahmutların Tenikecinin kızı Hesna ile evlendi. İki kız üç oğlan, beş çocukları oldu: Feride, İsmail, Hasibe, Mehmet ve Arif... İsimlerin her birinin bir hatırası var; Feride, Çerkez Nine; İsmail, Tenikecinin babası; Hasibe, Hesna Hanımın halası; Mehmet, hem Tenikecinin Garamehmet dedesi hem de Selimoğlu ilk Keçimehmet; Arif ise Guldur... 

    Feride Afyon'a gelin oldu, eşi yabancı değil, Tenikeci Dededen akraba, İzmir'de oturuyorlar... Hasibe, Kelhocanın Ekrem Yıldız eşi oldu, yani halaoğlusunun... 

    İsmail, Posdeciırmızan kızı Gülten ile evlendi, iki kızı Esma ve Burçin Anıtkaya dışına gelin oldular. Gülten hanım 2019'da vefat etti, İsmail kah izmir'de Anıtkaya'da... 

    Mehmet, Osmanköylü Satı Ninenin kardeşi torunu Hacer ile evlendi; bir süre İzmir'de çalıştıktan sonra Afyon'a yerleşti. Burcu ve Kazım adında iki çocuğu var. Burcu Afyon'a gelin oldu. Kazım ise Çaylı Şeyda Hanım ile evlendi iki çocuğu var... 

    En küçük Arif ise Corukların Gakgidinin kızı Nuray ile evlendi, Esra ve Seçil olmak üzere iki kızı Anıtkaya dışına gelin oldular... Keçioğlu Kazım 2001 yılında vefat etti. Eşi Hesna Hanım Anıtkaya'da, çocukları (Mehmet dışında) hepsi İzmir'e yerleşikler...

    Şarapçı
    Feride Hanımdan küçük oğlunun adı İbrahim... 1939 Doğumlu İbrahim, 'Şarapçı' olarak bilinirdi. Uzun yıllar Eskişehir Şarap Fabrikasında çalıştı ve oradan emekli oldu. Orada ustabaşı olarak bulundu, o kadar yetkin bir durumdaydı ki emekli olduktan sonra fabrika kapanmak zorunda kaldı; işi yürütemediler çünkü... Bir kurumun ayakta kalması için önemli bir konumunuz varsa bunu başkaları için kullanırsınız. Şarapçının Anıtkaya açısından önemi işte burada ortaya çıktı. Her yıl köyünden 15-20 kişiyi yanında çalışmaya götürdü. Bu insanlar oradan emekli olmasalar bile, çalışma hayatlarının başlamasına vesile oldu. Sonuçta o başlangıçla çok sayıda Anıtkayalı iş, ekmek ve emeklilik sahibi oldu...  

    Şarapçı İbrahim, Kahyamehmet Emmisinin kızı Feride ile evlendi. Üç kız ve bir oğlu oldu, yaş sırasına göre isimleri; Nevin, Nermin, Mehmet Ali ve Fatma'dır... Mehmet ve Feride adlarında tazeyken ölen bir oğluyla bir kızı daha varmış...

    Nevin, Dayıların Vahit Usta eşi oldu; ikisi de Selimlerden... Ortanca kızı Nermin Yüksek öğrenimini Eskişehir'de tamamlayıp İzmir'e yerleşti. Halen Buca Belediyesi Sivil Savunma Müdürüdür... Küçük kızı Fatma, Gedizli Kadir ile evlendi... Oğluna iki dedenin ismini birleştirip Mehmet Ali adını vermiş... 

    Şarapçının tek oğlunun adı Mehmet Ali... Afyonlu Fatma Hanımla evlenen Mehmet Ali'nin üç çocuğu var; İbrahim Alperen, Feride Zeynep ve Oğuzhan... Mehmet Ali, Tarım ve Orman Bakanlığında Ziraat Mühendisi ve Bursa'da yerleşik... Eğret sülaleleriyle ilgili şu çalışmada büyük emeği bulunduğunu özellikle zikretmek isterim...

    Mevlüt ve Süleyman
    Keçilerin Ali'nin Osmanköylü Satı Hanımdan büyük oğlu Mevlüt, 1950 yılında doğdu. Corukların Köriban kızı Fatı ile evlendi. Emine Ninenin Coruklar bağlantısı hatırlansın... Üç oğlu oldu; Ali, Yılmaz ve Yalçın... Ali, Yetimlerin Necati kızı Sebile ile evlendi; Fatmanur ve Berkay adında iki çocuğu var... Yılmaz, İzmirli Dilek ile evlendi, iki kızı var... Yalçın ise Erzurumlu Melahat Hanımla evlendi, Cemrenur ve Zeynep adında iki kızları var...

    En küçük oğlu Süleyman ise 1954 doğumlu... Sarasanın Ahmet Dadak kızı Hafize ile evlendi. Satı, Ali ve Barış olmak üzere üç çocukları oldu. Satı, İzmirli biriyle evlendi, 2008'de vefat etti... Ali, Osmanköylü babasının dayısının torunuyla evlendi, (Kazım Emmisinin oğlu Mehmet ile bacanak oldular)... Üç çocuğu var... Barış ise Anıtkaya dışından bir hanımla evlendi...

    Mevlüt ve Süleyman, erken dönemde İzmir'e gittiler. Tıp Fakültesi Hastanesinde Anıtkaya şubesi gibi çalıştılar; yolu düşen bütün Anıtkayalı ve çevre köylülere yardımcı oldular. Mevlüt'e 'Şerif' derlerdi; Süleyman, doktor ve yönetici kadro nezdindeki forsunu bu yönde kullanmaktan çekinmedi. Oradan emekli oldular; Süleyman 2013'te, Mevlüt 2017'de orada vefat ettiler. Haliyle, çocukları da İzmir'e yerleşikler...


   2. Guldurun İbrahim

    Guldurun 1913'te doğan ikinci oğlu İbrahim evlenmedi, 1935'te yirmili yaşlardayken bekar öldü. Ondan günümüze bir iz olarak sadece adı kaldı...


    3. Kahya Mehmet

    Emine Hanımdan 1915'te doğan üçüncü oğlunun adı Mehmet...  Guldurarif, ilk üç oğlunda; büyükdede, dede ve babasının adlarını sıralamış oldu: Ali, İbrahim, Mehmet... Mehmet'in lakabı (nedendir bilinmez) 'Kahya Mehmet' oldu... 

    Turabilerin Capbağın kızı Fadime ile evlenen Kahyamehmetin Feride, Hatice ve Ayşe adında üç kızı oldu. Feride, Ali Emmisinin oğlu Şarapçıya; Ayşe, Zekeriya Dayısının oğlu Ziyaeddin'e vardı. Ortanca kızı Hatice ise Gavalcıların İbrahim Aracı eşi oldu...

    Kahyamehmet 1957 yılında vefat etti. Eşi Fadime Hanım ise otuz beş yıl sonra, 1992 yılında vefat etti...


    4. Süleyman
    Guldur, ikinci hanımı Havva'dan olan oğluna Süleyman adını koydu. Hacapdıramanlardan İbrahim kızı Ratibe ile evlendi Süleyman... Cıldırın kardeşi olan bu  Ratibe Hanım pek bilinmez, bunun bir sebebi var... Anlatıldığına göre bir çocukları oldu; fakat 1952 yılında önce o çocuk, sonra Guldurun Süleyman, en sonunda da karısı arka arkaya vefat ettiler...

    ***

    Toparlayacak olursak... 1841'de ölen Selimoğlu Hacı Ali'nin ikinci oğlu İbrahim'den torunları Keçiler olarak bilindi. Yirminci yüzyılda Melezler ve Guldurlar olarak iki kola ayrıldılar ve 1934 Soyadı uygulamasında kendilerine 'SEÇER' soy ismini aldılar. Zamanla  bu soyadı Melezlerde 'SEÇAN'a; Guldurlarda ise 'SEÇEN'e dönüştü....



23 Kasım 2022

Keçiler (Melezler)

     
    Geniş sülalelerden biri olarak görünen Selimlerin atası Selim'in bir oğlu var adı Ali... Buna 'Selimoğlu Ali' diyorlar. Yaygın bir rivayet olarak aktarılagelen 'Dokuz oğlan' hikayesinin kaynağı bu Selimoğlu Ali'dir. Daha doğrusu dokuz erkek çocuk babasıdır. Yalnız bunlardan ikisi kendinden önce vefat etmiş. İlki 1831'den önce ölüyor, adını bilmiyoruz, Selim olması ihtimal... İkincisinin adı Mehmet, 1840 yılında öldüğü sanılıyor; çünkü Selimoğlu Ali 1841'de öldüğünde varisler arasında Mehmet sayılmıyor. 



    Varisler yedi oğlan dört kız olarak görülüyor. Büyük oğlu Bektaş'tan Esnanlara varılıyor... Konumuz, ikinci oğlu İbrahim... 1802 Yılında doğduğu kaydedilmiş. Yani babası Hacı Ali öldüğünde kocaman adammış, belki torunu yoktu; ama çoluk çocuğu vardı... 

    Önce ismi üzerinde duralım, çünkü Keçilerde en yaygın isimlerden biri budur ve kaynağı da Selimoğlu Hacı Alinin oğlu İbrahim...  Bu ikinci oğluna İbrahim adını koymalarının sebebi, eşi Fatma Hanım olsa gerek. Fatma Hanım'ın baba adı İbrahim imiş... Şimdi anlaşıldı Ali ve İbrahim'lerin kaynağı...

    Babası öldüğünde İbrahim ev dam sahibiydi, lakin eşinin kim ve kimlerden olduğunu bilemiyoruz. 1825 Doğumlu Ömer adında bir oğlu vardı, belki bu çocuğun isminden yola çıkarak eşinin baba adının Ömer olduğu hakkında tahmin yürütebiliriz.... 1840'tan sonra bir oğlu daha oldu ve ona Mehmet adını koydu. Çünkü yakınlarda ölen kardeşi Mehmet'in acısı tazeydi... Bizi Keçilere ulaştıracak olan işte bu Mehmet'tir...

    Selimoğlu Mehmet, Hasan kızı Fatma ile evlendi. Kimlerden olduğunu bilmediğimiz eşi Fatma Hanımın bir kardeşi Gülsüm de Cingenalilerin dedesi Hüseyin eşidir. Şu durumda Keçilerin Dedesi Mehmet ile Cingenalilerin Dedesi Hüseyin bacanak oluyor... 

    Bütün işaretler gösteriyor ki 'Keçi' lakabı takılan ilk kişi de Selimoğlu Mehmet'tir. Neden böyle bir yakıştırma yapıldı bilinmiyor; belki inatçıydı, belki de davranışları keçiye benzetildi yahut bilmediğimiz basit bir sebep vardı... Sonuçta bu basit yakıştırma sülaleye ad oldu...

    İki oğlu bir kızı oldu Keçi Mehmet'in... Ahmet, Arif ve Ümmühan... Oğlanların hayatı üzerinden ayrıntılı inceleme yapacağız... Kızı Ümmühan'ı Omarcıkların Ali'ye verdi, orada  Keçigızı' diye lakaplandığı söyleniyor; ileride Gıralinin Ninesi olacaktır. (Böylece Omarcıkların Gırali kolunda İbrahim isminin kaynağı da bulundu.) 

    MELEZLER

    Keçimehmetin büyük oğlu Ahmet, 1860 yılında doğdu. İki hanımı vardı, Ayşe ve Şerife...  Şerife Hanım Çorcalılardan Ömer kızı, Devrimbeşlerin Halası oluyor. Diğeri Ayşe Hanım ise Türkmen Halil'in tek kızı olup Yumruklar ile Yörüğoğluların Halasıdır... Ayşe, Şerife'den iki yaş daha büyük; bununla beraber hangisiyle daha önce evlendiği bilinmiyor. İlk çocuğunun Şerife Hanımdan olduğu hesabıyla evvela Onunla evlendiği düşünülebilir. 

    Keçioğlu Ahmet'in iki hanımından sekiz çocuğu var. Yaşlarına göre yazarsak şöyle bir sıralama oluşuyor: Fatma, Mehmet, Ayşe, Eşe, Ali, İbrahim, Arif, Sendir...  Bunlardan Eşe, Ali ve Arif Ayşe Hanımdan; diğerleri ise Şerife Hanımdan... 

    Ayşe Hanım Cihan Harbi yıllarında veya sonrasında vefat etti. Kocası Keçinin Ahmet 1931 yılında öldü. Çorcalılardan Şerife Hanım hepsinden sonra 1945 yılında vefat etti. Şimdi çocuklarının hikayesine bakalım...

    Dört kızının durumuna bakacak olursak; büyük kızı Fatma, Eyüplerin Ahmetçavuş eşi oldu. Ahmetçavuşun iki halasından Şerife İşofun Ninesi, Ayşe de Aliefenin Ninesidir. Aliefenin Dedesinin kardeşi de Keçioğlu Ahmet'in hanımıydı... Akrabalık sarmalı anlaşılabiliyor mu?..  Bitmedi; Ahmetçavuşun Derviş Halil Emmisinin bir kızı Havva Söylemezoğlu İbrahim eşidir, yani Gıbış, Gociban ve Dıkmanın Ninesi olacaktır... Bir kızı Fatma, Çorcalı Mehmet'e varıp Godalömer, Eyüp ve Büzükhalilin anası oldu. Dervişin küçük kızı Fadime de Türkmen Ahmet'e varıp Aliefenin anası olacaktır... Bütün bu sarmal; Selimler-Türkmenler-Eyüpler-Çorcalılar-İşoflar arasındaki bağlantılar, zamanla daha sık ve geniş bir örgüye dönüşecektir. Bunları bir bir sayıyoruz, çünkü aşağıda lazım olacak...

    Keçioğlunun ikinci kızı Ayşe 1892 yılında doğdu. Yetimlerin Hacımurat oğlu Mehmet'e verdiler, Mantarosmanın anasıdır; 1945 yılında vefat etti...

    Üçüncü kızı Eşe ise 1895 yılında doğmuş. Küçükismaillerden Mehmet Cemal eşi olan Eşe Hanım, Boduğlunun anasıdır. Mehmet Cemal Çerkez çeteler tarafından şehit edilince Guycuların Osman'a varmış ve orada evin kızıyla kendi oğlu Yahya'yı everip 1939 yılında vefat etmiş...

    Küçük kızı Cihan Harbinden sonra doğmuş olacak; resmi kayıtlarını göremediğim için adını da teyit edemedim, Sendir diye lakaplanmış; ama Fadime olduğunu söylüyorlar. 1945 Yılında Ayşe Ablasının ölümünden sonra Sağırmehmete varmış. Bu evlilikte asıl amil öksüz yeğenlerinin bakımı olduğu düşünülebilir. Zaten kısa bir süre sonra (1950'de) Sağırmehmet de ölüyor... Sendir Hanım ise 1988 yılında vefat etti...

    Oğlanlara gelince... 1891 Yılında doğan büyük oğlu, Dedesi Keçimehmetin adını almış. Evlilik kaydı bulunmuyor, Cihan Harbi şehitleri arasında olabilir.

    Keçioğlu Ali

    İkinci oğlu Ali de 1901 yılında doğmuş. En dipdede Hacı Ali'nin adı... Zamanla Selimler unutuluyor, 'Keçinin Ali' diyorlar... Eminlerden Ömer kızı Hafize ile evlendi. Hafize Hanım, Çakalhüseyin ile Kelsüleymanın halaları oluyor... 

    Bir oğulları ve dört kızları oldu, yaş sırasına göre isimleri; İbrahim, Fadime, Fatma, Şerife ve Ayşe'dir... Beş çocuktan sonra Keçioğlu Ali 1947 yılında vefat etti. Eşi Hafize Hanım daha uzun yıllar yaşadı ve 1979'da öldü... 

    Kızların durumuna bakarsak; Fadime, Körkemal eşi; Fatma, İdirizlerin Kelidiriz eşi; Şerife, Kinislerin Çitili Mehmet eşi; Ayşe, Tatıresilin Mısdık eşi oldular...

    Oğlu İbrahim 1921 doğumlu, 'Gulaksız' diye biliniyor. İsminden ziyade lakabıyla tanınırdı. Hassönlerin Ratibe/Muzaffere ile evlendi. İki kızı ve üç oğlu oldu; Müzeyyen, Sultan, Ahmet, Ali İhsan ve Muhittin... Kızların büyüğü Müzeyyen, Azıraklının Ahmet Kalkan eşi; küçüğü Sultan ise Körkemalın Hüsnü Kaçmaz eşi oldu... Sultan ile Hüsnü hala-dayı çocukları...

    Gulaksızın oğlanlara gelince... Büyüğünün adı Ahmet... 1958 Yılında doğdu. Akşehirli bir hanımla evlendi... Halen Anıtkaya dışında oturuyor.

    Ortanca oğlu Ali İhsan 1959'da doğdu, Capbağın Mustafa kızı Hatice ile evlendi. Halil ve Hakan adında iki oğulları var. İzmir'de yerleşiklerdi... Gulaksızın Ali İhsan 2010'da vefat etti...

    1963 Doğumlu en küçük oğlunun adı Muhittin'dir...  Aslında en büyük oğlunun adıdır Muhittin; 1947 yılında doğan ilk oğluna bu adı vermiş, ama çocuk iki yaşındayken ölmüş. Gulaksızın bu Muhittin ısrarının bir sebebi olmalı... Anıtkaya dışından evlenen Muhittin'in de iki oğlu oldu ve O da 2010'da vefat etti; çocukları İzmir'de yaşıyorlar...

    Keçilerin Gulaksız İbrahim 2004, eşi Muzaffere/Ratibe Hanım ise 2008 yılında vefat ettiler...

    Keçioğlu İbrahim

    Keçioğlu Ahmet'in üçüncü oğlu İbrahim, malum olduğu üzere dipdede Selimoğlu İbrahim'in adını taşımaktadır. 1902 yılında doğmuş. İdirizlerin Gocaosmanın kızı Fatma ile evlendi. Fatma Hanım anası itibariyle Söylemezoğlu Salih kızıdır. (Söylemezoğlu Salih, Gocibanın dedesinin Abisi.)

    Keçilerin İbrahim ile Fatma Hanımın 1922'de bir oğlu oldu, adını Mehmet koydular. 1927 Yılında, daha 25 yaşındayken İbrahim vefat etti... Eşi Fatma Hanım, kendisi gibi dul kalan Kölgeci Ömer'e vardı... Kölgeci de bir ucundan Selimlerden...

    Küçük yaşta yetim kalan Mehmet, ta o zamanlardan 'Keçimehmet' diye lakaplandı. Ölene kadar öyle bilindi ve öyle anıldı. İşof kızı Hafize ile evlendi. Hafize Hanım ile Keçimehmetin akrabalığı malum; ilave olarak bacanaklarını sayalım: Çolakların Ömer Kurt, Garaçaylı Kazım Öztürk, Gecegondu İbrahim Omak, Gobakların Köremin...

    Keçimehmetin çocukları iki kız üç oğlandır. Kızları teyze çocuklarıyla evlendi; büyük kızı Şerife, Gecegondunun Beytullah Omak eşi; küçük kızı Şükran da Garaçaylının Asım Öztürk eşi oldu...

    Büyük oğlu İbrahim 1949 yılında doğdu ve 'Keçimehmetin İban' diye lakaplandı...  İdirizlerden Sarıömerin kızı Ayşe ile evlendi, bacanak yelpazesi geniş: Garakazım/Curak, Eşeninömer, Gambırarifin İzzet, Terlemezlerin Abdullah, Curağın Abdurrahman, Kınikazımın Mahmut... Salim, Mehmet ve Şenay adlarında iki oğlu bir kızları oldu. Oğlanların ikisi de Anıtkaya dışından hanımlarla evlendiler. Salim'in Sanem ve İbrahim, Mehmet'in de Aysu ve Deniz adlarında ikişer çocuğu var... 

    Keçimehmetin ikinci oğlu Zabit, 1955 yılında doğdu. Hiç lakaba ihtiyacı olmadı, çünkü ismi yaygın değildi. Yine Selimlerden Körsüleyman kızı Fatma ile evlendi. Pınar, Fatma ve Tuğba adlarını koydukları üç kızları oldu. Pınar, Devrimbeşlerden İnceömerin oğlu Yusuf Aydın eşi, Fatma da Arzıların Çavuşmehmetin Ahmet Tüblek eşidir. Tuğba Anıtkaya dışına gelin oldu. Zabit 2017 yılında vefat etti...

    Küçük oğlu Ahmet 1958 yılında doğdu, şeker hastalığından muzdaripti. Evlenmeden, 1992 yılında bekar vefat etti... Keçimehmet kendisi 2003, eşi Hafize Hanım ise 2013'te vefat ettiler...

    Melez Arif

    Şimdi büyük Keçi Mehmet'in; oğlu Ahmet'den dördüncü erkek torunu Arif'e geldik. 1913 Yılında doğdu... Hatırlanacağı üzere anası Türkmenlerdendi. Babası yerli, anası yörük olunca buna 'Melez' demiş olmalılar. Şakayla karışık bu yakıştırma ileride sülalenin adı olacaktır. 

    Melez, Omarcıklardan Gıribrahimin kızı Havva ile evlendi. Havva Hanım, Gıralinin halasıdır. Asıl önemli husus ise, Melez ile Havva Hanımın hala-dayı çocukları olmasıdır... Hatta Havva hanımın babası olan Omarcıkların Gıribrahimin adı, dipdede Selimoğlu İbrahim'e dayanır...

    Havva Hanım ile Melez Arifin biri kız dört çocuğu oldu. Bunların isimleri; Ahmet, İbrahim, Halit ve Melahat'tır... En küçükleri Melahat, Patlaklismail oğlu Hüseyin eşi oldu...

    Oğlanlara gelince... Büyüğü 1936'da doğdu, dedesinin adı olan Ahmet ismini aldı. 'Melezin Ahmet' derlerdi. Patlakların Davılcı kızı Suzan ile evlenen Ahmet, erken dönemde İzmir'e yerleşti. Ümmühan ve Adem adında bir kız ve bir oğlu oldu. Emeklilik sonrası Anıtkaya'ya bir ev yaptıysa da kısa süre sonra 2000 yılında vefat etti. Çocukları İzmir'de yaşıyor.

    1940 Doğumlu ortanca oğlunun adı İbrahim idi ve ona da 'Melezin İban' derlerdi. Yumrukların Ali kızı Havva ile evlendi. Burada Ayşe Nine ile Halil Dedenin kardeş olduklarını hatırlayalım... Üç oğlu ve iki kızı oldu: Orhan, Ali Osman, Adem, Satı, Dilek... Kızların biri Anıtkaya dışına gelin gitti; diğeri Bokuşağın Halil oğlu Ali Osman'a, yani teyzesi oğluna vardı... Orhan ile Adem de Anıtkaya dışından evlendiler. Yalnız ortanca oğlu Ali Osman, Yahyaların Hidayet'in kızı Nazik ile evlendi... Karısı 2009, Meleziniban ise 2022'de vefat ettiler; çocukları İzmir'de oturuyor...

    Melezin küçük oğlu Halit de Anıtkaya dışından Aliye Hanımla evlendi. Erken dönemde İzmir'e yerleşti. Annesinin adını koyduğu Havva isminde bir kızı oldu. Eşi Aliye Hanım 2010'da vefat etti; Melezin Halit halen İzmir'de oturuyor...

    Keçilerin Melezler kolu, bir harf farkla Guldurlarla aynı soyismi almışlar; SEÇAN-SEÇEN...


21 Kasım 2022

Bırak Eskileri

     
    Sen kendin de unutmuşsundur... Bilmem kaç yıl önce yaşadığın, gördüğün, duyduğun bir şey... Sıradandır; benzerleri her gün onlarca kez başına gelir. Belki de bu yüzden unutulup gitmiştir.

    Unutmak, bir şeyin hafızadan tamamen silinmesi anlamına gelmiyor. Öyle olsaydı, bir kere kalıcı olarak silinseydi tekrar hatırlanmazdı. Oysa unuttuğumuz şeyleri hatırlayabiliriz ancak... Yani unutmadan hatırlayamazsın...

    Belki şöyle oluyor; adiyattan olan günlük olaylar, özel olarak kodlanmadığı için beynimizce donduruluyor, uykuya alınıyor... Biz buna unutma diyoruz. Sonra bir çağrışımla olay tekrar zihnimizde canlanıyor, buna da hatırlama diyoruz. O çağrışım her neyse; bir kişi, bir ses, bir koku, bir görüntü, bir duygu olabilir; uykuya bırakılmış hatırayı tozlu raflardan indiriyor... Senin anlayacağın, unuttuğun şey hatırlanmak için uygun anı bekliyor... Bu anın ne zaman geleceğini bilemezsin...

        ...

    Kahvenin önünde oturuyorduk... Beş kişiyiz, beşimizin de ilgi alanı ve karakterleri farklı... Konuştuğumuz şeyler denesiz, bu yüzden mevzu sürekli değişiyor.

    - 'Bunuñ bubası va ya...' diye söze başladı beşimizden biri. Bu, diye arkasından işaret ettiği kişi, az önce yanımızdan geçip içeri giren Sakaların Selahattin Atay'dı... Biz 'Eeee?' diye önünü açınca anlatmaya devam etti:

    - "Bunuñ Bubası Kelbekir, İdirzleñ Odeye girdi. İçerde Kelmısdıfa oturyo, biz de iki üç çocuk yanındeyiz... Acık heyâ dedikten sona Kelbekir, 'añnat bakam' dedi, Kelmısdıfeye... 'Ne añnaden, esgileden mi, yeñileden mi' deye garşılık verince 'Esgileden añnat' dedi... Azcık düşündükden sona 'Le, Aliefe seni nasıl döydüydü' dedi... Kelbekiriñ canı sıkıldı, 'Le, bırak esgileri!' diye tersledi..."

    Lafın burasında, olayı bize anlatan Dendenin Nebi Abi, izahat yapma gereği duydu. O da sonradan Kelmısdıfadan dinlemiş. 

    Bir zaman bunlar iki kel arkadaş koyun mu güdüyorlar, kuzu mu her neyse... Omarcık civarına sürüyorlar malları. Orada birinin mercimeğini bir güzel yayıyorlar, sonra Çayırlara doğru yöneliyorlar. Herhalde Yörükçeşmesini geçince, at üstünde Ali Efe'yi uzaktan görüyorlar. O vakit Ali Efe Muhtar... Tabi karşıdaki kişi Muhtar da olsa endişelenmelerini gerektirecek bir durum olduğunu düşünmüyorlar. Lakin Ali Efe bunların Omarcık'ta ne halt ettiklerini biliyor, uzaktan izlemiş demek ki... Ürkütmemek için tatlı dilini kullanıyor. İşte Kelmısdıfanın kavalının kalitesinden, iyi kaval çalışından, sesinin de güzelliğinden filan söz ediyor ki; çaktırmadan yaklaşsınlar... Atış menziline girince, elindeki değneği Kelbekire öyle bir indiriyor ki...

    Sonrasını bilmiyoruz... Amma Kelbekirin çok canı yanmış belli... Yıllar sonra arkadaşının hatırlatmasına bile tahammülü yok;  ''Le, bırak esgileri!' diye delleniyor...

    Nebi Abiye, 'Nerden aklına geldi şimdi bu?' diye sordum...
    - 'Ne bilen valla! Unutduydum, Seletdini görünce aklıma geldi.' dedi.

    Asıl olay 1940'lı yıllarda yaşanmış olmalı... İdirizlerin Odadaki kısmı ise olsa olsa 1960 başlarıdır. Nebi Abinin zihninin bir köşesinde yıllanmış bir hatırayı durup dururken hatırlayıvermesi sebepsiz olmasa gerek... Olayın asıl kahramanları göçüp gitti, üçüne de rahmet olsun...