27 Ağustos 2022

Yav Hazırlıksız Filan...

 

    Çantadan evrak dosyasını çıkardı, kağıtları bir kaç kez alt üst etti; lakin bulamadı. Bana verdi, bir de ben baktım, hayır...  Yoktu. Son yazdıklarını İzmir'de unutmuş Berber Emmim... Epeyi hayıflandı. 'Fotoğrafını çekip gönderirsin' dedim. Çocuklar telefonla nasıl fotoğraf çekeceğini, o fotoğrafı birine nasıl göndereceğini gösterdiler...

    Ertesi gün tuttuğu yeni notlarla geldi... Ortam biraz kalabalıktı, aldım onları pek üzerinde durmadım. Dereden tepeden konuşurken aklıma geldi, ortalığa '27 Ağustos Cumartesi günü Dr. Selami Kurt'un tebliği var, ben gideceğim; isterseniz beraberce gideriz' diye bir teklif sundum.

     Haberi kısaca özetledim. Türk Tarih Kurumu Büyük Taarruzun 100. yılı münasebetiyle üç gün sürecek bir sempozyum düzenlemiş. Türkiye'nin her yerinden yüzden fazla akademisyen geliyor. Protokol konuşmalarından sonra Prof. Dr. İlber Ortaylı'nın konuşması ilk gün... Ertesi günkü bildirilerden biri de Selami Bey'den... 'Adını Anıtkaya Şehitliğine Altın Harflerle Yazdırmış Türk Süvarisi: Binbaşı Galip ve Silah Arkadaşları'.. İlk günkü programa katılamayız: ama ertesi gün boşuz...

    Benim teklife pek ilgi gösteren olmadı... Biri müstesna... Berber Emmim heyecanlandı 'Unutturma da gidelim' dedi... 'Eğer düşündüğüm konu ise, Selami Bey buna uzun zamandır hazırlanıyordu. Merak ediyorum, dinleyelim. Köyümüzün konuşulacağı yerde bulunmamız icap eder. Ayrıca Selami Beye sürpriz yapmış oluruz, hem şaşırır, hem sevinir...'

    Geceden sözleştiğimiz gibi, sabahleyin kendisini almaya gittim. Bu arada şu da bilinsin, bu katılım için gece oğluyla Köye dönmeyip Afyon'da kalmıştı... Neyse, çıkmamıza yakın 'Ara da sor bakalım, programda bir değişiklik var mı? İptal, tehir gibi şeyler olabilir, işi sağlama alalım' dedim. Böyle organizasyonlarda her şey planlandığı gibi gitmeyebilir. Aksamalar, teklemeler olağandır...

    Aradı, her şey yolundaymış, belirlenen saatte onların oturumu başlayacakmış... Her şey yolundaymış amma... Bizim plan bozuldu... Kendi ellerimizle sürprizi bozmuş olduk yani... Hesaba göre añıstadan varacaktık... Ben bunları düşünürken Berber Emmim telefonu elime tutuşturdu, Selami Bey yer tarifi verecekti... Sesinde memnuniyet izleri vardı... Yer tarifinden sonra '... Hem Berber Amcanın katkısıyla sunum güzelleşir...' gibisinden söylediklerini Berber duymuyor tabi... Ben de varana kadar añmadım kendisine... Bozulan sürprizin yerine, yenisi gelmişti kendiliğinden... Sadece adres değişti...

    Vardık... İçten bir sevinçle karşıladı Selami Bey, sağolsun... Oturum Başkanına ve arkadaşlarına 'Anıtkaya'nın canlı tarihi Berber Ahmet'i takdim etti. Bildirisinde kendisine de söz vermek istediğinden filan söz etti... Biraz konuştuk...

    Berber Emmi meselenin nereye varacağını fark ettiğinde, çoktan salondaki yerimizi almıştık. 'Yav hazırlığımız da yok...' filan diye söyleniyor, ama... 

    Selami Beyden önceki sunumları herkes uslu uslu dinledi. Onlar da efendice anlattılar, dinledik, alkışladık... Sıra beklediğimiz sunuma gelirken yeni dinleyiciler de salona girdi, ortalık hareketlenmeye başladı.

    Şöyle oldu: Selami Bey kürsüye çıktığı sırada Oturum Başkanı kısa bilgilendirme konuşması yaptı. Bu arada Berber Emmiden de söz etti... Emmim aynı modda 'Yav hazırlıksız filan..' Tabi sadece ben duyuyorum bunları... Selami Bey'in sunum konusu, kendi yaşadığı topraklar olduğu için; coşkusu beden diline ve ses tonuna yansıyor. Bu yüzden daha sözlerinin başında gerek Başkan ve gerekse katılımcılar ile etkileşimli bir sohbete döndü iş. O ana kadar bir robot soğukkanlılığıyla konuşmacıları dinleyen bizler, birden programın bir parçası oluverdik. Bunda Selami Beyin sıcak üslubunun büyük etkisi vardı...

    Bildirisinin sonuna doğru, Başkan isteyen herkese söz verdi. Yüzüncü Yılın resmi/soğuk sempozyumu birden sımsıcak bir panel/sohbete dönüşüvermişti.

    Süre çoktan aşılmış olmasına rağmen yine de 'Canlı Tarihi' kürsüye çağırdı. Oraya giderken hala 'Yav hazırlıksız filan...' diye hafif sesle söyleniyordu...

    Adam 'hazırlıksız filan...' ama, hiç de öyle kürsüye yabancı gibi durmuyor... Dinleyici koltuğunda bulunanların psikolojisini bildiğinden olsa gerek, kısa konuştu... Alkışlarla yerine otururken, bu sefer de 'Keşke haberim olaydı' diyordu...

    Oldum olası yazdıklarının, anlattıklarının önemsiz/lüzumsuz şeyler olduğunu düşünür. Kaç kere 'Sen anlattıklarının kıymetini bilmiyorsun, her kelimesi bizim için önemli' dediysem de hala aynı kafada. Yemekten sonra Selami Bey, 'Ne dediğinin önemi yok, bugün o kürsüye çıkmış olman mühimdir' dediğinde  cevap olarak  'Yav hazırlıksız filan...' diye mırıldanıyordu.

    26 Ağustos 2022 günü Atatürk Kongre Merkezi'nde İlber Ortaylı'yı dinleyemedik. Ancak ertesi gün kürsüde Berber Emmim vardı...

    Kongre Merkezinden ayrılırken Dr. Selami Kurt, 'Bugün burada yaşananlar güzel bir yazı konusu olur artık' dediyse de... Duymazdan geldim...



23 Ağustos 2022

Çakallar

 

    Çiftçioğlu Bekir'in Ömer ve Himmet adında iki oğlu vardı. İkisine birden Himmetoğlu deniliyordu. Büyük olan Ömer'in çocuklarından bugünün Tekirgızılarına geliniyor. Küçük olan Himmet'e ise Eğret telaffuzuna daha yakın bir söyleyişle Ümmet dediler. Haliyle Himmetoğlu Himmet kolu 'Ümmetler' biçiminde yerleşti.


    Himmet kayıtlara 1 yaşında diye geçirilmiş. Kayıt tarihi kesinlik arzetmiyor, sadece defterin 1830-1840 arasında tutulduğunu biliyoruz. Bu yüzden net bir tarih verilemese de bu tarih aralığında doğduğu kesin... 

    Fatma Hanım ile evleniyor ve 1872 yılında Hasan dünyaya geliyor. Bir vakit sonra Fatma Hanım vefat ediyor. Himmetoğlu Himmet dul kaldı...

    Alemdaroğlu Mehmet ve Hüseyin kardeşlerin (Keklilkler) Fatma adında bir kızkardeşleri vardı, Türkmenoğlu Ali'ye (Arzılar) vermişlerdi. 1888 Yılında Ali askerde kalınca yeni doğan oğluna da Ali adını verdiler. Fatma Hanım, taze çocuğuyla kardeşlerinin yanına döndü. Biraz palazlanınca dayıları Ali'yi kendi çocuklarıyla birlikte büyütmeyi üzerlerine aldılar. Fatma tekrar kocaya gidiyordu...

    Beride eşi Fatma Hanımın ölmesiyle dul kalan Himmet, kendisi gibi bir çocukla dul kalmış Kekliklerin Fatma ile tekrar evlendi. 1894 Yılında Kezban adını verecekleri bir kızları dünyaya geldi. Ümmetlerin Hasan'ın bir kardeşi olmuştu... Lakin bir süre sonra babaları Himmet vefat etti. Kekliklerin Fatma'ya tekrar yol göründü, kardeşlerinin yanına dönecekti. Bu sefer kucağında Ümmetlerin kızı Kezban vardı... Ümmetlerin Hasan'ın kardeşi ve meşhur Çanakkale kahramanı Kel Ali'nin de karınkardeşi olan bu Kezban'ın akıbeti bilinmiyor...

    Ümmetlerin tek oğlu Hasan'ın saçında beyaza yakın bir ağartı vardı. Bu yüzden ona Çakal Hasan lakabı da takıldı. Sülaleye de hem Ümmetler hem de Çakallar denildi.

    Babası ikinci hanımını aldığında Çakalhasan da evliydi. Velciklerin Ahmet kızı Nazife/Nazike ile evlenmişti. Hatta kardeşi Kezban ile aynı yaşta bir oğlu vardı, adı Ahmet... Ondan sekiz yıl sonra 1902 yılında kızları Gülsüm doğdu. Daha sonra 1907'de Bekir ve 1911'de ise İbrahim doğdular...

    Üç oğlan ve bir kızın macerası bize yirminci asır Ümmetler/Çakallarını anlatır. Tek tek onları ele alalım...

    Birinci Dünya Harbi başladığında Ahmet 20 yaşında delikanlıydı. Cepheye gittiğinde evli değildi... Bir daha geri dönmedi... Kızları Gülsüm ise gelin olmadı, o halde 1937 yılında vefat etti. Kızından bir yıl sonra da Çakalhasan kendisi öldü... Eşi Nazife/Nazike Hanımın 1925'ten önce vefat ettiği sanılıyor...

    Hayatta kalan iki oğluna gelince.... Çakalların Bekir, Sıntırlardan Ali kızı Hatice ile evlendi. Hatice Hanım Kelhasanın kardeşidir... Refiye ve Gülsüm adında iki kızları olduktan sonra Bekir 1946'da vefat etti. Eşi Hatice Hanım kızları yanında tay olduğu halde Garaca Süleyman'a vardı. Kızlarını oradan gelin etti. Büyük kızı Refiye, Arapselimlerden Selim Zenger eşi; küçüğü Gülsüm de K.Kalecikli Hacınınhasan (Hasan Çelik) eşi oldu... 

    İbrahim de Sıntırlardan evlendi. Aslında onun eşi Emine Arapların Halil'in kızıydı, ama anası itibariyle Sıntırlardandı. Emine Hanım, Devecinin de kardeşi olur. Ayrıyeten bu evlilikle Dönelerin Ali ile Çakalınibram bacanak oldular... Ümmetlerin İbrahim 1982 yılında vefat etti. Eşi Emine Hanım ise yirmi yıl sonra 2002'de öldü...

    Üçü kız üçü oğlan, altı çocukları oldu. Kızları; Nazik, Canavarcı eşi; Hatice, Devecinin Cemil eşi; Kerime, Dönelerin Ali'nin Zafer eşi oldu. Kızların evliliklerindeki akrabalıkları tekrar tekrar belirtmeye gerek yok... 

    Ümmetin İbrahim'in erkek çocuklarına gelince... Büyükleri Hasan, dedesi Himmetoğlu Hasan'ın adını taşıyor. 1944 yılında doğdu. Lakabı 'Akkiprik' idi. Uzun yıllar Anıtkaya Tarım Kredi Kooperatifinde çalıştığı için 'Kopretifçi Hasan' da derlerdi. Kalecikli Fadime Hanım ile evlendi. İbrahim, Emine ve Gültekin adını verdiği üç çocuğu oldu. İbrahim, Kalecik'ten teyze kızıyla; Gültekin ise Afyon'dan evlendi... Akkiprik 1910 yılında vefat etti... Küçük oğlu Gültekin Afyon'da çalışıyor ve orada oturuyordu. 2022 Yılında bir trafik kazasında vefat etti...

    İbrahim'in ortanca oğlu Halil'dir. 1949'da doğdu... O da ana-dedesi olan Arapların Halil'in adını almış. Tatıresilin Mustafa kızı Nezahat ile evlendi ve Sağıroğlunun Salim, İdirizlerin Sarı Mehmet, Kumpirhasanın Mısdan oğlu Adem ile bacanak oldular... DSİ' de çalıştığından Anıtkaya'dan erken ayrılıp Afyon'a yerleşti. Emeklilikten sonra bir ayağı köydedir... Maziye dair geniş bir bilgi dağarcığı var. Anlattıklarını ayıklayabilirsen, çok değerli bilgiler bulursun. Ben öyle yaptım; kendisi fark etmese de kaynak kişilerimden biri oldu... Kadriye, Hülya, İbrahim ve Tuğba adlarında dört çocuğu var... Dedesinin adını alan İbrahim'in çocukları ise; Gökçen, Zeynep ve Ertuğrul... Afyon'da oturuyorlar...

    Çakalların İbrahim'in en küçük oğlu, 1955 doğumlu Ahmet'e, herhalde şehit amcasının adını koymuşlar. Bidakgenin kızı Ayşe ile evlendi. Ahmet'in bacanakları: Şemşilerin Lütfi, Hacapdıramanların Ahmet, Akömerin Terzi İzzet, Gulizin Mahmut... Emine adını verdikleri kızı, Dönelerin Yusuf oğlu Ali eşidir. Oğlu ise dedesi Çakalların İbrahim'in adını taşır...

    Çiftçioğlu Bekir'in büyük oğlu Ömer'den torunları, nasıl adım adım Tekirgızılara dönüştüyse; küçük oğlu Himmet'ten torunları da sırasıyla Çiftçioğlu > Himmetoğlu > Ümmetler > Çakallar olmuş. Yalnız Tekirgızılarda bariz bir biçimde Selimlerle akrabalık kurulduğu görülürken, Çakallarda akrabalık yönelimi Sıntırlara kaymış. Bir de Çakalların soyadı YET...


21 Ağustos 2022

Tekirgızılar

 

    1840 Yılında Eğret'te Çiftçioğlu sülalesi bulunuyordu. Üç haneden oluşan Çiftçilerin yalnız biri yirminci yüzyıla ulaşabildi. Uzun boylu, kara sakallı ve 40 yaşlarındaki Çiftçioğlu Bekir'in dışındakiler bir şekilde eridi... Bekir'in soyundan gelenler de Himmetoğlu diye anılıyordu, yani Çiftçioğlu lakabı unutuldu. 

    Onlara Himmetoğlu denmesinin bir sebebi olarak Bekir'in küçük oğlunun Himmet adını taşıması gösterilebilir. Ancak daha 1840 yılındaki Çiftçilerin üç hanesinden birinin reisi 'Çiftçioğlu Himmet'in oğlu İbrahim' diye kaydedilmişti. Yani Bekir'in oğlundan önce sülalede Himmet vardı... Hatta onlardan 4-5 nesil önce, 1690'lı yılların mahkeme kayıtlarında Eğretli 'Ömer oğlu Himmet' ismine rastlanıyor. Tabi o kadar uzak geçmişteki bir isimle bu Himmet'in bağı olduğu söylenemez... Ancak olmadığı da söylenemez...


    Konumuzu teşkil eden Çiftçioğlu Bekir'in 11 yaşında Ömer ve 1 yaşında Himmet adında iki oğlu var. Küçük Himmet'in çocuklarına 20. yüzyılda 'Ümmetler' 'Çakallar' denilecek... Şimdilik işimiz Ömer ile...

    Ömer'in 1820-1830 arasında doğduğu anlaşılıyor. Evlendikten sonra onun da iki oğlu oldu; büyüğü Hasan, küçüğü Halil... 

    Ömer'in büyük oğlu Hasan, Ayanoğlu Ömer kızı Fatma ile evlendi. Fatma Hanım Kölgecinin halası olur. 1855 Doğumlu Fatma Hanımla akran olduklarını düşünerek Hasan'ın da o yıllarda doğduğunu söyleyebiliriz... Aslında Fatma Hanımla bu evlilik sayesinde Himmetoğlular-Selimler arasında ilk irtibat kuruldu diyebiliriz. Çünkü Fatma Hanımın anası Selimlerden... İkisi kız, altı çocukları oldu.  Doğum tarihilerine göre bir sıralamaya tabi tutunca o çocukların dizilişi şöyle olur: 1878 Halil, 1879 İsmihan, 1880 Osman, 1881 Hasan, 1889 Ali ve 1894 Ayşe... 

    Küçük kız Ayşe doğduktan bir süre sonra Himmetoğlu Hasan vefat etti. 1905 yılına gelindiğinde altı çocuğun durumu şöyleydi: Büyük kız İsmihan, Selimoğlu Halil'e vardı; Samancı ile Bulduk'un anası olacak... Büyük oğul Halil, Musa kızı Hatice Hanım ile evlendi, hatta Aliye ve Şerife... Babası öldükten sonra evin reisi Osman olmuştu, O da Selimlerden Çolömerin kardeşi Ayşe Hanım ile evlendi, Emine adında bir kızı var... Diğer Oğul Hasan, Arapselimin kızından torunu Kezban ile evlendi, Kezban'a ileride Arapgızı denilecek... Küçük kardeşler Ali ile Ayşe henüz evlenmediler...

    İşte bu sırada altı kardeşin amcaları, Himmetoğlu Halil ortaya çıktı. Uzun süre önce Eğret'ten ayrılmıştı. Kütahya'ya yerleşmiş, orada evlenip düzenini kurmuş. Fatma ve Ayşe adında iki de kızı varmış... Şimdi, 1905 yılında Afyon Mahkemesine başvurmuş, diyor ki:

... Eğret Köyünde Yayla Yolunda altı dönüm, Seki Altında dört dönüm, Tekketoprağında dört dönüm, Uluyolda iki dönüm, İnüstünde üç dönüm, Yataklarda üç dönüm, Çadırayakta on dönüm, Fasılhüyükte  otuz dönüm, Angıtininde (Añıdini) otuz dönüm, Köprübaşında dokuz dönüm, Bükte iki dönüm olmak üzere toplam yüz üç dönüm, on bir parça arazi; bundan önce vefat eden pederim Himmet oğlu Ömer bin Bekir’den benimle ana-baba bir erkek kardeşim Hasan’a intikal etmiş; kardeşim Hasan da vefat edince hissesi evlâdları Osman, Halil, Hasan, Hüseyin, İsmihan ve Ayşe’ye intikal etmiştir. Belirtilen arazilerden yarı hissemin kızlarım Ayşe ile Fatma'ya taksimini... Yine Eğret Köyünde bulunan evimin sadece kızım Fatma'ya verilmesini...


    Halil Amcanın dava dilekçesi böyle. İş nasıl neticelendi, bilinmiyor. Bu dilekçeden bizim hissemize düşen şu: Himmetoğlu Hasan'ın nüfusta Ali olarak kaydedilen küçük oğluna Hüseyin diyorlarmış... Kardeşi Ayşe ile birlikte evlenmemişlerdi, sanırım hiç evlenmediler; zira onlardan günümüze bir yadigar kalmamış... Yalnız 1927 tarihli bir mahkeme kaydında 'Himmetoğullarından Hasan kızı Ayşe' davacı olarak görünüyor; davalı ise Selimoğlu Ömer; bu Körselimlerin Ömer oluyor... Davanın konusu ve neticesi anlaşılamadı, acaba evli miydiler?... 1948 Yılında vefat ettiğinde Ayşe Hanımın evli olduğuna dair bir bilgi bulunmuyor; Bacıdede defterinde 'Davılcı Hasan'ın halası Ayşe Haykır' diye tanımlamış...

    Şimdi üç oğlanın hikayesine bakalım...

    1. Himmetoğlu Halil

    En büyükleri olan Halil, Dumanoğlu Musa kızı Hatice ile evlendi; Gadıngızların Kedimehmet ile bacanak oldu... Hatice Hanım ile Halil'in iki kızı vardı, Aliye ve Şerife... Şerife'ye 'Gambırşerif' diyorlardı, Tekelilerin Nuri'ye vardı; Delifadime, Garasabire, Palaibram, Tekelilerinşükrünün anasıdır... 1897 yılında doğan büyük kız Aliye ise, Gümülcine macurlarından Ahmet ile evlendi. Daha doğrusu Macur Ahmet, Aliye'ye içgüveyisi girdi. Söylendiğine göre Apak Mevlüt'ün evin yanında bir yerlerde duruyorlarmış. O sıralar Bilaller de orada oturuyor... Macur Ahmet'in babası adı Abdi olduğu için 1925'ten sonra doğan oğluna o ismi vermişler. Macur Ahmet 1931, Aliye Hanım ise 1943'te vefat ettiler. Sonradan İzmir'e taşınan Abdi, Şekerim Abdi olarak lakaplanacaktır...

    2. Himmetoğlu Kel Hasan

    Himmetoğlu Hasan'ın ortanca oğlu Hasan 1883 yılında doğdu. Aslında en küçükleri Ali/Hüseyin'i saymazsak, Himmeteoğlunun küçük oğludur denilebilir... 'Kelhasan' diyorlarmış... Arapkızı Kezban ile evlenmişti. Kezban Hanıma böyle demelerinin sebebi Arapselimin torunu olmasıdır. Anası Arapselim kızı, babası da Hacımahmutlardan  Hüseyin'dir. Buna rağmen Hacımahmutlara değil de Arapselimlere nispet edilmesi de ilginç tabi... Kadir ve Ömer adında iki oğulları vardı...

    Cihan Harbine katılan Kel Hasan geri dönemedi... Himmetoğlu Hasan oğlu Hasan; İkinci Kolordu, Altıncı Fırka, Onyedinci Alay, Birinci Tabur, İkinci Bölük, İkinci Takım, Onbirinci Manga neferi iken, 11 Temmuz 1915 sabahı Seddülbahir'de sol omuzuna şarapnel isabet etti. İki saat kadar sonra, saat 10.30 sıralarında şehiden vefat etti... Selimlerden Çolömerin oğlu Halil Çavuş ile aynı mangadalardı. Müdüroğluların Halil Çavuş ile, Selimlerin Halil Çavuş; köylüleri şehit Kel Hasan'ı oraya defnettiler... 

    Büyük oğlu Kadir zaten hastacaktı, çok yaşamadı öldü. Sakınılan göze çöp batarmış 'Ömerime iyi bak' diye Kel Hasanın emanet ettiği küçük oğlu da dambeşten düştü, üstelik başına da ağır bir şey isabet etti. Bu olaydan sonra çocuğun adı 'Gambır Ömer' olarak kalacaktır. 

    Bu arada dul kalan Arapkızı, Bolvadinli Çakal Bekir ile evlenecek ve ileride ondan da Köralosman ve Halil doğacaktır. Onlar ayrı başlıkta ayrıca incelenecekler, biz Gambırömeri burada da zikredelim...

    Gambırömer
    Anası Arapkızı Kezban'ın yanında Bolvadinli Bekir'e tay giden Ömer... Bu yetim çocuğun başına da gelmeyen kalmadı. Dambeşten düştüğü yetmiyormuş gibi, ağır bir şey gelip kafasına isabet etti. Bu kazadan sonra sakatlandı, sırtında oluşan kamburluk sebebiyle lakabı 'Gambırömer' kaldı.

    Gambörömer de büyüdü. Selimlerden Gocaguliz (Ali Osman Uysal) kızı Hafize ile evlendi, böylece Omarcıkların Bödü Mehmet ile de bacanak oldular. Gambırömer 1974, Hafize Hanım ise 2009 yılında vefat ettiler...

    Bir oğulları var... 1950 yılında doğan bu oğullarının adını Kadir koydular. Bu isim, Gambırömerin küçükken ölen abisinin adıydı. 'İncegadir' dediler ve bu ona lakap oldu. Daha yaygın lakabı ise 'Gambırömerin Gadir'...

    İncegadir, bir zaman dedesi Gocagulizden kalan yerde ayakkabı dükkanı açtı. Önünde oturur saz çalardı... Fazla yürütemedi o işi... Takgasların Cılımısdık kızı Huriye ile evlendi. Bir kız, üç oğlu oldu. Kızına ninesi Arapkızının ismi olan Kezban adını koydu. Kezban, Tekelilerin İbilinin oğlu Cengiz Taşkın eşidir. Gambırömer ve Gocagulizin adlarının yadigarı iki oğlu Ömer ve Osman erken vefat ettiler. Küçük oğlu Fatih, Hassönler/Şekeralilerin Ali kızı Azime ile evlendi. Ömer, Ernur ve Ela isimli üç çocuğu var.

    Aragızı ile mevzuyu kapatalım... Uzun yıllar yaşadı... Evi, oğlu Gambırömerin evin ardındaydı. 1970 Yılında orada vefat ettikten sonra, o ev uzun müddet öylece kaldı. İçinde oyun oynadığımız harabeye, kendisini hiç görmediğimiz Kezban Hanıma nispetle 'Arap Ninenin Ev' derdik...

    3. Himmetoğlu Osman

    Babası öldükten sonra evin reisi olan Osman, aslında ortanca kardeştir; 1880 yılında doğdu. Selimoğlu Halil kızı Ayşe Hanım ile evlenmişti. Ayşe Hanım Çolömerin kardeşiydi, ama anaları ayrı idi.  Ömer'in annesi Emine, Ayşe'nin annesi ise aslen Tekirdağlı olan Ayşe Hanım idi. İşte tam da bu yüzden Himmetoğlu Osman'ın eşi Ayşe Hanıma 'Tekirkızı' diyorlardı. Bu evlilikle beraber Tekir kızı, sülalenin adının 'Tekirgızılar' olarak değişmesini sağlayacaktır...

    Tekirgızı Ayşe ile Himmetoğlu Osman'ın üç kız iki oğlan, dört çocukları oldu. Gülsüm, Maver, Hasan, Mevlüt ve Fatma... En küçükleri Fatma, 1924 yılında doğdu; iki yaşındayken vefat etti... Gülsüm, Bilallerin Apil eşi oldu. Maver, Apdıramanların  Kadir'e; o öldükten sonra abisi Körhalile vardı. Ondan da ayrıldıktan sonra, daha bir kaç evliliği oldu. En sonunda Karacahmet'e gitti ve orada vefat etti... Ali Osman Kirkit'in anasıdır... 

    Davılcı Hasan
    Tekirgızının 1918'de doğan büyük oğluna, dedesinin adıdır diyerek Hasan ismini koydular. Davul çaldığı için 'Davılcı' diye de bilinirdi. Selimlerden Dayı kızı Refiye ile evlendi. Dört kız üç oğlan, toplam yedi çocukları oldu. Kızlar; Ayşe, Terlemezlerin Osman eşi; Beyhan, Danaların İbrahim eşi; Aliye, Tekelilerin Rofi Taşkın eşi; Selime, Garapaçaların Osman eşi oldular... 

    Davılcı Hasan'ın oğlanlara gelince... Büyükleri Ahmet 1954 yılında doğdu. Körömerin kızıyla evlendi. Çocukları Refiye, Sevda ve Hasan'dır. Kızlar Anıtkaya dışından evlendiler; Hasan ise Müdüroğluların Çapar torununu aldı.

    Ortanca oğlu Osman 1960 doğumlu. Afyonlu Hacer Hanım ile evlendi. İzmir'de yerleşik ve mesleği icabı 'Aşçı Osman' olarak biliniyor. Bir oğlan üç kız, dört çocuğu var. İkisine ana babasının adları olan Hasan ve Refiye isimlerini vermiş... Küçük kızı bekar onun dışındakiler Anıtkaya dışından evliler...

    En küçük oğlu, 1965 doğumlu İsmail'dir. İlk ve Ortaokulda iyi kalpli karakteriyle sevilen birisiydi. 19 Mayıs kulelerinin zirvesinde bayrak açan hep İsmail Haykır olurdu. Çolömerlerin Körsüleyman kızı Şerife ile evlendi. Hasan ve Oktay adında iki oğlu var. Eşi Şerife Hanım 2020 yılında vefat etti. İsmail ve çocukları halen İzmir'de yaşıyorlar...

    Davılcı Hasan 1966 yılında vefat etti. Eşi Refiye Hanım ise uzun yıllar çocuklarının başında kaldı ve 1979'da vefat etti...

    Mevlüt Usta
    Tekirgızıların küçük oğlunun adı Mevlüt... 1923 Yılında doğdu... Eğret'in önemli yapı ustalarından biriydi...   Turabilerden Fatma Hanım ile evlendi. Osman, Alaaddin ve Fadime adlarında üç çocuğu oldu. Tek kızı Fadime, Garmenlerin Yakup Geçer eşidir... 

    İki oğlu da kendisi gibi inşaat sektörüne yöneldi. Büyüğü Osman, Sağırmahmut kızı Gülsüm Hanım ile evlendi. Üçü kız ikisi oğlan, beş çocukları oldu. Kızları Fikriye, İdirizlerden İbrahim oğlu Ramazan eşi; Emine, Arzıların Veysel oğlu Cengiz eşi; Fatma ise Hakkıların Süleyman oğlu Günaydın eşi oldular... 

    Osman'ın büyük oğlu Hasan Hüseyin, Gadıngızların Muzaffer kızı Ümmühan ile evlendi. Yaren ve Gülsüm adında iki kızları var, Afyon'da yaşıyorlar. Küçük oğlu Mevlüt ise Beyköylü Münire ile evlendi, Osman adında bir oğlu var. Eşi Gülsüm Hanım 2021 yılında vefat etti; Tekirgızıların Osman, oğlu Mevlüt ile birlikte Anıtkaya'da yaşıyor...

    Mevlüt'ün diğer oğlu Alaattin (Ali) Yumrukların Halil kızı Hatice Hanım ile evlendi. İki oğlu ve bir kızı oldu. Kızı Refiye Tomanlara gelin gitti. Büyük oğlu Ali Osman, Cıldırın kızı Hüsniye ile evlendi; Ali ve Sena olmak üzere iki çocuğu var... Diğer oğlu Mevlüt, Köprülülü Ayşe ile evlendi. Onun iki çocuğunun isimleri Ali Buğra ve Hatice'dir...

    Babaları, Tekirgızıların Mevlüt Usta 2003 yılında öldü. Fatma Hanım ise kocasından sonra çok durmadı ve 2005'te vefat etti...

    Önce Çiftçioğlu, sonra Himmetoğlu ve daha sonra Tekirgızılar olan sülalenin soyadı HAYKIR; Fakat Anıtkaya'daki bütün Haykır'lar Tekirgızılardan değil...



18 Ağustos 2022

Paşa Tekkesi

 

    Sülale araştırmalarında kağıt üzerinde bir yere kadar gidebiliyorsun, işler mutlaka varıp bir duvara tosluyor, öylece kalakalıyorsun. Kayıtları, listeleri tekrar tekrar kontrol etsen de hep aynı yerde mutlaka tıkanma oluyor. Bunun çaresi hafif bir dokunuş...

    Hafif hafif eriyen karın veya oluktan akan suyun bazı noktalarda göllendiği olur. Çer çöp, saman saşgı bir yerde suyun önünü tıkar, su akmaz olur orada birikir. Oysa o saman çöpünü alsan, önü açılacak ve su akmaya devam edecek. Ta ki yeni bir tıkanma yaşanacağı yere kadar... Böyle böyle her tıkandığı yeri hafif dokunuşlarla açtığında, avluda su birikmez, akar gider... Bu yüzden tıkandığı yerde mutlaka bir müdahale ister...

    Bizimkisi o hesap işte... Çıkmaza girdiğinde önünü açacak hafif dokunuş beklersin. Bilen birisinin dokunuşu... O sülaleyi en iyi bildiğini düşündüğün kişiyle görüştüğünde az veya çok bir ilerleme sağlarsın. Çünkü mutlaka işine yarayacak bir bilgi, problemi çözecek bir ipucu verir sana. İşte bu sebeple görüşme yöntemi en sağlıklısıdır, sık sık bilenlerle konuşman gerekir. 

    Planlı görüşmelerin dışında, bazen bir anda sürpriz fırsatlar çıkabilir önüne... Kütahya'da öyle bir fırsat oldu. Uzaktan gösterdikleri bir beyefendinin 'Hacının Hasan' (Hasan Çelik) olduğunu söylediler. Hakkında bir şeyler duymuştum; ama yaşadığını bile bilmiyordum... Gittim, tanıştık... Masadakilerin hepsini de gıyaben, kağıt üstünde biliyordum da... işte şimdi tanışıyorduk... Epeyce konuştuk... Babasını (Ahmet Çelik) anlattığı sırada, bir süreliğine çalıştırdığı dükkanın yerini tarif edecekti. Nasıl anlatsam der gibi bir tavrı vardı, sonra da 'Paşaların Tekkenin tam karşısındaydı' dedi... Benim hala anlamadığımı düşünerek 'Almanyalı Yaşar'ın evi karşısı, Lütfi Tüblek'in dükkanın oralardaydı' diye açıkladı... Tamam, şimdi anlamıştım...

    Dün akşamki sürpriz Hacının Hasan görüşmesi çok yararlı oldu. Daha önceden kafama takılan çoğu soru böylece cevabını bulmuştu. Gerçi şimdi de başka soru oluştu; Paşaların Tekke'yi ilk defa duymuştum. Ne yani, Almanyalı Yaşarın evin oralarda türbe mi varmış? 

    Gün boyu bunu soruşturdum. Varmış... Ali Paşa'nın evinin avlusunda tekke (Anıtkaya'da türbeye yatır veya tekke derler) varmış ve buna Paşaların Tekke derlermiş. Hacı İbrahim türbesine Eminlerin Tekke dediklerine göre, buna da Paşaların Tekke demeleri gayet normal... Eğret'teki diğer tekkelere gösterilen hürmet buna karşı da gösterilir, sık sık başında Fatihalar okunur, dualar edilir, adaklar dağıtılırmış. Sonra sonra unutulup gitmiş... Paşaların damadı olan Yaşar Soylu buraya ev yapınca ve o eski dualı, adaklı günleri yaşayanlar da birer birer göçünce hatırlayan da kalmamış. 

    Şimdi, o civarda büyümüş, hatta evleri Tekkeye komşu bir kaç kişiden işittim; küçüklüklerinde Tekkeden doğru dümbek (kudüm) sesi işitmişler defalarca... Yalnız bu ses herkesin kulağına gelmez, genellikle çocuklara duyururmuş kendini. O çocuklar da büyüdükçe işitmez olmuşlar... Acaba şimdilerde hangi çocukların dimağındaki nağmedir kudüm sesleri?...

    Paşaların Tekke meselesi böylece halledilmişken... Birden aklımda tuhaf bir şavk parladı, söndü...

    Bundan bir yıl kadar önce Ömer Kayır Bey bir şiir göndermişti. Muhtemelen İrfan Ünver Nasrattınoğlu'ndan alıntılanan bu şiir, Eğret Tekkelerini manzum bir biçimde anlatıyordu. Resul Baba ve Hacı İbrahim için söylenen birer kıtadan sonra, çok bilinmeyen iki zat için de birer dörtlük söylenmişti... Bu zatların neredeyse unutulmuş olması üzüntü vericiydi...

    Paşaların Tekke acaba o iki tekkeden birisi miydi? Şiiri kaydettiğim dosyayı açtım... Ta kendisiydi...

            İlahi yarabbi, koru bizi
            Mahşer yerinde imanımızı
            Eğret Köyü'nde PAŞA TEKKESİ
            O da ermiş evliyadandır.

    Ali Paşa'nın avludaki türbeye Paşaların Tekke derlermiş. Hacının Hasan sayesinde Paşa Tekkesi bulundu. Unutulmuş diğer türbe Öksüz Tekke imiş... Şiirin onu anlatan kısmını da aşağıya alayım, kim bilir bir vesileyle Öksüz Tekke de bulunmuş olur...

            Mahluklar içinde muzırdır çekke
            Çok olursa millet; kıtlık çeke
            Eğret Köyü'nde ÖKSÜZ TEKKE
            O da ermiş evliyadandır.

    çekke: çekirge




14 Ağustos 2022

Ayıcı Arif

 

    Seydileri çalışırken, Seydi Yavuz (Terzi Seydi) ile mülakat yapmıştık. O sülale hakkında bilgi alabileceğimiz en yetkin kişiydi. İster istemez görüşmenin merkezini Dedesi oluşturdu ve böylece ortaya bir Seydi Çavuş portresi çıktı.

    Seydi Usta, dedesini anlatırken heyecanını saklayamıyordu. Görüşme bittiği halde sırf 'Sığıreğleği Olayı'nı nakletmek için bizi yoldan geri çağırmıştı. Olayı anlatırken heyecanı doruktaydı. Kısaca olayı hatırlayalım...

    Yunanların İzmir'e asker çıkarmasından sonra elde düzenli bir ordu bulunmadığı için, yerel halk çeteler yoluyla işgale karşı durmaya çalıştı. Bu sırada çok sayıda irili ufaklı çeteler ortaya çıktı. Bununla beraber Kuvay-ı Milliye adı altında dağıtılan ordudan arta kalan birliklerle yeni güçler de vardı. Diğer yandan Ankara Merkezli bir Meclis çalışmasının da başladığı günler... İlk zamanlarda düşmana karşı gayet başarılı direnişler gösteren çeteler, bir süre sonra dert olmaya başladılar. Çünkü eşkıya çetesini andırır başıbozuk hareketler yapıyorlardı. Kuvay-ı Milliyeye katılmaları konusunda bir çalışma başlatıldı. Ya orduya katılacak ya da öldürüleceklerdi, çalışmadan kasıt budur

    Seydi Çavuş da Gediz-Altıntaş-Eğret hattında faaliyet gösteren bir çete reisi.  Sonradan çetesinin eşkıyalaştığını kendi adamları da itiraf ediyor. Büyük çeteler halledildikten sonra sıra Karacaoğlu Seydi Çavuş çetesine geliyor. Onun Eğret'te olduğu bilgisini aldıklarında Seydi Çavuş yalnız, adamlarını getirmemiş. Komutan Ayıcı Arif, Muhtar Molla Osman'ın odada pusuda... Seydi Çavuşun da pusudan haberi var... Buna rağmen giyiniyor, silahlarını kuşanıyor ve Tekkenin yanından Sığıreğleğine giriyor. Silahını havaya sıkıp, naralar atarak Ayıcı Arif'e meydan okuyor... Bir şamatadır kopunca halk da Sığıreğleğinin beş girişine yığılmış... Sonunda Yeşilömer Dedeyi çağırtarak ona cura çaldırıp bir güzel de zeybek oynamış... Ve Hatiplerin Odanın yanından, askerlerin önünden geçerek Aliyelerin Odadan kıvrılmış, Söğütcük'e doğru çekip gitmiş. 

    Terzi Seydi'nin anlattığı Sığıreğleği olayı ana hatlarıyla böyle... Anlattıklarında mantık çerçevesine oturtamadığım yanlar vardı. Onun duygusallığına ve heyecanına vermiştim bunları... Mesela Seydi Çavuş ve Bayatlı Ayıcı Arif'ten efsanevi kişilikler gibi söz ediyordu... Yine de olayı Çakır Mehmet gibi gerçek kişilerle şahitlendirince, bulanık görüntü netleşmeye başladı. Bunun üzerine Seydi Çavuş'u kaleme almaya karar verdim ve o ham haliyle yazdım. Kafamda hala bazı soru işaretleri bulunmasına rağmen... 

    Bayatlı Ayıcı Arif, uğrunda Eğret'e kadar geldiği Seydi Çavuş'u öldürmek veya derdest etmek dururken, neden elini kolunu sallayarak gitmesine izin verdi?

    Bazı soruların cevabı, vakt-i merhunu bekliyor...

    Taşpınar Dergisinin 26. Sayısında 'Afyonkarahisar Havalisi Kuvay-ı Milliye Kumandanı Kaymakam (Bayatlı) Arif Bey' başlığını görünce, yazının Sığıreğleği olayındaki 'Bayatlı Ayıcı Arif'i anlattığını anladım. Şükrü Türkmen imzalı harika incelemeyi hemen okudum. Gerçi Seydi Usta'nın dediği gibi 'Ayıcı Arif' demiyorlardı; ama basbayağı Kumandan Bayatlı Arif'ti işte... 

    Meğer Seydi Çavuş gibi Ayıcı Arif de efsane değil gerçekmiş...

    Diğer ayrıntıları yazının kendisine havale ederek bir hususu belirteyim. Kuvvacı olduğu için İstanbul Hükümetince Yarbay Arif Bey hakkında yakalama kararı çıkarılır. Zaman zaman Jandarma peşine düşer, çarpışmalar yaşanır, adamlarından ölenler olur filan... Sonra bazı görüşmeler yaparak yakalama kararını kaldırtır. Bundan sonra kendi müfrezesini kurar, Kuva-yı Milliye'nin başına getirilir, Afyon bölgesini çetelerden temizleme görevi verilir. Bunu yaparken, prensip olarak önce eşkıyayı orduya kazandırma amacını güder. Kaç kere, öldürmek üzere olduklarının askere katılma sözü üzerine canlarını bağışlamıştır.

    Bu yazıyı okuyunca, kafamdaki soru cevabını bulmuş oldu. Ayıcı Arif, Seydi Çavuş'u öldürmek gayesiyle hareket etmemişti. Belki son çare olarak onu da yapardı; ama asıl gayesi onu Milli Kuvvetlere eklemlemekti. Ayrıca onun vatansever biri olduğuna ikna olmuştu; konuşmasının bir yerinde Seydi Çavuş 'Hey Ayıcı Arif! Sen zaptiyeysen, ben de zaptiyeyim!' diye bağırmıştı. Belki bu söz ile Ayıcı Arif, bir zamanlar kendisinin de -vatansever olduğu halde- kanun kaçağı ilan edildiğini hatırlamıştı...

    Seydi Çavuş'un gitmesine neden izin verildiği anlaşıldı ama....

    Bende sorular bitmiyor... O gün Sığıreğleğinde, Yumrukların Musa Çavuş'u kim, neden vurdu?... Acaba bunun cevabını bulabilecek miyiz?...


11 Ağustos 2022

Paşagızılar

 

    Selimlerin bilebildiğimiz en uzaktaki ismi Hacı Ali'nin sekiz oğlu arasında Ahmet yok. 1859 Doğumlu Selimoğlu Hasan'ın baba adı da Ahmet olduğuna göre; O Ahmet, olsa olsa 1841'de ölen Selimoğlu Hacı Ali'nin torunudur. Tabii ki oğlu Osman'dan torunu değil; Onun haricindeki diğer oğullarından birinden olmalı...


    Fatma Hanım ile evli olan Selimoğlu Ahmet'in Hasan adını verdiği bir oğlu oluyor. Ondan önce bir de Hatice adında kızı var, Yetimlerden Hacı Mustafanın iki eşinden biri oluyor. Hatta Hatice adını verdikleri bir de kızları var, Dedeler/Hacellerden yine Mustafa adında birine gelin ediyorlar. O Mustafa Çanakkale'de kalınca eşi Hatice de unutuluyor zamanla... Oysa Hacı Mustafanın diğer eşinden Hacının İbram herkes tarafından tanınıyor. Neyse ki son zamanlarında kardeşi Hacınınibramın yanına geliyor da 1940 yılında orada vefat ediyor...

    Hasan'a gelelim... Ablasından on yaş küçük, 1859'da doğmuş... Dedesinin kardeşi, başka tabirle büyük emmisi Selimoğlu Osman kızı Fatma ile evlendi. Dikkat edilirse Selimlerden gidiyoruz hep, yuva kurulurken gelinlerin damatların yakınlardan olmasına dikkat ediliyor. 'Kendi çocuğumuz, ele gitmesin, tarlalar bölünmesin' gibi kaygılar var...

    Hasan ile Fatma'nın iki oğlu bir kızı var. En küçük çocukları Fatma 1895 doğumlu... Ninesi, annesi ve kendisinin aynı adı taşıması ilgi çekici. Böyle durumlara çok rastlanıyor. İlk çocuklara genellikle ana babaların adı veriliyor, dolayısıyla çocukların ninesi veya dedesinin adını taşıması gayet anlaşılır. Arada anne de aynı isimli olunca, bir seri oluşabiliyor... Bu torun Fatma Emiraliler/Garaguzuların Osman eşidir. Emiralilerden ama; Osman ana tarafından da Selimlerden oluyor. Çünkü annesi Refiye/Rukiye, Gılindirin kardeşi...

    Oğlanlardan küçük olanın adı Hüseyin... 1883 Yılında doğmuş; evlilik kaydı yok, ölüm kaydı var. Bekar iken vefat ettiği anlaşılıyor...

    Selimoğlu Hasan, büyük oğluna babasının adı Ahmet ismini koymuş. 1873 Yılında doğan Selimoğlu Ahmet ile sülale adı Paşagızılara dönüşecek... Ama birdenbire değil, yavaş yavaş...

    Ahmet, önce Canali kızı Emine ile evlendi. Lakin, üstüne ikinci bir hanım alınca, Canali kızı Emine ile boşandılar. Emine Hanım daha sonra Selimlerden Gılindir Mısdıfanın eşi olacaktır... 

    Paşa Kızı

    İkinci evliliğinden devam edelim... Ahmet'in ikinci Hanımı, Paşaoğlu Ahmet'in kızı Satı'dır. Satı Hanım, Gırgır Ahmet Yaman'ın halası oluyor... Babasına, dedesine, onun da dedesine Paşaoğlu diyorlar, dolayısıyla Satı Hanım da Paşa kızı oluyor... İşte Satı Hanım marifetiyle bir sülalenin adı böylece değişmiş oldu...

    Paşagızı Satı Hanım, önce Türkmen Osman (Kürt Osman) oğlu Yusuf'un eşiydi. Eşinin  Çanakkale'de şehit olması üzerine Selimoğlu Ahmet'e geldi... Yanında Yusuf'un kızı Saffet de vardı. Saffet Hanım ileride Kinislerin Kumpirhasan eşi olacaktır, 1995'te öldü...

    Selimoğlu Ahmet ile Paşagızı Satı Hanımın üç oğlu ve bir kızları oldu. Yaş sırasına göre isimleri Hüseyin, Kemal, Hasan ve Atike'dir... En büyükleri 1921'de doğan Hüseyin, genç ölen emmisinin adını almış. Fakat sanki kaderini de almış gibi altı yaşında öldü... En küçükleri ve tek kızları Atike ise 1933'te doğmuş. Onun isminin dayanağı da ninesi (anneannesi)dir. Atike de neredeyse gelinlik kız iken 1947'de vefat etmiş... Geriye kaldı iki oğlan, onlarla devam edeceğiz...

    Büyüğüne, Kemal adını koydular. Eğret Köyünde, kurtuluşun öncüsüne telmihen konulan iki Kemal adından biri budur. (Diğeri Gobakların Körkemal)... Gelenekten kopmadı, ikinci oğluna babasının adı olan Hasan ismini koydu. 1934 Soyadı uygulamasıyla alınan EGE soyismini, bu iki kardeş isimlerinin önünde bir lakap gibi taşıyacak ve kendilerine 'Ege Kemal', 'Ege Hasan' denilecektir.

    İki oğlunu ayrıntılı inceleyeceğiz; ama önce onların ana babası konusunu kapatalım. Selimoğlu Ahmet'in ölümüyle ilgili resmi kayıtlarda bir bilgi yok. Bacıdede defterine bunu 'Şen Ahmet Dayının ölümü, 25 Ağustos 1950' diye not etmiş. Buradan Selimoğlu Ahmet'in halk arasındaki lakabını da öğrenmiş oluyoruz... Şenahmetin ölümünden iki yıl sonra 1952'de Paşagızı Satı Hanım vefat etti...

    Ege Kemal

    Ege Kemal, kolayca tahmin edilebileceği gibi 1922 yılında doğdu. Devrimbeşlerin Godalömer kızı Esma ile evlendi. Ümmühan ablasının anası ayrı olsa da, Tekelilerin Hasan ve sonra Paşanın Hüseyin ile bacanak oldular... İki kız iki erkek çocukları oldu. 1947'de Bahattin, 1950'de Atike, 1952'de Satı ve 1955'te Ahmet doğdular. Ahmet ile Satı belli, dede ve ninelerinin adını taşıyor; Atike, Paşa kızı Satı'nın ana adı... Bahattin'i bilemedim...

    Egekemal 2010, Esma Hanım ise 2014 yılında vefat ettiler...

    Büyük kızı Atike'yi, Terlemezlerin Memiş Ahmet oğlu Topuksuz Muharrem'e verdiler.  Küçük kızı Satı ise, Yahyalardan Hidayet Diril eşi oldu... 

    Bahattin'i Hassönlerin Ömer kızı Türkan ile everdiler... Biraz duralım... Kızını Terlemezlere vermişti, oğlunu Hassönlerden everdi. Hassönlerle Terlemezlerin önceden bir bağı var. Ayrıyeten Hassönlerin İbrahim ile Terlemezin Yusuf bacanak. Bir de Godalömer ile Gocaömerin akrabalığını ekleyelim... Bu sarmal akrabalığı sağlayan iki merkez İdirizler ile Eyüplerdir... 

    Bahattin ile Türkan Hanımın Aziz adında bir oğulları vardı... 1998 Yılında bir trafik kazasında analı oğullu vefat ettiler... Bahattin ise 2007 yılında vefat etti...

    Ege Kemal'in küçük oğlu Ahmet, yine Terlemezlerden Memiş Ahmet torunu (Salih kızı) Meryem ile evlendi. Bir kız bir de oğulları oldu. Oğlu Kemal, Anıtkaya dışından evlendi; kızı da Anıtkaya dışına gelin oldu... Hasılı, şu durumda Anıtkaya'da Egekemalın torunu bulunmuyor...

    Ege Hasan

    Paşagızının küçük oğlu Hasan 1929 yılında doğdu. Körüslerin Mehmet kızı Fadime ile evlendi. Anası itibariyle Tekelilerden olan Fadime Hanım aracılığıyla hem Körüsler hem de Tekeliler ile yeni bir akrabalık bağıydı bu... Ayrıca Danaların Keliban ve Altındişin Hasan ile bacanak oldular...

    Bir erkek ve üç kız çocukları oldu. En büyükleri Ahmet, yaş sırasına göre kızların isimleri ise; Satı, Şerife ve Sevim'dir. Kızların büyüğü Satı, malum Paşagızının adını taşıyor. Şerif(Şerife) ise anneannesinin adıdır...

    Paşagızının Hasan 2006 yılında vefat etti. Eşi Körüslerin Fadime Hanım ise 2015 yılında vefat etti. Şimdi çocuklarının durumuna bakalım...

    Satı, Manavlardan Gızmehmetin oğlu Veli Öztürk eşi; Şerif, İdirizlerden Tevfiklerin Muhittin İdis ilk eşi; Sevim de Çakırların Delimısdık oğlu Adem Erdem eşi oldular. Şerife 2006 yılında vefat etti...

    Ege Hasan'ın tek oğlu Ahmet, doğal olarak dedesi Selimoğlu Ahmet'in adını taşıyor. 1954 Yılında doğdu. Lise öğrenimini bitirdikten sonra, Tekelilerin Mahmut kızı Şerife ile evlendi. Bunlarda da nine-dede kardeşliği söz konusu... 

    Bir süre Anıtkaya'da kaldıktan sonra Afyon'a yerleştiler. Orada çalışıp emekli oldu. Dört kızı bir oğlu var: Esin, Fatma, Özlem, Duygu ve Hasan... 

    Esin, Hassönlerin Gırasan oğlu Selami Koç eşi; Duygu, İdirizlerden Kazım oğlu İdris İdis eşidir. Fatma ve Özlem Anıtkaya dışına gelin oldular. Hasan, Hacapdıramanların Yakup torunuyla evlendi....

    Ahmet Ege, Anıtkaya ve Afyon'daki yaşantısında sosyal bir insan olarak tanındı. Çalıştığı dönemde olsun, emeklilik döneminde olsun aktifliğini hiç bırakmadı. Halen bir sivil toplum kuruluşunun yöneticisidir.

    Soyadı uygulaması sırasında Selimoğlu Şenahmet hayattaymış. EĞE Soyismini almışlar, zamanla bu EGE olarak değiştirilmiş...



10 Ağustos 2022

Gılindir

     Körselimoğlu Ali

    Körselimin küçük oğlu Ali 1830 kayıtlarında görünmüyor, bundan 1840 sonrası doğduğunu anlamalıyız... İlk evliliğini Asiye ile yaptı ki bu hanımın kimlerden olduğu tespit edilemedi. Ahmet ve Kezban adlarında bir oğluyla bir kızı oldu... 

    Ali, ikinci kez Hasan kızı Hatice ile evlendi. Ondan olan dört çocuğu; Refiye, Mustafa, Fatma ve Nasuh'tur... Önce eşi Asiye Hanım vefat etti, ardından Körselimin Ali... Çocukları analarına göre iki haneye ayrıldı. Hatice Hanım dört çocuğuyla bir ev, Asiye Hanımdan iki kardeş de başka bir ev oldular... Onlar Gocaguliz ve Ümmününseydi olduklarını gördük...

    Şimdi Hatice Hanım çocukları... Büyük kızı Refiye, Garaguzuların Mehmet eşi; küçük kızı Fatma, Gugukların Kelhasan eşi oldu. Küçük oğlu Nasuh'un akıbeti bilinmiyor; büyük oğlu ise Gılindir Mısdıfadır...  

    Gılindir
    Mustafa 1883 yılında doğdu. Her nedense 'Gılindir' lakabı takılıyor ve 'Gılindir Mısdıfa' diyorlar. Gılindir, Emirhanoğlu Mustafa kızı Şerife ile evlendi. Lakin bu evlilikten, çocuğu yok. İkinci olarak Canali kızı Emine ile evlendi. Emine Hanım önceden Selimlerden Paşagızıların Ahmet ile evlenmiş, sonra boşanmışlardı... Bu eşinden Gılindirin çocuğu olup olmadığı bilinmiyor; ancak Emine Hanım 1970'te vefat etti...

    Bu arada Cihan Harbi yıllarında, daha önceden Hacımahmutların Hüseyin'den dul kalan Hanife ile evlendi. Hanife Hanım Arapkızının anası, ayrıca Uykucuömerin de ninesi (anneannesidir). Bununla beraber Arapselim kızı olduğunu da belirtelim. Elli yaşına yaklaştığı sırada 1917'de Hanife Hanımın bir kızı oldu. Gılindir bu kızına anasının adı Hanife adını koydu. Eşi, Arapkızı Hanife Hanım 1931'de öldü...

    Bu arada Gılindir çoktan dördüncü hanımını almıştı. Kör Ayşa diye lakaplanan Ayşe Hanımın kimlerden olduğu bilinmiyor. Hatice ve Eşe/Ayşe adında iki kızı da Körayşadan oldu... Bu hanımı 1952 yılında vefat etti...

    Gılindirin hanımlarından biri de Emiralilerin Ali kızı Fadime'dir... Ali'nin Çolakfatıdan önceki eşinden olan Fadime Hanım önce Bükürlerden birine varmış, kocası vefat etmiş; sonra Aliciklerin Kelçakıra varmıştı. Çocuğu yoktu, en sonunda Gılindir ile evlenmiş ve yine çocuksuz olarak 1956 yılında vefat etmiştir...

    Üç kızına bakalım: Büyük kızları Hanife'yi, Musluların Çürük Yusuf'a verdiler. Tevfike ve Ayşe isimlerinde iki kızı doğduktan sonra Çürükyusuf  ölünce, Arapşükrü'ye  vardı. Muhittin Zenger'in anasıdır...  Ortanca kızı Hatice, Yılıkların Mevlüt eşi oldu... En küçük kızı Eşe'yi de Garipçeli Trenci İbrahim Bozbey'e verdiler...

    1956 Yılında ölen Gılindirin oğlu yok; ancak kızlarından torunları Kelhasanın Ali İnanır, Arap Şükrü Zenger, Yılıkların Mevlüt Öztürk ve Garipçeli İbrahim Bozbey çocuklarıdır... 

    

09 Ağustos 2022

Kırtişin Leylek


    1957 Yılı... Gatçayır... 

    O yıllarda buralar çayırlık...

    Yer yer su birikintileri, olağan görüntülerden...

    Otlar dizboyu, dibine bastığında yemeni çamura saplanıp kalıyor.

    Çocukların oyun alanlarından biri, en azından kaz güderken oyun oynamaları çok normal. Yalnız bu üç dört çocuk kaz filan güttükleri yok, oynuyorlar orada. Az ileride vıdik sürüleri peşlerinde anaç kazlar, daha yukarıda taze kuzular, büylek tutmaya hazır şaşkın öküzler, kuyruk sallayıp sineklenen çakılı beygirler, özgür eşekler...

    Oyun için orada bulunan çocuklara göre o hayvanlar sıradan... Her gün beraberler, dikkate değer bir yanları yok yani. 

    Oysa asıl seyre değer macera çayırlıkta yaşanıyor...

    Uzun turuncu bacaklarını, inceliğiyle uyumsuz yavaşlıkla hareket ettiriyor bir leylek... Bacaklarıyla aynı renkte gagası sürekli yerde... Uzun boynu, ucundaki turuncu gagasıyla leyleğe üçüncü bacak olmuş sanki... Şu haliyle o kadar miskin görünüyor ki... Görsen, 'Ne kara kara düşünüyor bu kuş!' dersin, o kadar yavaş yani... Çocuklar, bu yavaşlığın ardından olacaklara hazırlıklı gibiler... İzlemedeler...

    Birden leylek, olgun duruşundan beklenmeyen bir çeviklikle harekete geçti. Çocuklar nefeslerini tutmuş, gözleri leylekte... O ana kadar yerden hiç çıkarmadığı gagasını aniden yan tarafa, yukarı doğru kaldırıverdi. Beş altı metre öteye bir şey sıçradı, ağır kayış gibi bir şey... 

    Bu bir yılandı... Ve öyle bir fırlatılıştı ki bu, yılan sersemlemişti. Deminden beri yavaş hareket eden leylek hemen başında bitti. Henüz kendine gelemeyen yılanı gagasıyla belinden kavrayıp tekrar fırlattı. Hızlı adımlarla yılana varıyor, hayvanın kafasını toparlamasına fırsat vermeden bir darbe daha indiriyordu. Birkaç raundluk fırlatma dövüşünden sonra hırsını alamamış gibi yılanla birlikte havalandı. Yukarıda, gagasının iki yanından sallanan hayvan yarı baygın görünüyordu. Ne kadar yükseldi bilinmez, gagasındaki yükünü bırakıverdi. Yılan yere düştüğünde, leylek yine başındaydı. Gerçi ölmemişti, ama yaşıyor da sayılmazdı. Buna rağmen leylek acımadı, gagasıyla son darbeyi indirdi...

    Leylek bu avlanma sırasında gagasını çok fonksiyonlu bir silah gibi kullanıyordu. Onunla avını sapan gibi fırlatıyor, bazen bir hançer gibi avına saplıyor, bazen de çekiç gibi tartaklıyordu. Göğe kaldırırken gagasını penseyle sıkıştırır gibi yapmıştı. Şimdi ise öldürdüğü avının başında o gaganın başka bir marifeti meydana çıktı. Yılanın baş tarafından, yirmi otuz santim uzunlukta bir yerden öyle bir ısırdı ki... Hart diye kopuverdi ölü gövde... Sonra kalan kısmı da ortadan ikiye ayırdı. Bir makasa dönüşen gaga, cesedi iki hamlede üç parçaya bölmüştü.

    'Ne gagaymış be!' diyecekler için söyleyelim, daha bitmedi o gaganın vazifesi... Üçe böldüğü avını gagasına alıp kanatlandı. Macerayı meraklı gözlerle izleyen çocuklar, leyleğin lokma haline getirdiği avını yutmadığını fark etmişlerdi. Lakin uçtu gidiyordu işte... Filmin final sahnesini merak ediyorlardı. Leylek havadan, çocuklar karadan köy içine doğru ilerlemeye başladılar. Leylek bu uçuşta tonajı yüksek yük taşıdığından yavaş ilerliyor, bu yüzden aşağıdaki çocuklar onu rahatça takip edebiliyordu. Gaga, bu sefer yemek servis aracına dönmüştü... Şimdi Lütfi Tüblek'in evin olduğu yere vardıklarında leylek de yuvaya ulaşmış, yavrularına taze yılan servisi yapmakla meşguldü. 

    Yuvanın bulunduğu yer, tam olarak Kırtişin Apilin evi idi. Bu yüzden olsa gerek 'Kırtişin Leylek' diyorlardı ona. Bugünün yazlıkçıları gibi yaza doğru gelir, sonbaharda kışı geçireceği diyarlara çeker giderdi. Eğretlilerce köyün bir ferdi gibi benimsenmişti.

    Rivayete göre bu yuvayı Kırtişin Apil (Apil Özen, ölümü 1939) yapmış. Düzgün uzamış bir söğüt dalının ucuna, yine ağaçtan minare şerefesi gibi bir platform çakmış. Belki çer çöple örerek yuva biçimi verdiler belki de bu işi leyleğe bıraktılar... Kaldırıp dikmişler bu yuvayı ve duvara çakarak sağlamlaştırmışlar. Galiba tabanını da yere gömmüşler bir miktar... Kuş gelip beğenmiş, yerleşip yumurtlamış. Özel yuva dikildiğine göre seviliyormuş demek ki hayvancıklar. 

    Yavrular çıkınca ilgi daha da artmış bunlara. Tırmanıp kontrol ederlermiş mesela... Daha küçükken yavrunun bacağına boncuk takmışlar... Ne kadar sevilseler de vakti geldiğinde kışlık memleketlerine, Afrika'ya doğru yollanmışlar. Ertesi baharda tekrar gelmişler. Gelenlerin onlar olduğunu ayağındaki boncuktan tanımışlar... Sonraki yıllarda hep aynı leylek ailesi gelip konmuş yuvaya. Bir kaç yıl sonra, boncuklu leylek yuvanın büyüğü olmuş. Arada sırada başka leylekler de gelip oraya yerleşmeye niyetlendiklerinde, bizimki gagasıyla öyle bir kovalarmış ki bunları... Hasılı kelam kimseye kaptırmamış o yuvayı... Kırtişin Leylek dedikleri işte bu boncuklu leylekmiş. Eğret'te deyim haline gelmiş, geçimsiz onunla bununla kavgaya hazır kimseleri 'Kırtişin Leylek gibi' diyerek ona benzetirlermiş.

    Yuvanın yeri bir kaç kere değişmiş; önce Kırtişin evin tam karşısına almışlar, yetmişlerde oradaydı, hatırlıyorum. Sonra Terlemezin odanın yanına aldılar. İkinci yerindeyken ve son yerinin ilk zamanlarında leylek sakinleri bulunuyordu. O yuvanın ve leyleklerin akıbeti bilinmiyor. 

    Kırtişin Leyleğe ve yuvasına özenerek, Çerçilerin eski evin, sonradan Yanık Ali'nin durduğu evin yanına da bir zaman yuva dikmişler; lakin buraya leylekler pek itibar etmemiş. Sonraları Güdük Mehmet Işılak, benzer bir yuvayı evinin dibine kondurmuş; ama o da tutmamış... Kendilerince rüzgar ölçümlerini ve diğer hava şartlarını değerlendirip yuvanın uygun olup olmadığına karar veriyor demek ki hayvancıklar. Hafızam beni yanıltıyor olabilir; sanki bir leylek yuvası da Keliban'ın evin dibinde vardı gibi hatırlıyorum. 

    Kubbe yapılmadan önce Gocacami'nin çatısında bir leylek yuvalanmış. Kırtişin Leylek gibi orayı kendine tapulayan bir leylek miydi bilinmiyor; ama orada uzun süre bir yuva bulunduğu, bilenler tarafından anlatılıyor.

    Eğretliler yazın habercisi sayılan leyleklerin gelip gelmediğini, gökyüzüne bakarak takip etmezler, bu yuvalara bakarak anlarlarmış. Kırtişin Leylek yuvada takırdamaya başladıysa, yazın yaklaştığını anlarlarmış. Genelde Hıdrellezden kırk gün evvel bu yerli misafirlerin sesi işitilir, bu takvim pek şaşmazmış. 

    Biz çocuklar yuvadaki leyleği değil, havadakini gözler; leylek sürüsünü gördüğümüzde koro halinde çığırırdık: 
        Leylek leylek lekirdek!
        Hana bana çekirdek!
        Çekirdeğin içi yok!
        Kel Fatmanın saçı yok!
Bunları dedikten sonra, portakal çekirdeklerini kirli çevrelere çıkılayıp dambeşe atardık... Niye ki?...

    1957 Yılında bir kaç çocuk, yavrularını Gatçayır'da avladığı yılanla yemleyen leyleğin bacağında boncuk var mı yok mu, hiç dikkat etmediler...


04 Ağustos 2022

Arapselimler

     
    Eski kütükte 'Zenci Selim Oğulları' olarak kayıtlılar. Şimdilerde ırkçı anlam içerdiği gerekçesiyle kullanımı pek hoş karşılanmayan 'zenci' kelimesi, eskiden Afrika kökenli siyah derili insanları anlatmak maksadıyla kullanılırdı. İşin doğrusu biraz da olsa aşağılayıcı bir anlamı vardı. Yalnız Eğret'te bu kelime hiç kullanılmadı. Bakmayın siz resmi kayıtlarda göründüğüne, Eğretli bu insanlara evelevelden 'Arap' demiştir.

    Bütün dünyada Arap ülkelerinin halkına 'Arap' denir, lakin onların rengi siyah değildir. Biz ise bu kelimeyi ırk anlamında değil, 'siyahi derili' manasıyla kullanıyoruz. Arap ülkeleri insanlarına değil, Afrikalılara 'Arap' diyoruz. Eskiden beri Eğret'te böyleymiş ve hala bugün de o anlamıyla kullanıyoruz. Kısacası Arap demek, siyahi demektir. Bu yüzden defterde yazana değil halkın dediğine itibar edilmeli.  Hep 'Arapselimler' diye bilinmişler, hatta sonraki nesillere yeni lakaplar takmaya gerek görmeden isimlerinin önüne bir sıfat gibi 'Arap' kelimesini getirmek yeterli görülmüş.

    Yaygın kanaate göre Arap Selim, Eğretli bir Hacı tarafından 'o taraflardan' getirilmiş. Sepete sığacak kadar küçük bir çocukmuş; deve sırtında sepette getirildiği özellikle belirtiliyor. Bir çocuk uzak diyarlardan başka bir yere, binbir meşakkatli yolculukla neden götürülür ki? 

    İki ihtimal görünüyor, bu soruya cevap olabilecek... Birincisi, çocuk kimsesizdi. Acıdılar, kurda kuşa yem olmasın diye yanlarına aldılar. İkincisi, o yıllarda kölelik müessesesi henüz geçerli olduğu için ileride bu çocuğu köle olarak kullanmayı amaçladılar. Gerçi Eğret'te kölelik yoktu; ama 'bekar tutma' gibi 'hizmikar durma' ücretli çalıştırma durumları oluyordu... İki ihtimal de mantıklı görünüyor. Tabii bilemediğimiz daha başka bir sebep de olabilir...

    Arap Selim'i Eğret'e getiren Hacının Veyislerden biri olduğu fikrinde neredeyse ittifak var. Arapselimlerden birkaç kaynaktan bu bilgi nakledilmiş. Kim olduğu kesinleşmese de O Hacı'nın Veyislerden olduğu kesin gibi... Söylentiler Hacı Arifin dedesi, Böbü Dedenin babası Veyisoğlu Hacı Halil'i işaret ediyor. 

    ARAP SELİM

    1830-1840 Arasını gösteren Eğret kayıtlarında Arap Selim'e rastlanmıyor. Oysa tam da o yıllarda Hac kafilesiyle gelmiş olmalıydı. Bunun bir sebebi, o dönem defterlerinin bir bakıma vergi mükelleflerini kayda esas alması olabilir. Eğret'in yabancısı Selim, doğal olarak mükellef olmadığından kayda değer bulunmadı. 

    Yıllar geçti, Selim yaşını başını aldı, evlenecek çağa geldi. Onu Küçükmehmetin kızı Şerife ile everdiler. Şerife Hanım, Yetimlerden Hacı Mustafa, Hacı Ahmet ve Hacı Murat'ın ablalarıdır. 

    Peki onu Eğret'e getiren Veyisoğlu Halil, Arap Selim büyüyüp evlenirken neredeydi? O 1845 gibi vefat etmişti. Fakat sağlığında da Selim'i öylece bırakmadığı, Hacapdıramanların Abdülkadir'e verdiği kızından torunuyla everdiği söyleniyor; fakat bu husus net değil.

    Neticede Arap Selim, Küçükmehmet kızı Şerife ile bir yuva kurdu, ev dam sahibi oldu ve hepsinden mühimi artık Eğretli oldu... 

     Arapkızı
     Ölenler var mıydı bilmiyoruz, tespit edilebilen beş çocukları oldu. Bunlardan biri kız, adı da Hanife... 1869 Yılında doğan Hanife çocuklarının iki numarasıdır. Hacımahmutlardan Hüseyin'e vardı. Kezban, Hasan Hüseyin, Fatma ve Azime adında dört çocuğu olduktan sonra eşi vefat etti. Bu arada ortanca kızı Fatma da ölmüştü. Büyük kızı Kezban ileride Arapkızı lakabıyla bilinecek ve sırasıyla; önce Tekirgızıların Hasan'a, sonra Bolvadinli Bekir'e varacak... Gambırömer, Halil ve Köralosmanın anası olacaktır. Arapkızı Kezban'ın küçük kardeşi Azime ise ileride Şaşdımoğlu Halil ile evlenip Uykucu Ömer'in anası olacaktır...

    Yaş sırasına göre Arap Selim'in dört oğluna bakalım...

    1. Abdurrahman

    1856'da doğan ilk oğluna Abdurrahman adını koydu. Böyle bir isimlendirmede, Hacapdıramanlarla yolunun kesişmiş olmasının rolü bulunabilir... Bu isimlendirmeye dayanarak Abdurrahman'ın annesinin Hacapdıramanlardan başka bir Şerife olduğu, Arap Selim'in, onun ölümünden sonra Küçükmehmet kızı Şerife'yi aldığı düşünülebilir...

    Abdurrahman, önce Emin kızı Fatma ile, sonra Mustafa kızı Fatma ile evlendi. İki eşi de aynı isimli olduğu için çocuklarının hangileri, hangisinden olduğu anlaşılamıyor. Bugüne uzanan torunlarının beyanına göre; hayatta kalan oğlu, Mustafa kızı Fatma'dandır. Annesi itibariyle Selimler/Esnanlardan olan Fatma Hanım, Kölgeciömerin babasıyla da karınkardeştir... Birinci Fatma Hanım Hamzaoğluların kızı, İkinci Fatma Hanım da Kölgecinin babasına uzandığına göre; iki hanımından da Galgancılar/Ayanoğlular bağlantısı da var...

    Arapselimoğlu Abdurrrahmanın çocuklarından Emine 1886, Selim 1889, Mustafa 1891 ve Arif 1894 yılında doğdu... En küçükleri Arif'i ayrı tutacak olursak, üçü de bekar iken vefat ettiler. Mustafa'nın Cihan Harbinde şehit olduğu söyleniyor...

    Arap Arif

    1900 Yılında doğan Arif, esasında ikiz idi; ikiz eşi çok küçükken öldüğü için kayıtlara yansımamış. Dedesi Arapselime nispetle Arif'e de 'Arap Arif' diyorlardı.

    Sarıcaovalı Doktor Osman kızı Samiye ile evlendi. Yeni Muhacir bir Çerkes Köyü olan Sarıcaova'da tabiblik yaptığı için o lakap takılmıştı Osman'a... İlaçlarının hammaddesi otlardı, ve kendi yaptığı ilaçları hastalarının tedavisinde kullanan bir Otacı Hekimdi... 

    Samiye Hanım ile Araparifin ikisi kız üçü erkek, beş tane çocukları oldu. Bu çocukların en büyüğü olan 1921 doğumlu ilk kızına annesinin adı olan Fadime ismini koydu. Fadime Hanım, Azıraklı Hüseyin Kalkan'ın eşi oldu ve 1999 yılında vefat etti... En küçük çocuğu, 1935'te doğan Nazmiye de ileride Güdüğahmet Ahmet Işılak'ın ikinci eşi oldu.  Güdük Ahmet'in Apdıramanlardan olduğunu ve dipte Arapselimin Apdıramanlar bağlantısı hatırlanmalı... Nazmiye Hanım 2021 yılında vefat etti...

    Tıraka
    Büyük oğlunun adı Abdurrahman, yani dedesinin adı... 1923 Yılında doğdu... Ne zaman takıldı bilinmiyor, ama adından daha çok lakabıyla tanındı, 'Tıraka' dediler... Eskiden gürültülü yüksek sesi 'tarraka' kelimesiyle ifade ederlermiş. Çok ses yapan mantar tabancasına, bu kelimeyi Türkçeleştirerek 'tıraka' diyorlardı. Abdurrahman'a belki hızlı ve yüksek sesli konuştuğu için böyle bir lakap takılmıştır... 

    Sosyal ve öne çıkmayı seven bir insandı. Eğret Köyünün, belediyelik olmadan önceki son muhtarıydı. Şimdi yıkılmış olan, Hanın önündeki hamam onun zamanında yapılmış. Bu sırada işin üstesinden gelmek için bazı radikal kararlar almaktan çekinmediği karar defterinin incelenmesinden anlaşılıyor. Tabi böyle uygulamaların siyaset dünyasında yeri yok. Vatandaş, köy yararına da olsa kendi çıkarına olmayan işler yapanlara bir daha oy vermiyor. Tırakayı da bir daha seçmeyerek cezalandırmışlar; ilk belediye seçimlerine aday oldu, kaybetti...

    Tıraka, Omarcıklardan Emetinin Dikhasan kardeşi Ayşe ile evlendi, böylece Dananın Şapgöbek ve Şöförhalibram ile bacanak oldular... Bir kız beş erkek, toplam altı çocukları oldu. Tek kızı, 1951 doğumlu Nursefa, Kirtyusuf oğlu Ahmet Aydın eşi oldu. Burada biraz durmak lazım... 

    Hatırlanacağı üzere Tırakanın Dedesi iki eşliydi ve ikisinin adı da Fadime idi. İlk eşi Fatma (Fatma, Fadime, Fatı, Fadik... bunların hepsi aynı kapıya çıkar), Kirtyusufun anası olan Dudu'nun halasıdır... Evliliklerde bu kadarcık bile olsa akrabalıklar mutlaka dikkate alınıyor... Nursefa, 2014 yılında vefat etti...

    Tırakanın oğlanlara geçelim... Büyük oğlu Osman, 1949 yılında doğdu; İzmir'den evlendi, 2016 yılında vefat etti... İkinci oğlu Ramazan, İzmir'de Anıtkaya dışından evlendi.... Üçüncü oğlu Rauf 1958 yılında doğdu, Afyon'dan evlendi... Dördüncü oğlu Mehmet de Anıtkaya dışından evlendi... En küçük oğlu Adem, Körahmetin Musa Çotak kızı Kezban ile evlendi. Sadece Adem Anıtkayalı bir hanım aldı, burada bir akrabalık var mı bakalım: Kezban'ın ninesi İsmihan, anası itibariyle Güdükler/Apdıramanlardan, Adem'in Apdıramanlar bağlantısını biliyoruz...

    Kendisi 2002 yılında, eşi Ayşe Hanım ise 2012 yılında vefat ettiler... Bütün çocukları dışarıda yerleşik, hamam da yok olunca Tırakadan Anıtkaya'da bir eser kalmadı...

    Gara Selim
    Arap Arifin ortanca oğlu Selim 1930 yılında doğdu. Belli ki büyük dedesinin adını almış. Ona da 'Arap Selim' dediler, bir asır sonra Eğret'teki İkinci Arapselimdir. Bununla beraber Gara Selim lakabı daha yaygın kullanıldı... 

    Garacagarısı Haticenin, Çakallardan tay getirdiği kızı Refiye ile evlendi. Hacınınhasan (Hasan Çelik) ile bacanak oldular... Şuayip, Arif ve Ahmet olmak üzere üç oğulları oldu. 1963'te Ahmet'i dünyaya getirdikten sonra Refiye Hanım vefat etti...

    İkinci olarak Olucaklı Zakire Hanım ile evlendi. Zeyyad, Refiye ve Nazmi adında üç çocuğu da Zakire Hanım'dan doğdu. Bunlardan Nazmi, küçük yaşta vefat etti. Refiye, Kekliklerden Haciresilin Piriteşkiya oğlu Adem Tül eşi oldu.  Zeyyad ise Afyon'dan evlendi, bir kız bir de oğlu var...

    Arapselimin büyük oğlanlara geri geliyoruz... Şuayip 1954 yılında doğdu. Patlakların Celep (İhsan Patlar) kızı Zülfiye ile evlendi. Zülfiye'nin anneannesine Gazcıgızı derlerdi; Kekliklerden Kelırmızanın eşi ve Hacemirlahın kardeşi oluyor. Yani Apdıramanlar... Bir kız bir oğlu oldu Şuayip'in ve 2001 yılında vefat etti...

    İlk hanımından ortanca oğlu Arif, 1956 doğumlu... Terzimusa kardeşi Zehra ile evlendi. Annesinin adı olan Refiye ismini verdiği bir kızı ve Yasin-Yasemin adlı ikizleri oldu. Afyon'da iki dönemdir Mahalle Muhtarlığı yapıyor...

    Ahmet ise, analığı Zakire Hanımın yanında Olucaktan tay gelen Sevim ile evlendi. Selim adında bir oğlu ve Refiye Selin adında bir kızları var. Arapselimin çocukları ve torunlarının tamamı Anıtkaya dışına yerleştiler.

    Sağlığında Garaselim uzun müddet bakkalcılık yaptı. İlk dükkanı Gobakların Garibanın evinin olduğu yerde, ikincisi onun hemen karşısında Çolağüseyinin evi yanında, ve son olarak da bacanağı Hacınınhasanın dükkanı yerindeydi. Şimdi Çolaklar ev yaptılar... Bu yüzden 'Dükkancıselim' diye de bilinirdi. Zakire Hanım 2010'da, kendisi ise 2012 yılında vefat ettiler...

    Mustafa
    Araparifin küçük oğludur, 1932 yılında doğdu... Hacapdıramanların Lomcu Mehmet Hoca kızı Refiye ile evlendi. Eyüplerin Veysel Dirlik ve Tatıresilin Mehmet Omak ile bacanak oldular...

    1965 Gibi erken bir dönemde İzmir'e gittikleri için Anıtkaya'da pek bilinmiyorlar. Süreyya, İlkcan ve Mehmet Noyan isimlerinde üç oğlu oldu. 

    Süreyya Anıtkaya dışından, İlkcan ise Terlemezlerin Pala İbrahim kızı Seviye ile evlendi. Küçük oğlu Mehmet Noyan Adana'da doktor...

    Eşi Lomcunun kızı Refiye Hanım 2012 yılında vefat etti... Araparifin küçük oğlu Mustafa ise 2021'de öldü...

    Dönelim başa... Araparif 1980 yılında seksen yaşındayken vefat etti. Eşi Samiye Hanım ise 1995'te öldüğünde doksanının üzerindeydi... İlk Arapselimin büyük oğlu, 1856 doğumlu Abdurrahman'ın kesin ölüm tarihi bilinmiyor; yalnız açılan davalardan 1920-25 arasında vefat ettiği anlaşılıyor.

    2. İbrahim

    Yaş sırasına göre Arapselimin ikinci oğlu İbrahim, 1872 yılında doğdu.  Mustafa kızı Elif ile evlendi. Elif Hanım'ın Eğret dışından, aslen Emirdağlı olduğu söyleniyor. Bununla beraber Hamzaoğlu/Tongulların Ahmet ile karınkardeş oldukları, bu sebeple Hassönlerle de bağlantısı bulunduğuna yönelik bir rivayet de var. Bu doğruysa, Conahmetin eşi Zehra Hanımın halası demektir...

    Elif Hanımla İbrahim'in 1900 yılında Fadime ve 1906'da Eşe/Ayşe  isimlerinde iki kızları oldu. Bunlardan Fadime, Bilallerin Recep eşi olacaktır, kısaca 'Ercepgarısı' derlerdi, 1978'de öldü... Eşe ise Müdüroğlunun (Mehmet Ali Eşiyok) ikinci eşi oldu, Çaparın anasıdır, onu doğurduktan sonra vefat etti... 

    Tek oğlunun hikayesini aşağıda anlatacağımız Arapselimoğlu İbrahim ile karısı Elif Hanım 1942-43 yıllarında arka arkaya vefat ettiler... Şimdi Şükrü'ye dönelim...

    Arap Şükrü
    Üç kızdan sonra, Cihan Harbi başladığında 1914 yılında Mehmet Şükrü adını verecekleri bir oğulları dünyaya geldi. Lakabı hazırdı, daha çocukluğundan itibaren 'Arap Şükrü' denilecek kendisine... Yunan işgaline 6-7 yaşlarındayken şahit oluyor...

Yunan gittikten sonra Elif Hanım, kaynı Abdurrahman'ın oğlu Araparif aleyhine miras davası açıyor. Asıl dava gerekçesi, doğrudan kayınpederi İlk Arapselim'in mirası değil, O öleli uzun yıllar olmuş zaten...  Elif Hanım, yakınlarda ölen kaynı Abdurrahman'ın terekesinde kendilerinin hakkı olduğunu iddia ediyor. Davayı eşi İbrahim değil de kendisinin açması da ilginç... Neyse bunu öğrenen Araparif esaslı bir avukat tutuyor... Elif Hanımın da Avukat tutacak parası yok demek ki... Davayı açarken pek oralı olmayan eşi İbrahim'i vekil tayin ediyor. İki de şahit gösteriyor; biri 'Kürtosmanoğlu Musa bin Osman', yani Demircisalek ile Kelyusufun babası; diğeri de 'İmranoğlu Hüseyin bin Ahmet', yani İşof... Dava sonucu hakkında bir malumat bulunmuyor...

Bundan bir yıl sonra 1923 yılında, bu sefer kocası 'Zenciselimoğlu İbrahim' bir dava açıyor. Onun dava konusu bambaşka... Tokuşlarlı Ahmet Ağa'ya 2500 kuruşa bir kısrak vermiş. Aradan bir yıl geçmesine rağmen parasını alamamış. Diyor ki İbrahim 'Kısrağın parasına ilave olarak bir urgan ve bir başlık-gem ücretini ekleyerek toplam 27 lirayı alıverin'... Alacak davası yani... Mahkeme 20 liraya sulhediyor bunları...

    Arapşükrüyü Selimlerden Gılindir Mısdıfa kızı Hanife ile evlendiriyorlar. Hanife Hanım, anası itibariyle de Canalilerdendir. Önceden Musluların Çürükyusuf eşiydi, onun ölümünden sonra Arapşükrüye geldi... Bir kız, iki oğulları oldu.  Kızına, annesinin ismi olan Elif adını koydu. O Elif, emmisinin oğlu, Çulluların Aziz Zenger eşi olacaktır... Kızına anasının adını koyduğu gibi, büyük oğluna da babası İbrahim'in adını koydu Arapşükrü... Yalnız İbrahim, daha bekar iken 1967'de yirmi yaşında vefat etti... 1950 Yılında bir oğlu daha oldu. Suat adını verdiği bu çocuk da dört yaşında vefat etti...

    Suat'ın öldüğü sene, 1954'te bir oğlu daha dünyaya gelince Muhittin adını koydu. Arapselimler için yeni bir isim bu... Hikayesi de anlatmaya değer... Şimdi buna 'Arapşükrü' diyorlar ya... Meşhur Araplardan kim var, ismi içinde 'Arap' kelimesi geçen... Muhiddin ibni Arabi... Yani Arabın oğlu Muhiddin... Zaten Muhittin'e de kısa bir süre sonra 'Arabın Muhittin' lakabı takılacaktır... 

    Böyle matrak bir adam Arapşükrü. Torunu doğduğunda 'Bu benden de karaymış!' diyecek kadar kendiyle barışık mutlu biri... Aynı zamanda algıları güçlü biriymiş de... Sandıklı taraflarını işaret ederek 'Bilmemne Dağı gümbürdemeye başladı, yağmur yağacak' dedi mi  yağarmış. O kadar uzak mesafeden gök gürültüsünü yalnız onun işitmesi dikkati çekici.

    'Muhittin ibni Arabi'yi Müdüroğluların Cemal kızı Hayriye ile everiyorlar. Hayriye Hanım halasının torunu oluyor... Onların da iki oğlan, iki kızları oldu. Kızları Hanife, Hacıların Talip Azbay eşi; Fatma da Çulluların Selim oğlu Onur Haykır eşidir. Fatma ile Onur arasında katmerli bir akrabalık var hem Arapkızından hem de Arapşükrünün emmisinden gelen...

    Arabın Muhittin, oğullarına dede ve büyük dedelerinin adlarını koyuyor. İbrahim, Afyon'dan evlendi; Beyza, Muhittin ve Muhammed olmak üzere üç çocuğu var. Şükrü ise Urganlının Adem kızı Zehra ile evlendi; Hayriye, Hilal ve Kevser isimlerinde üç kızı var.

    Arapselimin ikinci oğlu İbrahim'den dördüncü kuşak torunu olan Muhittin Zenger, Anıtkaya'da oturuyor.  Babası Arapşükrü 1989 yılında, annesi Hanife Hanım ise 1993'te vefat ettiler...

    3. Arabın Ali

    Arapselimin üçüncü oğlu Ali, 1876 yılında doğdu. 'Araboğlu' yahut 'Arabın Ali' diye bilinirdi. Epeyce bir süre evlenmedi...  Babadan kalan mal mülkü ve çoluk çocuk yüzünden gelecek kaygısı da olmayınca günlük yaşadı.

    İyi cura çalardı. O vakitler erkeklerin oynadığı zeybek türü oyunlar hep cura eşliğinde olurdu. Bu yüzden Araboğlu o durumların aranan adamıydı.  Yaşlılığında bile delikanlılar sırtında getirir götürür; ama mutlaka onun çalmasını isterlerdi. Karşılığında bir parça ekmekle bir parça peynir alırdı, o kadar... 

    Sonra Eyüp kızı Satı ile evlendi. 'Gara Satı' diye bilinen Satı Hanım Eyüplerdendi... Şekeralinin babasından dul kaldıktan sonra Arabınaliye vardı... İki oğlu oldu, adlarını Mehmet ve Ramazan koydular... Sonra Ali hangi yıl, kaç yaşında öldüğü bilinmiyor...

    1920 Doğumlu küçük oğlu Mehmet 'Garasatının Mehmet' diye bilinirdi, hiç evlenmedi. O haliyle 1948 yılında tek başına vefat etti... Bundan on yıl kadar sonra 1959'da ise anası Garasatı vefat etti...

    Büyük oğlu Ramazan 1916 yılında doğdu... Arabınırmızan derlerdi. Çalışmak için gittiği Aydın taraflarında evlilik girişiminde bulunduysa da bunda başarısız kaldı. Eğret'e döndüğünde Topçunun kızı Rabia ile evlendi. Ali, Nazik, Satı ve Ahmet adlarında dört çocuğu oldu. Bu çocukların adları, karı koca ikisinin de ana babasının adlarıdır. Büyük kızı Nazik, Potuk oğlu Asım Gülen eşi; küçük kızı Satı da Akbaşların Resul Karakaya eşidir... 

    Büyük oğlu Ali, dedesinin adını aldığı gibi lakabını da devralmış; Ona da 'Arabın Ali' diyorlar. Karacahmet'ten evlenen Arabınalinin iki kızıyla bir oğlu var ve Anıtkaya'da oturuyorlar...

    Küçük oğlu Ahmet de Topçu dedesinin adını almış. Anıtkaya dışından evlendiği ve Kütahya'ya yerleştiği biliniyor. Oraya gitmesinde Asım Eniştesinin etkisi olabilir...

    Arapırmızan da eğlenceli bir adamdı, çobanlık yaptı. 1985 Yılında yetmiş yaşında vefat etti... Karısı Rabia/Iraybe Hanım ise kendisinden 25-30 yaş daha küçüktü; yaklaşık o kadar sonra, 2012 yılında vefat etti...


    4. Mehmet

    Arapselimin en küçük oğlu Mehmet'tir. 1880 Yılında doğdu. Vardıysa da lakabını bilmiyoruz. İlim tahsil etti... Çorcalıoğlu Topal Alinin üvey kızı Şerife ile evlendi. Şerife Hanımın anası Omarcıklardan, Altındişin halasıdır. Şerife Hanım ayrıca anası itibariyle Olcaklı Musa Hocanın da teyzesidir...

    Şerife ile Mehmet'in iki oğlu bir kızı oldu. Bunlar Selim, Ramazan ve Halise'dir... 

    Başkimse'ye Hoca durdu. Yunan geldiğinde oradan ayrılmadı, vazifesinin başındaydı. 1922'de kaçarlarken her tarafı yakıp yıkıyorlar, önlerine çıkanı öldürüyorlardı. Olcakgırında Arapseliminin küçük oğlu, Başkimse İmamı Mehmet'i de şehit ettiler.

    Yetim kalan üç çocuğunun en küçüğü Halise 1918 yılında doğdu... Onu, yıllar sonra Konya'dan Eğret'e dönen Halimenin Mehmete verdiler. Sevimli bir kadındı, bakla atarak fal bakmaz; ama kaybolan hayvanların filan yerini tespit ettiğine inanılırdı... Dipteki Arapselim Dede hakkında büyüklerinden duyduklarını da çevresindekilere anlatırmış. 1990'da öldü...

    Çullugızı
    Büyük oğlu, 1914 doğumlu Selim, dedesi Arapselimin adını taşıyordu. Çullu Mustafa kızı Şerife ile everdiler. Şerife Hanıma 'Çullugızı' derlerdi. İki kız iki oğlan, dört çocukları oldu. Yaş sırasına göre bunların isimleri Aziz, Safiye, Selime ve Mehmet'tir... 

    Dört çocuğundan sonra Arapselimin torunu Selim 1944'te vefat etti. Bunun üzerine eşi Çullugızı Şerife dört çocuğuyla evine döndü. Yine Arapselimin torunlarından Arapgızı Kezban'ın oğlu olan Köralosman (Ali Osman Haykır)ı içgüveyisi olarak aldı. Bundan sonra ilk eşi Selim'den olan dört çocuğu anılırken isimlerinin önüne 'Çulluların' sözcüğü eklendi. 

    Çulluların Safiye, Bilallerin Apil oğlu Hüseyin Kaynar eşi; Selime de Irafanın Hasan Dalgalı eşi oldular... 

    1938 Doğumlu Çulluların Aziz Zenger, Arapşükrü kızı Elif ile evlendi, emmi çocukları diyebiliriz. Erken dönemde İzmir'e yerleşti. Bir kızı ve İbrahim adında bir oğlunu biliyoruz. Her yaz anasının evine tatile gelirlerdi... 2016 Yılında İzmir'de vefat etti...

  Küçük oğlu 1943 yılında doğdu. Çulluların Mehmet Zenger de, yine Çulluların Mustafa Azbay kızı, yani dayısının torunuyla evlendi; 1974 yılında vefat etti...

    Anaları Çullugızı Şerife Hanım ise, Aliosmançavuşun eşi Şerife Haykır olarak 1995'te öldü...

    Düdükçü
    Arapselimin Mehmet'in küçük oğlu 1915'te doğdu... Ramazan'ın lakabı 'Düdükçü' idi. Tomanların Kel Halil ile bir davul-zurna ikilisi oluşturup epeyce bir müddet düğünlerde çaldılar. Bu yüzden Düdükcüırmızan oldu. Kelhalilin ölümüyle ikili bozulmuş oldu; ama onun davulunu miras bilip sahurlarda çaldı... 

    Düdükcüırmızan, Aydınlı Delimehmet kızı Feriştah ile evlendi. Feriştah Hanım, Haydar Acar ve Ösüzömer (Ömer Acar)ın kardeşidir. Dört oğlu bir kızı oldu. Kızı, dayısının oğlu Ali Osman Acar eşi oldu. Oğullarının isimleri; Selahattin (Satırcı), Mehmet, Selim ve Hikmet'tir. Selahattin ve Mehmet Anıtkaya'da, Selim ile Hikmet İzmir'de yaşıyorlar. Yalnız Hikmet'in eşi Anıtkayalı olduğu için yazları köyünde geçiriyor...

    Arapselimin küçük oğlu Mehmet 1922'de şehit olduktan sonra eşi Şerife 50 yıldan fazla dul olarak yaşadı. 1970'li yıllarda, oğlu Düdükcünün evinin bir köşesinde yalnız kalırdı. Oldukça yaşlıydı, yakacak namına bulduğu her şeyi toplar evine götürürdü. 'Şedden Nine' derlerdi kendisine, 1977'de vefat etti...

    Düdükçüırmızan anasının ölümünden yaklaşık yirmi yıl sonra 1996'da öldü. Eşi Feride/Feriştah Hanım ise 2002 yılında vefat etti...

    ***

    Arapselimin torunları, 1934 soyadı uygulamasında kendilerine 'ZENGER' soy ismini seçmişler... Seçmişler veya verilmiş; zira sanki biraz 'zenci' kelimesini çağrıştırıyor. Bununla beraber Arabınali oğlu Ramazan, karınkardeşi Şekeralinin etkisiyle olsa gerek TETİK soyadını almış...