14 Şubat 2024

çabık - çüş


çabık: tez, hemen, çabuk

çabıkcana: çarcabuk, çabucak

çabılamak: panikleyerek acele hareket etmek

çaça: Kız ile erkek arasında aracılık yapan kimse.

Çadırayak: Bir mevki adı.

çadırayaz: Zemherideki yağışsız kuru soğuk. Çadır kelimesinin çetirenk (soğuk) ile ilgili olduğu düşünüebilir.

çağala: Taze badem.

çağıl: 1.Sel ve taşkının ardından geride kalan küçük taşlar, çakıl; 2.Çakıl yığını.

çağıllık: Çakıllı yer.

çakal: 1.Sığır veya atların burnunda bulunan beyaz leke, 2.Alnı ya da ayakları beyaz olan hayvan

çakallamak: Sezinlemek, sezmek, işin iç yüzünü gizli olarak öğrenmek.

Çakalüseyin: Eminlerin Süleyman’ın ilk hanımından büyük oğlu Hüseyin Eren. 1917 Yılında doğdu. Sucusüleyman ve Bekçiibrahimin babasıdır. 2007 Yılında, doksan yaşında vefat etti.

çakıldak: 1.Koyunun kuyruğunda dışkı, sidik, toz-toprak karışımı olarak meydana gelen, yüne yapışıp kuruyarak birbirine değdiğinde sesler çıkaran yuvarlağımsı atık. 2.Bazı tohumlu otların bulunduğu yerde kurumuş hali. 3.Tohumlarını sıralı veya küme olarak içinde bulunduran, mercimek, nohut, fasulye gibi bitkilerin kurumuş tohum bölümü; 4.Gırtlak hırıltısı.

çakıldak düşmek: Ölümüne yakın hastanın gırtlağında hırıltı oluşmak.

çakılı: 1.Yere çakılan bir kazığa bağlı olarak sabitlenmiş otlayan hayvan, 2.Çok fazla, bir sürü (Ağeçde kirez çakılı)

çakır: 1.Mavi, mavi gözlü; 2.Yeni olgunlaşmaya başlamış meyve.

Çakır: 1.Naymelerin İbrahim oğlu Ahmet Kırbaç. 1946 Yılında doğdu, Anıtkaya’nın önemli sıvacı ustalarından biri olarak 2014 yılında vefat etti. 2.Daldalların Burukhüseyinin küçük oğlu İbrahim Değer. 1951 Yılında doğdu, renkli gözleri sebebiyle böyle lakaplandı.

çakır dikeni: Mercimek yolanların eline çok batan mavi renkli bir diken.

Çakırhasan: Takgasların Cingenmuratın oğlu Hasan Öncül. 1902 Yılında doğdu. Posdeciırmızanın babasıdır. 1970’te vefat etti.

Çakıriban: Aliciklerin Kelçakırın tek oğlu İbrahim Ata. 1930 Yılında dünyaya geldi. Kasaplık yapardı; oğulları Gasaphüseyin ve Dolakahmetin de bu mesleğe yönelmesinde etkilidir. 2012 Yılında vefat etti.

Çakırmehmet: Hatipoğlu Mustafa’nın büyük oğlu Mehmet Erdem. 1910 Yılında doğdu. Annesi Fatma Hanımın renkli gözleri sebebiyle böyle lakaplandı. Delimısdık, Muharrem ve Hacaponun babasıdır. 1990 Yılında vefat etti.

Çakırnine: 1.Başoğlu Osman’ın büyük kızı Ayşe Eren. Rumeli’de 1889 yılında doğdu. Önce Kelahmetlerin Osman, sonra Eminlerin Süleyman eşidir. Yozgunhalil ve Kelsüleymanın analarıdır, 1962’de vefat etti. 2.Başoğlu Osman’ın küçük kızı Fatma Erdem. 1894 Yılında Rumeli’de doğdu. Hatipoğlu Mustafa’nın hanımı, Çakırmehmet ile Çakırosmanın analarıdır. 1966 Yılında vefat etti. Bu iki kardeş renkli gözleri sebebiyle torunları tarafından Çakırnine diye bilinmişler.

Çakırosman: Hatipoğlu Mustafa’nın küçük oğlu Osman Erdem. 1917 Yılında doğdu, Çakırmehmetin küçüğüdür. Kasaba olduktan sonra Anıtkaya’nın ilk Belediye Başkanı olduysa da bu dönem 1960 darbesi sebebiyle kısa sürdü. Zahirecilik yaptı ve bu mesleği oğulları Kapitalis ile Mustafa’ya sağlığında devretti. 1986’da vefat etti.

Çakırüseyin: Mardakların Ali oğlu Hüseyin Saki. 1870 Yılında doğdu. Oğlu Hüseyin ile karıştırmamak için buna çakır lakabını vermişler. Hüseyinhoca ile Dişçialinin dedeleridir, 1949’da vefat etti.

çakmak buydey: İri, ağır, sarı renkli cins buğday.

çakmek: Yere çakılan bir kazığa bağlı ipin diğer ucunu ayağına veya boynuna bağlamak suretiyle hayvanı bulunduğu yerde sabitleyerek orada otlamasını sağlamak.

çalgı: Düğünde eğlenceyi sağlayan müzisyen grubu.

çalgı dutmek: Düğün ve eğlenceye müzik için bir grupla anlaşmak.

çalı: bodur meşe

çalı gazeli gibi: sert ve keskin şey (Saçım çalı gazeli gibi olmuş.)

çalımına gelmek: Biçimine gelmek, uygun düşmek

çalımına getimek: Uygun bir zaman ve durum bulmak.

çalınmek: Dedikodu yayılmak (Gulağıma çalındı)

Çalıyayla: Hassönleriñguyu ile İmranguyusu arasındaki, çalılık ile tarlaların birleştiği mevkiye verilen isim

çalıyı depesinden sürümek: Tersine iş yapmak. Kesilen meşe çalısı budanmamış ise kökünden tutup çekilir, aksi durumda işi zorlaştırmış olursun.

çalkamek: Harmanda samandan ayrılmış buğdayı kaba pisliklerden temizlemek için gözerle elemek.

çalkantı: Çalkanan, elenen buğdaydan geriye kalanlar, gözer üstünde kalan çakıldaklı kısım.

çalmek: 1.yoğurt, peynir mayalamak, 2. benzemek (Rengi birez sarıya çalıyo.), 3.Üstünkörü süpürmek, süpürgeyi sürtmek; 4.Kesmek amacıyla bıçağı sallamak, 5.Bir şeyin üstüne bir şey sürmek, bulaştırmak (Ekmeğe yağ çaldı), 6.Görmeden, el yordamıyla elini sallamak (Elimi bi çaldım, kibriti buldum)

çamır: 1.çamur, 2.(mec) sürekli pislik, kötülük düşünen kimse, bela

çamıra gitmek: çamur banyosuna gitmek.

Çamıramamı: 10 km kadar güneyde Köprülü Köyü yakınlarında çamuru şifalı doğal kaplıca. (Çamur Hamamı)

çamır garmek: Dambeşi sıvamak için çorağı çamurlaştırıp kıvam bulması için beklemeye bırakmak.

çanak çömlek patladı: Çocuk oyunlarında oyunun bozulduğunu anlatır.

çañına ot dıkamek: Susturmak, sesini kesmek.

Çañlı: Akbaş Ömer’in kardeşi Hüseyin Karakaya. 1905 Yılında Akören’de doğdu. Yetim kalınca anaları bunları alıp kendi köyü olan Eğret’e getirmiş. Hüseyin çocukluğunda boynuna kolye gibi çan taktığı için böyle lakaplanmış. 1971 Yılında vefat etti.

çap: en-boy, bir şeyin boyutları

çapa: Sığırın iki yaşında düşen dişi.

çapalı: İki yaşına girmiş sığır.

çapar: 1.Alaca renkli, 2.soluk ya da sarı benizli kimse, 3.saç, kirpik, kaş gibi kılları tamamen beyaz olan albino hastası, 4.sarışın, 5.yüzü benekli koyun veya insan

Çapar: 1.Dedelerin Süleyman’ın ikinci hanımından küöük oğlu Mehmet Cemalettin Dadak. 1925 yılında doğdu, Hamdihocanın kardeşidir. Sarışınlığından dolayı böyle lakaplanmış. 1999 Yılında vefat etti.  2.Müdüroğlunun Mustafa Eşiyok. 1935 Yılında doğdu. İzmir’e göçtü ve 1993’te orada vefat etti.

çapeci: ücretle çapa yapan kadınlar

çap etmek: ikiye bölmek

çapeyi çıkarmek: Sığır iki yaşına girmek, kurban için olgunlaşmak.

çapıl çupul: (z) Çamurda yürürken çıkan sesi anlatır.

çapıt: paçavra, eski bez parçası (çaput)

Çapıtcıhafız: Hacıların Ahmet oğlu Süleyman Azbay. 1903 Yılında doğdu, Kelsaleğin küçüğüdür. İlme yönelip kendini iyi yetiştiren bir hafız olduğu, geniş bir kütüphaneye sahip olduğu anlatılıyor. Şerafettin Azbay’ın babasıdır, 1956 yılında vefat etti.

çapıt çangal: (i) Parça kumaş, elbise eskisi gibi şeyler.

çapıt haba: Eski bezlerden dokunan kilim.

çaplamek: Ağacı yontarak düzeltmek.

çaresine bakmek: Gereken ne ise onu yapmak, çözüm yolunu bulmak.

çarpıntı: 1.mide bulantısı, 2.kalpte ritim bozukluğu

Çarşamba çanağına çevirmek: Kırıp dökmek, dağıtmak, parçalamak.

çarşamırsızı: Bir tür yağlı çörek. (çarşı hamırsızı)

çaşıt: İnsanlar arasında laf taşıyarak onları birbirine düşüren, fitne fesat peşinde koşan kimse.

çat: dalın, yolun, nehrin çatallaştığı yer

çatal: Pancar, turp gibi köklü bitkileri çıkarmaya yarayan alet.

çatalgavak: Bacakları yukarıda açık tutarak baş üstünde durma hareketi, amuda kalkmak.

Çatalüyük: Bir mevki adı.

Çatalıñguyu: Bir kuyu ve mevki adı

çatılı: Yanmaya, tutuşturulmaya hazır soba.

çatırak: Çatal, pülçük.

çatışmek: Köpekler çiftleşmek.

Çatlak: Cavanın Ahmet’in oğlu Abdullah Er. 1939 Yılında doğdu.  Başöavuş Mehmet’in babasıdır. Sonradan Manisa’ya taşındılar, 1977’de vefat etti.

çatma: Bir arada bağlı çok sayıda hayvana, düven olmaksızın harman çiğnetme.

çatmek: 1.Birbirine bağlamak, tutturmak (güğüm çatmak); 2.Parçaları birbirine tutturarak bir şey yapmak (çatı çatmak); 3.Aynı cinsten parçaları birbirine dayamak (soba çatmak, tüfek çatmak); 4.Karşılaşmak, dokunmak, çarpmak; 5.İki hayvanı başlarından birbirine yularla bağlamak.

çavdar çekmek: Buğdaydan daha uzun olan çavdarları, ekin daha yeşil iken koparıp temizlemek.

Çay: Toplu halde çamaşır yıkanan dere kenarı, çamaşırhane.

Çayırlâ: Bir mevki adı, Çayırlar.

Çayırözü: Mevki adı.

Çaylı: Mollaosmanın Mahmut’un ikinci hanımı Zehra Aykaç. Çay’da dünyaya geldiği için böyle lakaplanmış; çocukları da kendine nispet edilerek anılıyor. 2002’de vefat etti.

çecüstü: Çeç sahibinin dene vererek harmanda bulunanlara aldığı çerez.

çéç/çeş: Savrulup samandan ayrılmış ama çalkanmamış buğday yığını.

çekdirmek: Araba tekerinin şınasını kestirerek daraltmak.

çeket: ceket

çékgi: Harmanda sap çekmeye yarayan, ucu çengelli ağaç saplı alet

çékiş: çekiç

çekişe çekişe: (z) bağıra çağıra, kavga ederek

çekişe çekişe bazarlık etmek: Kıyasıya pazarlık, inatçı pazarlık etmek.

çékişmek: 1.karşılıklı tartışmak, 2.azarlamak

çékişlemek: Körleşen tırpanın ağzını çekiçle döverek keskinleştirmek.

çeldirmek: 1.çelik çomak (met) oyununda, meti bir ucuna vurarak zıplatmak, çelmek; 2.Bir şeye vurarak yönünü değiştirmek.

çelermek: Ekinler yeşermek.

çelgi: Erkek boyun atkısı.

çelik: Ağacın dalını kesip başka bir yere dikerek köklendirilmişi.

çelikleme: Kısa ağaç dalı veya kısa odun.

çeliklemek: 1.Ağacı çelik ile üretmek, 2.Demire su vermek, 3.Sıcak sudan çıkıp birdenbire soğuk suya dalmak.

çelmek: 1.Yönünü, doğrultusunu değiştirmek; 2.Met oyununda havaya fırlayan metin ortasına vurarak ileriye fırlatmak.

çeltik: Yetişmesi için bir tecrübeli çoban yanına verilen küçük yaştaki acemi çoban; çoban çırağı.

çéncire: tencere

çeñe: Küçükbaş hayvanlara takılan orta boy çan türü.

çeñesini çekmek: Ölen bir kimsenin çenesini başına tülbentle düğümlemek.

çenet: vücutta iki bacağın birleştiği kısım, kalça

çéñiz: çeyiz

çéñiz almek: Gelin almadan önce kız evine gidilip indirilen çeyizi teslim alıp erkek evine getirmek.

çeñiz asmek: Gelinin çeyizini sergilemek üzere duvara dizmek.

çéñize bakmek: Sergilenmek üzere asılan çeyizi incelemek.

çéñiz evi: Çeyizin sergilenip içinde eğlenceler düzenlenen oda.

çéñiz gaynısı: İndirilen çeyizi götüren kağnı, araba.

çéñiz indirmek: Sergilenen çeyizi sergiden indirip toplamak.

çente: çanta

çepel/çeper: Denenin içindeki yabancı madde, taş, sap, saman vs.

çepiş: iki yaşına girmiş keçi

çerçi/çerçici: Gezgin satıcı.

Çerçimehmet: Hatipoğlu/Gobakoğlu İbrahim’in büyük oğlu Mehmet Kopan. 1895 Yılında doğdu. Sık sık Afyon’dan bir geceliğine geliş gidişlerde kullandığı arabası çerci arabasına benzetildiği için lakabı böyle kaldı. 1962 Yılında vefat etti.

çerçive: çerçeve

çêrek: çeyrek, dörttebir.

Çêrek: Beygirlinin ortanca oğlu Ömer Tüblek. 1953 Yılında doğdu, kısa boylu olması dolayısıyla böyle lakaplandı. Uzun yıllar demircilik yaptıktan sonra kendini emekli etti.

çerez: Erkek tarafının kız tarafına verdiği her türlü yiyecek, özellikle kuruyemiş.

Çerkez: 1.Çerkes, 2.Anıtkaya’nın 5 km kadar kuzeybatısındaki Yenice Köyü

Çerkezgırı: Yenice Köyüne yakın mevki adı.

çéş çıkarmek: Harmanı savurup deneyi yığmak.

Çete: 1.Mihrioğlu İbrahim’in küçük oğlu Hasan Hüseyin Eşit. 1916 Yılında doğdu, Kötüosman ve Mehmet Eşit’in küçüğüdür. Erken dönemde İzmir’e yerleşti, işini kurdu, evlendi ve 1969’da orada vefat etti.  2.Ayanoğlu Ahmet’in oğlu Mehmet Patlar. 1921 Yılında doğdu; Sağırömer, Patlağınismail, Davılcı ve Gaygısızın kardeşidir. Neden böyle lakaplandığı bilinmiyor. Tunanın başkanlığı döneminde Zabıta olarak görev yaptı. 1984’te vefat etti.  

çetireñ: ayaz, dondurucu soğuk

çevirmek: 1.Bir tarlayı, arsayı sahiplenmek; 2. Hayvanları toplamak veya yönünü değiştirmek.

çevre: Erkeklerin kullandığı büyük mendil.

çevre almak/vermek: Kız tarafının erkek tarafına cevaplarının olumlu olduğu anlamına gelen merasim.

çézmek: çözmek

çézilmek: çözülmek

çıbık: Savrulacak tınazın önüne dikilen, samanı taneden ayıracak çubuk.

çıfıt: kötü niyetli, fitneci

çığımçığım çığırmek: çok bağırmak

çığırmek: 1.türkü söylemek, 2.feryat etmek

çığrışmak: bağırarak sözlü kavga etmek

çıka çıka gomek: Kendisini ilgilendirmediği hususlarda söze müdahil olmak.

çıkı: küçük bohça, çıkın

çıkılamek: çıkın haline getirip bağlamak

çıkım: Tarlanın bir ucundan diğer ucuna varıncaya kadar yapılan iş miktarı. (Bi çıkımlık çapamız galdı.)

çıkım çıkmek: Çapalama veya nohut mercimek yolmada toplu olarak bir çıkımlık iş yapmak.

çıkıp da gidivemek: Ansızın kaçmaya başlamak.

çılı çırpı: (i) Küçük odun veya kuru ot parçaları. (çalı çırpı)

çıltak: Kavgacı, huysuz, sözünde durmaz.

çırpı: Kadınların başlarına bağladıkları tülbent.

çıtdadak: Bir şey kırılırken hafifçe çıkan sesi anlatır.

çıtırpıtır: Bayramlarda patlatılan, kibrit tozundan yapılmış zararsız şerit patlayıcı, çatapat.

çıvgın: 1.Kar veya yağmuru savurarak esen sert rüzgar, tipi; 2.Ağacın dibinden filizlenen taze sürgün, piç.

çıvmek: 1.Çok hızlı bir şekilde kaçmak, tüymek; 2.Hızla boyu uzamak. Ergenliğe girmiş çocuklar ve taze ağaç dalları için kullanılır.

çiğdem/çiydem: Baharın habercisi, kökünde küçük yumru bulunan çiçek, kardelen.

çiğil/çiyil: çakıl taşı, iri kum

çiğlemek/çiylemek: Ayçiçeği kellesi veya mısır koçanındaki taneleri çıkarmak.

çikin: çirkin

çikin olmek: bozulmak, kokmak, bayatlamak, eskimek, yaşlanmak, zayıflamak

çil: Siyah beyaz karışık boz renk.

çilbir: 1.Atları zabtetmeye yarayan kayış, terbiye, dizgin; 2.Yoğurt ve yumurtadan yapılan basit bir yemek, çılbır.

çile: iplik yumağı

Çilefe/Çiloğlan: Apdıramanların Hasan’ın dördüncü oğlu Mehmet Ayas. 1883’te doğdu, yüzündeki çiller sebebiyle böyle lakaplandı. Gocacurak, Kirpitçi, Hacıhafız ve Ali’nin kardeşi; Hüseyinhoca ve İresilhocanın babalarıdır. 1937 Yılında vefat etti.

çilemek: Hafif yağmur yağmak, çiselemek.

çilenti: Hafif yağış

çilergin: nemli

çilermek: 1.nemlenmek,  2.küflenmek

Çilgarga: Manavların Ahmet eşi Ayşe Öztürk. 1935 Doğumlu, Osmanköylünün Süleyman kızı; Bekçialinin ablası, Hasın anasıdır. 2003 Yılında vefat etti.

çilingir: suratsız, sevimsiz

Çilmahmut: Hassönlerin Hacıefenin ikinci hanımından küçük oğlu Mahmut Omak. 1909 Yılında doğdu, evinin yanındaki oda hala onun adıyla bilinmektedir. 1984’te vefat etti.

Çinigız: Garmenlerin Ahmet eşi Rabia Geçer. Kekliklerin Hacıiresilin kızıdır, 1940 yılında doğdu; Ankara’da 2015 yılında vefat etti.

çiñilemek: 1.Kulak çınlamak, 2.Yankılanmak

çinnem/çiynem: 1.Bir çiğneme miktarı, lokma; 2.Çiğneyerek kıvama getirilen bebek yiyeceği.

çinnemek(çiğnemek): 1.Yiyeceği dişleri arasında ezmek. 2.Bir şeyi ayakları altına alıp ezmek. 3.Motorlu bir araç tekeri altında bir şeyi ezmek.

çinneyip geçmek: Gereken ilgi ve saygıyı göstermemek.

çirçir: Az akan su

Çirçir: Bir çeşme ve mevki adı.

çirk: 1.Çamaşır yıkamadan geriye kalan kirli su, 2.Sabun gibi azalan şeylerin küçük parçası.

çirpi: kesilmiş ince dallar

çisenti: az ve hafif yağan yağmur

çiş çiş: (ü) Bebeklere çiş yaptırma ünlemi

çiş dutmek: Çocuğa tuvalet eğitimi vermek.

çit: Bir çeşit yerli kumaş. Basma türlerinin genel adı.

çit çit: (i) Erkek-dişi iki kısımdan oluşan düğme düzeneği, kopça

çitibakırı: Krem deterjan  kabının kova olarak kullanılan hali.

çitilemek: Sinek, pire gibi haşerat ısırmak.

çitili: Birbirine sıkıca bağlı, dikilmiş.

çitirgin: Ağacın işe yaramayan ince küçük dalları.

çitlemek: Çekirdeğin kabuğunu iki dişi arasında kırıp tanesini yemek.

çitlik: çiftlik

çitme: at, eşek tekmesi, çifte

çitmek: 1.Söküğü, deliği dikerek kapatmak; 2.İki kumaşı yan yana getirip dikişle birleştirmek, 3.Tarağın dişleri arasını iple sıkıştırmak.

çitmelemek: Hayvanın arka ayaklarıyla tekme atması, çiftelemek.

çivi gibi: Çok soğuk.

çivi kesmek: Çok üşümek.

çivt: çift

çivt çıbık: (i) İleşberlik yapmak için gerekli araç gereçler.

çivt dikiş: Sınıfta kalıp aynı sınıfı tekrar etmek.

çivte: çift namlulu tüfek, çifte

çivte gitmek: Çift sürmek için tarlaya gitmek.

çivte goşmek: Hayvanları pulluğa koşmak.

çivt sürmek: Pullukla toprağı ekilebilir duruma getirmek.

çiye: sarımsak dişi

çiymer: Bir tür sert taş.

çobanaldadan: Tarla kuşu.

çobançırası: Añ ve gırañlarda yetişip pembe lacivert arası tonlarda çiçekler açan sert dallı ve diken yapraklı bir ot. Diken görünümlü yaprak ve çiçekleri sert olmasına rağmen batmaz. Bununla beraber elbiseye sıvanan bıtırakları temizlemenin en iyi yolu onları çobançırası ile süpürmektir. Belki bu yüzdendir, nerede bıtırak varsa mutlaka o civarda çobançırası da bulunur.

çobansalığı: Sürüden hayvan satıldığı zaman çobana ve daha çok çocuğa verilen bahşiş.

çoğu gırda galır: Kırdan dağdan toplanan şeylerde açgözlü olmamak gerekir, ne kadar çok almak istesen de onun çoğu yine orada kalır.

çokcana: Çok fazla, bol bol.

çok çok: (z) Olsa olsa, en fazla, azami.

çokdan: eskiden yapılmış, çok erken yapılmış

çoksözlü: Çok konuşan geveze.

Çolağarif: Veyislerin Körhocanın büyük oğlu Arif Varlı. 1927 Yılında doğdu. Küçükken krıılan kolu yanlış kaynaması nedeniyle böyle lakaplanmış. 2000 Yılında vefat etti.

Çolağessan: Yörüklerin Ali’nin küçük oğlu İhsan Demir. Habeşahmet ve Zıhiyeosmanın küçüğüdür. Elinin birkaç parmağı kopuk olduğu için böyle biliniyor. Erken dönemde yerleştiği Afyon’da yaşıyor.

Çolağıñ Çeşme: Çayırözü mevkiinde Dananıñçolak Mehmet Kurt tarafından yaptırılan çeşme ve o çeşmenin bulunduğu mevkinin adıdır.

Çolağömer: Selimlerin Halil oğlu Ömer Salman. 1869 Yılında doğdu. Halilçavuş, Efekçi ve Osman Salman’ın babasıdır. Çevre köylülerle girdiği bir kavgada kolundan yaralandıktan sonra bu lakapla anılmış. 1938 Yılında vefat etti.

Çolağüseyin: Hacımahmutların Kedivelinin oğlu Hüseyin Ildız. 1913 Yılında doğdu. Bir elinde gözle görülecek kadar parçalanma olduğundan çolak diye lakaplandı., 1986’da vefat etti.

Çolakahmet: Aslen Akörenli, fakat anası itibariyle Eğretli Ahmet Bar. Aşşağılıların Efemehmetin anasına içgüveyisi olmuş böylece oğlu Kelahmet (Ahmet Bar) doğmuştur. Oğlu askerdeyken bulduğu bir bombanın patlaması sonucu kolu kopmuş, çolak kalmıştır. 1944 Yılında vefat etti.

Çolakali: Türkmenoğlu Halil’in küçük oğlu Ali Tüplek. 1907 Yılında doğdu, Yumrukların dedesidir, 1959’da vefat etti.

Çolakfatı: Emiralilerin Ali eşi Fatma İleri. Berberoğlu Mehmet Ali kızı olup ana tarafıyla Gademlere dayanır. Çolaklığı hakkında bilgi yok; bir kızı Zehra, İbiş Tür’ün ilk eşidir. 1940 Yılında, 64 yaşındayken vefat etmiş.

Çolakmusa: Türkmenoğlu Ömer’in büyük oğlu, Arzı Ninenin torunu Musa Türkmenoğlu/Tüblek. 1895 Yılında doğdu. Bir kavgada kolu kopunca bu lakapla anılmaya başladı. 1956 Yılında vefat etti.

çor: 1.Dert, keder, hastalık, kusur; 2. tuz, tuzlu

Çoraklık: Gazlıgöl’de dambeş sıvamak için çorak getirilen yer.

çorbeci: tüccar (çorbacı)

Çorbeciguyusu: Hacaliler/Çorbeciler tarafından yaptırılan sereñli kuyu ve o mevkinin adı.

çorlanmak: Hastalanmak, dertlenmek; 2.Meyve özürlenmek.

çorlu: 1.Hastalık nedeniyle gelişmemiş kişi, hayvan, ağaç; 2.Dolu, yağmur gibi sebeplerle lekelenmiş meyve, sebze.

Çorluya çor, gözele gözel: Herkes dengiyle evlenmelidir.

çoyneşmek: uyuşmak

çöğür: dikenli kuru ağaç dalı, çalı

çökgün: Ruhen ve bedenen çökmüş olan.

çöküntü: bir bina veya dam çökmesinden geriye kalan ahşap malzeme

çölmek: çömlek

çömmek: Dizlerini kırıp ayakları üzerinde durmak, çökmek.

çömelmek: çökmek, çömmek.

Çönehalil: Arapların Sarımısdıfanın küçük oğlu Halil. 1877 Yılında doğdu, neden böyle lakaplandığı bilinmiyor. Gavasibrahim ve Devecinin babasıdır, 1930 yılında öldü.

çul: 1.Eski püskü elbise, 2.Hayvanları soğuktan korumak için üzerine örtülen bez.

çullanmak: Toplanmak, üzerine çökmek, yığılmak.

Çullu: Hacıların Ahmet oğlu Mustafa. 1880 Yılında doğdu, 1915’te Musul’da şehit oldu.  Çulluların Mustafa, Mehmet ve Muhittin Azbay’ın dedeleridir.

Çullugızı: Bolvadinli Kelbekir oğlu Alosmançavuşun eşi Şerife Haykır. 1915 Yılında doğdu, Çullumustafa kızı olduğu için böyle lakaplanmış. 1995 Yılında vefat etti.

çulunu almek: Av köpeğinin sırtındaki örtüyü alarak ona koşma talimatı vermek.

Çunku: Sağırların Ramazan oğlu Hamza Sancak. 1912 Yılında doğdu. Çünkü kelimesini kendine has tarzda telaffuz edince bu söz lakabı oldu. 2003 Yılında vefat ettikten sonra küçük oğlu Ahmet de bu lakapla anılıyor.

çuvalâzı açıvemek: Rahatça içine tahıl koyması için birine yardım amacıyla çuvalı açık tutmak.

çük: erkek çocuk cinsel organı

çükdeliği: kemersiz pantolon dikerken erkek çocukları için önde bırakılan delik

çükünü kesdirmek: Sünnet olmak, sünnet ettirmek.

çükü şişmek: Çok istediği bir şeyi yiyemeyen çocukta araz kalacağına inanılır.

Çürükayşa: Sıntırların Kelhasanın Ali’nin eşi Ayşe İnanır. Musluların Çürükyusuf kızıdır, bu yüzden babasının lakabıyla anıldı. 2011 Yılında vefat etti.

çürük çarık: (i) Çürümüş, yarı çürümüş veya az kaliteli meyve sebze.

çürüklenmek: şüphelenmek, kuşkulanmak

Çürükyusuf: Musluların İbrahim oğlu Yusuf Efe. 1916 Yılında doğdu, Gavuralinin kardeşidir. Zayıf bünyesi, hasdacak yapısı sebebiyle böyle lakaplanmış. 1942 Yılında vefat etti.

çüş: Eşek durdurma ünlemi.


13 Şubat 2024

caba - cüz

 
caba: bahşiş, beleş, bedava

cabadan: Bedelsiz elde edilen, bedavadan.

cabara: zorba, hırçın

câber: Çingene

câcur: 1.fermuar, 2.şarjör

caga: gösteriş

cağıl cuğul: (i) gürültü, çocuk gürültüsü

cahal: cahil

cak cak: (i) geveze, dedikoducu

calasgal: Basit vinç sistemi.

cambaz/canbaz: hayvan tüccarı

cambıl cumbul: (i) Su içinde hareket eden şeylerin çıkardığı sesi anlatır.

can: Çocuk oyunlarında oyunda kalma hakkı (Üç canım galdı)

Canali: 1. Canalioğlu Mehmet Can, 1897-1946. 2. Canalilerin Mehmet oğlu Ali Can. 1916 Yılında doğdu. Şeytanhasanın kardeşidir, 1975 yılında vefat etti. 

Canali gışı: Canalilerin Mehmet Can 28 Mart 1946 tarihinde vefat etti. Öyle çetin bir soğuk vardı ki, üç gün cenazesi defnedilemedi. Ancak ikinci Martdokuzuna denk gelen 1 Nisan günü defin işlemi gerçekleşti. Bu şiddetli soğuklar o günden sonra Canali kışı diye adlandırıldı.

canavar: kurt

Canavarcı: Arapların Gavasın ortanca oğlu Ramazan Sargın. 1938 Yılında doğdu. Avlanmayı seven Ramazan’a bu lakabı eniştesi Gocagulağın Ahmet taktığı söyleniyor. 1995 Yılında vefat etti.

canayakın: samimi, içten

canbaz/cambaz: hayvan tüccarı

candan: Cana yakın, sıcak, samimi davranan.

candırma: jandarma

Candırma: Hassönler/Şekeralilerin Hasan’ın büyük oğlu Halil Omak. 1961 Yılında doğdu. Askere gidiş sürecindeki asker gezilerinde jandarma sınıfına ayrıldığını çokça vurguladığı için böyle lakaplanlanmış. Köklerine bağlı, Eğret kültürüne vakıf önemli bir kaynak kişidir.

canfırı: İzerine işleme işlenen beyaz kumaş, patiska.

Canfırı: Halimeninmehmet oğlu Mehmet Ali Kıy. 1945 Yılında doğdu. İzmir’de çalıştı, emekli olduktan sonra Anıtkaya’ya döndü; 2006’da vefat etti.

canı galmek: çok imrenmek, içi gitmek

canı geçmek: içi geçmek, uyuklamak

canı gür: dayanıklı, acı duymayan

canından yanasıca: ilenç sözü

canıñ galsıñ: Birisini imrendirmek için söylenir.

canıma deysiñ: Kendi sevinciyle başkasını üzme maksadıyla söylenir.

canına deysiñ: Ruhu şad olsun anlamında kullanılır.

canıña deysiñ: Bir şey yerken karşısındakini imrendirmek için söylenir.

canını sevdiğim: Kutsallığına inanılan varlıklardan bahsederken söylenen saygı ifadesi. Yağmur, güneş, rüzgar gibi şeylerden söz ediliyor ve anlam Allah’ın Kuderetine çıkıyorsa bu söz söylenir (Canını sevdiğim, nası gözel yağıyo). Mezarlıkta, tekkede veya benzer yerlerde bulunduğuna inanılan ruhanilerden bahsederken de bu sözle giriş yapılır.

canırabbım: Yalvarma sözü (Can Rabbim)

cannı: Güçlü, gösterişli, iriyarı hayvan. (canlı)

car car: (z) Çok ve boş konuşma

car car ötmek: Gevezelik etmek.

cartdadak: (z) Birden bire yırtılma, kırılmayı anlatır.

cassur: 1.Güçlü, kuvvetli, çalışkan; 2.Gözüpek, atılgan (cesur)

cav cav: (i) Bir toplantı veya işin en hareketli, en hararetli anı. (İşlerin cavcav vaktinde, olacak şey mi bu)

cazı: büyü

celep: 1.Uzun boylu, gösterişli öküz; 2.Hayvan tüccarı, cambaz.

Celep: Patlakların Sağırömerin büyük oğlu İhsan Patlar. 1934 Yılında doğdu. Pazaryeri girişindeki kahveyi uzun süre işletmesiyle meşhur oldu. 2014 Yılında seksen yaşında vefat etti.

cemile: cemre

cenazeyi galdırmek: 1.Ölüyü gömmek üzere götürmek; 2.(mec)Eldeki işi bitirmek.

Ceneme: Kinislioğlu Mehmet Soya. 1871 Yılında doğdu. Dıñalinin kardeşi, Kumpirhasan ile Timitirinin babasıdır. 1947 Yılında vefat etti.

cenev/cenevi: göğüs, kalp, yürek (canevi)

cenevinnesi: çatal iğne, çengelli iğne

cenevi galkmek: Heyecan ve üzüntüden göğsü ağrımak, kalp çarpıntı yapmak.

cereme: fiyat, değer

cerge: 1.Ağaç dal ve yapraklarıyla yapılan gölgelik. 2.Derme çatma çadır.

ceride: gazete

cıba/ciba: Ağaç malzemeyi sıkıştırmak için kullanılan yine ağaçtan yapılmış kama.

cıbıl: 1.Geçim sıkıntısı çeken, yoksul, züğürt; 2.parası olmadığı halde varmış gibi gösteriş yapan, caka satan; 3.Tüyü dökülmüş, tüysüz.

cıcığını çıkarmek: Ezip berbat etmek.

cıdavı: Huysuz, şamatacı, geçimsiz, oyun bozan, kavga çıkarmaya hazır.

cık: Yok, hayır anlamında ünlem.

cıkcan: aceleci

cıkcık: (s) tezcanlı, sabırsız

cıkcık cannı: tezcanlı, sabırsız

cılık: bozuk yumurta

Cılımısdık: 1. Takgasların Kelömerin ilk hanımından oğlu Mustafa Öncül. 1928 Yılında doğdu. Sonradan İzmir’e yerleşti ve 1993’te orada vefat etti. 2. Musluların Gavuralinin küçük oğlu Mustafa Efe. 1940’ta doğdu, Afyon2da uzun süre çalıştıktan sonra İzmir’e yerleşti. Yazları Anıtkaya’ya yaptığı evinde geçiriyor.

cılkı çıkmek: her şeyiyle bozulmak

cıngara: gürültü, patırtı, kavga

cıngı: kıvılcım

cıngı çıkatdırmek/cıngı saçmek: Çok kızdığından çevresindekilere bağırmak.

cıngıl: Küçük üzüm salkımı

cıngırdak: Bebek için yapılan, sallandıkça içindeki boncuklar ses çıkaran oyuncak.

cıngırdık: Ağaçtan bir sütun ve yine ağaçtan iki kanat şeklinde kurulan 360 derece dönebilen, kız çocuklarının daha çok rağbet ettiği tahtarevalli. Bayram gibi özel günlerde kurulur, eski zaman çocuklarında dönme dolap etkisi yapardı.

cıngı saçmak: öfke kusmak

cırcır olmek: İshal, amel olmak.

cırmık: Tırmalama sonucu kalan tırnak izi, yara

cırmıklamak: Kedi gibi hayvanlar tırnaklarıyla birini veya bir yeri tırmalamak.

cıs: Çocukları ateşten veya tehlikeli şeylerden koruyup sakındırma ünlemi.

cıs olmek: Çocuk dilinde yanmak.

cıscıbıl: (s) 1. çırılçıplak, 2.çok fakir

cıv/cığ: Haşhaş sapı, günaşık kökü gibi ısı değeri olmayan yakacak.

cıvgın: 1.çabuk sinirlenen, 2.taze ağaç sürgünü

cıvıtmak: 1.Çamura sulandırmak, 2.Ciddiyetten uzaklaşmak.

cıvlamak: Hızlı atılan bir şey ses çıkararak gitmek.

cıvzıtmak: sağa sola koşuşturmak

cızdırma: mısır unundan yapılan haşhaşlı ekmek

cızgı: Haşhaş sütünü çıkarma maksadıyla kapsülü çizme aygıtı, dilgi.

ciban: yara, çıban

cibil cibil: (z) Çok fazla ıslanıldığını anlatan yansıma sözcük. (Yâmırıñ altında cibil cibil olmuşlâ.)

cibre: Şamatayla işini yürütmeye çalışan düşük karakterli.

cicana: Üvey anne (cici ana)

cici: Çocuk dilinde oyuncak veya yeni giysi.

ciğara: sigara

ciğerinden yanasıca: ilenç sözü

cik: Aşık kemiğinin çukur tarafı

cik cik cik: (ü)Tavukları çağırma ünlemi.

cimcik: çimdik

cimcik aşı etmek: Etini morartacak kadar çok çimdiklemek.

cingen: 1.çingene, 2.cerbezeli, şamatacı kimse

cingen ağlar suç basdırır: Aşırı üzüntü gösterisiyle suçunu unutturma çabası

Cingenali: Deliosmanların Süleyman oğlu Ali. 1880 Yılında doğdu. Bu lakabı çocuk yaştayken almış. Avlularındaki sürgü değirmenine gelen kadınları taşlayınca onlar Ali’ye böyle seslenmişler, sonra onun lakabı olmuş, diye anlatılıyor. 1915’te Çanakkale’de şehit oldu. Terzi Süleyman Saçan, İbişlerin Yakup Tür ve Tekelilerin Köressan İhsan Temel’in dedeleridir.

cingen bıçağı: Ucu kıvrık bıçak, bağ bıçağı.

cingen böreği: Közlenmiş ekmeği ıslatıp üzerine tuz biber ek, yahut yağlayıp tuz biber ektiğin ekmekleri bir tepside fırına ver. Cingen böreğinin iki türü de köy ekmeğinden yapılır.

cingen caber: (i)Tekin olmayan, güvenilmez ve yabancı kimseler.

cingen çadırı: Çiçekleri konik çadıra benzer bir bitki.

cingen gavgası: Yalandan kavga eder görünüp geriden başka işler çevirme.

Cingenmehmet: Berberlerin Emin’in büyük oğlu Mehmet Öztürk. 1958 Yılında doğdu.

Cingenmurat: Takgasların Ömer oğlu Murat Öncül. 1871 Yılında doğdu. Kelömer, Çakırhasan ve Berberhüseyinin babalarıdır. 1953 Yılında vefat etti.

Cingenömer: Çolağömerlerin Osman oğlu Ömer Salman. 1940 yılında doğdu, 2021’de vefat etti.

cingil: Birkaç taneden oluşan küçük üzüm salkımı veya salkımın küçük bir parçası.

Cinibizdede: Ayanoğlu Halil’in büyük oğlu Osman Patlar. 1874 Yılında doğdu, Gabaoğlan ve Garahmetin abisi, Sarışükrünün babası, Tunahüseyinin dedesidir. Yaşlılığında çocuklar böyle lakaplamışlar, 1947 yılında vefat etti.

cinine gitmek: Birine çok kızmak, onunla yıldızı barışmamak, gıcık kapmak, sevmemek.

cip: Otomobil, özellikle ardında karavan olan otomobil.

cip gibi: çok hızlı

circir: ishal

circir böceği: Ağustosböceği

civci: civciv

civci çanağı: Çok küçük, minicik.

civez gibi: Küçük ve kavruk kalıp gelişemeyen bitki.

ciyirdek: parlak, ince ambalaj

ciyirdekli şeker: Ambalaja sarılı bayram şekeri.

cizgit: Haşhaş kapsülünü çizerek sütünü çıkarmaya yarayan ay şeklinde bıçak.

cizi: 1.çizgi, 2.Pulluk veya sabanın tarlada bıraktığı iz, 3.Ekili tarladaki her bir sıra.

cizi çekmek: Pullukla bir defa gidip gelmek.

ciziden çıkmek: Sapıtmak, abuk sabuk konuşmak.

ciziye gelmek: Doğru yolu bulmak.

cizmek: sıraya koymak, dizmek

Cuguli: Bacıseydinin ortanca oğlu Aziz Değer. 1954 Yılında doğdu.

cogur cogur: (z)Hayvanın anasını iştahla emdiğini belirtme sözü.

Conahmet: Devrimbeşlerin Büzükhalilin büyük oğlu Ahmet Aydın. 1924 Yılında doğdu. Dondurmacı Halil ve Şakir Aydın’ın babalarıdır. Maruz kaldığı ruhi rahatsızlık sebebiyle değişik halleri insanlarca normal karşılanmadı. Oysa başka açıdan bakıldığında hikmetli laflar ediyordu. Afyon’da devirdaim makinesiyle meşhur Conahmetin lakabı ona da layık görüldü. 2008 Yılında vefat etti.

Coruğuñ köpek gibi: Çok gezenleri anlatır bir yakıştırma. Anlatıldığına göre bu köpek köyün her yanını dolaşır, olmadık yerden bulduğu şeyleri alır götürürmüş.

coruk: 1.Zayıf, çelimsiz, fiziksel gelişimini tamamlayamamış hastalıklı çocuk; 2.İnatçı; 3.Maddi olarak bir türlü belini doğrultamayan kimse.

Coruk: İbrahim oğlu Süleyman Oran. 1913 Yılında doğdu. Köribanın hem emmisi hem babalığı, Gakgidinin babasıdır. 1973’te vefat etti.

corul corul: (z)Çok ve kesintisiz yağan yağmuru anlatır.

cömêet: cemaat

cövab: cevap

cuk: Aşık oyununda aşığın istenen pozisyonda durması.

culuk: hindi

cumbul cumbul: (s)çok sulu

cura: Küçükbaş hayvanlara takılan bir çan türü.

Curak: Apdıramanların Abdurrahman oğlu Mehmet Kirkit. 1920 Yılında doğdu. Hastanede çalıştığı için gerektiğinde iğne filan yapardı. Neden böyle lakaplandığı bilinmiyor, ama 1949’da ölen babasının da aynı lakapla anıldığını söylüyorlar. Curakmehmet 1981 yılında vefat etti.

cücü: (i)çocuk dilinde ekmek

cü cü cü: (ü)Tavukları çağırma ünlemi

cücü gadayıfı: küçük ekmeğe benzer tatlı

cücüklenmek: Filizlenmek, yeşermek.

cümertesi: cumartesi günü

cümeyi: cuma günü

cüz: 1.Dokuztaş oyunu, dede; 2.Dede oyununda üç taşın aynı hizaya gelmesi.