Kuruyunca göllelikten çıkan dene, bulgur olma yoluna girer. Bu meşakkatli bir yolculuk olacaktır. İşin zorluğu tabi ki kadınların omuzunda. Ancak buraya kadar anlattıklarıma bakılırsa dene de az işkence görmedi yani.
Sergide kurutulan pişmiş deneye bulgur diyebiliriz artık. Sırada kabuklarının soyulması var. Deymende sürülerek soyulur kabuklar. Bu değirmene sürgü deymeni veya kısaca sürgü denir. At veya eşeğin döndürdüğü dikey bir değirmen taşıdır. Ortasındaki deliğe bağlı milin bir ucu hayvana diğer ucu ise değirmen zemini ortasındaki direğe sabitlenmiştir. Köyde belirli yerlerde bulunan bu sürgülerde nöbete girildiği olurdu.
Sürgü değirmeni şöyle çalışır: Taşın döndüğü hazneye bulgur doldurulup birazcık suyla ıslatılır. Kabuğun kolay soyulması içindir. Değirmenci hayvanı datderken, iş sahibi elindeki ağaç kürekle dışa taşan bulgurları hazneye iter. Yapılan iş bu kadardır. Yeteri kadar sürüp kabukların soyulduğu görülünce alınıp çuvallanır.
Sürdürme sırasında ıslatıldığı için nemlenen bulgur tekrar kurutulmalıdır. Bu, önceki kurutma gibi uzun sürmez, elle karıştırma da istemez. Kurutmadaki amaçtan biri de savurmaktır. Kuruyan kabuklar savururken uçar, geriye halis bulgur kalır.
İş bitmedi tabi, henüz pilav yapılacak halde değil. Uzun sürecek sıkıcı bir süreç başlıyor. Ayıtlama... Kabuklarından kurtulduk; ama taş ve yabancı tohumlar bulgurun içinde duruyor. Onların tıpkı pirinç ayıklar gibi tek tek ayrılması gerekiyor, ayıtlama dediğimiz budur. Tablanın etrafına bu kez yemek için değil, bulgur ayıtlamak için oturulur. Ortaya yığılı bulgurdan parmaklarınla önüne çektiğin kadarına göz atar, temizse tabla altındaki kabın içine düşürürsün. Atıkların yeri, ortadaki bulgur yığınının tepesine yerleştirilen küçük tastır. Bir kaç kişi aynı yerde ayıtlayacaksa tabla başında yapılanı en uygunudur. Bireysel ayıklama ise bir tepsi içinde yapılabilir. Taşımak kolay olduğu için, kadın tepsisine doldurduğu bulguru alıp dışarı çıkabilir, komşusuna gidebilir. Dedikodu yapılırken pekala bulgur da ayıtlanabilir.
Uzun süren ayıtlamadan sonra çekme işlemi vardır. Bulgur, bulgur olmuştur; lakin hala bütün tanelidir. Uygun ufaklıkta kırılması gerekir. Çekme dediğimiz, kırmanın Eğretçesi oluyor. Önceleri el deymeninde çekilirmiş. O zamanlar kadınlar daha fazla yorulurmuş tabi. Benim çocukluğumda elektrikle çalışan çekme makineleri vardı. İki un değirmeninde bu yarma deymeni denilen makinelerden bulunurdu. Onlardan başka birkaç yerde daha (Deli Yakıp'ta, Kel Alinin Halit'te vb) bunlardan vardı. Makine/deymenlerde kim ne kadar bulgur, ne kadar düyü çektirecekse çektirir, işine bakardı.
Düyü'nün ince bulgur olduğunu belirtme gereği duymadım. Madem öyle, ondan yapılan kötdü dolmasını anıp göceye geçelim.
Başa dönüyoruz. Hani deneyi yıkayıp kuruttuktan sonra bir kısmıyla gölle kaynatmıştık. Diğer kısmı bıraktığımız yerde öylece duruyor. Göcenin başına bulgurdaki gibi olmadık işler gelmeyecek. Kaynatma, kurutma yok. Bulgura ancak sürdürme ve çekdirmede arkadaşlık ediyor. Savurarak kabuğundan kurtulmak gerkli tabi.
Göcenin hatırına da yoğurtlu akdolmayı anarak konuyu kapatalım. Yalnız, ta dene yıkamadan kötdü dolması ve akdolmaya gelene kadarki süreci yazmak bile benim üç günümü aldıysa, baştan sona kadınların omuzundaki bu işlerin ne kadar ağır olduğunu varın siz düşünün.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder