26 Eylül 2021

Halil ibrahim Bereketi

     Köyde çok duymuşluğum var bu duayı. "Allah helibram berkatı vesiñ." Küçükken hangi Helibram'dan sözettiklerini bilmezdim. Ona özel "berkat"ın mahiyetinden habersiz, hatta "berkat" nedir, "betberkat" nasıl kaçar bunları kavrayacak durumdan uzak günlerdeydim daha. Yiyecek-içecekle ilgili bir iş yapılıyorsa, mesela bir ürün kaldırılıyorsa, sergi seriliyorsa, taharna kurutuluyorsa "berkatlı olsuñ" diye duayla karışık selam verilirdi. Bütün bunlardan birşey anlamıyordum ama; iyi bir şeyden bahsedildiği kesindi.

    Sonra öğrendim ki dualara konu Helibram, İbrahim Peygambermiş. Kuran'dan öğrendiğimize göre İbrahim(as), çocuklarını yerleştirdiği kurak topraklarda (Kabe çevresinde) onların rızkını bereketli kılması için dua ediyor. O topraklarda bir şey yetişmediği halde her türlü sebze meyvenin hiç eksik olmadığı düşünülürse, bunun kabul olmuş bir dua olduğunu söylüyor tefsirciler. Hz. İbrahim ile "bereket" kavramı arasında böyle bir bağlantı var. 

    Bereketi sağlayan hususlardan cömertlik, misafirperverlik, şükürün İbrahim Peygamberin vasıfları arasında olduğu yine Kuran'da belirtiliyor. Farkında değiliz ama; her namaz sonunda, İbrahim(as) ile ilişkilendirilen bu bereketin aynısından Peygamberimiz'e de istiyoruz. Bildiğim kadarıyla oturuşta okuduğumuz barik duasının anlamı: "Allahım; Hz. İbrahim'e bereket verdiğin gibi, Hz. Muhammed'e de bereket ver."

    Daha bütün bunları öğrenmeden önce, Gocacami'de Üseyinhoca (Hüseyin Saki)den dinlediğim bir Halil İbrahim Bereketi hikayesi vardı. Sanırım bir cuma öncesi vaazıydı. Yardımlaşma, dayanışma, başkalarını düşünme, diğergamlık gibi bir konu olması lazım. Ezanı beklerken sıkıldığım, bitse de çıksak diye aklımdan geçirdiğim, sonra bunları düşündüğüm için kafir olacağım korkusuyla kendime kızdığım vakitlerdi. Hoca, cemaatteki bezginliği farkettiğinde usta bir manevrayla onları kendine getirmesini iyi bilirdi. "Kardeşlerim!" dedi, "Size daha önce anlattığım Halil İbrahim Bereketi hikayesini bir daha anlatacağım." Daha önce anlattığından haberim yoktu, ilk defa duyacaktım.

    Halil ve İbrahim adında iki kardeş yaşarmış bir köyde. İleşberlikle uğraşan bu kardeşlerin küçüğü İbrahim'in çoluk çocuğu yokmuş. Ana babaları öldükten sonra düzenlerini bozup ayrılmamışlar, birlikte yaşayıp birlikte çalışmaya devam etmişler. İşleri birlikte yapıp hasılatı üleşirlermiş. O sene harmanı savurup çeci çıkardıktan sonra ikiye bölmüşler deneyi. İş artık bu deneyi ambara koymadaymış. Abisi Halil demiş ki "Ben burda deneyi bekliyegoyen, sen git arabañı goşge. Sona da ben giderin." İbrahim gittikten sonra kendi çecinden alıp onunkine dökmeye başlamış. "Benim nasıl olsa çoluk çocuğum var, yalnız değilim. Herhangi bir sıkıntıda bulup buluştururum; ama kardeşim yalnız, zorluk çekmesin." diye düşünüyor, mümkün olduğu kadar kendi payından kardeşininkine aktarıyormuş.

    İbrahim arabasıyla gelince, bu sefer abisi gitmiş. O gidince İbrahim de düşünmüş ki "Ben yalnız bir adamım, bu kadar deneye ihtiyacım yok; halbuki abimin çoluk çocuğu var, ona daha fazlası lazım." Bu duygularla kendi payından alıp abisininkine aktarmaya başlamış. Abisi gelene kadar ne aktarabildiyse artık. Denelerini ambara doldurmuşlar. O kış köyde ve etraf köylerde kıtlık yaşanmış, millet yiyecek ekmek bulamamış. Gelvelakin, Halil ve İbrahim kardeşlerin ambarındaki dene hiç bitmemiş. Hatta duyan gelmiş, isteyene vermişler yine de ambarın dibi görünmemiş...

    Bir cuma vaazında, ikinci kez anlatışında Hüseyin Hoca'dan duyduğum bu hikayeyi, daha sonra ben kaç kere anlattığımı hatırlamıyorum. Hz. İbrahim ile alakası yok; fakat etkileyici ve amaca gayet uygun... Bir de burada anlatayım dedim. 


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder