Cenazede toplanıp cenaze sahibinin acısına ortak olma geleneği Anıtkaya'da hala sürdürülen güzel adetlerden. Herkesin birbirini tanıması, yine hemen herkesin uzak yakın akrabalığın bulunması bunda etken olabilir. Karşılıklı/öndüç takı olayı çıkmadan önce düğünlerde de bu birlik sağlanırdı, şimdi mecburiyet yoksa insanlar düğünden kaçıyor. Cenazede öyle değil ama, en azından musallada namaz kılana kadar köyün neredeyse bütün erkekleri orada oluyor.
Genel olarak cenaze merasiminin eskiden nasıl yapıldığını, gördüklerim ve işittiklerimden yola çıkarak anlatmaya çalışacağım. Bazı ayrıntıların hala sürdürüldüğü görülecektir.
Gerçi her ölüm sıradandır, ecel geldi mi 'dön' emrine kimse karşı koyamaz; ama bazı ölümler 'beklenmedik' diye düşünülür. Şimdilerde tarafik kazası, iş kazası, kalp krizi vs. sebebiyle ölümler böyle... Bunların dışında biri hastadır, uzun süredir bir dertten muzdariptir, bu yüzden eşi dostu tarafından her an ölmesi beklenir. Beklenti, hazırlıklı olmak anlamında tabi, ölümü istemek değil.
Ölümcül hastaların durumu kulaktan kulağa yayılır. Ziyaretçileri artar. Bunlar rutin hasta ziyareti değil, bir vedalaşma/helalleşme bahanesidir. Ziyaret esnasında hastanın yüzüne karşı, ne kadar iyi durumda olduğu 'dipi gibisin' sözleriyle ifade edilse de çıkışta hasta yakınına acı gerçek itiraf edilir, 'iki Rahmetten birini' vermesi için dua edilir.
Hazırlıklı olan hasta yakınları, son nefesler alınırken bir yandan Kur'an okumaya dururlar; okumak gibi Onu dinlemek de ibadet olduğundan 'yolcu' son anlarını ibadetle geçirsin diyedir. Bir yandan da birileri hastanın ağzına Ebizemzem damzırır. Lazım olacağı bilindiği için bir yerlerden tedarik edilmiştir Zemzem suyu. Hastanın ne kadar ağır olduğunu anlatmak için deyim haline gelmiş bu husus. Birisine 'Ebizemzem damzırıyorlar' ise, o gidici demektir.
Hastaya su verme, daha özelde Zemzem suyu verme, esasında son anda Şeytan onu yoldan çıkarmasın diyedir. Ölünceye kadar insanları saptırmak için her yolu deneyeceğine ant içen Şeytanın, hastanın son anlarını fırsata çevirmek isteyeceği düşünülür. İçi yanan hastanın karşısına bir bardak suyla geçip 'Allah'ı inkar edersen bunu sana veririm' diye şeytani görevini icra edermiş. İşte bu anda onun tehditlerine boyun eğmesin diye hastaya su veriliyor. Belki de verilen bir kaç damla Zemzem onun imanını kurtaracaktır.
Ruhunu teslim edince, cansız bedenin göz kapakları kapatılır, çenesi çekilir. Vücut kasları iptal olduğundan, alt çeneyi tutan kaslar iş görmez olur, dolayısıyla ağız açık kalır. Bunu engellemek için çenenin altından ve başın üzerinden bir tülbent bağlanır. Çene çekme bu... Ölü bedenin üzerine bıçak veya makas koyarak yıkanana kadar öyle bekletilir. Beden şişmesin diye yapıldığı söylenen bu hareketin mantığını çözemedim.
Artık cenazenin defin işlemlerine başlanır. Önce ölümün duyurulması gerekecek. Duyuru, camiden sela okunması ile başlar. Cenazenin yakın olduğu camiden başlanarak bütün camilerden sela verilir. 'Su Selası' denilen bu sela, cuma ve diğer mübarek günlerde okunan seladan farklı okunur. Makamı tam olarak farklı olmasa da sese hüzün yüklenir. Sesin iradi olarak hüzünlenmesi söz konusu olamayacağına göre, selayı bir cenaze yakının vermesi isabetli olacaktır. Belki de bu yüzden su selaları bana farklı geliyordu. Selalının sonunda mevtanın kimliği açıklanır ve rahmet dilenir.
Su selası denmesinin sebebi, ölüyü yıkamak için su ısıtılmasıyla ilgili olabilir. Selalar verilirken bir yandan da diğer işlemler yürütülür, en acil olan cenazenin yıkanmasıdır. Genelde kendi evinde yıkanır cenaze. Taşlarla ocaklar kurulur, kazanlar getirilir ve su kaynatılmaya başlanır. Kazanın altına ardıç atmak adettendir, isi fazladır ama; ardıç yanarken etrafına güzel bir koku yayar.
Kazanlar kaynayadursun birileri cami gasilhanesinden teneşir ve teneşir ayaklarını getirip kurarlar. Tenişirin üzerine oturduğu dört ayaklı iki sehpaya sıpa denir. Galiba bu 'sıpa' sözcüğü 'sehpa'nın dönüştürülmüş hali oluyor.
Bu arada cenazeyi yıkayacak olan hoca veya kadın önceden hazırlanmış kefeni kontrol edip hazırlar. İnsanlar sağlığındayken kefenlerini hazır ederler, mümkünse zemzemle yıkarlar ve içine bir kalıp sabun çıkılayıp bir köşeye koyarlar. Kontrol edilen bu kefendir, ölüme hazırlığı olmayanların kefeni yırtımcıdan alınır veya camide zaruret halleri için ayrılan kefenlerden kullanılır.
Cenazenin yıkanması esnasında en yakınlarının hocaya yardımcı olarak yanında bulunması beklenir. 'Suyunu döküvermek' denilen bu uygulama, mevtaya karşı bir vazife olarak düşünülür. Tekfin sırasında çörek otu sepilenir; ama bunun nasıl ve ne amaçla uygulandığını bilmiyorum.
Eskiden uygulanan 'devir sürmek' diye bir şey vardı, cenaze defnedilmeden veya defnedildiği gün içinde mutlaka halledilmesi gereken bir husustur. Mevtanın namaz borçlarına karşılık sadaka verme, işin özü bu... Yalnız, bu iş için ayrılan para, borçların tamamını ödeyecek miktarda değilse bu uygulama devreye sokuluyor. Şöyle; sadaka olarak vereceğin kaç liran var, 10 lira. Mevtanın namaz borcuna karşılık ne kadar vermen gerekiyor, 125 lira. Tamam... Bir fakir bulup 10 lirayı veriyorsun, o fakir gönül rızasıyla 10 lirayı sana iade ediyor. Sonra yine veriyorsun, yine geri alıyorsun. 10 lira, fakir ile cenaze sahibi arasında 13 kere devrettiğinde, ölünün 125 liralık namaz borcuna karşılık geliyor. Tek 10 lirayla işi hallediyorsun... Devir sürme uygulaması Kütahyalı Halit Hocanın önderliğinde kaldırılmış.
Cenaze sahibi devir sürmek gibi daha önemli işlerle uğraşırken, cenaze hoca tarafından yıkanırken, bir yandan da kabir kazılması lazımdır. Eski mezarlığın büyük bir bölümü kayalıktı. Kazması, eşmesi çok zor olurdu. Bütün zorluğuna rağmen bu da cenazeye karşı bir komşuluk vazifesidir. Yağmur yaş dinlemeden delikanlılar bu iş için gönüllü olurlar. Kabrin ölçüleri bilenler tarafından söylenmiştir, kazılacak yeri de cenaze yakınları söylediyse, mezar kazıcılara bir kazma, bir bel ve bir kürek yeter. Eski mezarlıkta her yer kabir olduğu için kazılan yerden insan kemikleri çıkması sıradan şeylerdendir. Hürmetle bir köşeye ayrılan bu kemikler defin esnasında tekrar toprak altına yerleştirilirler.
Bir başka hazırlık kabre dizilecek ağaçları kesmektir. Boyutları ve sayısı az çok standart olan kabir ağaçları, kuru söğüt dallarından kesilir. Eğer önceden hazırlanmadıysa, bu da cenazeye kadar halledilmesi gereken şeylerdendir.
Önemli bir cenaze adeti de cenaze evine en yakın odada icra edilmektedir. O vakitler sadece camide bulunan Kur'an cüzleri odaya g etirilir. Okumak isteyenler odaya gelip cüzleri alıp okurlar. Dediklerine göre, selayı işitenler çifti çıbığı bırakıp cüz okumaya gidermiş. Cenaze hazırlanana kadar birden fazla hatim indirildiği olurmuş. Zaten 'Cenaze hazır mı?' diye hocaya değil, odaya sorulurmuş. Okuma bittiyse cenaze kaldırılmaya hazır olduğu anlaşılırmış.
Bütün uyarlılara rağmen, cenaze evinden alındığı sırada acısını bastıramayan geridekiler feryadı basar, ağıt yakar. Genelde kadınlardan yükselen çığlıklar bu durumda garipsenmez, gayet doğal karşılanır. Beride ise bekletilmemesi gereken bir cenaze var. Hoca dua eder, helallik ister, yüksek sesle 'Helal olsun!' karşılığı verilir. Fatiha komutuyla cenazenin içinde bulunduğu tabut, yakınlarının omuzunda yükselip ilerlemeye başlar. İstikamet musalladır. Önceleri Cuma Camisinin önünde, mezarlık kapısının yanındaydı musalla taşı. Orası dar geldiği için pazaryerine alındı. Oraya varana kadar cemaatin omuzlarında havada yüzer gibi ilerleyecek olan tabutun güzergahına geçip cemaat onu beklemeye başlar. Buna 'salına girmek' denir. Salına girip cenazeyi taşımak da ibadet hükmünde bir vazife kabul edilir.
Salına giremeyecek kadar yaşlılar musallada beklerler. En azından namazı kılmak lazımdır. Cenaze namazlarında mümkün olduğunca kalabalık bir cemaat bulunur. Burada edilen duanın mevtaya çok fayda sağlayacağı umulur. Bir helalleşme faslı da namazdan sonra yapılır. Burada koro halinde üç kere tekrar edilen 'Helal Olsun!' cevabı, bir duadan çok sloganı andırır. Bağırarak yapılan helalleşmeyle, ölünün bütün haramlarının helale dönüştüğü sanılıyordur belki.
Namazdan sonra hemen define geçildiği için eski mezarlık zamanında namaz cemaatinin hemen hemen tamamı define de katılırdı. Yeni mezarlık uzak olduğundan namazdan sonra cemaatin bir kısmı dağlıyor. Yine de ikinci, üçüncü, dördüncü dereceden akrabalar ve katılmak isteyen diğerleriyle beraber mezarlıkta hazır bulunuyor.
Bir kaç hoca dönüşümlü olarak Kur'an okumaya başlamıştır. Bazen kabir çevresindeki şamata, hocaların sesini bastırır. 'şurayı az daha gaz... şora olmadı... ağeci tersine go... bidene daha ve... laylonu yay... hasır nerde... küreğinen... belinden dut... gafası şureye gelcek... çık gali...' benzeri bir sürü ses birbirine karışır. Kabir içindeki cenaze sahibi gencin nevri döner...
Kabrin üzerini tümeltip sularken, Kur'an okuma faslı bitip duaya geçilmiştir. Bu zamanlama hiç şaşmaz. Defnedenlerle okuyanların hızı hemen hemen aynıdır.
Kabir üstüne su dökme hep dikkatimi çekmiştir; ben sanırdım ki toz toprak uçuşmasın yatışsın diye biri sulamış, sonra bu adet haline gelmiş. Sonradan öğrendim, Peygamberimiz de oğlu İbrahim'i defnettikten sonra mezarının üstüne su dökmüş. Hikmetini hala anlayamadığım şeylerden biridir.
Dua faslı da bittikten sonra bir Hoca 'talkın' vermeye hazırlanırken cenaze sahipleri sıralanır ki herkes sırayla taziye dilesin. Bu adet bizde yoktu, herhalde zamanla Afyon'dan gelen uygulamalardan biridir. Bizde cenaze defnedildikten sonra, evine 'Hökümallana' gidilir. Bu, 'El Hükmü Lillah/Hüküm Allah'ındır' sözünün Anıtkaya'daki söylenişinden başka bir şey değil.
Talkına gelince... Ninem rahmetli bana öğretmişti kabir suallerini: 'Rabbin Kim? Rabbim Allah... Dinin ne? Dinim İslam... Kitabın ne? Kitabım Kur'an... Ne zamandan beri Müslümansın? Galu Beladan beri... Galu Bela nedir? Elestü bi Rabbiküm hitabının cevabı budur..' Kabre konulan cenazeye biraz sonra Münker Nekir gelecek ve soruları soracak. Cevaplarken zorluk çekmesin diye Hoca belletiyor. Verilen telkinin mantığı da bu.
Benim hatırlayabildiğimden önceki dönemde, erkekler definle meşgulken kadınlar cenaze evinde tepsi hazırlarlarmış. Bükme, börek, nokul her neyse; millet mezarlıktan dönene kadar kadınlar da onları hazır edermiş. Taziyeye gelenlerin bir güzel karnını doyurur, sıradakini beklerlermiş. O gün akşama kadar böyle geçermiş ölü evinde. Nasıl vazgeçtiler bu adetten bilmiyorum, şimdi onun yerine daha güzel ve mantıklısı yerleşmiş.
Definden itibaren 'Acıyan yer ayrı, acıkan yer ayrı' diyerek cenaze evine tepsi tepsi yemek getiriliyor. Bunun anlamı şu: Bu evde bir acı yaşanıyor; ancak hayat devam ediyor ve insanlar acıkıyor. Oysa bunların yemek hazırlamaya halleri yok. Bu düşünceyle yapılan davranış, önceki görenekten daha insani. Her şeyin eskisi güzel değil, değişimler bazen olumlu yönde olabiliyor.
Tabi günümüzde tekfin ve defin işleminden önceki odada hatim indirme kalmamış. Onun yerine definden sonra bir Yasin okunabiliyor; ama henüz adet haline gelmemiş. Yeni adet, definden sonra bir hafta boyunca kadınlar toplanarak okuyorlar, arada yiyip içerek...
Bir dönemde, haftası dolmadan uygun bir günde ölüyeri yapılırdı. Belirlenen günde -ki o gün perşembe veya pazardır- akşam yemeği verilir. Yemeğe herkes davetlidir. Yemekten sonra yatsı vaktine kadar orada veya camide mevlüt, aşir, dualar okunur, ilahiler söylenir; adına toplanılan ölünün ve geçmişlerin ruhuna fatihalar gönderilerek ölüyeri tamamlanırdı.
Yemeğe herkes davetliydi; ama herkes gelemezdi. Bazı insanların karakteri asosyal oluyor, topluluklara pek katılamıyorlar. Oysa nice o yemeğe ihtiyacı olan insan var ki yapısı uygun olmadığı için derneğe uğrayamıyor. Öte yandan ölüyerinde verilen yemeğin temel amacı, açlar ve muhtaçların doyurulmasıdır. Yemek sadaka hükmüne geçsin ki ölünün hala açık olduğu umulan sevap defterine yazılabilsin. Fakir fukara yararlanamayacaksa, ölüyeri yemeği amacından sapmış oluyor. Birileri böyle düşünmüş ve cesur bir kararla yemek vermek yerine kumanya dağıtmaya karar vermiş. Bir müddet bu böyle devam etti.
Ölüyerinden bütün bütün vazgeçilemedi, günümüzde iki uygulama da yer yer görülebiliyor. Tam olarak vezgeçilememesinin sebebi, onun dini bir yükümlülük zannedilmesidir. Oysa cenazede yemeğin İslam dini ile zerre alakası yok.
Tuhaf gelebilir; ama illa bir bağlantı kurulacaksa, İslamla değil Şamanizmle kurulabilir. İslamiyetten önceki dönemde Türkler, cenaze törenlerine 'yuğ' diyorlardı. Yuğ törenlerinde yenir içilir, mevtayı öven şiirler okunur, sonra da davetlilerin yiyecek içecek ne buldularsa alıp gitmelerine izin verilirdi. Yuğ törenlerine herkes davetli olurdu. Türkler Müslüman olurken, onlarla birlikte eski alışkanlıkları da Müslüman oldu. Ölüyeri, yuğ törenlerinin Müslüman halidir.