Günlük hayatın genel akışında kullanılan alet edevat, araç gereçleri bu başlık altında tanıtmaya çalışacağım. Yeri geldiğinde, bir sıra gözetmeksizin ve gruplandırmadan rastgele olacak bu.
----------0-----O-----0----------
SU GÜĞÜMÜ: Evlerde şebeke suyu yokken, özellikle 1970 öncesinde su ihtiyacı meydan çeşme ve kuyularından sağlanıyordu. İçme suyu meydan çeşmelerinden getirilirdi. Çeşmelerin lulasından su doldurmak için su güğümleri özel olarak tasarlanmış gibiydi. Bakırdan yapılan bu güğümler; şişman bir karın, ince bir boyundan sonra azıcık genişleyin ağız, bu ağızı örten kubbe biçimli bir kapak, zerafet timsali bir gurp ve altta dengeyi ve devrilmemeyi sağlayan geniş g.t. Günlük su ihtiyacı için birkaç defa çeşmeye gitmek gerekebilir. Bu iş genelde genç kızlara düşer. Çeşmeden doldurulduktan sonra gurplarından sineğipi geçirilerek sırta alınır. Güğümler çift olarak kullanılır ve bir gelinin çeyizinde bir çift su güğümü mutlaka bulunur. Darbelere karşı dayanıklı olan güğümler yıllar geçtikçe gövdesinden bükülürler ve genelde üstteki kapaklar bir şekilde kopar. Kullanıldıkça bakır malzemenin rengi değişir. Sağlık açısından sık sık kalaylandığında dımıl dımıl yanar.
----------0-----O-----0----------
SÜT GÜĞÜMÜ
Sağlam tenekeden (galviniz) lehimlenerek yapılır. Yan tarafından tek veya iki kulplu olur. Kapağı olmazsa olmaz bir eklentidir. Kaybolduğu veya kırıldığında başka bir şeyle mutlaka kapatılmalıdır. Çünkü eşek üzerinde, heybede süt taşıma amaçlı kullanılır. Hafif bir sallantıda sütün dökülmesi istenir bir durum değildir. Dağdaki ağıllardan köydeki sütçüye gelene kadar ortalama bir saatlik bir yolculuk geçer başından. Darbelere de dayanıklı olmalıdır. Bu güğümü köyde yapan Tenikeci Üseyin (Öztürk)ün dükkanı Pazaryerinin altındadır. Herhangi bir delinme durumunda orada lehimlenebilir. Eşek sırtında taşıma bırakılıp Traktör veya başka araçlarla taşıma başlayınca özel süt varilleri kullanılmış ve süt güğümlerinden vazgeçilmiştir.
----------0-----O-----0----------
GIRKLIK
Koyun kırkma makası. Kendinden yaylı basit bir makas. Bıçakçı ustaları tarafından el yapımı olarak üretilir. Makasın uçları perçinle değil, her iki ucun iç tarafındaki mandallarla birbirine tutturulur. Bu yüzden çok kolay birbirinden ayrılıp her biri bıçak gibi de kullanılabilir. Düğünlerde et doğramak için kullanıldığına da şahit olmuştum. Fakat amacı dışında kullanıldığında hassas ayarı bozulabileceği için zorunlu kalınmadıkça bu işler için kullanılmaz. Koyun kırkımında iki uç arasındaki yay ayarı önemlidir. Kesim için her sıkıldığında tekrar eski haline dönüp sıkmaya hazır beklemelidir. Ayar bozulursa bu gerçekleşmez. Sırf bu yüzden olsa gerek usta bir gırkımcı öndüş de olsa gırklığını başkasına vermek istemez.
----------0-----O-----0----------
OCAK GÜĞÜMÜ: Ocak, eski evlerde sacırak konularak yemek pişirilen, odun yakılarak ısınma sağlanan, batılı anlamda şöminenin adıdır. Ocak yerine baca dendiği de olur. Yaz kış yanan ocaklar sürekli tütmelidir. Yemek yapılmadığı zamanlarda her zaman lazım olacak sıcak su için bir güğüm sacırağının üzerinde durur. Bakırdan yapılan bu güğüm, ateş ve dumana maruz kalmaktan dolayı sürekli siyah görünür. Bazen kurumları kazınıp temizlense de bu rengi hiç kaybetmez. Onu görenler ancak ocakta gördüklerinden kendisine bu isim münasip görülmüştür.
Yeni yapılan evlerde ocak kapı dışarı edilince ocak güğümünün yeri de soba, guzine olmuş... Ve daha sonra kendisi ağır ve hantal diye hor görülerek bir kenara atılmış ve yerini alüminyum güğümlere bırakmıştır.
----------0-----O-----0----------
SACIRAK (SACAYAĞI): Üstüne saç konularak o saca ayaklık yaptığı için bu ad verilmiş olmalı. Fiziki dengeyi en güçlü sağladığı için üç ayaktan oluşur. Dövme demirden yapılır ve ateşe dayanıklıdır. Sadece saç değil, tencere, kazan, guzuluk, güğüm vs. herşey konulabilir. Üzeri demir çubuk veya tenekeyle daraltılarak ıbrık, çaydanlık bile konulabilir. Genellikle ocakta sürekli bulundurulan bu sacırak, gerekmediği zamanlarda bir ayağından kaldırılıp ocak duvarına dayamak suretiyle geçici olarak iptal edilebilir. Ocak dışında açık alanlarda da kullanılabilir.
----------0-----O-----0----------
ZEMBİL: Basit kapı koludur. Hem gocagapı hem de iç kapılarda kullanılabilir. Resimdeki bir iç kapı zembilidir. Çalışma sistemi, yapılışı, takılması ve kullanılması basittir. Hemen bütün evlerde kapıların değişmez aksesuarıdır. Kaldıraç sistemiyle çalışır. Dört parmakla kavranan gövdesinin üzerindeki ikinci parçaya başparmakla basıldığında, kapı arka yüzündeki dil tırnaktan kurtulur, böylece kapı açılmış olur. İçeriden açmak için de dili tırnaktan doğrudan kaldırmak veya dışarıdaki başparmak basacağı uzantısını kaldırmak yeterlidir. Bozulma, kırılma riski yoktur. Ayrıca bir kilit/anahtar düzeneği de eklenebilir. Yeni binaların kapılarında artık kullanılmıyor.
----------0-----O-----0----------
AVLI SÜPÜRGESİ: Bahçelerde ürünün arasında kendiliğinden çıkan bir ottur. Hafif kuruyunca tohumu döküldüğü için ertesi yıl aynı yerde yine çıkar. Tek kökten çıkan dallar bir metreye kadar uzayabilir ve uzarken hacmi genişler. Bu haliyle bir süpürge olarak kullanılabilir. Bu otlar badça bozma sırasında yolunurken yine tohumları dökülür. Bütün otlar tutam gibi göbeklerinden iple bağlanarak sıkılır. Avlu süpürgesi kullanılmaya hazırdır. Yıllık süpürge ihtiyacı ne kadarsa o kadar bağlanır. Dış mekan temizliği bu süpürgelerle yapıldığı için böyle denmiştir.
----------0-----O-----0----------
EV SÜPÜRGESİ: Yaprakları ve görünüş itibariyle mısıra benzer. Sadece biraz daha ince yapraklı ve boğumsuz bir sapa sahiptir. Tohumları da kuş yemini andırır. Özel olarak ekilmez, avlu süpürgesi gibi bu ot da kendiliğinden çıkar. Daha doğrusu tohumu döküldüğü için seneye yine çıkar. Bahçe bozumu sırasında keskin bir bıçakla sapları köke yakın yerden kesilir. Sonbaharda yapılan süpürgeyi herkes bağlayamaz. Her bir sap boyu biraz daha kısaltılarak elden geçirilir. Kalın olan saplar yarılarak inceltilir çünkü bütün saplar tutam olarak bağlanıp süpürge sapını oluşturacağından fazla kalın olması istenmez. Süpüren kişi avucuyla kavrayabilecek kadar ince olmalıdır sapı. Normal bir şekilde tutam olarak bağlanan süpürge, bir anda farklı bir teknikle yayvanlaşıverir. Çuvaldıza takılan gınnap ile yapılan bu tekniğin önceleri Eğret'te bilinmediği, Macurlardan öğrenildiği anlatılmaktadır. Dikerek bağlama işi bittikten sonra hayvan tarağı ile taranarak tohumları dökülmesi sağlanır ve süpürgenin ucu gırklık ile kesilerek düzeltilir. Yalnız ev içinin temizliğinde kullanılan bu süpürgeleri, 1970'li yıllara kadar bazıları yıllık yetecek kadar birkaç tane bağlardı.
----------0-----O-----0----------
BAKIRCA: Bakırdan yapıldığı için kovaya Eğret'te bakır veya bakırca denir. Bakırca sözünün "bakraç"ın değişik telaffuzu olduğu da düşünülebilir. Bir bakıma küçük kovadır. 2-3 litre kadar süt alabilir. Sıcak sulu yemek taşımada da kullanılır. Kullanılan malzemeden dolayı kulpu ve gövdesiyle oldukça ağırdır. Gıda işinde kullanıldığı için sık sık kalaylanması gerekebilirdi. Şimdilerde bunlardan elde kalan yok sanırım.
----------0-----O-----0----------
HAMUR TEKNESİ: Her sokakta bir fırının bulunduğu Anıtkaya'da ekmeğetmenin hikayesi ayrıca yazılmalıdır, biz tekneden devam edelim. Çünkü Eğret ekmeğinin en ayırdedici vasfı yumruklayarak yoğrulmasıdır. Bunun için en başta dayanıklı bir tekneye ihtiyaç vardır. Burada hamur yoğurma teknesine kısaca tekne denir. Yapılacak ekmek, hamırsız vs. miktarına göre iki tür tekne vardır. İlki nispeten küçüktür, esinti diye adlandırılır. Bir kişi tarafından kaldırılıp taşınabilir. Çam kütüğünden tek parça olarak oyulup kurutulur.
İkincisi daha büyüktür, bir kişi tarafından taşınamayacak kadar büyük. İki kişi taşıyabilmesi için de kenarlarında kulpları olmalıdır. Bu yüzden dörtgurplu olarak bilinir. Dörtgurplu da diğeri gibi çam kütüğünden tek parça oyulur. Her ne kadar kurutulsa da kütük oyma olarak sağlam olmasına rağmen ağır olurlar. Ayrıca üretimi zor ve malzemesi güç bulunur. Günümüzde hala kullanılan tekneler artık böyle ağır malzemeden değil daha hafif ağaç tahtaları çakılıp yapıştırılarak üretilmektedir. Orijinal tekneler ise ancak müzede kendine yer bulabiliyor.
----------0-----O-----0----------
SÜRGÜ DEĞİRMENİ: Eğret Ağzında "deymen" denir. Değirmenin böyle bir adının olduğunu da bilmiyorum; ama bulgur sürdürmeye buralara giderdik. Bu yüzden sürgü değirmeni dedim. Bir eşek veya at ile dikey olarak döndürülen taştır. Taşın ortasından geçirilen ağaç mil, buna uygun büyüklükte yapılmış büyük havuz/dibek ekseninde döner. Hayvan duraksamasın diye birisi tarafından sürekli datdenir. Olmadı sahibi hayvanı yedeğine alır. Göce olacak yıkanıp kurutulmuş buğdayın veya bulgur olacak kaynatılıp kurutulmuş buğdayın kabuğu bu değirmende soyulur. Yani bu değirmende öğütme değil kabuk soyma yapılır. Dolayısıyla fazla güce gerek yoktur. Kabukların yumuşaması için dibekteki buğdaya bir miktar su dökülerek ıslatılır. Bunun miktarını ve buğdayın dövülme süresini deymenci belirler. İşin sonunda hak veya nakit ücretini alır. Bu işlem sonbaharda kış hazırlığı olarak yapıldığı için herkesin böyle bir işi olurdu. Bu yüzden sürgü değirmenlerinde o vakitlerde nöbet olurdu. Hatırladığım kadarıyla bu değirmenlerden Berber Şükrü (Sağlam)ın evin altında bir yerlerde ve bir de İnce Mehmet (Kasal)ın evde vardı. Teknolojiye yenik düşen bir çok şey gibi onlar da bozulup ortadan kaldırıldı.----------0-----O-----0----------
EL DEĞİRMENİ: Kabuklarından ayrılan buğdaylar kurutulup savrulduktan sonra bulgur ve göce olmuşlardır artık. Yine de bütün olarak tüketilmezler. Bulgur-düyü pilav ve dolma için; göce de taharna için kırılmalıdır. Bunun için her evde bulunan el deymenini kullanır kadınlar. El deymeni, üstüste duran 40-50 santim çapındaki iki taştan oluşur. Alttaki taş sabittir, üsttekini kenardaki bir deliğe çakılan ağaç sap ile çevirirler. Durduğu yerde, taşın üstünde diğerini çevirmek zordur. Kolayı ortadaki delikten diğer elin avucuyla buğday dökmektir. İki taşın arasına giren buğdaylar bilye vazifesi görerek taşın kolayca dönmesini sağlar hem de kırılarak aradan dökülürler. Her ne kadar kolay olsa da bir süre sonra kadınların kol ve bilekleri ağrımaya başlar. O zaman bir başkası geçer deymenin başına. Elektrikle çalışan kırma/yarma deymenleri çıkınca kol gücüyle çalışan el deymenleri tedavülden kalktı.
----------0-----O-----0----------
GABICAK: Ağda gabı da denir. Ağda, koyu kıvamlı Antep üzüm pekmezinin adıdır. Nokulla birlikte ikram edildiği yıllarda lüks bir yiyecek olarak görülürdü. Ağda bittikten sonra silindir şeklinde ince tahtadan dürülerek yapılmış kabı da atılmaz, tuz şeker koymak için kullanılırdı. Gabıcak denen bu kutunun uğragabı olarak da bu değerlendirildiği olurdu. İşlevsel bir ambalajdı yani. Şimdi hala Antep pekmezi böyle kaplarda satılıyor, ama kutusu gabıcak olarak kullanılmadığından, o günkü kullanımıyla müzeye girmeye hak kazandı.
----------0-----O-----0----------
GAZOCAĞI: Gamanto da denirdi. Şişman bir deponun üzerinde yanmayı sağlayan bir başlıktan oluşur. Depoya gazyağı doldurulur. Pompalama neticesinde oluşan basınçla sıvı gazyağı gaza dönüşür. Gaz çıkış memesinin hemen altında ispirto konulan, çay tabağı benzeri bir hazne bulunur. Gaz çıkışı öncesinde yanmayı başlatacak alev ispirto sayesinde sağlanır. Böylece alevlenen gaz ısısının ocak şeklinde yayılması için tasarlanmış başlığa ulaşır. Artık ocak kısmı da hazırdır. Çaydanlık, tencere vs. koyabilmek için depoya monteli üç sacayağı direği bulunur.
Gaz çıkışı azaldıkça, alev şiddetini ayarlamak için alttan depo pompalanır. Gaz çıkış deliği tıkandığı zamanlarda özel açıcı iğneleri de vardı. Başka bir gaz ile çalışan piknik tüplerine kadar gazocakları kullanılırdı.
----------0-----O-----0----------
GUZULUK: Küçük bakır kazandır. Küçük olduğu için kulpa gerek görülmemiş. Ne kadar küçük derseniz, içinde ancak bir kuzu pişirilebilecek kadar derim. İşte bu sebeple guzuluk ismini aldığı söyleniyor. Kullanılan bir guzuluğun altı ve dış yüzü, sürekli ateşe maruz kalmaktan hep islidir, kapkaradır. İslenmeyi önlemek için ateş üstüne koymadan önce çamurla sıvandığı olur. Ne olursa olsun kararmanın önü alınamaz. Bir süre kullandıktan sonra bakır guzuluğun içi kalaylanmalıdır.
----------0-----O-----0----------
HAŞHAŞ TAŞI: Bu, üzerinde haşhaş ezilen taş demektir. Ezme işine Eğret'te sürtme derler. İşin adı haşeş sürtme, taşın adı da haşeşdaşıdır. Aslında bu iki taştır. Altta zemini oluşturan dişli büyücek bir taştır. Üstteki ise iki avuçla kavranmaya uygun, kulaklı yumru şeklinde bir taştır ve elcik adı verilmiştir. Haşeş sürtmeye haşhaşı kavurmakla başlanır. Bu genelde mahalle fırınında yapılır. Kavurma, yani hahaş tanelerini pişirmenin şiddeti iyi ayarlanmalıdır. Az kavrulursa sürtme sonunda yağ çıkmaz. Çok pişerse yanmış olur, tadı acılaşır. Hamuru da acılaştırır çünkü sürtülmüş haşeş yağadıda kullanılır. Kavrulan haşhaş avuç avuç taş üzerine dökülerek sürtmek suretiyle ezilir. O miktar sürtülünce bir avuç daha eklenir. Haşeş sürtme makineye bağlanınca haşhaş taşı da ortalıktan çekildi ama; yaşı ileri kadınlar hala bu işi eski yöntemle yapıyor.
----------0-----O-----0----------
YEMENİ: Başka yerlerde kara lastik denen, çarık döneminden sonra Türk köylüsünün resmi ayakkabısının Eğret'teki adı yemenidir. Pazaryerinin yemenicilere ayrılan kısmında, her cumartesi sergisini açan yemenicilerden temin edilirdi. Çeşitli biçimlerde yapılmış yemeniler lastikten imal edilir, soğuktan sıcaktan çok da koruyucu değildir ama su geçirmezliği ve ucuzluğu nedeniyle gerçekten bir döneme damgasını vurmuştur. Kadın ve erkekler için farklı tasarımları vardır. Erkekler üstü nispeten daha kapalı olanları, kadınlar ise üstü açık "yüzsüz" denen yemenileri tercih ederler. Yüzsüz yemenilerin diğer bir adı da âlem yemenisidir. Mes ile giymek isteyenler yüzsüzleri tercih eder. Ayrıca özel tasarım, dışı parlak içi ince astarlı yüzsüz yemeniler biraz daha pahalı olur.
Yemeniler kullanıldıkça eskirler. Eskime, tabandaki dişlerin aşınmasıyla başlar. Dişsiz yemeniler karda buzda kayganlaştığından kışın giymek istemezsiniz ama başka çareniz yoktur. Sonra yemeni genellikle topuk arkasından yırtılır ve burundan delinir. Böyleleri hemen atılmaz, Gulaksız'a götürülerek tamir ettirilir.
Çocuklar ve kadınlar için yazlık yemeni modelleri Mayıstan itibaren pazarda sergide boy gösterir. Naylondan yapılan bu yazlıklar kadınlar için şipirdek diye adlandırılan terliklerdir. Ayakları havalandırdığı için kadınlar mutlaka bir şipirdek aldırırlar. Tarlada giymek için ise yine havadar delikli naylon yemeniler vardır. Bunlar çok çeşitli renklerde albenili kadın delikli yemenileridir. Çocukların yazlık yemenisi ise ediktir. Sandaletin atası diyebileceğimiz bu edikler de çeşitli renklerde olur. Dış tarafından ucunda demir kelepçe ile iliklenen bu ediklere her erkek çocuk sahip olmak ister. Çok dayanıklı değildir, konçundan yırtılır veya ilik kordonundan kopar, bilemedin kelepçesi bozulur. İkinci bir edik alma lüksünüz de yoktur, istihkakınız bir çift. Çocuk genelde yalınayak giydiği için kelepçenin perçini ayağın üstünü hep yara eder. Topuğun üstü de mutlaka kesilir, yara olur. Tire çorabı olanlar için bu olumsuzluklar söz konusu değildir ama 50 yıl önce tire çorap lükstü desem kim inanır ki?
----------0-----O-----0----------
HEYBE: İki gözlü torbadır. Bugünkü anlamıyla yolculukta kullanılan valiz, yerine göre piknik çantası, bazen pazar arabası. Çok amaçlı bir nakliye aracı, taşıma kabı. Çift gözlü olduğu için at eşek vb. yük hayvanlarının sırtına vurularak her şey taşınabilir. Gözlerine sinek, güğüm konarak su taşınabilir. Sağımcılar, alatcılar, başşakcılar... Hepsinin hayvanında heybe olmalıdır. İlginçtir, ben eşek sırtındaki heybenin gözünde çocuk bile gördüm. Ne kadar fonksiyonel olduğu anlaşılsın. Ayrıca heybe yalnız hayvan sırtında taşınır bir eşya değildir. Mesela arabaya konarak kıra götürülür. İçine ufak tefek malzemelerle yiyecekler konularak onların dağılmadan bir arada tutulması sağlanır. Dayama direğine asılarak fazla yer kaplamamış da olur.
Kaba taşıma işlerinde kullanılan heybe haricinde bir de özel dokuma olduğu için özel günlerde ortaya çıkarılan, daha çok kıymet verilen heybeler vardır ki onlar gelinlerin çeyizlerinde getirdikleri kıymetlilerindendir. Ya da özel olarak kendi dokudukları... Yabanlık urba gibidirler, her daim ortada görünmezler. Misal, düğünlerde ortaya çıkarlar; hacı uğurlamada, hacı karşılamada görünürler. İçinden alınan avuç avuç çerezlerin ortalığa saçıldığı zamanlarda. Çerez saçıcı ortadaki delikten boynuna geçirir heybeyi, veya omuzuna atar. Bir gözü sırtındadır adamın, bir gözü bağrında. Bağrındaki gözünden habire fındık fıstık saçar. Bazen de çarşıya pazara çıkmış birinin omuzunda rastlardınız bu özel heybeye. Şimdi müzelerde görürsünüz belki.
----------0-----O-----0----------
KANDİLLER: Burada genel aydınlatma araçlarından bahsedeceğim. 1973'te Anıtkaya'ya elektrik gelmeden önce bu aletler kullanılıyordu.
Sırasıyla ele alacak olursak sanırım başta körgandil olmalıdır. Başka yerlerde idare lambası da denen üçgen koni şeklindeki bu kandili Tenikeci Hüseyin (Öztürk) galvinizden lehimleyerek yapar. Üstte bir kapak içine yerleştirilen fitil kandilin karnına kadar uzanır. Buradan çektiği gazyağını fitil ucundaki aleve ulaştırır. Uç döndürülerek fitil uzatılır veya kısaltılır böylece alevin şavkı ayarlanmış olur. Kandilin karnına kulak gibi bir kulp lehimlenerek taşınması kolaylaştırılır. Fazla ışık vermez ve çok is çıkarır. Bu yüzden damda mallara bakarken filan kullanılır.
Bacalı gandil, uzun cam fanusu (baca) sayesinde körgandile göre daha temiz ve daha parlaktır. Ev içinde en çok kullanılan aydınlatma aracıdır. Cam bir depo, bir ibreyele fitilin ayarlandığı ve fanusun takıldığı başlık, fanus ve kulpuna takılan ayna panodan oluşur. Ayna sayesinde yansıyan ışığın şiddeti artar. Depo şeffaf olduğu için fitilin durumu ve gazyağı seviyesi kontrol edilebilir. Baca (fanus) en kırılgan kısım olduğu için kırıldıkça yenisi alınır. Her dükkanda gandil bacası bulunur. Bunlar büyüklüğüne göre numaralandırılmışlardır. Son dönemlerde bacaları muhafaza etmek, kırılmasını engellemek için kazak gibi birşeyler örer olmuşlardı.
Açık alanlarda kandilleri yakmak zor olduğundan, rüzgar gibi doğal etkenlerden daha az etkilenen fenerden yararlanılırdı. Gemici feneri denen bu alete Eğret'te kısaca fener denmiştir. Fanusun hem alttan hem üstten bir yuvayla sabitlenme noktası vardır. Üst noktaya kadar uzanan iki metal direk fanus boyunca uzanır. Fanus ayrıca tel muhafazayla da desteklendiği için düşme, kırılma tehlikesi yoktur. Fitil takılması ve ayarı bacalı kandildeki gibidir.
Löküz, adı üstünde (lüks) herkesin sahip olamadığı bir araçtır. Evlerde değil daha çok kahvelerde, odalarda, geniş mekanlarda onun ışığından yararlanılırdı. Gazocağı gibi gazyağının pompalanmasıyla çalıştırılır. Öyle olunca fitile ihtiyaç duyulmaz. Fakat gömlek denilen kimyevi bir bez kese gerekir. Bu gömlek sık sık deforme olduğundan yenilenmesi gerekebilir. Yine gazocağındaki gibi özel açma iğnesi de lazım olur. Ayrıca ilk yakma için ispirto gerektiğini de söylemeliyiz. Verdiği parlak ışık bu kadar zahmete değiyormuş ki kendisine baya bir rağbet edilmiş. Tabi elektrik gelince bunların hepsi bütün cazibesini yitirmiştir.
----------0-----O-----0----------
YURGU: Loğ daşı da diyorlar ama daha çok yurgu denir. Büyük bir merdane düşünün. 40x60 santim boyutunda mermer bir silindir. Altına aldığı şeyi ezer geçer. Ezsin ve sıkıştırılsın diye kullanılırdı zaten. Sonbaharda, yâmır yaş başlamadan dambeşe çorak saçılır. Bu, su geçirmez milli bir çeşit topraktır. Yalnız topeş kalır ve yeterince sıkıştırılmazsa yalıtıma faydası olmaz. Bu görevi de yurgu görecektir. Ekseninden geçen V biçiminde bir ok takılır ve döndürülerek çekilir. Böyleve topeçler ezilir, çorak sıkıştırılır, beton gibi olur. Artık kışa hazırdır. Yurgular kullanımdan, kiremit çatılar yapılmaya başlamadan çok evvel düştü. Çorak saçılmak yerine sıvanmaya başladı. Böylece hem sıva içinde topeş kalmıyor hem de doğal olarak sıkıştırılmış oluyordu. Yine de hemen her dambeşte 1970'lerde yurgu öylece atıl vaziyette duruyordu. Sonra birden ortadan kayboldu.
----------0-----O-----0----------
ELEK: Bunlar un elemede kullanılan aletlerdir, dolayısıyla un eleği diyoruz. Etmeğetmek zahmetli bir iştir. Sıkıntı daha unu hazırlarken başlar. Deymenden gelen un kepeğiyle karışıktır. Kepek, buğdayın kabuk kısmıdır. Ekmeğin içinde kepeğin olması istenmediğinden ve de içine karışmış yabancı cisimler bulunabileceğinden un elekten geçirilmelidir. Bu iş elek ile yapılır. Elek, kalbur kasnağına ince gözenekli kumaş geçirilmiş alettir. Kumaşın gözeneğine göre incelek, galınelek diye çeşitleri olur. Galınelek üstünde kalan kepek de zayi edilmez hayvanlara yem ve yal olarak verilir. İncelek ile elenen undan ise bükme börek yapılır. Elekler de tıpkı kalbur gözer gibi cingenler tarafından yapılır ve satılır. "Elekçi garısı gibi..." ifadesi buradan gelir. Kumaşı eskimiş bir eleğin kasnağı verilerek istenen nitelikte bir elek siparişi verilir. Un fabrikalarında un kepeğinden ayrılmış olarak üretilse de yine de kadınlar unu elemeden kullanmıyorlar. Un elenip elek duvara asılmış değil yani...
----------0-----O-----0----------
TIRAKA: Mantar tabancasıdır. Ramazan ve Kurban Bayramlarının erkek çocuklar için en popüler oyuncağıdır. Basit bir mekanizmaya sahiptir. Tetiği çekince namluya yerleştirilmiş mantar fişek içindeki patlayıcı maddeye çivi batar. Patlamayla oluşan basınç mantarı bir tapa gibi ileri firlatır. Esas eğlenceyi sağlayan bu esnada çıkan şiddetli patlama sesidir. Bu ses hem tırakanın kalitesini hem de mantarın kalitesini gösterir. Mantarlar nemlenmiş veya kalitesiz patlayıcıdan yapılmışsa ses kötü çıkar. Bu yüzden sürümün çok olduğu dükkandan, mesela Yeni Mısdık (Mustafa Şen)den mantar almak akıllıcadır. Siyah boyalı metal tırakalar en meşhurlarıdır. Sonradan çeşitli renklerde plastik trakalar yapılsa da onlar pek sefa sürmeye fırsat bulamadan, dijital devrimle tıraka ve mantar hayatımızdan çekildi.
----------0-----O-----0----------
CINGIRDIK: Tahteravallinin atasıdır. Bir direk ve onun üstüne takılan yatay ağaç olarak iki ana elemandan oluşur. İkisi de sağlam ağaçtan olmalıdır. Direğin yüksekliği 1,5 metre kadardır. Yatay ağaç ise 6-10 metre uzunluğunda olabilir. Bu uzunlukta sağlam ağaç ancak yeni kurumuş söğüt olabilir. Fakat direk kısa olduğu için meşe, ardıç iyi olur; bulunmazsa o da söğütten dikilebilir. Direğin ucu yumru şekilde yontulur, yatay olanın da tam ortasından böğrü o uca göre oyulur. Cıngırdık hazırdır. 360 derece dönerek binildiği için bu esnada birbirine geçen kısımdan gacır gucur sesler çıkar. Sanırım bu sesten dolayı böyle bir isim takılmış. Direk sağlam olsun diye tabanına çaprazlamasına destekler çakılabilir. Cıngırdığın iki yanına ikişer üçer kişi binebilir. Bu artık uzun ağacın sağlamlığına bağlıdır. Şimdi cıngırdık kuracak genişlikte avlu ve sokak kalmadı.
----------0-----O-----0----------
ESBAPDAŞI: Aslı "esvap taşı"dır. Çay'da, Bunar'da, Omarcık'ta ve evlerde çamaşırlar bu taşta yıkanırdı. Resimdeki Ayazin taşı denilen kaba bir taştan oyulmuştur. Yeteri kadar kalın bir taş olduğundan önündeki ucuna yakın bir yalak oyulur. Bu yalağa çok kirli ve sıcak suda bekletilmesi gerekenler çamaşırlar basılırdı. Önündeki gider deliği uygun bir tıpayla tıkanabilir. Kullanışlı bir taştır, taze patetesi bıçakla soymak yerine ıslatıp sürtmek yoluyla soyulduğuna şahit olmuştum; o kadar da dişli bir taştır. Bu yüzden çamaşırları çabuk eskitme riski vardır. Daha ince ve yalabık taştan, yani büyük gayraktan oyulmuş esbapdaşları da kullanılırdı; fakat bunların yalağı bulunmazdı. ----------0-----O-----0----------
YALAK: Ayazin taşından oyulmuş, kümes hayvanlarının su içmesi maksadıyla avlunun münasip yerine konulan doğal su kabıdır. Tahliye deliği bulunmaz. Genelde su kısa sürede biter. Hayvanlar tüketmese bile sıcaktan buharlaşır. Bu küçük hayvanların bu ağır su kabını yıkıp devirmesi mümkün değildir. Resimdeki hala kullanılan yalaklardan biridir. Bunu oyan kişi vefat edeli yarım asırdan fazla olmuş.